YÜKSEL YILMAZ: FARKLI BİR AÇIDAN İSTANBUL'UN FETHİ

Marmaray’la gerçekleştirilen Yenikapı Kazıları’nda bulunan “URNE” tipi mezarla anlaşılmıştır ki İstanbul’un bilinen kentsel tarihi 8 bin yıla uzanır.

YÜKSEL YILMAZ: FARKLI BİR AÇIDAN İSTANBUL'UN FETHİ
08 Ekim 2013 - 11:06

FARKLI BİR AÇIDAN İSTANBUL’UN FETHİ

 

Marmaray’la gerçekleştirilen Yenikapı Kazıları’nda bulunan “URNE” tipi mezarla anlaşılmıştır ki İstanbul’un bilinen kentsel tarihi 8 bin yıla uzanır. Cilalı Taş Devri (Neolotik) döneme ait bataklık içerisinde bulunan mezar, Anadolu tarihinde bir ilktir. Burası başkentlik tarihi 1600 yıla kadar uzanan ve Avrupa ile Asya kıtalarının kesiştiği bir noktadır.

 

İnsan kültürüne ait ilk izlere Küçükçekmece Gölü civarında bulunan Yarımburgaz Mağarası’nda yapılan kazılarda rastlanmıştır. Bu dönemde gölün çevresinde Neolitik ve Kalkolitik dönem insanlarının yaşadığı sanılmaktadır. Çeşitli dönemlerde yapılan kazılarda Dudullu yakınlarında Alt Paleolitik Çağ'a, ağaçlı yakınlarında ise Orta Paleolitik ile Üst Paleolitik Çağ'a özgü aletlere rastlanmıştır. M.Ö.5000 yıllarından itibaren başta Kadıköy-Fikirtepe olmak üzere Çatalca, Dudullu, Ümraniye, Pendik, Davutpaşa, Kilyos ve Ambarlı'da yoğun bir yerleşimin başladığı sanılmaktadır. Bugünkü İstanbul'un temelleri M.Ö. 7. yüzyılda atılmış. M.S. 4.yüzyılda İmparator Constantin tarafından yeniden inşa edilip başkent yapılmış ve o günden sonra da yaklaşık 16 asır boyunca Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde başkentlik unvanını sürdürmüştür. İmparator Constantin ile Hıristiyanlığın önemli merkezlerinden biri olan İstanbul, 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedildikten sonra da Müslümanların en önemli kentlerinden biri sayılmıştır. Tarihi kaynaklara göre İstanbul’un en eski adı Buzantion’dur (Byzantion). Antik Yunan Şehir Devleti (M.Ö. 667-M.Ö. 196), Roma İmparatorluğu (M.Ö. 196-395), Bizans İmparatorluğu (395-1204), (1204-1453), Latin İmparatorluğu (1204-1261), Osmanlı İmparatorluğu (29 Mayıs 1453-13 Kasım 1918), İtilaf Devletleri (13 Kasım 1918-6 Ekim 1923) ve Türkiye Cumhuriyeti (6 Ekim 1923’ten beri) İstanbul’u yönetmiştir. Çağlar boyunca her alanda merkez olmayı ve iktidarda kalmayı başaran İstanbul M.Ö. 477 yılından 1453 yılına kadar 29 kez kuşatılmıştır.

 

Muaviye’nin halifeliği devrinde oğlu Yezid kumandasındaki ordu bir hadis uydurup bahane ederek İstanbul surları önüne gelerek şehri kuşatmıştır (668). Peygamber torununun şehid edildiği ve daha sonraları da Ebu Hanife’nin zindana atıldığı böyle hanedanlık döneminde hadislerin uydurulmasından daha doğal ne olabilir? “Uydurma! Kes sesini!” diyecek bir Ömer bulmak zordur artık…

 

673-716 yılları arasında karadan ve denizden gerçekleştirilen taarruzlarda donanma Haliç’e gerilen zincire ve karadan da surlara kadar ulaştı. Abbasi halifesi El-Mehdi devrinde oğlu Harun Reşid kumandasındaki Müslüman ordusu, Bizans İmparatorluk ordusunu İzmit yakınlarında yenerek (781) Boğaziçi sahillerine kadar geldi ve Bizanslıları haraca bağlayıp geri döndü. Neden döndü? Sen bu hadisi duymamış mıydın da geri döndün? Ya duymamıştı yahut uydurma olduğunu biliyordu.

Sultan Yıldırım Bayezid tarafından gerçekleştirilen kuşatma (1391), İstanbul’da bir Türk garnizonu, mahallesi, cami, mahkeme kurulması ve hâkim (kadı) bulundurulması ile her sene 10.000 altın haraç verilmesi şartıyla kaldırıldı. Neden kaldırıldı? Haraç mı önemliydi yoksa bu hadisteki müjdeye mazhar olmak mı?

 

Bu şartlardan bazılarının Osmanlıların kuşatmayı kaldırmasından sonra Bizanslılar tarafından yerine getirilmemesi nedeniyle İstanbul 1395’te tekrar kuşatıldı. Yani nedeni bu hadis değildi; maddi şartın (haraç) yerine getirilmemesi idi; kısacası sebep ‘manevi’ değil, aksine ‘ekonomik’ idi. Zira ‘Konstantiniyye hadisi' varken paranın önemi mi olurdu?..

 

Haçlıların Niğbolu’ya gelmesi nedeniyle bu kuşatma gevşetildi. Kuşatmanın şiddetlenmesi üzerine (1497) Bizans, eski antlaşma şartlarını yerine getirmeyi kabul etti. Yıldırım Bayezid’in 1400’de başlayan son kuşatması Timur’un Osmanlı hududuna girmesiyle (1402) son buldu.

 

İstanbul 1411’de Şehzade Musa Çelebi ve 1422 yılında da Sultan İkinci Murad Han tarafından tekrar kuşatıldı. Yine nedeni söz konusu “hadis” değildi. İkinci Murad Han’ın büyük bir orduyla katıldığı kuşatma 4 ay sürdü. Sultan II. Mehmed yaklaşık 100 bin kişilik bir ordu ile 2 Nisan 1453’de başlayan şiddetli kuşatma, donanmanın karadan yürütülmesi de dâhil dünya harp tarihinde eşi görülmemiş taktik ve stratejiler kullanılarak 29 Mayıs 1453 tarihinde zaferle sonuçlandı. Nedeni İstanbul’un dünyanın en güzel ve en önemli şehirlerinden biri olmasıydı… Nitekim alındıktan sonra burası başkent olmadı mı? Oldu.

 

Anadolu ve Balkanlar arasındaki geçişlerde bir engel olan 1058 yıllık Bizans yıkılınca arada engel kalmayacaktı. Defaatle Osmanlı şehzadelerini ve Avrupa ülkelerini kışkırtan Bizans artık fitne yapamayacaktı. Osmanlı Devleti saygınlığını artıracaktı. Bunlar önemsiz gerekçeler miydi? Karadeniz'i Akdeniz'e bağlayan ticaret yolları ele geçirilmiş oldu. Nitekim Osmanlı'nın ticareti de gelişti. İşte size maddi bir neden. Osmanlı'nın yükselme dönemi başlayınca toprak genişletme imkânı da arttı. Ayasofya cami oldu. Avrupa ve Balkan devletlerinin Osmanlı'yı Balkanlar'dan atma çabaları sonuçsuz kaldı. Dünyanın en büyük imparatorluklarından olan Doğu Roma İmparatorluğu tamamen yok oldu ve Orta Çağ kapanıp Yeni Çağ başladı. Ticaret yollarının birer birer Türklerin eline geçmesi Avrupalıları yeni ticaret yolları bulmaya zorladı ve coğrafi keşifler ortaya çıktı. Osmanlıların ticaret yollarını ele geçirdikten sonra bu yollardan geçmek zorunda kalan Avrupalılar yüksek vergileri Osmanlıya ödememek için ticari yollar aradılar. Böylece Bartelmi Diaz Ümit burnunu keşfettiler. Faydaların zincirleme geldiğini gördükten sonra “Hz. Eyyub El Ensari’nin kabrinin İstanbul’da bulunması” gibi bir gerekçe aramak fazla duygusallık olur. Çünkü sahabenin olduğu başka yerlere asla kuşatma için teşebbüs edilmemiştir. Bir burada sahabe yoktu ya. Sahabelerin dünyaya dağılmasını ‘müjdeci hadislerde’ değil, İslam’ı dünyaya duyurup yayma cihadında’ aramak gerekir. Evet, rüya ile Eyyub El Ensari’nin kabrinin bulunduğuna öyle herkes inanmaz.

 

Hele şu “Kur’an’ın, makam hesabına göre, İstanbul’un fethinin 1453 yılına rastlaması” saçmalığı ve ebced hurafesine inanmak hiç akıl karı değildir. Oysaki “Bizans’ın Osmanlı’da taht kavgalarına sebep olması” çok önemli bir gerekçedir. “Bizans’ın Haçlı Seferleri’ni teşvik etmesi” çok önemli bir gerekçedir. “Bizans’ın Osmanlı ülke sınırları içerisinde kalmış olması” çok önemli bir gerekçedir. “Boğaz Hâkimiyeti için İstanbul’un alınmasının aciliyeti” çok önemli bir gerekçedir. “Anadolu-Rumeli bütünlüğünün sağlanması ve başkentin İstanbul olması” çok önemli bir gerekçedir. “Akdeniz-Karadeniz ticaretinin Osmanlı’nın denetimine girmesi” çok önemli bir gerekçedir. “Dünya ticaretini elinde tutan Venedik ve Cenevizlilerin olumsuz etkilenmesi” çok önemli bir gerekçedir.

 

Önce M.Ö. 477’ de Yunanlı Avsaniluyas tarafından kuşatıldı. Sonra M.Ö. 410’ da Yunanlı komutan Alkibiyades kuşattı. Üçüncü olarak M.Ö. 347’ de İskender’in babası Philipe kuşattı. Dördüncüsünde 194 yılında Roma İmparatoru Septimus Severus 3 yıl süren kuşatma sonucu ele geçirilen şehir yağmalarla harap ederek halkı kılıçtan geçirdi. Beşincisinde 313 yılında Roma İmparatoru Sezar Maksimus kuşattı. Altıncısında 315’te Büyük Konstantin kuşattı. Yedincisinde 616’da İran Hükümdarı Hüsrev kuşattı. Sekizincisinde 636’da Avarlar kuşattı. Dokuzuncusunda 654’te 3. Halife Hz. Osman devrinde Şam Valisi Muaviye komutasındaki Arap ordusu kuşattı.

 

Onuncusunda 668’de Halife Muaviye’nin oğlu Yezid komutasındaki Arap ordusu kuşattı. On birincisinde Emevi Halifesi Süleyman Abdulmelik’in kardeşi Mesleme tarafından gerçekleştirilen kuşatma sonucu sur içine bir cami yaptırılması sağlandı. On ikincisinde 715’te Ömer Abdulaziz kuşattı.  On üçüncüsünde 739’da Abdulaziz’in Oğlu Suleyman kuşattı. On dördüncüsünde 764’te Bulgar Kralı Pangos kuşattı. On beşincisinde 785’te Halife Mehdi’nin Oğlu Harun Reşit kuşattıysa da vergi ödeme karşılığı daha sonra kuşatma kaldırıldı. On altıncısında 801’de Halife Harun Reşid kuşattı. On yedincisinde 810’da Slav Kralı Kremas kuşattı. On sekizincisinde 820’de Slav despotu Tomas kuşattı. On dokuzuncusunda 914’te Bulgaristan Kralı Simon kuşattı.

 

Yirmincisinde 1048’de Toryimüs kuşattı. Yirmi bir ve yirmi ikincisinde Alexi Kanen kuşattı. Yirmi üçüncüsünde 1204’te Latinler tarafından kurulu Haçlı ordusu kuşattı. Bir süre şehri ele geçiren Latin ordusu, kentte taş taş üstünde bırakmadı. Yirmi dördüncüsünde 1261’de İznik Rum İmparatorluğu tarafından kuşatıldı. Şehir Latinlerden alındı ve Bizans İmparatorluğu yeniden kuruldu. Yirmi beşincisinde 1391’den itibaren kuşatma sırası Osmanlı’ya geçmiş, 6 ay süren 25. kuşatma Yıldırım Bayezid tarafından yapılmıştır. Yirmi altıncısında 1396’da Yıldırım Bayezid tarafından gerçekleştirilen kuşatmada Bizans İmparatoru Emanoel Poaleolog’ un diz çöküp yalvarması üzerine İstanbul Surları içinde bir İslam Mahallesi kurulması, ibadetler için camiye imam getirilmesi, yapılan Yeni Cami’de Cuma namazlarında Yıldırım Bayezid adına hutbe okunması ve Bizans İmparatorluğu’nun yılda 10.000 filorin vergi ödemesi şartıyla Osmanlı çekildi. Yirmi yedinci kuşatma 1402’de Osmanlı Hükümdarı Yıldırım Bayezid tarafından yapıldı ancak, Timur ile kızışan Ankara Savaşı nedeniyle kuşatma kaldırıldı. Bunu fırsat bilen Bizanslılar, 1396 yılındaki kuşatma hükümleri gereğince yapılan İslam Mahallesini ve camiyi yıktılar. Yirmi sekizinci kuşatma 2. Murad tarafından 1422 yılında yapılmış ve Mustafa Çelebi’nin Anadolu’da ayaklanma çıkarması yüzünden kaldırılmıştır. Yirmi dokuzuncu kuşatma Doğu Roma İmparatorluğu’nun son Kayzeri Konstantin zamanında Osmanlı Padişahı 2.Mehmed tarafından 2 Nisan 1453 tarihinde başlayıp 57 gün süren şiddetli kuşatma sonucu 29 Mayıs 1453 Salı günü gerçekleşti.

 

Burada dikkatimizi çeken bir şey var: Emeviler zamanında uydurulan “Konstantiniyye (İstanbul) elbet Feth olunacaktır. Onu feth eden Kumandan ne güzel kumandan, feth eden asker, ne güzel askerdir” hadisi doğru olsaydı İstanbul’u kuşatan Müslüman bir lider vergi ödeme karşılığı ya da diz çöküp yalvarması üzerine ve mesela yılda 10.000 filorin vergi ödenmesi gibi bir takım maddi ve dünyevi değerler karşılığı böyle mukaddes ve manevi bir müjdeyi fırlatıp atar mıydı? İster istemez insanın aklına “verginin sonu gelmesin diye” fethetmeyi tercih etmedikleri geliyor.

 

Bu hadisin 5′ine hasen,7′sine zayıf, 1 tanesine şiddetli zayıf ve 1 tanesine de sahih denmiştir. Ama o sahih denilene de muhalif çoktur. Bu hadisin 5 râvisinin her biri zaman içerisinde zincirleme birbirleriyle görüşmüş ve biri diğerine aldığını olduğu gibi aktarmıştır. 5 kaynak da Kur’an’la çelişen çok sayıda hadisleri içermektedir. Bunlardan “isnâdı sahîhtir” diyen Suyûtî’nin ne dediği önemli değildir. Çünkü bu zatın kitapları Resulullah’la ilgili ağza alınmaz idrar ve cinsellik gibi mahremiyet sınırlarını aşan hadislerle doludur.  Kendi özeline girmeyenler Resulullah’ın özeline girmişlerdir. Lakin Resulün özeli kapısından dışarıya nasıl taşınmıştır? Yani Resul, bizim bir kendisini gerekli kılmayan sıradan konularımıza da müdahale mi etmiştir? Bişr el-Ganevî nerden duymuş bu hadisi? Ondan oğlu Abdullah b. Bişr el-Ganevî’nin alması neyi ifade eder? Ondan öğrencisi el-Velid b. el-Muğîre el-Muâfirî’nin almasına şaşırmamalı. Ondan Zeyd b. el-Hubâb’ın ve ondan Muhammed b. el-Alâ rivâyet etmiş olmaları kaynak sağlam olmayınca ne fark eder? Biri diğerinin babası ya da hocası olunca ondan ona aktarıldı diye çok kişi rivayet etmiş sayılmaz. Biz aynı dönemde çok sayıda rivayetin olmasına ve aynı dönemde hadisin yalanlanmamasına bakmalıyız. En önemli ravi kabul edilen Buhari bile Resulullah’ın vefatından 250 yıl sonra toplamıştır. Sorun şunları dikkate almamaktır:

 

1.      Hadislerin serüveni güven sarsıcıdır.

2.      Hadisler için Allah’ın koruma vaadi yoktur.

3.      Hadis Peygamber sözü değil, rivayetin ona isnat edilmesidir.

4.      Geleceği Allah’tan başka kimse bilemez.

5.      Allah ne bildirdiyse korunmuş Kur’an’dadır.

6.      En eski hadis kaynağı Peygamberden 250 yıl sonraya rastlar.

7.      Peygamberden 250 yıl sonra rey ehli ile rivayet ehli ve tüm mezhebler kavgalıdır.

8.      Buhari kavga nedeniyle Ebu Hanife’den tek bir hadis bile almamıştır.

9.      Rivayet ölçü ise Ebu Hureyre sabıkalı bir isimdir.

10.  Kur’an itikadda tek ölçüdür ve ona uygun hadisler sadece amelde ölçü olabilir.

11.  Ravilerin çok sağlam olduğunu iddia ettikleri rivayetler de sağlam olmayabilir.

12.  Rivayetleri içinde çelişkileri bulunmayan tek bir ravi yoktur.

13.  Hadisi reddetmek Resulullah’ı değil, muhaddisi reddetmektir; Kur’an’ı reddetmek Resulullah’ı reddetmektir vs.

 

Gelecekten haber veren uyduruk hadisler sadece İstanbul’la ilgili olan değildir. Gelecekle ilgili mesela şu hadis de uydurmadır: “Dünyanın etrafını fethetmek sizlere nasib kılınacak ve Kazvin denilen belde siz’e fethedilecektir. Kim o beldede kırk gün veya kırk gece ribât eder (yâni düşmana karşı bekler ) ise o kimse için cennet’te üstünde yeşil bir zeberced taşı bulunan altından yapılmış bir sütün üzerine kurulu ve kırmızı yakut taşlarından yapılan bir kubbe vardır. O kubbenin altından yapılmış yetmiş bin kapı kanadı bulunur. Her kapı kanadının başında Hurul-İyn denilen bir zevce vardır.” (İbn Mâce, 2/179; er-Râfii, Ahbâr el-Kazvîn, 1/6-7)

“Rivâyeti el-Mevdûât” adlı kitabında zikreden İbnu’l-Cevzî şöyle der: “Uydurmadır; (râvilerinden olan) Davûd b. Muhber hadis uydurur, ithâm olunan odur. (Diğer bir râvi olan) er-Rabî de zayıftır. Yezîd ise terkedilmiştir.” (2/55) ez-Zehebî bu konuda şöyle der: “İbn Mâce Sünen’ine bu uydurma hadisi koyarak itibârını zedelemiştir.”

 

Hz. Muhammed'den (öl. 632) İmam Hanbel'e (öl. 855) kadar 200 yılı aşkın süreli bir söz gelecekten bahsetmeseydi ve peygamberimizi kâhin yapmasaydı bile 5 kişi tarafından aktarılması zayıf bir ihtimaldir. Gelecekle ilgili olarak kıyamet alametleri, Mehdi, Deccal ve Hz. İsa’nın nüzulü ile alakalı çok sayıdaki hadisler diğer suiistimallerdir. Ümmi Haram'dan rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber buyurmuştur ki: "Ümmetimden Kayser'in taht şehrine (İstanbul'a) ilk gaza eden ordu Allah'ın gufranına (rahmet) mazhar olacaktır." (Buhari)

Ebu Hüreyre'den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (bir defasında);"Siz hiç bir tarafı kara bir tarafı denizlerle çevrilmiş bir şehir duydunuz mu?" buyurmuşlardır. “Evet, Ey Allahın Resulü” demişlerdir. (Sonra Hz. Peygamber devamla: “Beni İshak'tan 70 bin kişi işte bu şehre gaza edip saldırmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Onlar gelip de şehri kuşattıklarında ne silahla çarpışacaklar ne de okları bir işe yarayacaktır. Ancak; "Allah'tan başka ilah yoktur, Allah her şeyden büyüktür" diye tekbir getirip hücum edecekler, böylece şehrin iki yakasından biri düşecek (onların eline geçecektir)."
(Müslim)

Bu hadis ve benzerine göre İstanbul'u fetheden ordunun sayısı 70 bin kişi olacak, silahları hiçbir işe yaramayacak ve daha sonra tekbir getirecekler ve kale düşecektir. Bu arada kıyamet de kopacaktır. Bu bilgilerin hiçbiri 1453’e uymaz. İslam kaynaklarında sahih olarak geçen birçok yerdeki kıyamet senaryolarının bile hiçbirisi gerçekleşmemiştir. Yine hadiste geçen “İshak oğullarından yetmiş bin kişi o beldeyle savaşmadıkça” sözü de çelişkilidir. Çünkü Rumlar zaten İshak oğullarından olup soy olarak Iys b. İshak b. İbrahim’den (as) gelmektedir.

Tirmizî Enes b. Malik’ten şunu rivayet etmektedir: “İstanbul’un fethi kıyamete yakın olacaktır.” Tirmizî daha sonra şöyle diyor: “Hocamız Mahmud b. Ğaylan şöyle demiştir: Bu hadis gariptir. İstanbul Rumların şehridir ve Deccal çıktığında fetholunacaktır. Oysa orası sahabe zamanında fethedilmiştir.” Hangi sahabenin fethettiğini duydunuz? Muaviye kuşatmış diye yoksa o mu? Hal böyleyse Sultan Fatih “ne güzel kumandan” olamaz.

 

O dönemin devlet politikasında Araplar batıda İspanya'yı alıp Fransa sınırına dayanmış, doğuda da Çin sınırına yaklaşmıştır ve artık tek amaç İstanbul olmuştur. Böyle bir zamanda (8. yüzyılın başı) Arapları cesaretlendirmek için bu tarz hadislerin uydurulması anlamlıdır. Artık bu şerefe nail olmak için çok büyük bir hevese kapılan Muhammed b. Mesleme güçlü bir orduyla İstanbul önlerine gelecek ve şehri kuşatacaktır (716). Fakat kuşatmaya katılan Müslümanların çoğu telef olmuşlardır. İstanbul Araplar tarafından ilk defa bu tarihte kuşatılmamış olup daha önce de teşebbüs edilmiştir. Bu süreçle başlayan hadis uydurmaları 8. yüzyılın başından 9. yüzyılın sonuna kadar mevcut olup bu zaman dilimi tam da Buhari, Müslim, Hanbel’lerin eserlerini yazdıkları dönemdir.

 

Bu uydurma sözün Yezid zamanında çıkması dikkate şayandır. Fakat babası Muaviye de Kostantiniyye’ye bir sefer yaptığı halde böyle bir hadisten hiç söz edilmemişti. Bazı kaynaklara göre Yezid para karşılığı bu sözü Ebu Hureyre’ye sipariş etmiştir. Amacı Peygamberimizin torununun katledilmesinden dolayı halkın ona olan öfkesini dindirmekti. Peygamber müjdesine nail olunca katliam bir nebze unutulacak ve halk indinde sempati toplayacaktı.


En çok hadis rivayet eden ravi olarak tarihe geçen Ebu Hureyre’nin bir Yahudi olan Kaab’ul Ahbar ile uydurma hadisçilikte yarıştıkları da diğer sahihler gibi bir sahihtir. Muaviye döneminde takva olmayanlardan oluşturulan uydurma hadis ekipleri harıl harıl çalışarak binlerce uyduruk sözü hadis diyerek nakletmişlerdir. Öte yandan tarih boyunca nice âlim uydurma hadisleri sahihlerden ayıklamak için çok çaba sarf etmişlerdir. Son devrin en büyük hadis allamesi El Bani (ö.1999), ciltler dolusu kitaplar yazarak sened ve metin tenkidi yöntemiyle hadis sanılan binlerce sözü ayıklamıştır. Bu hadisi de tenkit etmiş ama bir kere ok yaydan çıkmış ve hatta körü körüne inananlar tepkili bile olmuşlardır. Fakat ona karşı hiçbir tepki ilmi bir değerde olmamıştır. Uydurmacılık Hz. Peygamberi Allah’a ortak koşmayı bile göze alan, gerçeği görse bile makam ve servet hırsından dolayı muhafazakâr olup görmezlikten gelen, yönetici elitin zulümlerini gizleme ya da meşrulaştırma politikası güden, kişilerin kutsallık zırhına büründürülmesine hizmet eden, bilerek ya da bilmeyerek tenzih ve tevhid inancını sarsmaya çalışan, kendi ırkını yücelten ve başka ırkları horlayan uydurmacılar ucuz insanlardır.


Hz. Peygamber’in gökten inen keşkeği yedikten sonra cinsel gücünün 4 bin erkek gücüne eşit olduğuna dair olan uydurma hadis bize ne kazandırabilir? Ya da Resulullah’ın nurdan yaratıldığı iddiası ümmete ne kazandırabilir?

Müslim’de (10/176) Musa peygamberin Azrail’e tokat attığı yazılıdır. Azrail’in gözünü çıkarmış. Azrail de durumu Allah’a şikâyet ediyor. Siz bu disiplinsizliğe inanıyor musunuz? Buhari’de (3/51) yeryüzünün balığın sırtında olduğu yazılıdır. Cennete girecekler ilk olarak bu balığın ciğerinden yiyecekmiş. Bu hadisleri barındıran bir kitaba mı iman edeceksiniz? Malik’in Muvatta’sına (56/3) göre Allah zaman’mış. Bu mu İslam inancı?

 

Hanbel’e göre (3/107,163) Peygamberimiz, Ureyne ve Ukeyle kabilelerinden bir gruba deve sidiği içirtmiş ve adamlar azınca yakalatmış, ellerini ve ayaklarını kesmiş, gözlerini oymuş, çölde susuz ölüme terk etmiş. Hatta sahabe onlara su vermek isteyince Peygamber sahabeyi engellemiş. Aynısını Buhari de (Tıp5/1) diyor. Kur’an’daki Peygamberle tam olarak zıd değil mi? Âl-i İmran, 159’da “(Ey Peygamber!) senin izleyicilerine yumuşak davranman Allah’ın rahmetinin bir eseriydi. Çünkü, eğer onlara karşı kırıcı ve sert olsaydın, doğrusu senden koparlardı… ” buyrulmuyor mu? Enbiya, 107’de “Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik” buyrulmuyor mu? Tevbe,128’de “And olsun,size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki,sizin sıkıntıya uğramanız O’na çok ağır gelir.O,size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir” buyrulmuyor mu? Fussilet, 34’te “İyilik ve kötülük bir değildir. Sen fenalığı en güzel şekilde sav. 0 zaman, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sıcak bir dost oluvermiştir” buyrulmuyor mu? Buyruluyor. O halde?.. Bu ayetlere mi, bu hadislere mi inanacaksın? Yoksa saçma bir şekilde her ikisine de inananlardan mı olacaksın? Hem de Bakara süresi 42 “Hakka bâtılı karıştırmayın…” dediği halde…

 

İbn-i Hacer el Heytemi’ye göre (2/121) “Eğer erkeğin tepesinden tırnağına kadar cerahat aksa, kadın da bunları ağzı ile temizlese, yine de erkeğin hakkını ödemiş olmaz” mış. Bunu Peygamberimiz demiş imiş… İbn-i Mace’ye göre (36/194) recm ile ilgili ayetleri keçi yediği için Kur’an’dan çıkmış. Aynısını Hanbel de (3/61,5/131) diyor diye bu hadisi daha doğru mu yapar?..

Orduya kimin komuta ettiği bile belli değildir. Kimine göre komutan İslam dünyasında zulmün ve kötülüğün sembolü olarak bilinen Hz. Hüseyin’in katili Yezid’dir; kimine göre ise Sufyan İbn-i Avf’tır. Rivayetlere göre, Sahabi Hz. Eyyub da İstanbul’u kuşatan bu sefere katıldı. Hz. Ali ile birlikte Haricilere karşı savaşan Hz. Eyyub nasıl oluyor da düşmanı Muaviye’nin ordusuyla sefere katılıyor?

Bir rüyanın dediği gibi Hz. Eyyub’un defnedildiği yer bugün Eyüp Camii’ndeki türbe midir? Bu rüya görülmüş müdür ve görülse bile rüyayla amel edilir mi? İslam ordusu Avrupa’ya geçmiş. Fakat İstanbul’a gelen İslam ordusu kara ordusuydu ve Kadıköy’e kadar gelmiş ama denizi geçemeden geri dönüp gitmişti. O dönemde Bizanslılar başkentin savunmasını güçlendirerek Persleri geri püskürtmüşlerdi. İstanbul’u almak öyle kolay değildi. Bırakın İstanbul’u almayı bugünkü Kadıköy’deki surlarla çevrili Kalkedon’u bile alamamışlardı. O halde Hz. Eyyub’un mezarı nasıl Avrupa topraklarında olurdu? Bilinen dönemin Bizans tarihçileri Hz. Eyyub’un İstanbul’u kuşatan orduda bulunduğundan neden hiç bahsetmiyorlar? Hz. Eyyub’un orduda bulunduğundan ilk bahseden İslami kaynak, İbn Sad’ın “Tabakat” adlı eseriydi. Sonra yazılanlar hep bu kitabı kaynakça göstermişti. İşin garip yanı, bu kitap İslam ordusunun İstanbul’a sefere çıkmasından 200 yıl sonra yazılmıştı!

Osmanlı tarihini en iyi bilen tarihçilerden olup, mezar taşında “Yusuf Bin Hammer” yazan Avusturyalı tarihçi Joseph von Hammer (1774-1856), Hz. Eyyub’un mezarının İstanbul’un fethi sırasında mucizevî olarak bulunmasının psikolojik ihtiyaçtan kaynaklandığını “Osmanlı Devleti Tarihi” eserinin I. cildinde yazmıştır. Türk tarihi ve dili üzerinde yetkin eserler vermiş olan Alman tarihçi Franz Babinger de (1891-1867) “Fatih Sultan Mehmet ve Zamanı” adlı eserinde Hz. Eyyub’un mezarının İstanbul’un fethi sırasında bulunmasından, “Dini hisleri kamçılayan bu aldatmaca hiçbir çağdaş kaynakta yer almaz” diye bahsetti. Babinger’e göre Fatih, İslam dünyasına gönderdiği fetihnamelerin hiçbirinde Hz. Eyyub hakkında bir tek söz sarf etmemişti. Normal şartlarda bu mümkün müdür? Böyle bir hadis için fetih yapan bir Padişah bu hadisi nasıl olurdu da hiç zikretmezdi? Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethettikten sonra yazdırarak Memlük Sultanı, Karakoyunlu Cihan Şah ve Mekke Emiri'ne gönderdiği fetihnameler ortadadır... Orijinalleri mevcut olan bu mektupların metinleri incelendiğinde, Kuran'dan ayetlerle ve bazı hadislerle süslendikleri görülüyor ama bu üç mektupta da söz konusu meşhur hadise en ufak bir atıf dahi yoktur... Bizzat Fatih tarafından yazdırılan mektuplarda bunun yerine başka iki hadis var. Sultan Mehmet'in hocası olan ve çok büyük bir din âlimi olarak bilinen Akşemseddin'in mektubunda da sözü edilen hadise rastlanmaması yine çok düşündürücü olmalıdır.

 

Fatih'in mektuplarında yer alan hadislere göre, İstanbul'un fethi kıyamet habercisi ve fetihten hemen sonra Deccal çıkacak, İstanbul'u fetheden Müslüman kumandan şehri Mehdi'ye teslim edecek...


Prof. Dr. Halil İnalcık bir psikolojik ihtiyaçtan söz ediyor: “İstanbul’un fethi sırasında 4 düşman gemisi Haliç’e gelerek yardım getirdi. İstanbul’da halk, surlara çıkarak Türklere karşı gösteriler yaptı. Bizim asker arasında ümitsizlik doğdu, hatta bir kaynağımıza göre (Sadrazam Çandarlı Halil Paşa’nın da kışkırtmasıyla) bazı askeri gruplar, ‘Bu işin sonu yok’ diye kuşatmayı bırakıp gitmeye başladılar. Çok nazik bir durum vardı. O zaman Akşemseddin, Fatih’in şeyhidir. Hacı Bayram tarikatındandır. Eyüp El Ensari’nin mezarını bulmak için kolları sıvadı. (...) Moralin düştüğü bir anda, Peygamber’in sahabesi’nden olan Eyüp’ün mezarını bularak askere moral vermek amacıyla padişahtan müsaade istiyor. Bugünkü Eyüp mevkiinde kazı yapıyorlar, orada eskiden manastırlar vardı, toprak altında yazılı mermer parçalar buluyorlar. ‘İşte mezar burası’ diye orduya ilan ediyorlar. Askere savaş için yeni bir şevk ve heyecan geliyor.” (Tarihçilerin Kutbu s. 431)


750 yıl sonra, 1453’te Hz. Eyyub’un mezarı Bizans azizlerinin mezarlarının bulunduğu “Kozmodion” adı verilen bölgede, Akşemseddin’in istiareye yatmasıyla rüya mucizesiyle bulunmuş. Yeniçeriler bu moralle İstanbul’u fethetmişler. Müslümanlar 557 yıldır Eyüp Sultan’ı ziyaret ediyorlar. Ama diyor ki Sadi: “Sormaz ki bilsin, sorsa bilirdi; bilmez ki sorsun, bilse sorardı”.

 

Gerçek tüm insanlığının ufku olmalıdır. Tüm insanlık ecdadını körü körüne değil, eğriye eğri ve doğruya doğru diyerek yâd etmelidir. Nesillere hakikat intikal etmelidir. Başka uluslar etnik milliyetçilik yapsalar bile hatada onlarla yarışmamalıyız. Hiçbir ırkın soyu tertemiz değildir; ancak takvalar tertemizdir.

Bakış açılarınızı artırın ki aradığınız şey kapalı pencerenin ardında bekliyor olmasın. Kim güzel komutanmış, kim güzel orduymuş, kim ne imiş, kim ne değilmiş?.. Ahirette hep birlikte göreceğiz… Sadece kim geleceği bilirmiş?.. Anlamayan orada daha iyi anlayacaktır. Allah bildirince Kur’an’ın dışında aranır mı?.. Arayanın akıbeti ne olur?.. Burada istemeyince anlamayan orada istemese de anlayacaktır. Hani devletin bekası için savaşçı erkekler yetişsin diye küçücük kız çocuğunu öldürenlere Allah soruyor ya, “Ve diri olarak gömülen kız çocuğuna sorulduğu zaman, ‘hangi günahından dolayı öldürüldü?’ diye”(81: 8-9), Fatih’e sormayacak mı kundaktaki öz kardeşini devletin bekası için öldürmesinin hesabını? Öyleyse bizden hatırlatması: And olsun ki size hatırlatıcı bir kitap gönderdik. Hâlâ aklınızı çalıştırmayacak mısınız?” (21: 10)

 

                                                                                                                    30.04.2013/YÜKSEL YILMAZ


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum