YÜKSEL YILMAZ:PARALEL DİN

“…Bugün sizin dîninizi kemâle erdirdim. Ve üzerinizdeki ni'metimi tamamladım...”

YÜKSEL YILMAZ:PARALEL DİN
11 Aralık 2014 - 09:40

PARALEL DİN

 

Nüzul sırasına göre Maide suresinin 3. ayeti Kur’an’ın inen son ayetidir. Allah bu ayette “…Bugün sizin dîninizi kemâle erdirdim. Ve üzerinizdeki ni'metimi tamamladım...” demektedir. Allah her ne kadar burada dini tamamlandığını söylüyorsa da Kur’an’ı anlama problemi olanlar bununla yetinememişler ve yan kaynaklar katmışlardır. Akıl bile yan kaynaklar kadar devreye sokulmamıştır.

 

Fıkıh der ki: “Üzerinde farz ve vacip kazası olan adamın tetavvu’ (sünnet ve nafile) namazları kabul olmaz.”

 

Nerden biliyorsun?

 

Cevabı şudur: “Çünkü: nebi sallallahu aleyhi ve selem buyurdu:  Farz ve vacip borcu olanın bunları ödemedikçe hiçbir nafilesi kabul olmaz.”

 

Nerden biliyorsun?

 

Cevabı şudur: “Çünkü  ‘Mecme’ul Fetava’ öyle yazıyor. “

 

Kim yazmış? Peygamberimiz mi?

 

Cevabı şudur:  “Hayır. Rivayet.”

 

Mudmarat’ta  ibn-i Nüceym’e sorulmuş, “Üzerinde kazanamazı olan kimse için fetva nedir? Sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsının sünnetlerini bu namazların kazalarına tayin edip kılsa; Sünnetleri terk etmiş olur mu?”

 

Cevabı şudur: “Sünnetleri terk etmiş olmaz. Çünkü sünnetten maksat şeytana muhalefet için bu vakit farzdan başka bir namaz kılınmasıdır. Muhakkak bu maksat gerçekleşir.”

 

Resul ve sahabeleri hep “Allah rızası için” derlerdi; şimdi bu “Şeytana muhalefet için” ifadesi de nereden çıktı? Sen Allah rızası için yaptın mı zaten muhalefet olur o. Biz Şeytana muhalefet için Allah’ın rızasını istemiyoruz, aksine biz Allah rızası için şeytana muhalefet ediyoruz.

 

Nevadır’da deniyor ki, “bu evladır”; yani “Sünnet ve nafile yerine getirilmiş olur. Sünnet kılmayıp kaza kılan azaba müstahak olur. Sünnetleri terk ile azaba müstahak olmaz.”

 

Tirmizi de yazsa Süheyli de yazsa dini bağlamaz. Allah dinini daha Peygamberimizin sağlığında tamamlamıştır. Allah’ın ne dileyeceği Allah bildirmedikçe bilinemez. Bildirdiği her şey ise korunmuş olarak Kuran’dadır.

 

Allah resulü “Kaza borcu olanın nafilesi kabul olmaz” buyurmuş ve âlimler de, “Kazası olanın, sünnet ve nafile kılması ahmaklıktır” ve “Sünnetler farzın yanında denizde damla bile değildir” demişler.

 

Kur’an’da namazın kazası diye bir şey var mı? Yok. Namazın hükmü nedir; farz mı, emir mi? Emir kipiyle geldiğine göre elbette, emirdir. Emrin kazası olur mu? Hayır. Ama farzın kazsı olur ve aslında emir edilen namaza farz dedikleri için kaza da uydurulmuştur. Hızını alamamışlar ve peşinden Duha, Tehıyyat-ül-mescid, Tesbih, Teheccüd gibi namazlar icat edilmiş…

 

Dört hak mezhepte de “Bile bile terk edilen namazın kaza şeklinde” söz birliği varmış. Bir kere Allah indinde hak olan sadece İslam’dır. Mezhepler beşeri oldukları için hak olamazlar; en iyimser bir ifadeyle bu mezheplere “hakka en uygun” denebilir.

 

Peygamber Efendimiz ”Ümmetimin büyük günah işleyenlerine şefaat edeceğim” buyuruyormuş. Ayetler dikkatli ve doğru okunursa şefaati sadece Allah’a mahsus olarak beyan ediyorlar. Ayetler “sağı ağır gelirse cennete” ve “solu ağır gelirse cehenneme” dediğine göre büyük günah işleyenlerin ne olacağı hususu da zaten halledilmiş oluyor.

 

Berika’ya göre, “Farz namazı özürsüz vaktinde kılmamak büyük günahtır. Acele kaza etmek gerekir. Zaruri işler haricinde kaza etmeyi geciktirmek de büyük günahtır.”

 

Namaz emir olduğu için özrün bile olsa kılacaksın; yatarak hatta ima ile de olsa. Sadece kendinde olmaman durumunda iş değişir; baygınlık, cerrahi müdahale, narkoz etkisi, koma gibi. Ama kaza bir icattır; dinimizde bu gibi durumlar için gösterilen bir yol zaten var. Herkesin bildiği şey; yani pişmanlıkla tövbe etmek.

 

Diyorlar ki, “Namazı vazife tanımamak, önem vermemek ise küfürdür. Hadis-i şeriflerde ‘Namazı kasten terk eden kimse kâfir olur’ diye Taberani buyuruluyor”.

 

Kişi bunu hangi niyetle yapar? Gevşeklikle mi yoksa imansızlıkla mı? Sünni âlimler bu konuda mutabık değiller. Şafiiler iman ve ameli ayırmanın küfür olduğunu ama Hanefiler küfür olmadığını söylerler. Koca âlimler bile mutabık olamadıklarına göre bu gibi kalbe bağlı konular Allah’ın indinde çözüm bulacaktır. Herkese düşen en doğru cevap şudur: Bilmiyorum, Allah bilir.

 

Her şeyi bilen görünme arzusu, her soruya cevap veren denilme isteği, boş çevirme kaygısı hep derin âlimler desinler diyedir. Çünkü eğer o “Allah bilir, bilmiyorum” derse ama başka bir “biliyorum şudur” derse, arkasından denilecek ki: “Falanca bilemedi ama filanca daha derin âlimmiş o cevap verdi.” Kimse cevabı Allah’a havale ettiği için “Helal olsun falanca emin kişi, biliyorsa söylüyor, bilmiyorsa susuyor” demiyor.

 

Bir de, “Bir namazı, vakti çıktıktan sonra kılan, 80 hukbe Cehennemde kalacaktır” gibi dinin özüne aykırı rivayetler itikada girmiş. Kur’an’ın hiçbir yerinde bırakın vaktinde kılmayanı hiç kılmamanın cezası bile konu edilmemişken fıkhın açtığı kapılara bakınız. Namaz emirdir; kılınmak zorundadır; ama cezası konu edilmemiştir; gecikmenin ya da kılmamanın akıbeti Allah’ın indinde saklıdır. Onda saklı olanı hiçbir kâhin bilemez. Uydurma hadislere karşı uyanık olunmalıdır.

 

Bir özürle kılınamayan yani fevt edilen namazların kazası şöyle içtihad ediliyor: “Fevt olan namazların kaza etmek, nafile kılmaktan iyi ise de, beş vakit namazın sünnetlerini ve hadis-i şerifte övülen Duha, Tesbih, Tehıyyat-ül-mescid gibi belli namazları kılmak böyle değildir. Vaktin sünnetleri ile bu nafileleri kılmak kaza kılmaktan evladır.” (Redd-ül Muhtar, Halebi, Hindiyye)

 

Allah bilir.

 

Hadis-i şeriflerde buyrulmuş ki: “Kaza namazı olanın, kıldığı nafile namaz kabul olmaz.” (Dürret-ül-Fâhire). Böyle bir kaynak senin imanına nasıl dâhil olur. Kur’an’a inandığın yerde bunun ne işi var? Yan yana ikisini yakıştırıyor musun? “Hadis” demek “Peygamberin sözü” demek değil ki.

 

Büyük âlim İbni Nüceym’e sorulmuş, “Kaza namazı olan kimse, sünnetleri kılarken kazaya niyet ederek kılsa, sünnetleri terk etmiş olur mu?” Cevabında demiş ki, “Sünnetleri terk etmiş olmaz. Çünkü sünnetleri kılmaktan maksat, o vakit içinde farzdan başka bir namaz daha kılmaktır. Kaza kılmakla, sünnet de yerine getirilmiş olur.” (Nevâdir-i fıkhiyye fi mezheb-il-eimmet-il Hanefiyye s.36).

 

Âlim desek yetmiyor; büyük âlim. Zaten bu tiplerin en büyük özelliklerinden biri de şudur: Dinin kendisini övmekten çok din adamlarını, ilimden çok âlimi överler.

 

Uydurulan hadislerde o kadar ileri gidilmiştir ki fıkha külhanbey gibi müdahale edilmiştir: “Hadis-i şeriflerde buyruldu ki: ‘Farz namaz borcu olanın nafile kılması, doğurmak üzere olan hamileye benzer. Doğumu yaklaşmışken, çocuğu düşürür. Artık bu kadına, hamile de, ana da denmez. Bu kimse de, farz namazlarını ödemedikçe, Allahü teâlâ, nafile namazlarını kabul etmez.’ (Fütuh-ul-gayb m.48).”

Hanefi mezhebi âlimlerinden Abdülhak-ı Dehlevi bu hadisi sorgulamak yerine , “Bu hadis, farz borcu olanların, sünnetlerinin de kabul olmayacağını göstermektedir” diyor.

 

Dinde hüccetler devam ediyor: “Abdülkadir-i Geylani hazretleri buyuruyor ki: ‘Farz borcu olan, kazasını kılmadan nafile kılarsa, boş yere zahmet çekmiş olur.’ (Fütuh-ul Gayb 48. Makale).”

 

Allah adına hüküm vermek ve peygamber varisliği o kadar kabul edilmiş ve inandırıcı olmuş ki iş hakarete varacak kadar ileri gidiliyor: “Farz borcu varken sünnet ile meşgul olmak ahmaklıktır. Çünkü sünnetleri kabul olmaz. Kaza borcu olanın sünnet kılması, alacaklıya, borçlunun hediye götürmesine benzer ki, elbette kabul olmaz. Mümin, bir tüccara benzer, farzlar sermayesi, nafileler ise kazancıdır. Sermaye kurtarılmadan kâr olmaz. (Fütuh-ul-gayb m. 48).”

 

Başka örnek: “Hamza Efendi hazretlerinin Bey’ ve Şir’a risalesinin şerhinde, ‘Yolculuğa çıkmadan önce iki rekât namaz kılmalıdır! Kazaya kalmış namazı varsa bir, iki veya üç vakit namazını kaza etmelidir! Çünkü kaza borcu var iken, nafile kılmak ahmaklıktır’ buyruluyor. (s.6).”

 

Başka örnek: “İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: ‘Farzın yanında nafilelerin hiç kıymeti yoktur. Sünnetlerin farzlar yanındaki kıymeti de, deniz yanında bir damla su gibi bile değildir.’ (m.29, 260).”

 

İmam-ı Rabbani Allah’ın indinde olanı bilebilir ve neyin ne kadar kıymetli olduğunu söyleyebilir mi? Söyleyemez. Bir hadisten öğrendi ise öğrenenin değil de o hadisin nakledilmesi gerekmez mi? O hadisin asıl sahibinin Peygamber değil raviler olduğuna göre Allah’ın indinde olanı raviler söylemiş olmaz mı? O zaman da raviler Allah’ın indinde olanı bilebilir ve neyin ne kadar kıymetli olduğunu söyleyebilir mi? İmam-ı Rabbani tasavvufçu mu, fakih mi, muhaddis mi? Diyeceklerdir ki: “Hepsi.”

 

Diyor ki: “Dört mezhebin fıkıh bilgilerini iyi bilen Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri; Yıllarca kaza borcu olan, sünnetleri kılarken, kaza namazına niyet ederek kılmalıdır.”

 

Hale bakınız ki din beşeriyetin ürünü olacak kadar budanmış ve Hakka beşer  (batıl) karıştırılmıştır.

 

Kur’an dışı kaynaklar hükmetmişler: “Bütün Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki: ‘Özürlü ve özürsüz olarak namazı terk edenin, bunu kaza etmesi gerekir.’ (İbni Âbidin).”

 

“Namazı, şer’i özürsüz vaktinden sonra kılmak, büyük günahtır. Bu günah, kaza edince af olmaz. Kaza ettikten sonra, ayrıca tövbe de gerekir. (Dürr-ül Muhtar s.485).”

 

“Düşman karşısında, bir farz namazı kılmak mümkün iken, terk etmek, yedi yüz büyük günaha bedeldir. (Câmi’-ül-fetâva).”

 

Neden 800 değil. Bu rakam kimin icadı? Peygamberin derdi bu muydu? Dünya Müslümanlarının durumu ortada iken bu dert mi Müslümanları bu hale getirdi? Bu kafayla Müslümanların gidişi düzelemez. Kur’an Allah’ın bize gönderdiği ilahi bir kılavuzdur; Allah’ın hükümlerinden oluşmuş dindir. Onun içinde beşeri ifadeler yoktur ve korunmuştur. Fakat meal ya da tefsire beşer karışabilir. Beşerin karışması işi hadislerde çok daha mümkündür; hele fıkıhta tavan yapar. Bu yüzden dikkatli olunmalıdır. Allah dinini Kur’an’la tamamlamıştır. Kur’an’la beraber din tamamlandıktan sonra iyi ya da kötü niyetli beşeri müdahaleler olmuştur. İşte bu tür müdahaleler Tevrat’ı ve İncil’i bozmuştur. Aynısı Allah’ın yardımı ve basiretli müminlerin mücahedesiyle korunan Kur’an’a yapılamayacaktır. Paralel olarak devreye sokulan beşeri kaynaklardan müteşekkil beşeri bir dinin adı “İslam” olamaz. Ona “Müslümanlık” demişlerdir. Şu halde Allah’ın indirdiği beşerden ve çelişkiden uzak “İslam dini” ile beşerin çelişkili “Müslümanlık dini” aynı din değildir.

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum