İsmail ZORBA

İsmail ZORBA

[email protected]

İÇİMDE KAR YANGINLARI

25 Aralık 2019 - 09:46

 “Sultan Murat dağlarında Karadeniz’in zirvesinde; her taraf kesif dumanla örtülmüş. Kafilemiz göz gözü görmez bu zirvede yol alırken  birden bir bayrağın altında buluyoruz kendimizi. Bu şanlı Türk bayrağı Karadeniz’in zirvelerinde sanki gökyüzüne selam duruyordu. Ve bayrağın yanında bir şehitlik olduğunu fark ediyoruz. Bayrağımız şehitlerimiz için nöbet tutuyordu. Bu şehitliğin bu zirvede ne işi vardı? Hikâyesi kanımı dondurdu. Ben soğuk bilmez iklimlerin, baharın çocuğu soğuk nedir işte orada anladım. Orada soğuğun, karın  yanığı mühürlendi yüreğime. Sarıkamış’a doğru yola revan alan yiğitlerimizin Sultan Murat dağlarının zirvesinde donarak şehit olmaları beni Sarıkamış’a götürdü. Sarıkamış yüreğime Çanakkale’den sonra göze olan mukaddes topraklardan biri oldu.”

                                                                        İsmail ZORBA

([email protected])

 

İÇİMDE KAR YANGINLARI

 

         Her ne vakit takvim yaprakları 22 Aralık’ı gösterir. Yemen’e, Çanakkale’ye, Balkanlara, İstiklâl Harbi’ne, Kore’ye, Kıbrıs’a ve de terörün yangın yerine çevirdiği bir tarihi daha hatırlatır. Ateşte açan çiçekleri; Sarıkamış şehitlerini. Türk’ün tarihi nice hazin sayfalarla doludur. Vatanı uğruna daha gök ekin iken biçilmiş, ömür deminin başında hikâyeleri yarım kalmış nice yiğitlerle doludur tarih sayfaları. Alpler, alperenler, kocalar,kahramanlar, efeler, kızanlar  tek bir isim altında toplanırlar: Şehit!..

     Şehitlik makamların en mukaddesidir. Ama artlarında bıraktıkları bağrı yanık, gözlerinin yaşı hiç dinmeyen aileler,ocaklar, sevdalar.. Düşünüyorum bu yiğitlerimiz yola revan oldukları an hiç arkalarına bakmazlar mı? Bakarlar elbet!. Ama yüreklerinden bakarlar, sevdalarını yüreklerinde taşırlar. Çünkü sevdaların üstünde bir sevda taşır bu yürekler. Vatan sevdasını , millet sevdasını!.. Bunu Türk’ten başka anlayan çıkmaz. Türk’ün sevdası her yüce sevdanın üstündedir. Hasmına da yiğitlik yapar Türk’ün sevdası. Türk sevdasında da gazabında da paktır, saftır, Hakk’ın peşindedir.

     Sarıkamış deyince aklıma nedense ilk önce “Kara Tren” türküsü gelir. Kara trenin hikâyesi karı, soğuğu da beraberinde getirir. Çetin kış şartlarında ulaşılamaz yolları aşar gider kara tren.

“Kara tren gecikir belki hiç gelmez
Dağlarda salınır da derdimi bilmez
Dumanın savurur halimi görmez
Gam dolar yüreğim gözyaşım dinmez.”

       Ve kara trende gözyaşı hiç dinmeyen şehit ocaklarının feryat ve figanlarının dumanları savrulmaktadır belki. Kara trende Sarıkamış’ı hatırlatan bir nokta da Sibirya’ya sürülen Türklerin kıyım hikâyeleridir. VE kara trenle akıllarımıza yurtlarından kopardıkları milyonlarca Türk’ü adı sürgün denen Sibirya’nın cehennemine gönderen Rusların katliamı, soykırımı gelir. Sibirya ateşten bir cehennem değildir. Kardan, kışın soğuğundan vücutları en kızgın harlar içerisinde bırakan soğuğun cehennemidir. Karaçay, Ahıska, Kırım-Tatar, Avar, Kırgız ve nice Türk boylarının soykırım hikâyeleri. Sadece Türkler mi? Nice nice milletlerin sürgün hikâyeleri. Ama;en acıklısı, en vahşeti barındıranı Türklerin hikâyesidir.

           Ve kara tren 18.asırdan itibaren  Türk’ün bayrağının dalgalandığı her bir vatan toprağına Anadolu yiğitlerini taşır. Yemen’den, Balkanlardan, Galiçya’dan, Mısır’dan, Kafkaslardan haber bekler yiğit ocakları. Kara trene dualarla teslim edilen yiğitlerden haber gelmez. Anadolu’nun her bir ocağında acı yüreklere damga vurmuştur. Kara tren adı gibi kara haberlerin ulağı olmuştur.

“Yara bende derman sende
Ya kendin gel ya da bana gel de
Duyarım yazmışsın iki satır mektup
Vermişin trene halini unutup”

           Her ne kadar kara trenle Sarıkamış arasında bağlantı kursam da kar cehenneminin ateşte açan çiçekleri şehitlerimizin hikâyesini sadece Ruslara bağlayabiliriz. Oysa Sarıkamış şehitlerinin hikâyesinde yokluğun, çaresizliğin yakamızı bir türlü bırakmayan kara talihin yeri çok daha fazladır. Bu bilgiye maalesef Karadeniz’e yaptığım bir seyahat sırasında ulaştım. Hikâyesi şöyle:

Sultan Murat dağlarında Karadeniz’in zirvesinde; her taraf kesif dumanla örtülmüş. Kafilemiz göz gözü görmez bu zirvede yol alırken  birden bir bayrağın altında buluyoruz kendimizi. Bu şanlı Türk bayrağı Karadeniz’in zirvelerinde sanki gökyüzüne selam duruyordu. Ve bayrağın yanında bir şehitlik olduğunu fark ediyoruz. Bayrağımız şehitlerimiz için nöbet tutuyordu. Bu şehitliğin bu zirvede ne işi vardı? Hikâyesi kanımı dondurdu. Ben soğuk bilmez iklimlerin, baharın çocuğu soğuk nedir işte orada anladım. Orada soğuğun, karın  yanığı mühürlendi yüreğime. Sarıkamış’a doğru yola revan alan yiğitlerimizin Sultan Murat dağlarının zirvesinde donarak şehit olmaları beni Sarıkamış’a götürdü. Sarıkamış yüreğime Çanakkale’den sonra göze olan mukaddes topraklardan biri oldu.”

              Evet, Sultan Murat dağlarında rastladığım Sarıkamış yolcusu yiğitler üzerine yazdığım hikâyede öğrendim gerçekleri. Sarıkamış’ın ateşte açan çiçekleri İstanbul’dan gemilerle Karadeniz’e yollanmışlar. Oradan Karadeniz’in yalçın ve hırçın yarlarıyla dolu dik dağlarını aşarak Erzurum’a oradan da Sarıkamış’a da yaya olarak revan olmuşlar. Evet o dondurucu soğukta üstlerinde yazlık askeri kıyafetlerle. Katıkları kıt, karınları aç, gönülleri yaslı Sarıkamış yolcuları. Karın donduran yangını; bu bilgileri de edindikten sonra yüreğimi daha da dağladı. Yüreğimde o soğuk, amansız kış şartlarında yolları azimle adımlayan askerlerin nefeslerini hissettim. Kara trenin dumanları gibi savruluyordu o nefesler gökyüzünde. Gidenlerden bir daha haber alınacak mıydı? Yiğitlerin yüreğinde geri dönme ümidi var mıydı? Onlar ölüme bile bile gidiyorlardı, kararlı ve imanlı adımlarla. Onların yüreklerine sahip olmak isterdim. O yüreklerin sahibi insanların insanlığında ermek isterdim insanlığıma. Saf çocuğu masum Anadolu’nun bu seferki amansız yolculuğu Sarıkamış’aydı.

             Sarıkamış’ın hikâyesi Sultan Murat dağlarında yüreğimde bir göze açınca araştırmaya başladım. Karşıma Sarıkamış şehitlerimizin en büyük sevdalılarından Prof Dr. Birgün Sönmez hocanın “Ateşe Dönen Dünya: Sarıkamış” kitabı çıktı. Sarıkamış’ın hikâyesi hem bende hem de ülkede aynı zamanlarda Birgün Sönmez hocamız gibi vatan sevdalıların gayretleriyle gün ışığına çıktı. Genç nesiller Sarıkamış’ın hikâyesini Çanakkale ile aynı minvalde öğrendi. Sarıkamış üzerine yazılanları okurken bir “Sarıkamış Türküsü” söylenir oldu. Kara Tren türküsünün söz yazarı ve bestecisi  Özhan Eren, “Sarıkamış Türküsü” ile bir Yemen türküsündeki , bir Çanakkale türküsündeki kadar olmasa da yüreklerde iz bıraktı.

“Sarıkamış üstünde kar
Kar altında Mehmedim yatar
Gülüm donmuş kara dönmüş
Gören sanmış yârini sarar”

              Ve dillerimizde, gönüllerimizde türkünün nakarat yerleri hep söylenir oldu. “Oy gülüm yâr vay canım yâr
Kar altında Mehmedim yatar.” Kar altında yatan ve sayısı doksan binle ifade edilen Mehmetçiklerimiz bir kurşun atmadan Sarıkamış yollarında karın ve soğuğun cehennemine teslim olmuşlardı. Rusların çektiği o yıllara ait resimlerde donarak şehit olmuş yiğitlerimizin yüzlerindeki safiyet ve nur ateşte açan çiçekleri hatırlatıyor. Bir yanda tabiat, bir yanda açlık, sefalet ve bir yanda düşman. Bütün imkansızlıklara rağmen yolundan dönmeyen yüreği vatan aşkı ile dolu yiğitler. O yiğitlerin, Sarıkamış şehitlerinin geride bıraktığı ocakların, ailelerin hikâyeleri ise kan dondurucu. Bu vatan topraklarında Çanakkale, Yemen gibi Sarıkamış da bir destanın adıdır.

“Kimi Yemen kimi Harput
Üzerinde ince bir çaput
Avut yiğit gönlünü avut
Yâr sarmazsa Mevlâ'm sarar”

            Ve takvim yaprakları 2019 senesinin 22 Aralık’ında yine Sarıkamış’la buluşturuyor bizi. İçimizde yine karın ve kışın cehenneminde ateşe duran şehitlerimizin hikâyesi bizi kendimize getiriyor. Sarıkamış bugünlere gelişimizde, bugünlerde var oluşumuzda ayrı bir can suyu. Tarih sayfalarında, takvim yapraklarında nice 365 günleri kaplayan Türklüğün hayat hakkının hazin hikayesinde Sarıkamış bayrağının gölgesinde tüm şehitlerimizi rahmetle yâd ediyor, cennetteki mekanlarına dualarımızı gönderiyoruz.