İsmail ZORBA

İsmail ZORBA

[email protected]

KALEM "ANNE" DERSE

17 Mart 2020 - 20:08 - Güncelleme: 25 Kasım 2020 - 11:36

“Günlüklerden cümleler.. Aslında her bir cümle ayrı bir hikâyeye aktarılan köprüler. O cümleden bir başka hikâyeye geçiyorsunuz. Sıradan olmayan bir hayattan içerisindeki her bir yaşanmışlığa dair hikâyeleştirilmiş notlar. Eş, anne, evlat, çocuk, hoca, akademisyen ve yazar. Bunca rolün sorumluluğu insana dair en ideal sorumluluklarla üstlenen nahif ama bir o kadar güçlü bir yürek. Her çıkmazında yepyeni kapılar açan bir tefekkür. Hayran olmamak mümkün değil. “                                                                                                                       

KALEM “ANNE” DERSE

Okumalarım aynı minvalde gittiği zaman sıkılıyorum. Romandan, hikâyeye, şiire, denemeye, gezi yazısına, söyleşiye hatta tarihten felsefeye, psikolojiye, tasavvufa uzanan bilimsel yazılara uzanan okumalarımdaki çeşitlilik beni daha mutlu kılıyor. Hepsini bir arada bulunduracak, hayatı tümüyle demleyecek yazıları arıyor gözlerim. İnsan ve hayat ikilemesini bütün samimiyetiyle barındıran yazılardan biri de günlük. Her bir günlük bir nevi sizin zihninizde tamamlanacak yarım bırakılmış düşünceler, hikâyeler bir bakıma. Oğuz Atay’dan Ahmet Haşim’e okuduğum günlüklerde beni en çok etkileyen yazarın dünyasından kendi pencereme yansıyanlar bir bakıma.

En son “Eflatûn Hüzünler”in hikayelerindeki güzel esintileriyle belleğimizde iz bırakan Ayşe İlker hocamızın yeni bir kitabının yayınlandığı haberini alınca büyük bir heyecanla kitabı alıp okuma mutluluğuna eriştim. Kitabın ismini duyduğum an, Ayşe İlker hocamın bütün kimliği gözümün önünde canlandı. “Kalem ‘Anne’ Derse”!.. Ayşe İlker hocamın kişiliğinden yansıyan su gibi berrak ve o derece samimi anlatım, kitabında isim bulmuştu. Bir akademisyen olmasının çok ötesinde üslûbuyla bir hikayeci kimliği ön plana çıkıyordu anlatımında.

Kalem ‘Anne’ Derse”nin her bir sayfasını çevirdiğimde üç yıl önce Muğla’mızda ağırlamaktan ve yakından tanımaktan büyük bir bahtiyarlık duyduğum kıymetli hocamı kaldığı yerden dinliyor gibiydim. Okulumuzun “Gençler Yazarlarla Buluşuyor” etkinliğinin konuklarından biri olan Ayşe İlker hocamız hem kitabıyla hem de sohbetiyle gönüllerimizde çok tatlı izler bırakmıştı. Nahif ve zarif görüntüsünün altında bir o kadar güçlü, kararlı bir kişilikle karşı karşıyaydık. Birebir sohbetimizde çevresini ne kadar dikkatli gözlemlediğini, kendine has mütebessim bakışıyla yaşadıklarını  o an zihninde billurlaştırdığını fark ettim. Gözlerindeki pırıltıda sevgi ve samimiyetin zekayla tamamlanmış ahengini yakalayabilirdiniz.

“Kalem ‘Anne’ Derse” adlı kitabının,  günlüklerinden bir seçki olması ise ayrı bir güzellik oldu. Hocama ait bütün bilgim ve izlenimlerim bir güne sığdırılmış güzelliklerle kalmayacaktı artık. Kitabın her bir sayfasını çevirdiğimde, her bir günlüğünü okuduğumda bu örnek ve güzel insanla yıllardır sohbet etme ve onu daha yakından tanıma imkanı da buldum.

“Kalem ‘Anne’ Derse” yaşamını kendi iradesinde ve Hakk’ın tecellisinde doğru bildiği yolda yürüyen bir insanın yaşamından örnek alınacak kıssadan hisseler bir bakıma. Bir insan olarak bütün gelgitlerinde çelik bir iradenin kararlılığını görüyoruz. Önüne çıkan tüm engelleri tefekkür ederek aşma gayretinde. Kitabı bir okur olarak baş ucu kitaplarım arasına koydum bile. Her bir günlüğün bir cümlesinde bile yaşamımıza bir nefes aldıracak bakışlar var. Ve bunu eserin tutarlılığı güçlendiriyor. Ayşe İlker hocam tüm düşüncelerini, davasını yaşamına adapte etmiş. “Olduğu görünmenin yanında göründüğü gibi olmanın” mücadelesini veriyor bir yerde. Bu da eserden yansıyan samimiyetin sıcaklığıyla bizlere dokunuyor. Bazen bir abla, bazen bir anne, bazen bir eş, bazen bir hoca, bazen de bir mütefekkir. Sizi dinleyen ve sizinle konuşan ve sizde güzel izler bırakan bir yüreğin dokunuşları olarak okuyorum kitabı. 

Ve günlüklerden cümleler.. Aslında her bir cümle ayrı bir hikâyeye aktarılan köprüler. O cümleden bir başka hikâyeye geçiyorsunuz. Sıradan olmayan bir hayattan içerisindeki her bir yaşanmışlığa dair hikâyeleştirilmiş notlar. Eş, anne, evlat, çocuk, hoca, akademisyen ve yazar. Bunca rolün sorumluluğu insana dair en ideal sorumluluklarla üstlenen nahif ama bir o kadar güçlü bir yürek. Her çıkmazında yepyeni kapılar açan bir tefekkür. Hayran olmamak mümkün değil.

Ve kitaptan kesitler.. “Hayat dediğimiz şey öz ve özgelerle bağlanmış halkalardan başka bir şey değil midir? Şu türkü beni neden hüzünlendirmekte, bu şiir neden uzaklara götürmektedir? Yaşamadığım acıları yaşayabileceğim sezgisi mi beni hüzünlendirir? Acısını hissedemediklerime, içimden acımaktayım da o yüzden mi uzak bakışlar yerleşir gözlerime? Ve acılarımda, üzüntülerimde ne kadar doğal ve ne kadar yalınım? Ve ne kadar insan kalabiliyorum acı ve keder karşısında?”

Düşünüyorum ve sorguluyorum, bana yetmiyorum. Her bir yaşadığımı veya yaşayacağımı hikâye ederek düşünüyorum. Geride bıraktığım her bir yaşanmışlığımda bıraktığım cümleler var. Her zaman tamamlanmak mümkün olmuyor hayatta. Bir eş, bir anne, bir evlat, bir kardeş, bir bilim insanı olarak üstlendiğim rollerde sorumluluklarım çok büyük. Her şeye yetişmek, yetmek zorundayım. Bir yanım içimdeki yazıcıya kulak verse de hayata dair sorumluluklarım beni bölüştürüyor. Ama parçalanmıyorum. Ve yola devam ediyorum kararlılıkla..” Bunlar da bir okur olarak benim cümlelerimle bana yansıyanlar. Bu günlüğün kaleminin sahibine minnettar oluyorum. Evet, bir insan olarak bütün eksikliklerimize rağmen kendimize, irademize sahip çıkmalıyız. İlkelerimiz irademizin rehberi olmalı.

Sadece bu kesitten yansıyanlarla bile okunmalı “Kalem ‘Anne’ Derse”. Ve devam ediyoruz okumaya. Kitabın üst başlığı “Akademisyen Bir Annenin Günlüğü” Bu cihetiyle akademisyenlik gibi ülkemizde bir kadın olarak yaşadıkları onca zorlukların, gösterdiği fedakarlıkların ve alın terini döktüğü bilimsel üretim mücadelesinin yanında bir eş ve bir anne olarak üstlendiği rolle yaşadıklarını ise takdir etmemek mümkün değil. Bir insanın yaşadığı onca yoğunluk ve zorluk içerisinde dahi ne kadar güçlü olabileceğini görüyoruz.  Bu gücün kaynağı sevgide, aşkta, inançta ve  bunlara duyduğu kararlılıkta saklı.

Bir hikayesi için hazırladığı bir cümlede anneliğine dair her şeyi anlatıyor aslında. “Sen büyüyordun, ben yürüyordum. Sen her gün yeni görüntüler, yeni kelimeler ekliyordun dağarcığına..” Bir yandan bir akademisyen olarak kariyer yolunda yürüyor, bir yanda da üç çocuğuyla hayata tutunarak bir anne olmanın güçlü iradesinde yürüyor. Onlar büyüdükçe Ayşe İlker hocamız da bir anne olarak tamamlanıyor. Çocuklarının her bir cümlesi, bir bakışı, bir hareketi onun için o kadar kıymetli ki bunları zamanı geldikçe not alıyor. Hayatının günlüğünde bir bakıma yaşadıklarının bir muhasebesini yapıyor. Her bir evladını bir şahsiyet olarak görüyor. Gagasıyla damla damla yavrusuna hayat götüren bir kuş misali çırpınıyor. Çocuklarının şahsiyet kazanmaları için olumsuz etki bırakabilecek her türlü adımdan imtina ediyor. Onlarla konuşuyor, eğitimleri için her türlü ihtimamı onlara gösteriyor. Ve bize bir bakıma şöyle diyor: “Siz mutluysanız  ve mutlu bir yuvanız varsa ve de çocuklarınız bu mutlu yuvada büyürse şahsiyetleri de en güzel şekilde gelişir.”

“Kalem ‘Anne’ Derse” günlükleri on yedi sene gibi bir süreci içerse de sadece akademisyen bir annenin günlükleri olmanın ötesinde Gördes, İzmir, Ankara ve Manisa duraklarında çocukluğundan, eğitiminden, evliliğinden ve akademik hayatından yansıyanlarla adeta bir otobiyografi. Kıssadan hisseler şeklinde donatılmış her bir cümlesinde hayatından hayatımıza aktarılan bir roman.

Ayşe İlker hocamın günlüğünün keskin virajlarında hüzünlendiği bir yer var ki o da kaleminin edebiyatı kuşatacak zamanı bulamaması..”Bazen yazamayışım mevzuunda endişe duyuyorum. Çok önem verdiğim şeyleri hemen o anda yazmak istiyorum ve zihnimde müteselsil cümleler kuruyorum. Ancak, daima gündelik hayatın içindeki o önü alınamaz akış, cümlelerimin önüne geçiyor. Darmadağın ediyor cümlelerimi. Onları yeniden toplayabilmem için bütün sorumluluklarımdan uzaklaşmam gerek herhalde. Yakaladığım teferruat, zihnimin en ücra köşelerine saklanıyor. Hiç ummadığım bir anda karşıma çıkacaklarını biliyorum.”  Ve hep bu yazma sevdasının yarım kalmışlığının hüznü şu cümlelerde kendini gösteriyor : “Uçma sevdalısı yüreğim karaya oturdu”.

Onun bize göre hiç de sıradan olmayan hayatında gündelik ev işleri, çocuklar, akademik hayatında yaşadıkları, ailesi, dostları bir tarafa mekanı, zamanı kanatlandıran o gözlemci bakış açısı, teferruatta kanatlandırdığı tüm güzellikler edebi dilin imkanlarını en güzel şekilde aktaran üslupla tamamlanınca eser belleğimizde unutulmaz bir tat bırakıyor.

Düşünüyorum; acaba Ayşe İlker hocam bütün sorumluluklarını bir kenara bırakıp sadece ve sadece yazsaydı ne olurdu?  Günlüklerin arasına aktarılan üslup bu sorunun cevabını aslında hemen veriyor. Ama Ayşe İlker hocamın uçma sevdalısı yüreği bir eş, bir anne, bir akademisyen olarak iyi ki zaman zaman karaya oturmuş. Ortaya çıkan eser hepimiz için güzelliklerle dolu. Kitabı okuduğumuzda işte bu güzellikler bizim de yolumuzu aydınlatacak.

Başka bir kesit.. “Bütün bir hayatı boyunca kim kendini tam olarak karşısındakine anlatabilmiş ya da karşısındaki tarafından anlaşılmıştır? Hayatın en zor zihinsel eylemidir sanırım birisini anlamaya çalışmak. İnsanın kendisini anlaması zor. Anlatmadan anlaşılmak daha zor tabi. İnsan neden anlaşılmak ister? Herhalde daha iyi ilişkiler kurmak ve huzurlu bir ömür sürmek için.” Evet huzur mayasını anlamaktan, anlaşılmaktan alıyor. İnsanlarla tamamlanmaktan alıyor. Dedesinin kucağından, annesinin çalışma gücüne, babasının sözlerinden, eşinin rehberlik eden zekasına, çocuklarının hayatına kattığı tazelenmelerden akademik hayatında geçirdiği deneyimlere insanı anlamakla geçiyor günlükler.

Yalnız bir nokta var ki değinmeden geçemeyeceğim. Gördes’ten Manisa’ya ailesinden aldığı hâl lisanı Ayşe İlker hocamı şu an toplumda eksikliğini çok duyduğumuz gönül rehberliğine götürüyor. Kültürümüzde, geleneğimizde var olan bir gönül rehberliği bir bakımla vicdanın ve deneyimlerin sesi olarak bizi ahlaklı davranmaya, iyi insan olmaya itiyor. Bizi dinleyen bir yürek bize doğruyu, hakikati gösteriyor bir bakıma. Toplumumuzda bireyin yalnızlığında terk edilmişliğinin de bir payı var elbet. Bir anne, bir eş, bir evlat, bir kardeş, bir dost, bir öğretmen vs olarak her bir vasfımızda öznemiz insan. İnsan insana dokunmalı, onu yürekten dinlemeli, ona değer vermeli, insan insana gönül rehberliği yapmalı ki toplumun bir yüreği, bir vicdanı, bir ahlakı olsun. “Kalem ‘Anne’ Derse” bir bakıma bir gönül rehberliği de yapmakta okurlarına.

Ve bu gönül rehberi hiç kırılmıyor mu veya hiç hayal kırıklığı yaşamıyor mu? Yaşıyor elbette. “Yediverendi gönlüm. Yediveren gönlüm, yüzümü tebessümsüz bırakmazdı. Hep tebessümle bakılacak sanırdım. İçlerindeki karanlığı, yüzlerindeki yapmacık tebessümlerle örtenler olabileceğini hiç düşünmemiştim. Her tebessüm, doğaldır sanırdım. Başı dara olana, kederi olana yetişmeliydim. Dertten, kederden bunalana içten gülünmez sanırdım. Herkese yalındım. Birine öyle, birine böyle olunmaz sanırdım.” Hayattan aldığımız demlerde yüzümüzü ya sabah aydınlığında yıkayacağız ya da karanlığın derinliklerinde hapsedeceğiz. Seçim bize ait. Öyle görülüyor ki sevmeyi, aşkı, inanmayı ve umuda sımsıkı tutunmayı kendine düstûr edinen kalem sahibi; çocuklarının tazeliğinde, anne ve babasının deneyimlerinde ve eşinin yol rehberliğinde iradesine kuvvet bulup yoluna devam ediyor.

Ve cümlelerle köprü kuruyor hikâyelerine ya da hikâyelerimize. Bir yanda, “Hayat her şeyi eskitiyor.”, “Zaman bir sünger gibi içine çekiyor bizi.” derken bir yanda, “Bir kurt gibi yalnız olmalıyım.” diyerek yaşadığı çıkmazlardan mücadele gücünü bir noktada toplayarak kurtulmasını biliyor. Ve her zamanki munis, saadet dolu anlarına dönüyor bir yandan da, “Çaydanlık yuva kurmak; çaydanlık gülen gözlerle eşine bakmak ve çaydanlık hayatı yudumlamak demekti benim için.” Ve bu kitabıyla Ayşe İlker hocamla hayatı yudumlamanın mutluluğu bir başka oluyor.

“Kalem ‘Anne’ Derse” kitabıyla sadece Ayşe İlker hocamı değil çevresindeki tüm gönül güzellerini evimize misafir ediyoruz. Ayşe İlker Hocamın annesi, babası, değerli eşi Sami İlker Bey’i, kıymetli çocukları Hüseyin Alp’i, Mehmet Alp’i ve Gülümser’i de sevgiyle karşılıyoruz. Bu güzel insanlar sayesinde bize ve  hayatımıza tebessümler ekleniyor.

Kitabın bir yerinde Ayşe İlker hocamın rahmetli babası “Lafın harmanı olmaz.” diyerek bizi kendimize getiriyor. Bu hacmi küçük, derinliği büyük kitabın diğer güzelliklerini okura bırakma vakti geldi. Ayşe İlker hocam iyi ki kaleminiz “Anne” demiş ve bu kitabı bizlere kazandırmışsınız.

  İsmail ZORBA

([email protected])