Tahsin Gündoğan: Fatura muhabbeti

Okuldan kalan zamanlarda ikamet ettiğim ve bu yazın da bir kısmını geçirmiş olduğum memleketim Manisa’nın bir Kasabası…

Tahsin Gündoğan: Fatura muhabbeti
08 Ekim 2013 - 11:03

Okuldan kalan zamanlarda ikamet ettiğim ve bu yazın da bir kısmını geçirmiş olduğum memleketim Manisa’nın bir Kasabası… Kasabadaki tarım işleri bedensel olarak zorlasada insan(lar)ı, orada yaşayanlar hallerinden gayet memnunlar.. Sıkıntılı oldukları tek konu, her üreticinin  olduğu gibi onlarında emeklerinin karşılıklarını -en azından bazı mahsüllerde- alamıyor olmaları… Eskilerle günümüzü karşılaştırmak gerekirse -çok değil 10 yıl öncesi- kasabanın nüfusu 8000 gibi bir rakkamdı… Genel olarak her aile üretmiş olduğu mahsülün karşılığı olarak aldığı belirli bir ücret ile kışı çok rahat geçirebilir bir haldeydi.. Ancak sonraları yavaş yavaş tarımın ikinci plana atılması, bazı ürünlere devletin desteğini çekmesi, sadece bizim orada değil tüm ülkede üretimi yapılan ürünlerin ülke içinden değil de yurt dışından tedarik edilmeye başlanması ile ürünlerin fiyatlarının düşmesi sonucu bir çok aile mağdur duruma düştü ve kasabadaki yaşayış da bu vakitten sonre değişmeye başladı diyebiliriz.. Kasabanın genç nüfusu Şehir merkezindeki yeni açılan fabrikalarda asgari ücret ile çalışmaya ve tarım işlerini yavaş yavaş bırakmaya başladılar.. Bu nedenlerden dolayı kasabadaki nüfus azaldı ve şu an ki nüfus 3000 kişi diyebilirim…

Diğer taraftan üretici ile ürünleri tüketen son kullanıcı arasındaki hafife alınmayacak fiyat farkları söz konusu başka bir durum… Üreticinin üretmiş olduğu bir ürünün tarladan çıkış fiyatı -kilosu 20 kuruş ise- şehirlerdeki satış fiyatı neredeyse 2-3 lira ve o da en iyimser olanı… Sadece bahsedilen ürün için değil, diğer bir çok ürün için de geçerli olan bir durumdan bahsediyoruz… Ürünü üreten, ona adeta gözü gibi bakan üretici emekçi, üretmiş olduğu ürünün Pazar satış fiyatını görünce şaşırmasında ne yapsın? Bu aradaki fahiş fiyat farkını ortaya çıkaran, bu işten kaymak yiyen tabaka üreticinin içinde bulunduğu durumu tahayyül edebiliyor mu acaba?

Bu sadece bizim kasabadaki örnek ama bu durumu tüm ülke için genellenebilir… Kırsal kesimlerdeki tarımsal aktivitelerin azalmaya başlaması, ülkemizde aslında yeteri  kadar üretilebilecekken ürünlerin bir çok yabancı ülkeden ithali -hani biz kendi kendimize yetebilecek bir ülkeydik? ilkokulda bize hep böyle öğretilmişti- ile kırsal alanda geçimlerini sağlayamayan insanlarımız, bir umut diyerek kentlere göç eder hale geldiler… Sonraları kentlerde konut sıkıntısı, eğitim sıkıntısı, altyapı sıkıntısı, gecekondu sıkıntısı, trafik sıkıntısı…

Bu gibi nedenlerin sonunda da şöyle bir durum çıkıyor/çıkmakta ortaya: Bir fatura ödeme sırası beklerken oluşan muhabbet esnasında, yaşının getirmiş olduğu yorgunluktan nefes nefese kalmış ve birazda sıcak havanın azizliğine uğramış elindeki mendili ile yüzündeki terleri silmekte olan bir amca; ‘şehrin her tarafını betonla doldurdular, artık nefes alamaz hale geldik neredeyse’ diyor... 30 yıla yakın bu şehirde ikamet etmekteymiş. Eskiden buralar hep dutluktu diye espri yapılır bazı anlarda arkadaşlar arasında, amca da ondan kalır bir şey söylemiyor…  ‘Geniş ağaçlık alanlar vardı, evler en fazla iki kattan oluşurdu’ diyor… Şu anda gelinen noktadan ve giderek artan yapılaşmadan oldukça şikayetçi. Aynı zamanda kendisi de inşaat ustasıymış vakti zamanında… Sıra O’na gelene kadar biraz daha sohbeti sürdürüyoruz kendisiyle… Genel olarak eski ile şimdiyi karşılaştırıyor az önceki örnekte olduğu gibi… Varmış olduğu sonuç elbette ki ‘eskinin daha iyi olduğu…’

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum