Hüseyin ALPASLAN

Hüseyin ALPASLAN

[email protected]

BÜYÜKDERE TEHCİRİ DAVASI-I

28 Ocak 2022 - 11:58 - Güncelleme: 29 Ocak 2022 - 19:51

BÜYÜKDERE TEHCİRİ DAVASI-I
                                                                                        

Bazı gizli antlaşmalara rağmen Birinci Dünya Savaşı’nın ilk zamanlarında Osmanlı Devleti resmi olarak hiçbir gücün yanında yer almamıştır.  29 Ekim 1914 tarihinde Osmanlı Donanması’na ait savaş gemilerinin, Rus Çarlığı’nın Karadeniz’de bulunan bazı şehirlerinin limanlarını bombalamasının ardından Rusya 2 Kasım 1914 tarihinde Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmiştir Osmanlı İmparatorluğu’da 11 Kasım’da Rusya ile birlikte İngiltere ve Fransa’ya savaş ilan ederek fiili olarak katıldığı Birinci Dünya Savaşı’nda İttifak Devletleri’nin yanında yer aldığını resmi olarak karşı ülkelere duyurmuştur[1]. Amiral Souchon komutasındaki Osmanlı Donanması’nın, Karadeniz'de Rus filosuna saldırarak, kıyı şehirleri Sivastopol, Poti, Novorossisk ve Odessa limanlarını bombalamasına karşı misilleme yapan Rusya, Kasım ayında savaş gemileriyle İstanbul Boğazı’nı Karadeniz üzerinden bombalamıştır. İstanbul Boğazı’nın girişinde bugün Sarıyer ilçesi sınırları içerisinde bulunan Büyükdere ve civarı bu sebeple savaş bölgesi ilan edilmiştir. O tarihte Büyükdere ve çevresinde çok sayıda Osmanlı tebaası Rumlar yaşamaktaydı.  Dönemin hükûmeti tarafından Rusların saldırılarından korunmaları maksadıyla bu mahalde ikamet eden Rumların başka yerlere sevk edilmesi kararlaştırılmıştır. Aslında Osmanlı vatandaşlarının can güvenliğini temin maksadıyla yapılan bu yer değiştirme olayı tehcir olarak öncelenmiş ve çeşitli suçlamalar yapılarak istismar edilmiştir. 1919 yılında yapılan tehcir yargılamaları kapsamına alınan bu dava ismini sevkin yapıldığı semt olan Büyükdere’den almıştır. Büyükdere tehciri davasında Büyükdere merkez memuru Kerim Bey, Büyükdere muhtarı Laz Celâl Efendi, Büyükdere’nin ileri gelenlerinden Selânikli Refik Hıfzı Bey ve Hâfız Mahmut Efendi yargılanmışlardır [2].
Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından fiilen işgalinin ardından Büyükdere tehciri ile ilgili çoğunlukla yöre halkı Rumlar tarafından yapılan şikâyet ve suçlamalar üzerine harekete geçen soruşturma heyetinin tahkikat sonucu ve savcılık hazırlık soruşturması neticesinde oluşturulan iddianame Divan-ı Harbi Örfi’ye sunulmuştur. Mahkeme tarafından iddianamenin kabul edilmesi üzerine yargılama yapılmasına karar verilmiş ve duruşmalara başlanmıştır. Mahkemede duruşmalar başladığında İddia makamında Feridun Bey vazife yaparken, zanlıların savunmasını yapmak üzere avukatlar Selim Hüsnü Bey, Haşmet Bey ve Mustafa Adil Bey hazır bulunmuşlardır[3].
1.Duruşma: Divan-ı Harbi Örfi’de 23 Nisan 1919 tarihinde Mustafa Nazım Paşa başkanlığında başlayan Büyükdere tehciri davasında sürdürülen yargılama, Trabzon tehciri davası ile aynı tarihlerde devam etmiştir. İlk duruşmada sanıkların kimlik bilgilerinin kontrolü yapıldıktan sonra savcı Feridun Bey’in iddianameyi okuması ile oturum başlamıştır. İddianamede; Birinci Dünya Savaşı başladığı sıralarda Büyükdere’de bulunan vatandaşların sevke tabi tutuldukları, nakiller sırasında ve sonrasında bölgede bir takım yasa dışı işlerin meydana geldiği, gayrimüslim göçmenlerin eşyalarının çalındığı, talan edildiği, bazı evlerin ve iş yerlerinin gasp edildiği gibi suçlamalar ileri sürülmüştür.
Büyükdere Merkez memuru Kerim Bey, hakkındaki iddialara karşı mahkemeye verdiği ifadesinde, İstanbul’un tehcirden muaf tutulan yerlerden olduğunu, dolayısıyla Büyükdere’de bir tehcir hadisesini gerçekleşmediğini, Rus bombardımanı nedeniyle savaş bölgesi ilan edilen ve can güvenlikleri tehlikede olan gayrimüslim vatandaşların evlerinin değiştirilmesi yönünde Polis Müdürü tarafından gelen talimat üzerine hareket ettiğini, Polis Müdürü ve Mevki-i Müstahkem Komutanı Şevki Bey arasında yapılan görüşme neticesinde; Büyükdere çevresinde ikamet eden gayrimüslim vatandaşların üç gün içerisinde evlerini boşaltmaları emrinin verildiğini söyleyerek savunmasına devam etmiştir. Kerim Bey, üç günlük süreye itiraz ettiğini ve sürenin bir haftaya uzatıldığını, kendisine evlerin boşaltılması ile ilgili gelen yazılı emri mahalle muhtarlarına tebliğ ettiğini, sevkler sırasında özveri göstererek çalıştığını, araba ve vapur temin ettiğini, bu sırada sevk işlemlerinin bir hafta içerisinde yapılamayacağını ön görerek sürenin 15 güne uzatılmasını sağladığını, nakil olanların eşyalarını taşımalarına bizzat yardım ettiğini ifade etmiştir[4].
Mahkeme Başkanının tehcirde meydana geldiği iddia edilen hırsızlık olayları ile ilgili sorusuna cevap veren Kerim Bey, eşyalarını götürmek isteyenlere yardımcı olduklarını, eşyalarını bırakanların mallarının kayıt altına alındığını, ancak nakil işlemleri bittikten sonra bir takım hırsızlık olaylarının gerçekleştiğini, çalma olaylarının bazı askerler tarafından yapıldığını söylemiştir. Suçlamalara cevap vermeye devam eden Kerim Bey, kendisine isnat edilen yağmacılık suçunu reddettiğini şu an evinde yaşayan on kişilik ailesinin oturacak eşyası olmadığını, kıt kanaat beslenebildiklerini, gayrimüslimlerin çalınan eşyalarının bir kısmını bulup sahiplerine teslim ettiğini ifade etmiştir[5].
Duruşmaya Büyükdere Muhtarı Celal Efendi’nin sorgulaması ile devam edilmiştir. Celal Efendi ifadesinde, muhtar olarak vazifesinin ne olduğunu anlattıktan sonra kendisinin iddia edilen işlere karışmadığını, çaldığı ileri sürülen kazanda balıkçılar tarafından balık yağının eritildiğini, kazanın üzerinde oluşan pis koku nedeniyle Amur mevkiine götürülerek bir çukur içerisinde kaynatıldığını, kazanın üzerinde Harbiye Nezareti’ne ait olduğunu gösteren bir damganın bulunduğunu söylemiştir[6]. Kendisine yöneltilen sorulara cevap vermeye devam eden Celal Efendi, asıl işinin ticaret olduğunu, önceleri çok iyi anlaştıkları ve fırınını kiraladığı Rum Pandol’un (bazı kaynaklarda Pandeli olarak yazılmıştır) Mondros Mütarekesi’nden sonraki tarihlerde İngilizlerin İstanbul’u işgaliyle beraber, yabancı devletlerle çalışan iki Rum’u başına bela ederek, haksız bir şekilde parasını aldığını, yapılan haksızlığı Rumların yanlarında bulundukları yabancı komutanlara şikayet ettiğini, haklı bulunarak fırının kendisine verildiğini ifade etmiştir[7].
İngilizlerle iş birliği yapan ve onlardan güç alan Rumların, tehcir davalarının hepsinde gördüğümüz gibi mal isteme ve haksız para talep etme davranışlarının bir örneğinin Büyükdere davasında da meydana geldiğini Muhtar Celal Efendi’nin ifadesinden de anlamak mümkündür. Celal Bey’den sonra sorgulanan sanıklardan birisi olan Büyükdere eşrafından Refik Bey’de ifadesinde, kazan meselesinden haberdar olmadığını, sözü edilen hırsızlık olaylarına karışmadığını, kendisinin hali vakti yerinde birisi olarak çalma hadisesinde yer almış olmasını iddia etmenin doğru olmadığını söylemiştir.
2. Duruşma: 24 Nisan Perşembe günü başlayan ikinci oturumda ifadesine başvurulan ihtiyar heyeti üyelerinden Samih Bey, Rusların bombardımanından sonra on gün içerisinde gayrimüslimlerin evlerini boşaltmaları yönünde verilen emir üzerine yoksul bazı ailelerin eşyalarını götürmekte zorlandıklarını, daha sonra azar azar eşyalarını taşıdıklarını, Merkez memuru Kerim Bey hakkında iddia olunan hususlardan bilgisi olmadığını, ancak Muhtar Celal Efendi hakkında bazı serzenişlerin olduğunu söylemiştir. Tanık Samih Bey’in ifadesinde çelişkiler olduğunu tespit eden mahkeme heyeti şahsın yazılı ifadesini okuyarak suçlanan Celal Efendi’ye söz verdi. Celal Efendi, suçlamaların dayanağı olmadığını, nakiller sırasında ve sonrasında hiçbir eşya satın almadığını söyledi. Kerim Bey’de şahidin zülüm yapıldı beyanına karşı çıkarak, bunun mümkün olmadığını, kimlere eziyet edilmişse şahidin açıkça söylemesini istemiştir. Şahit, Kerim Bey’in sorusuna, isimleri hatırlamadığını söyleyerek cevap vermiştir[8].
Büyükdere ileri gelenlerinden Kemaleddin Bey ifadesinde, gayrimüslimlerin Büyükdere’den ayrılmaları hususunda Merkez memuru Kerim Bey aracılığıyla emir verildiğini, Rumlardan birçoğunun eşyalarını taşıyamadıklarını, bazı istenmeyen hadiselerin meydana geldiğini işittiğini ve insanlık dışı hareket eden kimseler olduğunu söyleyerek, onlar hakkında “efendim artık onlar memur değil adeta müstebid, gaddar kimselerdi”[9] demiştir. Kemaleddin Bey, ifadesinin devamında ise, Kerim Bey vazifesinde özen gösterseydi Büyükdere’de müessif hadiseler yaşanmayacaktı diyerek Merkez memurunun vazifesini suistimal ettiğini ima etmiştir. Kemaleddin Bey’in suçlamaları üzerine söz alan Kerim Bey, görevini tam anlamıyla yerine getirdiğini, suistimal etmesinin söz konusu olmadığını, sevkler sırasında kendisini görenlerin ve bilenlerin vazifesini layıkıyla yerine getirdiğini onaylayacaklarını ifade etmiştir.
İkinci duruşmada hakkındaki iddialarla ile ilgili söz alan Refik Bey, ikamet ettiği yalıyı nasıl kiraladığını ve köyde bulunan ailelere nasıl yardım ettiğini anlatarak Kemaleddin Bey’in de bunları bildiğini söylemiştir. Kemaleddin Bey’de Refik Bey’in ifadesinin doğru olduğunu teyit etmiştir.  Duruşmada tanık olarak dinlenen Bahriyeden kıdemli yüzbaşı olarak emekli olan Ali Bey, nakilin süresi kısa olduğu için vatandaşların zaruri eşyalar dışındakileri götürmekte zorlandığını, çok sayıda suistimal olduğunu, durumu yetkilere şikayet etmek istediğinde ise hükûmet icraatlarına müdahale etmemesi gerektiğinin kendisine söylendiğini, Kerim Bey’in, köyü kendi malıymış gibi kullandığını, evinde arama yapılmasına müsaade etmediğini, gayrimüslimlerin çoğunun giderken evlerini Büyükdere eşraflarından Refik Bey’e koruması için geçici olarak teslim ettiklerini ifade etmiştir. Reis Mustafa Nazım Paşa, Ali Bey’e, Büyükdere’de vatandaşların Refik Bey’den niçin korkup çekindiklerini sormuş, Tanık, “Paşa hazretleri, Talat Paşa haftada bir kere Refik Bey’in yalısına gelip babasının elini öpüyordu. O zamanda ise Talat Paşa’nın selam verdiği adamdan kokmayan kim vardı? ...”[10] şeklinde cevap vermiştir. İfadesine başvurulan komiser Halil Bey, Merkez Memuru Kerim Bey’in görevini ihmal ettiğini, birçok evin talan edildiğini, Refik Bey ile ilgili iddia edilen konulardan bilgisi olmadığını söylemiştir[11].

İKİNCİ BÖLÜMLE DEVAM EDECEK

Hüseyin ALPASLAN;
Tarihçi-Yazar
[email protected]

Kaynakça
[1] Hüseyin Alpaslan, Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’na Girmesi, Ticari Hayat Gazetesi, 05.11.2020.
[2] Feridun Ata, İşgal İstanbul’unda Tehcir Yargılamaları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2017, s.187.
[3] İkdam, 24 Nisan 1919, nr.7976.
[4] Akın Çelik, Mondros Mütarekesi Sonrasında İstanbul Basınında Tehcir Davaları, İstanbul Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2003, s.109.
[5] Ata, a.g.e., s.187-188.
[6] Çelik, a.g.t., s. 110.
[7] İkdam, 3 Mayıs 1919, nr.7985. 
[8] Çelik, a.g.t., s. 111.
[9] Memleket, 25 Nisan 1919.
[10] Memleket, 25 Nisan 1919.
[11] Çelik, a.g.t., s. 113.

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum