YÜKSEL YILMAZ:ALLAH'A YÜKSELMEK DEĞİL, ALLAH İNDİNDE YÜCELMEK

ALLAH’A YÜKSELMEK DEĞİL, ALLAH İNDİNDE YÜCELMEK

YÜKSEL YILMAZ:ALLAH'A YÜKSELMEK DEĞİL, ALLAH İNDİNDE YÜCELMEK
06 Mayıs 2015 - 20:14

ALLAH’A YÜKSELMEK DEĞİL, ALLAH İNDİNDE YÜCELMEK

 

İsa Resul gökyüzüne mi yükseldi yoksa Allah indinde mi yüceldi? Ayette geçen refeu (yücelme) sözcüğü burada nasıl geçiyor? Ayet şöyle okunuyor: “İz kalellahu ya isa inni muteveffike ve rafiuke ileyye ve mutahhiruke minellezine keferu…” (Âli İmran suresi: 55. ayet).

 

Diyanet, ”Hani Allah şöyle buyurmuştu: Ey İsa! Şüphesiz, senin hayatına ben son vereceğim. Seni kendime yükselteceğim. Seni inkâr edenlerden kurtararak temizleyeceğim…” şeklinde hâşâ adeta gökteki Allah’a yükseltmektedir. Bu son derece yanıltıcı ve yanlış bir çeviridir. Uydurma hadislerin gölgesi altında kalınarak bu yanılgıya düşülmüştür. Oysaki yükseklik somut bir ifadedir.

Muhammed Esed Türkçe çevirmediği halde parantezlere alarak yorumladığı için ondan Türkçeleştirenlerin çevirisine bakalım: “O zaman Allah: Ey İsa!" demişti, "Seni ölüme yollayacağım ve Katıma yücelteceğim ve seni hakikati inkara şartlanmış olanlar(ın arasın)dan çekip arındıracağım..." Çevirenler burada Esed’in “indimde” ifadesini “katımda” değil de “katıma” diye çevirerek hata yapmışlardır. Fakat Esed’in orijinalde doğru çevirdiği tercih edilen “yücelteceğim” sözcüğünden anlaşılmaktadır. Gerçekten de burada “Allah indinde yüceltme” den söz edilmektedir. Muhakkak ki yücelik soyut bir ifadedir.

Ali Bulaç’tan Diyanetten çok da farklı bir meal hazırlamasını beklememek gerekir: “Hani Allah, İsa'ya demişti ki: Ey İsa, doğrusu senin hayatına Ben son vereceğim, seni Kendime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden temizleyeceğim…"

Yaşar Nuri Öztürk bile aynı geleneğe alet olmuştur: “Allah şunu da demişti: Ey İsa, senin canını alacağım, seni kendime yükselteceğim; seni, inkâr edenlerden uzaklaştırıp arındıracağım…"

Süleyman Ateş de aynı geleneğe hizmet eder: “Allah demişti ki: Ey Îsâ, ben senin canını alacağım, seni bana yükselteceğim, seni inkâr edenlerden temizleyeceğim…"

 

Abdulbaki Gölpınarlı Hani o zaman Allah yâ İsa demişti, seni öldürecek de benim, kendime yüceltecek de, kâfirlerden kurtarıp arıtacak da…” Burada yücelme kelimesi elbette uygun ama gelenekçi olduğu için “kendime” diyerek faka basmıştır. Dipnotunda der ki: “Bu âyete dayanarak İsa'nın, maneviyat bakımından diri olup, madde bakımından ölmüş bulunduğunu söyleyenler olmuştur ki Sımavna Kadısıoğlu Bedreddin bunlardandır ve "Vâridât" ında bunu açıkça söyler (Mehmet Şerefeddin Yaltkaya: Sımavna Kadısoğlu Şeyh Bedreddin, İst. 1925–1341, s. 38–39). En doğru söz, Peygamberin yakınlarından olduklarından temiz kişiler anlamına gelen bu adı aldıklarıdır. Hz. Muhammed (s.a.a)'in, Avvan oğlu Zübeyr'e ümmetimden benim havarimdir dediği rivayet edilmiştir (al-Cami'üs-Sagıyr, c.2, s. 23-24).” Sarı çizmeli Memed Ağa…

 

Edip Yüksel de aynı konvoyda: “Allah İsa'ya şöyle demişti: Senin dünyadaki hayatına son vereceğim ve kendime yükselteceğim. Seni inkâr edenlerden kurtaracağım…” Dipnotunda meseleyi iyi kurtarıyor: “İsa'nın nefsi/bilinci vücuduna bir daha dönmemek üzere göğe çekildi, yeryüzündeki yaşamına son verildi. Düşmanları ise onun bilinci ayrılmış ama biyolojik olarak yaşayan bedenini astılar.” Bu mantıklı yorum bu mantıksız mealle çelişmiyor mu sizce?

 

Elmalılı ise Arapça vererek paçayı kurtarıyor: “O vakit ki Allah buyurdu: ya İsa! Emin ol ben seni eceline yetireceğim ve seni bana ref'edeceğim ve seni o küfredenlerden pâkliyeceğim…” Ama geleneksel düşündüğünü “bana” sözcüğüyle ele veriyor. Onun mealini sadeleştirenler ise hiç merhamet etmeden geleneğe uyarak, “O zaman Allah şöyle dedi: Ey İsa, şüphesiz ki seni öldüreceğim, seni kendime yükselteceğim ve seni inkârcılardan temizleyeceğim…” şeklinde çeviriyorlar.

 

Gültekin Onan Allah’ın adını bile Tanrı olarak çevirmeye cüret edecek kadar ileri gittiği halde gelenekten nasibini almadan edemiyor: “Hani Tanrı, İsa'ya demişti ki : "Ey İsa, doğrusu senin hayatına ben son vereceğim, seni kendime yükselteceğim, seni küfredenlerden temizleyeceğim…”

 

Hasan Serhat Yener de harmanlasa da gelenekten yakasını kurtaramıyor: “Allah buyurmuştu ki: Ey İsa! Seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındıracağım…”  Kurgu bozuk. Nezdime yükselteceğim denilmez ki; nezdimde yükselteceğim de bari. Ama nezdimde denilirse yükseltme değil, yüceltme sözcüğü uygun düşecek diye diyemiyor.

 

Suat Yıldırım de yaklaşık aynı çeviriyor: “O zaman Allah şöyle buyurmuştu: İsa! Seni öldürecek olan, onlar değil Benim.   Seni kendi nezdime yükseltecek, seni inkârcıların içinden kurtarıp temize çıkaracak…”

 

İbni Kesir’den Türkçeleştirenler geleneğe uyuyorlar: “Hani Allah demişti ki: Ey İsa; seni öldürecek olan Benim. Seni kendime yükseltip kaldıracak, sen, kâfirlerin içinden tertemiz çıkaracak…” “Kendime yükseltip” der mi Allah?

 

Mevdudi’den Türkçeleştirenler de geleneğe uyuyorlar: “Hani Allah, İsa'ya demişti ki: Ey İsa, doğrusu senin hayatına Ben son vereceğim, seni kendime yükselteceğim, seni küfredenlerden temizleyeceğim…”  “Kendime yükselteceğim” der mi Allah?

 

Seyyid Kutub Türkçeleştirenler de geleneğe uyuyorlar: “Hani Allah şöyle demişti; Ey İsa, ben senin canını alacak, katıma yükseltecek ve kâfirlerin iftiralarından arındıracağım…” “Katıma yükseltecek” der mi Allah?

 

Ömer Nasuhi Bilmen iyice ileri gidiyor:“O vakit ki, Allah Teâlâ buyurdu: Ya İsa! Muhakkak seni vefat ettirecek olan Ben'im ve seni Bana yükselteceğim ve seni küfredenlerden tertemiz kılacağım…” “Bana yükselteceğim” der mi Allah?

 

Şaban Piriş kat çıkarıyor: “Allah, İsa’ya şöyle buyurmuştu: Ey İsa, seni vefat ettireceğim ve seni katıma yükselteceğim. İnkâr edenlerden seni tertemiz ayıracağım…” Kat bu ise çatısı daha mı yüce? Yahu ne katı? Somut ifadelerle açıklama ne kadar yanlış değil mi?

 

Burada neden “yükselme” değil de “yücelme” dememiz gerektiği inşallah anlaşılmıştır. Abese suresinin 14. ayetinde “Merfu'atim mutahherah” geçer. Burada maddi olmayan sayfalardan söz edildiği halde bu sayfalara hala yüksek diyenler vardır. “Yüksek Kuran” ile “Yüce Kuran” demeyi birbirinden ayıramayan adamlar “yüksek bina” yerine “yüce bina” diyebilirler. Bu adamlardan din öğrenmek ne kadar sakıncalıdır değil mi?

 

Diyanet “şerefli ve sâdık yazıcı meleklerin elindeki yüksek, tertemiz ve çok değerli sahifelerdedir” diyor. Esed “yüce ve arı duru” demektedir. Bulaç ”Yüceltilmiş, tertemiz (mutahhar) kılınmış” der. Yaşar Nuri “Yüceltilen, tertemiz sayfalarda” diyor. Ateş “Saygı ile yükseltilen, tertemiz (sayfalar)” demektedir.

 

Araf 137’de ”ve ma kanu ya'rişûn” denilmektedir. “…ve yükselttiklerini yerle bir ettik” demektir. Burada somut yükselme vardır ve “refeu” geçmemektedir. Fakat Araf 176’da “Ve lev şi'na le rafa'nahu biha” denilmekte olup soyut yücelme vardır ve rafa'nahu denilmektedir.

 

Bakara suresinin 63. ayetinde “…ve rafa'na fevkakumut tur…” Buradaki “rafa'na” sözcüğü yükselme ya da yücelme anlamında ele alınırsa “Tur'u üstünüze yüceltmiştik” ya da “…yükseltmiştik” yahut “…kaldırmıştık” gibi anlamlar yüklemek gerekeceğinden rafa'na sözcüğünün Arapça başka bir anlamının olup olmadığı araştırılmalıdır. Bunu da en iyi Arab dil bilimcileri ya da âlimleri bilecektir. Zira Diyanet “Tûr dağını da tepenize dikmiş…” demektedir. Dağın tepenize dikilmesi ne demektir kendileri de bilmemektedir? Ali Bulaç bu yüzden ”…Tur'u üstünüze yükseltmiştik…” der. Yaşar Nuri “…Tûr'u üzerinize kaldırmıştık...” der. Süleyman Ateş “…üzerinize dağı kaldırmıştık…” der. Türklerinki aynı ya da benzer şekilde devam eder. Muhammed Esed ise sözcüğü şahit tutma gibi başka bir anlamda değerlendirerek : “…Tur Dağı'nı üzerinize şahit tutarak…” der.

 

Mesela Suat Yıldırım’ın mealine bakalım: “Ey israil'in evlatları! Bir vakit de Tevratı uygulayacağınıza dair sizden söz almış, sonra bu ahdi bozduğunuz için Dağı üzerinize kaldırarak demiştik ki: Size verdiğimiz Kitaba kuvvetle sarılın ve muhtevasını iyi inceleyip ders alın ki kötü akıbetten korunasınız.”

 

Burada dağı üzerine kaldırması ne demektir? Fakat Esed’in dediği gibi Tur dağının şahid olmasını istemiş olabilir. Ahirette dağı konuşturabilir ya da diyebilir ki: “Sizden söz aldığımda ahdi bozduğunuz için uyarı yaptığımda hatırlayın hatta şu dağdaydınız.” Dağın dile gelmesi o zamanki şekliyle görünmesi gibi de olabilir ki işte bu da ürkütücü bir durumdur. Ayrıca manevi olduğundan Nisa suresinin 154. ayetinde de “rafa'na” geçiyor.

 

Okununca hiçbir şey anlaşılmamasına bir şey anlaşılması tercih edilmelidir. Birkaç şeyin anlaşıldığı durumlarda ise doğru şeyi anlamak esastır. Problem dil olduğunda Türk âlimlerini tercih etmemek gerekiyor. Arapça için Arab dili âlimi, Türkçe için Türk dili bilimcisi…

 

Bakara suresinin 127. ayetinde “Ve iz yerfeu ibrahimul kavaide minel beyti…” deniliyor. Diyanet “Hani İbrahim, İsmail ile birlikte evin (Kâbe’nin) temellerini yükseltiyor” der; Bulaç “İbrahim, İsmail'le birlikte Evin (Ka'be'nin) sütunlarını yükselttiğinde…” der; Yaşar Nuri “İbrahim'in, İsmail'le birlikte, Beytullah'ın ana duvarlarını yükselterek” der; Ateş “İbrâhim, İsmâ'il'le beraber Ev'in temellerini yükseltiyor…” der. Burada “yerfeu” sözcüğünün kullanılmasının nedeni Kâbe’nin kutsallından dolayı olsa gerektir. Nitekim Kâbe’nin yüksekliği değil yüceliği dikkate şayandır.

Nitekim soyut olduğu için Bakara suresinin 253. ayetinde “…ve rafea ba'dahum deracat…” geçer. Burada görüldüğü gibi manevi bir dereceden bahsedildiği için soyut bir sözcük olan “rafea” geçmektedir. Diyanet “İşte peygamberler! Biz, onların bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. İçlerinden, Allah’ın konuştukları vardır. Bir kısmının da derecelerini yükseltmiştir…” diyor. Oysa burada yücelik kastedilir. Ali Bulaç da benzer olarak “…ve derecelerle yükselttiği vardır…” der. Süleyman Ateş de benzer şekilde “…derecelerle yükseltti…” der. Yaşar Nuri bu defa doğru olarak “…derecelerle yüceltmiştir…” der.

Nur suresinin 36. ayetinde “Fi buyutin ezinellahu en turfea ve yuzkera fihesmuhu yusebbihu lehu fiha bil ğuduvvi vel asâl” buyrulur. Yani “Nur, Allah'ın yüceltilmesine ve içinde adının anılmasına izin verdiği evlerdedir. Orada sabah akşam O'nu tespih ederler.” Burada tesbih edilen evler yükselir mi yücelir mi? Manevi olduğundan elbette yücelir. Bunun içindir ki “turfea” denilmiştir.

Nitekim Enamsuresinin 83. ayetinde de aynı sözcük “nerfeu” olarak geçer. “…nerfeu deracatim men neşa’…” Yani “…derecelerini yüceltiriz…” Aynı kişiler yine “yükseltiriz” diyorlar ama daha önce aynı sözcüğe “yüceltiriz” diyen aynı Yaşar Nuri de bu kez “yükseltiriz” diyor.

Aynı sözcük aynı sürenin 165. ayetinde de geçer: “ve rafea ba'dakum fevka ba'din deracatil li yebluvekum fi ma atakum…” Yine manevi bir derece söz konusudur ve rafea denilmiştir.Ancak bilinç sahipleri burada “yüceltti” diyecektir. Diyanet şöyle demeliydi: “…size verdiği nimetler konusunda sizi sınamak için bazınızı bazınıza derece derece yüceltendir…”

Fatır suresinin 10. ayetinde “…ileyhi yas'adul kelimut tayyibu vel amelus salihu yerfeuh…” deniliyor. Buradaki “yerfeuh” sözcüğünü yükselme anlamında değerlendirenler vardır. Diyanet “…Güzel sözler ancak O’na yükselir. Salih ameli de güzel sözler yükseltir…” der. Burada “O’na ulaşır” anlamında bir ifade vardır. Bu nedenle “yerfeuh” denilmiştir. Diğer Türk ilahiyatçılar da aynı sözcüğü tercih eder. Oysaki “Güzel söz ve salih amel O’na yücelir…” yani “ O’na ulaşır” anlamında kastedilene daha uygun olacaktı. Zaten Allah’a güzel söz ve salih amel gidiyor olduğu için yücelme var. Aksi takdirde kötü söz ve ameller de ona gidiyor ama yücelerek değil…

Gaşiye suresinin 13. ayetinde “Fiha sururum merfu'ah” denilir. Burada “merfu'ah” kelimesi soyuttur. Çünkü kutsal, soyut ve menevi cennetteki taht konu edilmiştir. Diyanet “…yüksek tahtlar…” der. Buna dahi “yüce tahtlar” denilmeliydi. Aynı sürenin 18. ayetinde “…Ve ilessemai keyfe rufi'at...” denilir. Diyanet “Göğe bakmıyorlar mı, nasıl yükseltilmiştir..” der. Aslında burada ölçülebilir bir yükseklik olmadığından yüceliği vurgulanmış ve en yakın anlam olarak “Ve (bakmazlar mı) göğe, nasıl yüceltici?” şeklinde okunabilir. Çünkü burada gerek deve, gerek gök, gerek dağlar ve gerekse yeryüzü işaret parmağı görevi görmektedir. Asıl işaret edilen kendileri değil Yüce Yaratıcıdır. Dolayısıyla konu yükseklik değil yüceliktir. Göklerin rakamla hesap edilemez oranda büyüklüğü onları kutsal kılar.                                                                                                                                                                                    

Hucurat suresinin 2. ayetinde de aynı sözcük “terfeu” olarak geçer. “Ya eyyuhellezine amenu la terfeu asvatekum fevka savtin nebiyyi” denilerek bu ayette müminlerden seslerini “Nebinin sesinden fazla…” artırmamalarını istemektedir. Bu artırma ya da yükseltmenin maddi boyutundan ziyade manevi bir boyutu olduğundan yani Nebinin sesi söz konusu edildiğinden “terfeu” tercih edilmiştir. Dıştan bakınca sesin yükselmesi söz konusu gibi görülse bile aslında Nebiye saygı söz konusudur. Uzaktan birisi “ya Resulallah arkanızdan düşman geliyor!” diye yüksek sesle uyarsa idi o zaman ne uyarılırdı ne de “terfeu” tercih edilirdi. Aksine takdir edilirdi.

İsra suresi 110. ayetinde “…ve la techer bi salatike…”  deniliyor. Yani “Salâtta sesini çok yükseltme…” Bu salâtı Diyanet “namaz” olarak çevirmiş. Tabi Ali Bulaç da öyle. Yaşar Nuri, Abdulbaki Gölpınarlı, Gültekin Onan, Hasan Serhat, Ömer Nasuhi, Suat Yıldırım, Şaban Piriş namaz diyorlar. Edip Yüksel de bu konuda “namaz” diyor ve açıklama getiriyor: “Mekke putperestleri namazın ses tonunu değiştirdikleri için, Kuran bunu düzeltmektedir. Ne var ki Kuran'ın bu açık ayetine rağmen, Hadis ve Sünnetçiler gündüz namazlarını sessiz kılmaktadırlar.” Elmalılı ise Arapça sözcük kullanarak “Salah” diyor. Muhammed Esed’in Türkçe çevirisini yapanlar ise “dua” diyorlar.

Mesela İnşirah suresinin 4. ayeti örnek verilebilir: “Ve refa'na leke zikrak.” Yani “Senin zikrini yüceltmedik mi?” Burada “refa'na” sözcüğüne dikkatinizi çekerim. Yine manevi bir yücelik söz konusudur. Yine de maalesef Diyanet “Senin şânını yükseltmedik mi?” diyor. Bizim gibi çevirenler de var ama “zikrini” sözcüğünü “şanını” şeklinde yorumlamışlar. Yaşar Nuri “Ve yüceltmedik mi senin şanını!” demiş olup Süleyman Ateş ise maalesef “Senin şânını yükseltmedik mi?” demiştir.

Meryem suresinin 57. ayetinde “Ve rafa'nahu mekanen aliyya” deniliyor. Yani “Onu yüce bir mekâna yücelttik.” Manevi bir yücelme olması kesin; “rafa'nahu” sözcüğü var. Diyanet “Onu yüce bir makama yükselttik” demiş. Makamını yüceltme demek derecesini ya da hatırını artırmadır.

Mücadele suresinin 11. ayetinde “…vellezîne utul'ilme derecat…” deniliyor. Şöyle çevrilebilir: “Kendilerine ilim verilenleri derecelendirsin…” Burada yücelme geçmiyor. Ama kastediliyor. Fakat çoğu derecesini artırmadan söz etmiş.

Mümin suresiin 15. ayetinde “Rafiud deracati zul arş…” deniliyor. “Rafiud” sözcüğü geçtiği için manevidir. Arşın sahibi dereceleri yüceltendir.

Naziat suresinin 28. ayetinde “Rafe'a semkeha fesevvaha” deniliyor. Yani “Onu yüceltti…” Çünkü ölçülemeyecek kadar büyük olduğundan maneviyatı ön plandadır. Ama “yükseltti” diyenler de var tabi.

Benzer olarak Tur suresinin 5. ayetinde "Ves sakfil merfu'” buyruluyor. Muhammed Esed “Düşün yüksek (göğün) tavanı(nı)” şeklinde ifade eder. Diğerleri ise Allah’ı tavana yemin ettirme yanlısıdır.

Yine Rahman suresinin 7. ayeti de benzer olarak “Ves semae rafeaha ve vedaal mizân” der.”Göğü yüceltti ve ölçüyü koydu.” Bu ölçülebilir bir yükselme değildir.

Yine mesela Rad suresinin 2. ayetinde “Allahullezi rafeas semavati bi ğayri amedin teravneha…” Yani “Allah O'dur ki, gökleri görünür bir dayanak olmaksızın yüceltti…” buyrulur.

Vakıa suresinin 3. ayetinde “Hafidatun rafi'ah” denilir. “(Kimini) alçaltan(dır), (kimini) yücelten (dir).” Yükselten değil çünkü “rafi’ah” denilmiştir.

Vakıa suresinin 34. ayetinde “Ve furuşin merfu'ah” denilir. Muhammed Esed’in dediği gibi “Ve yüceltilmiş eşler(i onlarla olacak)” şeklinde çevrilebilir. Bu yücelik de manevidir.

Yusuf suresinin 76. ayetinde “…nerfeu deracatim men neşa'” geçer. “…Dilediklerimizi derece derece yükseltiriz…”

Zuhruf suresinin 32. ayetinde “…ve rafa'na ba'dahum fevka ba'din deracatil li yettehize ba'duhum ba'dan suhriyya…” geçer. Burada derece elbette manevidir. “Ve onların kimini kimine derecelerle üstün kıldık ki, bazısı bazısını tutup çalıştırsın…”

Bütün bunlardan sonra Nisa suresinin 158. ayeti “Ber rafeahullahu ileyh…” dediğine göre ve burada “rafeahullahu” geçtiğine göre manevi bir yücelme beklemeliyiz. “Hayır, Allâh onu kendisine yüceltti.” Yükseltti dersek Allah’ı yukarda bir mekânda kabul etmiş oluruz. Allah’ın mekânsızlığını bile bile “katına yükseltti” ya da “kendisine yükseltti” diyenler var maalesef.

Bütün bunlardan sonra Ali İmran suresinin 55. ayeti İsa Resul’ün göğe yükseldiğini değil, Allah indinde yüceldiğini yani derecesini artırdığını göstermektedir. “Refeu” sözcüğünün yücelik anlamı taşıdığı ve manevi olduğu Kur’an’da her nerede geçiyorsa aşikârdır. Artık sizi İsa gelecek diye avutan Hıristiyanlara ve benzerlerine inanmayabilirsiniz. Şehidler ve müminler için de bu geçerli bir sünnetullahtır. Gayri Müslimler gibi Allah’ın göğe sığdığını sanmayın; bu şirktir. O göklerde değil, gökler O’ndadır.

İsa gelmeyecektir çünkü Maide suresinin 116. ayetinde Allah ahrette İsa Resul’ü sorguluyor: “…Ey Meryem oğlu İsa, sen mi halka, 'Allah’tan başka beni ve annemi de ilah edinin' dedin?" Bir sonraki ayette İsa Resul şöyle cevap veriyor: “…Ben onlara 'Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin' diye bana emrettiğinden başkasını demedim. Aralarında bulunduğum sürece onlara tanıktım. Canımı aldıktan sonra ise onların üzerine yalnız sen şahit oldun…"

Çünkü İsa dünyada can verdikten sonra bazılarının sandığı gibi bir daha dünyaya gelemeyeceği için ölümünden sonra neler yaşandığına şahit olamayacak ve “…Aralarında bulunduğum sürece onlara tanıktım. Canımı aldıktan sonra ise onların üzerine yalnız sen şahit oldun…" diyecek…

Hurafenin ve uydurma hadislerin dediği gibi İsa dünyaya tekrar gelip Mehdi’ye biat edecek olsa idi bu sorulana elbette “tanık oldum” diyecekti. Demek ki Allah, İsa Resul’ün derecesini artırarak onu yüceltmiştir ve son derece olağandır.

 


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum