YÜKSEL YILMAZ:"IN HOC SIGNO VENCES"

Yirmiye yakın dinin var olduğu Haliç'ten Sirkeci'ye kadar olan küçücük bir bölgeye ne kadar imparatorluk ya da Büyük Roma denir bilmem ama hadi diyelim bakalım…

YÜKSEL YILMAZ:"IN HOC SIGNO VENCES"
17 Ocak 2014 - 16:41 - Güncelleme: 17 Ocak 2014 - 16:45

“IN HOC SIGNO VENCES”

 

Yirmiye yakın dinin var olduğu Haliç'ten Sirkeci'ye kadar olan küçücük bir bölgeye ne kadar imparatorluk ya da Büyük Roma denir bilmem ama hadi diyelim bakalım… Hatta bu küçük yer daha sonra daha da küçülerek ikiye bölünmüştür. Bizans'ın bulunduğu bölge Doğu Roma İmparatorluğu olmuş ve Roma da Batı topraklarında kalmış. İstanbul bölgesinin İmparatoru da elbette Konstantin…

 

Genel nüfusu % 3 olan yeni türeme Hıristiyanlar dinlerinin kabul edilmesini istiyorlardı. Konstantin, "Bir imparatorlukta iki imparator olmaz" diyerek Batıya savaş açınca, Hıristiyanlara "benimle savaşa katılırsanız sizin dininizi de kabul ederim" diyor. Bir şartları oluyor: "Biz savaşmayız ama savaşa en önde simsiyah kefenle ve elimize de haçlarımızı alıp gideriz.” Lakin Haç putunun nasıl bir şey olduğunu kendilerinden başka da bilen yoktu. Tiber nehrinin iki yakasında iki ordu karşı karşıya geldiler. Batı Romalılar, nehrin karşı yakasında siyah kefenler giymiş ellerinde garip şeyler olan birilerini görünce şaşırmışlar. Zira Batı Roma, Pagan dininden olup o zamana kadar Haç'ı görmemiş.

 

Köprüden hücum etmeye başladıklarında köprü çökünce Batı Roma imparatoru düşüp ölmüş. Paganlar paniğe kapılıp dağılmışlar. Doğu Roma ordusundaki Hıristiyanlar, “Bizim tanrımız yardım etti, sayemizde savaşmadan kazandık” demişler. Böylece Konstantin savaşmadan tek başına imparator olmuş. Bir süre sonra Konstantin bir rüya gördüğünü söylemiş. Rüyasında gökyüzünde güneşin önünde bir haç varmış; bir de Latince bir cümle: "İn Hoc Signo Vences" (Bu İşaretle Zafere).

 

Konstantin o sıralarda güneşe tapıyordu. Unvanı bu yüzden 'Sol Vinctus' (Güneşin Oğlu) dur. Karısını ve oğlunu bile Hıristiyanlara yakınlaştıkları için öldürmüş gaddar biriydi. Sonra o ünlü 'İznik Konseyi'ni toplamış. Bütün dinlerin temsilcileri oradalar iken Hıristiyanlara, “Ne istiyorsunuz?” diye sormuş. Onların bir kısmı “İsa diye biri var, bu tanrıdır, bunun kabul edilmesini istiyoruz” demişler. Diğer kısmı ise, “İsa tanrı değil peygamberdir” demişler. Konstantin demiş ki, “Varsın bir Tanrı daha olsun, ben nasılsa güneşin oğluyum, zaten yirmi tane tanrı var, İsa da tanrı olsun bakalım.”

 

Evet, Konstantin Haç'ın zaferine inanıyordu ama buna inanan Pall Mall marka sigaranın bağlı bulunduğu şirket gibi başkaları da vardı. Pal Mall sigarasının üzerinde "İn Hoc Signo Vences" yazar. Konstantin’in 325 yılında söylediği bu sözün sigara paketinin üzerinde ne işi var?.. Pall Mall grubu doğrudan doğruya 'haçın zaferine inanan' insanların yönettiği bir şirkettir. Sadece zararlı sigaraları değil bir sürü şey üretiyorlar… Bizim Ahmed’imiz, bizim Mehmed’imiz de bir yandan bu sigarayı tüttürürken; diğer yandan da Hıristiyanlara son derece karşıdır…

 

Neyse, yine eskilere gidelim… İsa'nın peygamber olduğuna inanan Hıristiyanlara Arianist, onun tanrı olduğuna inananlara ise Apostolik deniyor. Bu ayrışmayla Katolikleri ve Protestanları ortaya çıkarmışlar. İsa'yı tanrı olarak kabul eden Katolikler uzun yıllar Protestanları kâh yakarak,  kâh arsak, kâh keserek öldürmüşler... Tıpkı İsa’nın kendisine olduğu gibi ona ‘peygamberdir’ diyenlere de zulmedilmiş. O dönemde kurulmuş tarikatlardan ‘Konstantin imancıları' İsa'nın tanrı değil, peygamber olduğuna inananların tarikatıydı. ‘Konstantin imancıları'da onlardan kurtulmak için yer altına inerek gizlenmiş ve tarihteki birçok tarikatın da başlangıcı haline gelmiş. Gül ve Haç, Tapınak Şövalyeleri ve masonlar dâhil hepsinin geldiği yer burasıdır. Bunlar 'aykırı düşünen' anlamındaki Gnostik Hıristiyanlık akımını oluşturdular. Gnostikler, “İsa, şifreler, büyüler ve sihirle uğraşmıştır” demişler. Onlara göre İsa öldükten sonra dirildiği, suyun üzerinde yürüdüğü, bakireden doğduğu konuşulan bir büyücüden başka bir şey değildi. Tarikatın gizliliğinin nedeni bunları açıkça söyleyememeleridir. Burada bir kez daha vurgulamak ve bir tespitte bulunmak istiyorum: O derece zulmedilmiş ki Hıristiyan dünyasında bugün İsa’ya ‘tanrının oğlu’ diyenlerin sayısı katil olmaları nedeniyle daha çok, İsa’ya ‘peygamber’ diyenlerin sayısı ise öldürülmeleri nedeniyle daha azdır. Yani nüfus açısından bugünkü sonuç tercihin değil katliamın nihayetidir.

 

İsa'dan sonra 500'lü yıllarda Hıristiyanlar, İskenderiye'yi ele geçirdiler. Her zamanki gibi İsa'nın tanrı olduğuna inananlar hariç herkesi hatta yakarak öldürdüler. Kütüphaneyi ve yakınındaki mabedi koruyanlar ise malum Pagan dininden olanlardı. Aralarında Hipestesia diye bir rahibe vardı. Tarih 578 idi ve kadın bakire bir filozoftu; evlenmesi imkânsızdı. O dönemde yasaklar çok fazlaydı. Kilise demiş ki, “İsa yeryüzüne indiği için, dünya kâinatın merkezidir; güneş onun etrafında dönmektedir.” Kilise'nin karşısındaki görüş yani 'Konstantin İmancıları'ndan gelen gelenek yüzyıllardır hep bunun tersini söylemiş. Demek ki bu bilgi Galileo'den yüzyıllar önce biliniyormuş... Peki bu bilgiler Galileo'ya ya da Gül ve Haç Şövalyeleri'ne nerden intikal etmiş olabilirdi?..

 

Buradan anlaşılması gereken Galileo da bir Gül ve Haç üyesi olduğudur. Kilise kendi karşıtı olan örgütlerin bütün önemli buluşlarını, bilgilerini ve belgelerini yok etmişti. Dolayısıyla diğerleri de yer altına inmişler. Çok daha sonra bu bilgileri Gül ve Haç üyesi Galileo'nun eline ulaştırmışlar. Bunlar hep aynı gelenek ve gizli örgütlerin uzantısıdırlar. İsa'dan önce 420 civarında Arisdarcus diye bir bilim adamı ilk kez, 'dünyanın güneşin etrafında döndüğünü' o yıllarda ortaya koymuş...

 

Isaac Newton da bir Gül ve Haç üyesiydi. Dolayısıyla bütün o büyük buluşlar da, Gül ve Haç'a yüzyıllar sonra aktarılan sırlardan başka bir şey değildir... Şimdi anlaşıldı mı bilim adamlarının çoğunun neden Yahudi kökenli oldukları?..

 

Dünyanın güneşin etrafında döndüğü ortaya çıkarsa, kilisenin 'İsa'nın tanrı olduğu' tezi tamamen çökecekti. Bu nedenle kilisenin korkusundan saklanarak Gül ve Haç gibi ya da Tapınak Şövalyeleri gibi yer altı örgütleri kurdular. Bu bilgileri Gül ve Haç yüzyıllar sonra ifşa etti.

 

Dünyanın güneş etrafında döndüğü' gerçeği Galileo'dan bin yıl önce biliniyordu. İstanbul'da kurulan Müserrin adlı bir gizli örgüt bile buna benzer bir sürü şaşırtıcı bilgilere sahipti. O dönem, İstanbul İngiltere büyükelçiliğinde görevli Paul Rycaut adında bir soylu vardı... Rycaut, 15. yüzyılda İngiltere'ye gönderdiği bir raporda, Müsserrin örgütünün, sarayda bile Ateizmi yaydığını söylemişti. Müserrin'ler, güneş, ay ve dünyanın hareket halinde olduğunu savundukları için o zaman Hıristiyan âlemine göre buna inanmak dinsizlik ve ateistlik olarak adlandırıldığı için böyle demişti. 1956 yılında Britanya’da, Flat Earth Society (Düz Dünya Cemiyeti) adıyla dünyanın düz olduğunu savunan ve bugün hala aktif olan bir organizasyon kurulmuştur.

 

Dünyanın güneş etrafında döndüğü gerçeğini inkâr eden sözüm ona Müslüman âlimler de vardı. Bu düşünce Fahreddin Razi’nin tefsirine bile sonradan sokulmuştu. Zekeriya bin Mahmut el Kazvini’nin 16. yy’da Arapça’dan Türkçeye çevrilmiş astronomi kitabı Acaibu’l Mahlûkat’ında dünya bir büyükbaş hayvanın üzerinde duran düz bir disk olarak tasvir edilir. Nitekim bununla ilgili hadisler de vardır. Suud Müftüsü Şeyh Abdul Aziz bin Baz, Peygamberimizin yaşadığı yerde müftüdür. Bu adam dünyanın yuvarlak olduğuna inanmayı ‘küfür’ telaki eder. “Dünya ve Kubbesi” isimli kitap modern bilimsel hurafelere reddiye olarak yazılmıştır. Te’lifini Ebû Muâz Seyfullah el-Çubukâbâdî yapmış. Mukaddime’sine bakılırsa sonradan inanılan şeyler bid’at ve dolayısıyla sapıklıktır.  Naziat suresindeki “Bundan sonra da yeryüzünü yaydı” ifadesi İbn Munzir İbrahim en-Nehai’de şöyle yer alır: “Dünya Mekke’den yayılmıştır.”  (*)

 

Kısacası Mesiyyat yoluyla Müslümanlar arasına sızan Katolik anlayış camilerimize ve zihinlerimize kadar girmiştir. Bunun nedeni usulsüz ve fütursuzca inanma dikkatsizliğimiz; önyargısızca araştırmayışımız ve farkına varmadan Hıristiyanlaşmamızdır. Kulağımıza küpe olsun ki Müslüman camiasında dışından Müslüman gibi görünen ama içi başka olan herkes Yahudileşmiş sahte Müslümandır; dışından Müslümandan başka her şeye benzediği halde meseleyi temiz kalpte bitiren herkes Hıristiyanlaşmış sahte Müslümandır. Biz içi ve dışı çelişmeyen; elinden, dilinden ve belinden emin olunan ve Kur’an’ı doğru anlayıp doğru yaşayan bilinçli Müslümanlar olmalıyız.

 

*Not: Bu konuda “Dünyanın Şekliyle Saptırma” başlıklı yazımıza bakılabilir.

                                                                                                                15.01.2013/YÜKSEL YILMAZ


 


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum