YÜKSEL YILMAZ:HEYBELİ ADA RUHBAN OKULU'NDAN NEDEN ÇEKİNDİK?

860-862 yıllarında Kazaklar tarafından yıkıldıktan sonra Patrik Fotios'un onarmasıyla yeniden açılmıştır.

YÜKSEL YILMAZ:HEYBELİ ADA RUHBAN OKULU'NDAN NEDEN ÇEKİNDİK?
11 Ekim 2013 - 16:41

HEYBELİ ADA RUHBAN OKULU'NDAN NEDEN ÇEKİNDİK?

Heybeliada Ruhban Okulu (HRO) 809 yılında önce Despotla Manastırı adıyla kurulmuş, 860-862 yıllarında Kazaklar tarafından yıkıldıktan sonra Patrik Fotios'un onarmasıyla yeniden açılmıştır. Bir dönem Aya Tiada adıyla manastır-okul olarak ve sonra 18. yüzyıla kadar manastır olarak faaliyetini sürdürmüştür. Kurum 1772 de yeniden kendi bünyesinde okul açtıysa da 1821 yılında çıkan yangında yanmıştır. 1844'de açılan yeni binası ise 1894 depreminde büyük hasar görerek kullanılamaz hale gelmiştir. Kısacası kaderi hep kötü olmuştur…

Bugünkü binanın inşa tarihi 1896 olup okul Lozan'a kadar Yüksek Ortodoks İlahiyat Okulu adını taşımıştır. Lozan'dan sonra 1951 yılına kadar orta derecede meslek okulu olarak kullanılmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı'nın 8 Aralık 1950 tarih ve 927.601 sayılı kararıyla Teoloji Fakültesine dönüştürülmüştür. 25 Eylül 1951 tarih ve 151 sayılı yazı ile ise yurt dışından yabancı öğrenci kabul etmeye başlamış ama Heybeliada Ruhban Okulu Anayasa Mahkemesi'nin 12 Ocak 1971 tarih ve 1971-3 sayılı kararıyla kapatılmıştır. 1972 yılından itibaren Özel Heybeliada Erkek Lisesi adıyla azınlık okulu olarak faaliyetini sürdürmüştür.

1952 yılında Heybeliada‘da öğrenim gören 70 öğrenciden sadece 10 tanesi Türk'tü. 1971'e kadar verdiği 226 mezunun sadece 38'i Türkiye vatandaşıydı. Okulun 127 yılda verdiği toplam 930 mezundan 343'ü psikopos, 12'si psikopos Patrik seçildi. Okulun 1 Ekim 1844'teki açılışını Fener Patrikhanesi yaptı ve bu tarihten kapanışına kadar geçen sürede papaz yetiştirdi. Okuldan mezun olan papazlar dini misyonlarından çok siyasi faaliyetleriyle dikkat çektiler. Atanan metropolitler gittikleri yerlerde Türk düşmanlığını yaydılar. Fakat okuldaki casusluk faaliyetleri dolayısıyla bazı patrikhane üyeleri ve metropolitler, vatandaşlık kanununu ihlal ettikleri için Türkiye'den kovuldular. Ruhban Okulu'nun Türklerin zihnine kazınan iki önemli mezunu var: Mavri Mira üyesi ve eski Fener Patriği ve Makarios. Atatürk, Nutuk'ta Athenagoras’ı nefretle anarak Patrikhane'yi fesat ve hıyanet ocağı olarak nitelemiştir. Makarios ise Kıbrıs ta binlerce Türk'ün katlinden sorumlu bir bebek katili ve soykırım önderidir. Bu durumda kapatılması bunlar gibi nicelerlinin türemesini engellemiştir.

Eğer kendi halinde papaz yetiştiren bir okul olsaydı, casus yetiştirmeseydi ve Türk düşmanı misyoneri olmasaydı Türkler tarafından itici bir yeri olmazdı; hatta saygı bile görürlerdi. 

Bu itibarla sakın kimse onların sanki yayacakları bir hak din var diye Müslümanların onlardan etkilenerek Hıristiyan olacakları endişesiyle okulu kapattıklarını düşünmesin. Aksine tarih Balkanlarda Müslümanların zorla Hıristiyanlaştırıldıklarına, Afrikalıların ülkelerinden köle olarak kaçırılarak Hıristiyanlaştırıldıklarına, Kızılderililerin soylarının kurutulmasına tanıktır. Ortaçağ karanlığı ve bilim adamlarını asan Engizisyon mahkemeleri Hıristiyanlara aittir. Oysaki Ortaçağ Müslümanların bilimde en aydınlık çağıdır. Haçlı savaşları onların bitmek bilmez hırsının tezahürüdür. İnançları çelişki doludur.

Ortodokslar neredeyse her gün okulun açılması müjdesini beklediler. Zira burası sadece Türkiye’deki Ortodoksların değil, Ekümenik Patriklik’e bağlı dünyadaki yüzlerce kilisenin din adamı ihtiyacını karşılayan bir yerdi. Cumhuriyeti kuran kadroların gözünde patrikhane, 1. Dünya Savaşı’nın ardından İstanbul’u işgal eden kuvvetlerle işbirliği yapan bir ‘iç düşman’ olarak iz bıraktı. Lozan Antlaşması’na göre istemeye istemeye de olsa patrikhanenin Türkiye’de kalması kabul edildi ama bu kurumun canlanmasına olanak tanıyacak hiçbir gelişmeye de izin verilmeyecekti. Fakat Türkiye’nin tarafı olduğu Lozan Antlaşması’nın 40 ve 42. maddeleri çok açık bir şekilde Türkiye’ye gayrimüslimlere din ve ibadet işlerinde her türlü kolaylığı sağlamak yükümlülüğü getiriyordu. AK Parti’nin iktidara gelmesiyle 2003 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, Ruhban Okulu’nun açılması gerektiğini söyleyince Ortodoksların umudu arttı.

Erdoğan, Ruhban Okulu’nun açılması için Atina’da iki tane cami açılmasını istediklerini söyleyince Heybeliada Ruhban Okulu (HRO) Başrahibi Elpidophoros Lambriniadis de kendince haklı olarak, “İstanbul’da ikamet eden Yunan vatandaşı olsaydık bu talep daha anlamlı olabilirdi. Ancak biz Türk vatandaşıyız” demişti. Yine Batı Trakya'daki Türklerin seçilmiş müftüleri tanınırsa 42 yıldan beri kapalı olan HRO’nun açılacağı da gündeme gelmişti. Açacaklardı ama buna karşı olanlara koparılmış hangi tavizden söz edeceklerdi? Bir şeyin karşılığı olarak açılmalıydı. Yoksa Hükümetin dindar halka bunu açıklaması zor olurdu. Çeşitli yollarla nabız yoklanmalıydı.

Aslında okulun yeniden açılması için statüsünün ne olacağı, Milli Eğitim’e mi yoksa YÖK’e mi tabi olacağı gibi pek çok teknik sorun parti gündemindeydi. Ama asıl sorun okulun, öğrencileri, bir avuç kalmış Rum vatandaşlarımız arasından mı yoksa Ekümenik Patrikhane’nin yetki alanına giren tüm Ortodoks dünyasından mı kabul edeceği idi. Hükümet patrikliğin evrensel yapısını tanıyarak açarsa din özgürlüğü ve gayrimüslimlerin haklarının iadesi yönünde bir adım atmış olacaktı. Zaten Adalet Bakanı Sadullah Ergin de Ruhban Okulu hususunda, “Bu süreçte öyle bir karar çıkarsa bu siyasi bir karardır. Açılabilir” demişti. Yani yanlış anlamayın Müslümanız. Hıristiyanlığa sempatimizden değil siyasi formalite gereği böyle.

ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Uluslararası Dini Özgürlükler Raporu'nun Türkiye'ye ilişkin kısmının özetinde, Türk Anayasası ve yasaların dini özgürlükleri koruduğu ancak izlenen bazı politikalar, yasal ve anayasal hükümlerin bu hakları kısıtladığı yer aldı. Osmanlı döneminde resmen tanınan Rum, Ermeni ve Süryani Ortodokslar ile Ermeni Protestan ve Yahudi toplumu üyelerinin ibadet etmede özgür oldukları belirtildi. Fakat Hükümetin 40 yıldır kapalı olan Heybeliada Ruhban Okulu'nun yasal bir merci altında tekrar açılması istendi. Tabi bu arada bu okulun çıkardığı casuslar yüzünden verdiği zararlar gündemlerinde yoktur.

Hükümetin Ruhban Okulu'nun vakıf üniversitesi olarak açılmasını planladığı da konuşuldu. YÖK'e bağlı bir vakıf üniversitesi olarak mı, yoksa bir üniversitenin fakültesi olarak mı açılacaktı? Fener Rum Patrikhanesi'nin vakıf üniversitesi olarak açılması konusundaki tavrı da olumluydu. Gerekli görülmesi halinde yapılacak yasal düzenlemeyle Ruhban Okulu'nun vakıf üniversitesi olarak açılması mümkündü. Bu durumda Patrikhane'nin formüle "Hayır" dememesi önemliydi. Zaten Ruhban Okulu'nun daha önce YÖK Kanun Taslağı çerçevesinde yabancı üniversite olarak kurulması hedeflenmiş ama Patrikhane YÖK'e bağlı olmayı kabul etmemişti. Mevzuata göre Patrikhane tüzel kişiliği olmadığı için vakıf kuramıyordu. Ancak Hükümetin demokratikleşme paketi içerisinde yapacağı bir yasal düzenleme tüzel olmayan kişilerin de üniversite kurmasının önünü açacaktı. Bu durumda adı vakıf üniversitesi olmasa dahi Patrikhane'ye üniversite kurma hakkı tanınmış olacak ve Ruhban Okulu açılabilecekti. Patrikhane iyi niyete karşılık kabul ederse yakın Rum vakıflardan biri Heybeliada'da bir üniversite kuracak ve Mütevelli Heyeti de Fener Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos başkanlığında TC vatandaşı olan Rumlardan oluşacaktı. Üniversitenin biri Ortodoks İlahiyatı Fakültesi olmak üzere iki fakültesi olacaktı. İlahiyat Fakültesi'nin eğitim dilinin Yunanca olması mümkündü. Üniversitenin rektörü de Rum cemaati içinden belirlenecek ve yabancı öğretim görevlisi çalıştırma hakkı ile Yunanistan başta olmak üzere birçok ülkeden öğretim görevlisi burada ders verebilecekti. İkinci fakülte üniversite girişi sınavıyla öğrenci alırken, yabancı öğrenci statüsüyle de Ortodoks İlahiyat Fakültesi kontenjanları doldurulabilecekti.

ABD Temsilciler Meclisi Dışişleri Komitesi'ne sunulan 188 numaralı tasarı, "Türk Hükümetine, Heybeliada Ruhban Okulu'nun koşulsuz olarak ve gecikmeksizin yeniden açılmasını kolaylaştırması çağrısı" başlığını taşıyordu. Meclis'deki Elen Grubu'nun Eşbaşkanlarından Cumhuriyetçi Parti Florida Milletvekili Gus Bilirakis tarafından sunulan tasarıya 12 milletvekili de ortak imzacı olmuştu. Tasarıda Başbakan Erdoğan'ın Fener Rum Patriği Bartholomeos ile yaptığı ve yapacağı görüşmelerden duyulan memnuniyeti dile getirilmişti. Yine ABD Kongresi'ndeki Helsinki Komisyonu Eşbaşkanı, Demokrat Partili Maryland Senatörü Benjamin Cardin tarafından Senato Dış İlişkiler Komitesi'ne sunulan 196 sayılı tasarıda, "Türk Hükümetinin, Sümela Manastırı'nda 88 yıl aradan sonra ilk kez ayin düzenlenmesine ve Büyükadada'daki Rum Yetimhanesinin Fener Rum Patrikhanesine iadesine izin vermesi dâhil olmak üzere olumlu jestlerde bulunduğu" belirtilerek bu gelişmelerden de memnun olunduğu söylenmişti.

Sümela Manastırı'nda ayin düzenlenmesine izin, Büyükada'daki Rum Yetimhanesi'nin iadesi ve 190 hektar ormanlık arazinin HRO'nun bulunduğu vakfa geri verilmesi gibi Hükümetin olumlu jestlerine karşı hoşnutluğun ifade edildiği tasarıda, Hükümete HRO'nun koşulsuz ve gecikmeksizin yeniden açılmasını kolaylaştırması ve Patrikhaneyle alakalı uzun süredir süren diğer kaygıları gidermesi çağrısı yapıldı. Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz okulun açılması konusunda yapıcı bir anlayışla detaylı bir çalışma içinde olduklarını söylemişti. Zaten başka bir şey denmesi beklenemezdi.

Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç yaklaşımlarının olumlu olduğunu söylediği halde Batı Trakya'da yaşanan gelişmelerin kendilerini üzdüğünü belirterek, "Ruhban Okulu'nun açılmasını isteyenler önce kendi durumuna baksın" demişti. Aynı Arınç, Türkiye'deki dini azınlıkların ruhani liderleri ve cemaat vakıflarının başkanları ile Başbakanlık'ın Dolmabahçe'deki ofisinde kahvaltılı toplantıda bir araya gelerek çok olumlu mesajlar da vermişti. Türk Musevi Cemaati Başkanı Silviyo Ovadyo, "Bir bakanın yaptığı ilk toplantıydı tarihte. Gerçekten burada bütün sorunları dinlemiştir. Gerçi bu sorunlar senelerden beri çözülmektedir ama az kalan sorunları da dile getirme şansımız olduğu için tabii ki çok başarılı bir toplantı olmuştur" demişti. Bu diğer din mensupları için önemli bir adımdı. Toplantıya, Bartholomeos, Haleva ve Ovadyo'nun yanı sıra Ermeni Ortodoks Ruhani Meclis Başkanı Aram Ateşyan, Süryani Katolik Cemaati Patrik Vekili Korepiskopos Yusuf Sağ, Süryani Kadim Ortodoks Cemaati Ruhani Reisi ve Patrik Vekili Metropolit Yusuf Çetin ile cemaat vakıflarının başkanları da katıldılar. Sonuç: Yok.

Bu hep böyle olumlu ama sonuçsuz gitti. Başbakan, Heybeliada Ruhban Okulu ile ilgili çalışmaların devam ettiğini belirtirken Batı Trakya'daki Türk azınlığımızın Yunan Hükümetinden taleplerini de hatırlattı. “Ruhban Okulu'nun açılmasına olumlu bakarız" diyen YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan'dan sonra YÖK Başkanvekili İzzet Özgenç, mevcut mevzuata göre Ruhban Okulu'nun açılmasının önündeki en büyük engelin din eğitiminin özel hukuk kişileri eliyle verilememesi olduğunu söyleyerek, "Din eğitimi devletin denetim ve gözetimi altında yapılmalı ama devlet eliyle yapılmamalı" dedi. Ama bir türlü netlik kazanmadı.

Başbakan Erdoğan’ın daha önce Yunanistan Başbakanıyla yaptığı görüşmelerde Yunan tarafı defalarca söz vermiş ama Batı Trakya Türklerinin haklarına ilişkin herhangi bir adım atılmamıştı. Bu kayıtsızlık bir “denge” unsuru olarak Ruhban Okulu açılmasının askıya alınmasını gerektirdi. Mor Gabriel Manastırı ve arazileri Süryanilere iade edilirse ve Yunanistan Batı Trakya'da adım atarsa Ruhban Okulu'nun açılmaması için bir neden kalmaz.

Siyasilerimiz aslında karşılıklı hoşgörü ve diyalog ile Ruhban Okulu’nu açmak istiyorlar. Hıristiyanlar bu diyaloglarda söz verdikleri için siyasilerimiz hep olumlu konuştular. Fakat söz veren taraf sözünü tutmayınca siyasilerimiz önceki olumlu yaklaşımlarını terk ettiler. Bu çelişki değil, şartlara göre tavır alma dengesidir.

Devletin kontrolünde olduktan sonra açılmasının mahsuru yoktur. Ama siyasette “denge” diye bir şey var ve hoşgörü karşılıklı olmak zorundadır. Açılsın ki böylece Hıristiyanlar Müslümanlıkla yüzleşsinler. Biz inanç özgürlüğünü esas alan bir dinin mensubuyuz. Çekinmeye gerek yok. Yeter ki onlar gibi hurafelerle bozulmayalım.                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                

                                                                                                                     16.08.2013/YÜKSEL YILMAZ

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum