Yüksel YILMAZ:AVRUPA BİRLİĞİ'Nİ KURANLARIN İÇYÜZÜ

Masonlarca kurulan ve ‘insanlık tarihinin en büyük barış projesi’ olarak duyurulan Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun (AET) 1958’de kurulmasından hemen sonra ülkemiz adına

Yüksel YILMAZ:AVRUPA BİRLİĞİ'Nİ KURANLARIN İÇYÜZÜ
07 Ocak 2014 - 07:00 - Güncelleme: 14 Ocak 2014 - 15:11

AVRUPA BİRLİĞİ’Nİ KURANLARIN İÇYÜZÜ

Masonlarca kurulan ve ‘insanlık tarihinin en büyük barış projesi’ olarak duyurulan Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun (AET) 1958’de kurulmasından hemen sonra ülkemiz adına, 31 Temmuz 1959'da Topluluğa ortaklık başvurusunda dönemin Demokrat Parti lideri ve Başbakanı Adnan Menderes başvurmuştur. AET Bakanlar Konseyi, Türkiye'nin yaptığı başvuruyu kabul ederek üyelik koşulları gerçekleşinceye kadar geçerli olan anlaşma 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanarak 1 Aralık 1964’de yürürlüğe girmiştir. Anlaşma'ya imza atan dönemin Başbakanı İsmet İnönü, Avrupa Birliği'ni, "Beşeriyet tarihi boyunca insan zekâsının vücuda getirdiği en cesur eser" olarak tanımlamıştı. Ama bizi oyalamaktan öteye gitmediler. Ankara Anlaşması'nın 28. maddesi Türkiye'nin üyeliğini düzenlemişti: "Anlaşma'nın işleyişi, Topluluğu kuran Antlaşma'dan doğan yükümlülüklerin tümünün Türkiye'ce üstlenilebileceğini gösterdiğinde, Akit Taraflar, Türkiye'nin Topluluğa katılması olanağını incelerler."  

 

Ankara Anlaşması, Türkiye'nin AET'ye entegrasyonu için hazırlık dönemi, geçiş dönemi ve nihai dönem olmak üzere üç devre öngörmüş ama taraflar kırık plak gibi hep aynı nakaratı çalmıştır. Sözüm ona 13 Kasım 1970’te imzalanıp, 1973’te yürürlüğe giren Katma Protokol’le birlikte, Ankara Anlaşması'nda öngörülen hazırlık dönemi sona ermiş ve "Geçiş Dönemi"ne ilişkin koşullar belirlenmiş. Bu dönemde taraflar arasında sanayi ürünleri, tarım ürünleri ve kişilerin serbest dolaşımının sağlanması ve Gümrük Birliği'nin tamamlanması öngörülmüş. 1971 yılı itibarıyla, Katma Protokol çerçevesinde, Topluluk, bazı petrol ve tekstil ürünleri dışında Türkiye'den ithal ettiği tüm sanayi mallarına uyguladığı gümrük vergileri ve miktar kısıtlamalarını tek taraflı olarak sıfırlamış. Buna karşılık, Türkiye'nin AB kaynaklı sanayi ürünlerinde gümrük vergilerini yavaşça sıfırlaması öngörülerek Gümrük Birliği'nin fiilen yürürlüğe girmesi için 22 yıllık bir süre tanınmış. Türkiye-AB ilişkilerinden medet umanlar, 1970'li yılların başından 1980'lerin ikinci yarısına kadar masonlarca avutulmuşlar. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından onların gündeminde bulunma aşamasını bile yitirmişiz. 1983’te Türkiye'de sivil idarenin yeniden kurulması ve 1984’ten itibaren Türkiye'nin ithal ikameci politikaları hızla terk etmesiyle dışa açılma süreci başlamış. 12 Eylül 1980’den itibaren dondurulmuş olan Türkiye-AET ilişkileri canlandırılmış. 14 Nisan 1987’de, Ankara Anlaşması'nda öngörülen dönemlerin tamamlanması beklenmeden üyelik başvurusunda bulunulmuş. Komisyon, bu başvuruyla ilgili görüşünü 18 Aralık 1989'da açıklayıp kendi iç bütünleşmesini tamamlamadan Topluluğun yeni bir üyeyi kabul edemeyeceğini belirtmiş. Neymiş? Türkiye, Topluluğa katılmaya ehilmiş ama ekonomik, sosyal ve siyasal alanda gelişmesi gerekiyormuş. Yahu bu hakaret gibi bir şey… Önerisi şu: Üyelik müzakerelerinin açılması için bir tarih belirlenerek Ortaklık Anlaşması çerçevesinde ilişkiler geliştirilecek. Bekle…

 

Öneri elbette Hükümet tarafından olumlu değerlendirilmiş ve Gümrük Birliği'nin Katma Protokol'de öngörüldüğü şekilde 1995’de tamamlanması için gerekli hazırlıklara başlanmış. 2 yıl süren müzakereler sonunda 5 Mart 1995’teki Ortaklık Konseyi toplantısında alınan kararla Türkiye - AB arasındaki Gümrük Birliği 1 Ocak 1996’da yürürlüğe girmiş. Böylece, Türkiye-AB ortaklık ilişkisinin son dönemine geçilmiş. Gümrük Birliği, Türkiye'nin Avrupa Birliği’yle bütünleşme hedefine yönelik ortaklık ilişkisinin en önemli aşamalarından biri sayılmış, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine ayrı bir boyut kazandırdığına inanılmış ama bir türlü üye olunamamıştır. 10-11 Aralık 1999’da Helsinki'de yapılan AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi, Türkiye-AB ilişkilerinin dönüm noktası kabul edilse bile, Helsinki Zirvesi'nde Türkiye'nin adaylığı resmen onaylansa ve diğer aday ülkelerle eşit konumda olacağı açık ve kesin bir dille ifade edilse bile umut verilmiş ama icraat olmamıştır. Helsinki Zirvesi'nde diğer aday ülkeler gibi Türkiye için de Katılım Ortaklığı Belgesi hazırlanmış ve hazırlanan ilk Katılım Ortaklığı Belgesi 8 Mart 2001’de AB Konseyi tarafından onaylanmış. Ulusal Programımız, 19 Mart 2001 tarihinde Hükümet tarafından onaylanarak Avrupa Komisyonu'na 26 Mart 2001 tarihinde tevdi edilmiş. Katılım Ortaklığı Belgesi Avrupa Birliği tarafından 2003’te gözden geçirilmiş. Yetmemiş, 2005’te de gözden geçirilmiş. Yetmemiş, 2006’da da gözden geçirilmiş. 2008 yılında tekrar gözden geçirilmiş. Ulusal Program 2003, 2005 ve 2008 yıllarında güncelleştirilmiş. Siyasi irade Avrupa Birliği'ne üyelik yolunda kararlılığını her daim sergilediği halde olmamış. Reform çabalarına ivme kazandırılmış; yine yok. Müzakerelerin açılması için ön şart olan siyasi kriterlerin karşılanmasına yönelik uyum yasası paketleri Meclisten geçirilmiş yine yok. Temel hak ve özgürlüklerin kapsamının genişlemesinden tutun, demokrasi, hukukun üstünlüğü, düşünce, ifade özgürlüğü ve insan hakları gibi alanlarda mevcut düzenlemeleri güçlendirerek güvence altına alan reformlara kadar çaba sarf edilmiş; tık yok. 2002-2004 arası 8 Uyum Paketi Meclisten geçirilmiş, 2001 ve 2004 yıllarında 2 Anayasa Paketi Meclisten geçirilmiş; tık yok.

 

17 Aralık 2004 tarihli Brüksel Zirvesi'nde, Türkiye'nin siyasi kriterleri yeteri ölçüde karşıladığı belirtilmiş 3 Ekim 2005'te müzakerelere başlanması kararı alınmış. Eeeee sonra? 3 Ekim 2005’te Lüksemburg'da yapılan Hükümetler arası Konferans’la Türkiye resmen AB'ye katılım müzakerelerine başlamış. Sonra ne olmuş? Aynı gün bir basın toplantısı düzenlenerek Türkiye için Müzakere Çerçeve Belgesi yayımlanmış. Türkiye ile AB arasındaki “inişli çıkışlı” ilişki inişli çıkışlı olmaya hep devam etmiş… Ama hiç “çıkışlı çıkışlı” olmamış…

 

Neden çıkış olsun ki? Masonlar, 18. yüzyıldan itibaren Avrupa Birliği'ni kurmak için büyük çaba harcayıp kurmayı ancak başardılar. 12 Eylül'de Başbakan olan Bülent Ulusu da mason’du. Demirel, Ecevit… Daha kırk düzine sayılabilir… Türkiye'de de çok güçlü olan masonlar aleyhinde olmak Filibeli Hilmi’deki ya da Erbakan’da olduğu üzere mangal gibi bir yürek isterdi. Dönemin başbakanı mason Amiral Bülent Ulusu ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanı mason General Haydar Saltık masonlukla alakalı yayınların yok edilmesi kararının altında imza sahibiydiler. Masonluğun ne idüğü o zamanlar sadece basiretli insanlar tarafından bilinebilirdi. Çünkü gizlenmiş bir teşkilattı. Boy gösterdiğinde ise legal ve yararlı bir dernek görünümüneydi.

Fransız dergileri masonların son hedefinin Avrupa Birliği'ni kendi inançları doğrultusunda kurmak olduğunu ve bunu da 'Mason Evrenselliği' adıyla yaymaya çalıştıklarını yazarken bunları fark eden uyanık Türkler, millet uyansın diye masonların ne halt ettiklerini Türkçeleştirmek istediklerinde engelleniyorlardı. Söz konusu dergiler Büyük Doğu Mason Locası'nın yarı resmi yayın organlarıydılar.

Yazdıklarına bakılırsa ‘Avrupa Birliği' adıyla çok gizli bir loca kurmuşlar. Avrupa Birliği'nin Mason Locası'nın mührünün üzerinde 13 yıldız ve 13 harften oluşan iki kod ve şifre vardır. 12 yıldız AB'yi, son yıldız da bu 12 yıldızı yönlendiren masonluğu simgeler. Fransız Büyük Doğu Mason Locasının mührü G.O.D.F harfleriyle simgelenir. Buradaki ‘F’ harfi, Gül ve Haç örgütünün anayasası sayılan FAMA'nın baş harfidir. Bu mühürdeki her harfin arasına üçgen oluşturan üç nokta konmuştur ki bu mason tanrısının kodudur. Kısaca Gül ve Haç örgütü, Masonlar ve Tapınak Şövalyeleri 18. yüzyıldan bu yana Avrupa Birliği'ni kurma çabasındaydılar.

'Avrupa Birliği' hülyası için tıpkı devlet gibi örgütlendiler. Kendilerini yönetmek için başbakanlar seçerek bunlara maşrık-ı azam dediler. Sonra sırasıyla bakanlar yani hatip, kâtip, vezne emiri, nazır vs. rütbeliler gelir. Kendi adalet divanları (konsey) vardır. Sonra diğer ülkelerdeki elçilikler gelir ki bunlar da kardeş localardır. Alın size ‘derin devlet’!

Türkiye'de ilk kez Cumhuriyet Senatosu üyelerinden gizli bir mason raporunu 1973’te senatodan Cihat Alphan hazırlamış. 1980'e kadar bu rapor senatoya ve genel kurula gönderilmemiş… Kenan Evren başa geçince senato kaldırılarak senatörlük lağvedilmiş ve rapor buhar olmuş. Cihat Alphan raporu hazırladıktan hemen sonra hastalanarak ölmüş.

Bu üç gizli örgütün üç locası, son yüz yıldır özellikle Avrupa siyasetinin perde arkasındaki en güçlü temsilcileridirler. Gül ve Haç, Alman kökenli farmasonluk ve bir de Fransa'da kurulan Tapınak Şövalyeleri klasik Hıristiyanlığa karşı kurulan gizli gnostik örgütlerdir. Türkiye'nin Avrupa birliği için önündeki gerçek engel bu 'AB Gnostik-Masonik Hıristiyan birliği'dir. Bunlar Avrupa Birliği'nde kendi uluslarının kiliselerini hatta Papa'yı bile dışladılar. Senin mi gözünün yaşına bakacaklar? Onların samimi Hıristiyanlarla hatta Yahudilerle bile işleri olmaz.

18. yüzyılın büyük masonlarından Casanova de Sangalt kitabında diyor ki; "Sadece bu sırrı öğrenmek için mason olmaya karar verenler yanılır. Çünkü elli yıl mason ustası olarak yaşayıp da bir tek biraderin bile sırrını öğrenememek mümkündür."  Yani buradaki işler son derece gizlidir. İşte bu yüzden masonlar asıl sırrın dışarıdan biri tarafından asla çözülemeyeceğine inanırlar. Çünkü masonluğun asıl sırrı, doğası nedeniyle dokunulmazdır ve kimseden öğrenilemez. Bir mason bu sırrı ancak kendi yetenekleri ve içgüdüleriyle öğrenebilir. Eğer bir şeyler öğrenmişse bunu en yakın mason biraderine bile açamaz. Sır kendinde kalır. Çünkü o arkadaşı eğer kendi başına bu sırrı öğrenememişse, zaten hiçbir şey öğrenemeyecek demektir; öğrenmeyi hak etmemiştir. Dolayısıyla bu sır onun için hep sır olarak kalacaktır. Çözümü, ‘kendi çözen’ hak eder. Sangalt diyor ki; "Locada olan her şey bir sır olarak kalmalıdır. Ancak namussuzca davranarak burada olanları açıklayan şahıs asıl sırrı açıklayamaz. İnsan bilmediği bir şeyi nasıl açıklayabilir ki? Eğer gerçekten bilseydi, o söylediklerini de açıklamazdı."

 

Uluslararası birçok örgütü Tapınakçılar hayata geçirmiştir. Tapınak Şövalyeleri 1452’den itibaren “Gül ve Haç Kardeşliği” ismini aldılar. Türkiye’de de ‘Manevi Cihazlanma Cemiyeti’ adıyla faaliyet gösterdiler. Örgütün gizli sembolleri Teşvikiye’de İzmir Apartmanı ve Karaköy’de Dul Kadın Heykeli gibi İstanbul’un en popüler mekânlarında hala durmaktadır. Avrupa Birliği, NATO ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası örgütlerin kuruluşunda hep bu tarikat vardı. Masonlarla organik bağ kurarak ‘Gül ve Haç Kardeşliği’ ismini aldılar. Tarihteki kuruluş amacı Hıristiyan hacıları korumak gibi görünse bile, Tapınak Şövalyeleri’nin artık tek amacı dünyayı yönetmektir. 14. yüzyılın ilk çeyreğinde yakılan Tapınak Şövalyeleri tarih sahnesine yeniden çıktılar. Fransa Kralı ve Papa tarafından hazinelerine el konmak için yakılarak öldürüldüler. Daha sonra intikam almak için bir kısmı Malta Şövalyesi, bir kısmı ise Hospitaly Şövalyesi haline geldiler. 17. yüzyılın sonunda ise “Gül ve Haç Kardeşliği” teşkilatıyla tekrar ortaya çıktılar. Sadece bilimi ve Protestanlığı esas alarak Katolik Kilisesi’ne karşı sekülerizmi savunarak Avrupa Birliği’ni kurdular.

Masonlar Tapınakçılar’dan elbette daha eskidir. Hatta bazı İngiliz locaları masonluğu İsa Mesih ile başlatarak onun üstadının da İncil’in eski Ahit bölümünde adı geçen mimar Hiram Abif olduğunu söylerler. Aslında günümüzde masonluk olarak tanınan akım, 1713’ten itibaren Anderson adlı mason üstadının yazdığı anayasa ile kurulmuştur. Tapınakçılar, mason localarında “Üstadlar” oldular. Yahudiler için kutsal kitapta geçen gül, “beklenen kurtarıcıyı” simgeler. Aynı gül kodu Hıristiyanların Katolik mezhebinde “Bakire Meryem’e” verilmiş adlardandır. Mitolojide güle çeşitli anlamlar yüklenir. Eros, tanrılara gül sunar ve bunu başlarının üstüne koyar. Bu, başına gül konulmuş olan kişinin ya da tanrının sırlarının saklanması gerektiğini sembolize eder. Bu nedenle günümüzde özellikle gizli kalması gereken sırların konuşulması yasaktır ve buna hem diplomatik dilde hem de ezoterik örgütlerde “subrosa” yani “gül altı” ya da “gülün altında” denilir. Ayrıca yine mitolojiye göre ilk güller “Tanrıça Afrodit”in sevgilisi Adonis’in kanayan yarasından akan kandan doğmuş, daha sonra bu efsane İsa’nın çarmıha gerilişi sırasında böğründeki yaralardan akan kan damlacıklarından oluşan güller inancına dönüştür.

General de Gaulle, Valery Giscard d Estaing, Mitterrand, Avrupa Birliği’nin kurucularının tamamı, yüzlerce senatör, bakan ve milletvekilleri, CIA’nın 4 başkanı, 2 NATO Genel Sekreteri ve daha yüzlerce seçkin kişi Tapınakçıların devamı olan Gül ve Haç Kardeşliği ile mason localarının üyeleriydiler. Zaten Tapınakçılar gerek ülkelerinin gerekse dünya siyasetinin üst tasarımcılarıdırlar. Her ne kadar masonluk yıpransa bile, Obama devlet başkanı olsa bile ve Yahudi lobileri eskisi gibi işini rahatça yürütemese bile bunlar halen dünyadaki en güçlü örgütlenmedir. Yaklaşık bin yıllık bir gizlilik kuralları çevresinde hayatlarını sürdüren bu kişiler, nihai hedefleri için BM, Dünya Bankası ve merkez bankaları gibi dünya çapında örgütlenmeleri kurdular. Nihai amaçları tüm dünyayı Birleşmiş Milletler’de kuracakları bir hükümet aracılığıyla tek elden ve tek amaç için yöneterek yönlendirmektir. Avrupa Birliği’ni kuran da yine Gül ve Haç Kardeşliği örgütünden olanların bir araya gelerek oluşturdukları ve kısa adı MRA olan Moral Rearmament’tir.

Tapınakçıların kollarından bazıları Kudüs Filistin Rodos Askeri Tarikatı (Kısaca Saint John ve George Şövalyeleri) adıyla tanınır. Tapınakçıların diğer kolu ise 1838’de Marconis de Negre tarafından kurulan “Memfis Locası” adıyla bilinir. Bu locaya Müslüman ve Hıristiyanlar birlikte üye oldular. Tapınakçıların bu kolu “Gül ve Haç Asya Kardeşliği Örgütü” adıyla tanınır. Sembolü ‘yeşil gül’dür. Örgütün Büyük Üstadı Baron Rudolf von Sebotendorff, Hitler’i yetiştiren “Thule” örgütünü kurmuş ve örgüt Hitler’i iktidara taşımıştır.

Türkiye’de (İstanbul) Manevi Cihazlanma Derneği’ni kurdular. Eski İstanbul Valisi Prof. Fahrettin Kerim Gökay da derneğin kurucuları arasındaydı. 1960’larda İstanbul’u “Dünya Dinler Başkenti” yapmayı planlamışlardı ama tutmadı. 1963’ten sonra ise dinler arası diyalog ve hoşgörü toplantılarını başlattılar. Bu dernekten yetişen birçok siyasetçi, bilim adamı, işadamı ve bürokrat vardı. En başta Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a yakınlığı ile bilinen İktisat Profesörü Hazım Atıf Kuyucak sayılabilir. 1964’e kadar Gül ve Haç Kardeşliği örgütünün başında olan ve Türkiye tarihinde önemli rol oynayan Kuyucak, tüm çabasını Türkiye’nin Avrupa ile bütünleştirilmesi meselesine adamıştı.

Teşvikiye’deki İzmir Apartmanı eski adıyla İzmir Palas, önünden geçenler için tarihi eski bir bina görünümündedir. Ancak başınızı kaldırıp binanın en üst katına bakarsanız enteresan bir yapı dikkatinizi hemen çekecektir. Binanın diğer katlarından farklı olarak küçük bir kubbeyi andıran ve sütunlar üzerine oturtulan bu küçük yapı binanın gizli bir sembolüdür. Gül ve Haç Kardeşliği’nin İstanbul’daki toplantılarına ev sahipliği yaptığı için binada örgütün gizli sembolleri kullanılmıştır. Apartmanın kapısında yeşil çiniler üzerindeki gül motifleri de yine örgütün simgesidir.

 

Bu kadar ince hesaplarla kurulan bir Avrupa Birliği’ne girmek için Bakanlık değil, telefon bağlantısı bile kurmaya gerek yoktur. Kendi kendini yöneten bağımsız İslam ülkelerinin birliğinden başka hiçbir birlik kalıcı ve güvenilir olmaz.

 

 


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum