Hüseyin ALPASLAN

Hüseyin ALPASLAN

[email protected]

İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ SORUMLU SEKRETERLERİNİN YARGILANMALARI-II

29 Temmuz 2022 - 15:47

İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ SORUMLU SEKRETERLERİNİN YARGILANMALARI-II

Yeni Siyasi Gelişmeler Üzerine Değişen Mahkemede Devam Eden Duruşmalar
Divân-ı Harb-i Örfîde, Kâtib-i Mesullerin yargılamaları devam ederken Osmanlı Devleti’nde önemli siyasi gelişmeler olmuştur. İtilaf Devletleri ile yaptığı iş birliği ve Anadolu’da direniş başlatan Türk Milliyetçileri üzerindeki baskıları nedeniyle tepki çeken Damat Ferit Hükûmeti, bakanların İstifaları nedeniyle sallantıya girmiş ve nihayetinde iktidardan çekilmek zorunda kalmıştır. İş başına gelen Ali Rıza Paşa hükûmeti döneminde, Divân-ı Harb-i Örfînin teşkilat yapısında, heyetlerde ve yargılama şeklinde sıkı sık değişiklikler olmuştur. Ülke yönetimindeki düzensizlikler ve istikrarsız ortam Divân-ı Harb-i Örfîde icra edilen yargılamalara da yansımıştır. Uzun bir süre duruşmalara ara verilmiş, yargılamalar tekrar başladığında ise mahkeme heyeti değişmiştir. Divân-ı Harb-i Örfînin yeni başkanı Esad Paşa olmuş ve Kâtib-i Mesuller davasında yargılamaya kaldığı yerden devam edilmiştir. Yeni duruşmalarda da sanıklara yöneltilen sorular değişmemiş ve genellikle, görev yerlerinde icra edilen tehcir sırasında işlendiği iddia edilen öldürme olaylarına dair suçlamalar ile muhatap olmuşlardır[14]. Yeni dönemde yapılan duruşmalar sırasında, dava dosyasına soruşturmanın şeklini değiştirecek yeni bir bilgi, belge ve ifade girmemiştir. Dolayısıyla aynı sorulara aynı cevaplar verilmiştir. Savunmanın ve iddia makamının dinlenmesini istediği şahitlerin ifadesine başvurulmuş, sanıklar aleyhine ifade veren kişiler, kendilerine yöneltilen sorulara verdikleri cevaplara, suç işlendiği iddia edilen olayları gözleriyle görmediklerini, yalnızca duyduklarını söylemişlerdir. Davanın hiçbir ilerleme sağlanamadan gittikçe uzaması, hep aynı iddiaların tekrarı, alışılmış hale gelen duruşmaların sıkıcı bir şekilde cereyan etmesi üzerine; sanıklar, Harbiye Nazırı Cemal Paşa’ya dilekçe göndererek, kendilerine yöneltilen suçlamaların, mesnetsiz iddialardan ibaret olduğunu belirtmişler ve uzman bir mahkeme heyeti tarafından yargılanmalarını talep etmişlerdir. Ancak, yargılamanın bitmek üzere olduğu bildirilerek sanıkların talebi kabul edilmemiştir[15].
Yargılama sırasında, sanıklar aleyhinde ifade veren tanıkların, kimlerin yönlendirmesi ile görmedikleri olaylar hakkında nasıl bilgi verdiklerini ve bazı sanıklara nasıl kumpas hazırlandığını anlamak adına, Çankırı Kâtibi Mesulü Cemal Oğuz Bey hakkında mahkemede ifadesine başvurulan tanıkların beyanları neticesinde ortaya çıkan olguyu anlatarak yazımıza devam edelim. Mahkemede, Cemal Oğuz Bey aleyhinde ifade veren tanıklardan Karabetyan, tehcirde 190 kişi ile birlikte Çankırı’ya naklediklerini, buradan da başka bölgelere gönderildiklerini, Çankırı’da bulunurken Çankırı Kâtibi Mesulü Cemal Oğuz Bey tarafından kötü muamele gördüklerini söylemiştir[16]. Tehcirde Çankırı’ya sevk edilen Ermeniler arasında olduğunu söyleyen şahit Terlemeciyan ise ifadesinde, Vanlı olduğunu, Cemal Oğuz Bey’i tam olarak tanımadığını, Çankırı’da dört ay kaldıklarını ve o dönemde oradan sevk yapılmadığını, sonraki tarihlerde İstanbul’a gittiğini, burada kendisine Cemal Oğuz Bey’in gösterildiğini ve Ermenileri öldüren kişi olduğunu söylediklerini, kendisinin Çankırı’da Ermenilerin öldürülmesine dair bir olaya şahit olmadığını, bildiklerinin Ermeni gazetelerinden okuduğundan ibaret olduğunu söylemiştir. Dava savcısının üsteleyerek Cemal Oğuz Bey’in bir kötülüğüne şahit olup olmadığını sorması üzerine, şahit Terlemeciyan, Çankırı’da bir kötülük yaptığını ne gördüm nede duydum demiştir. Mahkeme huzuruna çıkartılan diğer şahit Artin ise ifadesinde, tehcir sırasında Çankırı’da askerlik görevini yaptığını, Cemal Oğuz Bey’i tanımadığını, duyduğu bazı öldürme hadiselerini gazeteye yazdığını, ancak doğruluğunu soruşturmadığını, Cemal Oğuz Bey’i o dönemde görmediğini ve bir kötülük yaptığına şahit olmadığını söylemiştir. Bu ifadeler, şahitlerin, kuvvetli şekilde İstanbul’da bulunan Ermeni-Rum derneği tarafından yalan ifade vermeleri için ayarlanmış olduğu şüphesini uyandırmaktadır[17].
Cemal Oğuz Bey’e gelince, onunda Çankırı Kâtibi Mesulü olarak yargılanmasına karar verilmiş olup, Divân-ı Harb-i Örfîde sorumlu sekreterlerin yargılamaları başladığında hastalığından dolayı davası tefrik edilmiştir. Bir süre sonra hastalığının iyi yönde seyretmesi üzerine tam iyileşemeden diğer sanıkların yanına getirilmiştir. Cemal Oğuz Bey’e isnat edilen suç; tehcir sırasında Çankırı’dan sevk edilen Ermeniler içerisinden beş kişiyi öldürmektir. Cemal Bey, katıldığı ilk duruşmada, kendisine isnat edilen mesnetsiz suçlamalardan dolayı yedi aydır tutuklu olduğunu öğrenince çok şaşırdığını, tehcir sırasında Çankırı’da olmadığını, öldürdüğü iddia edilen kişileri tanımadığını ve hiç görmediğini, hakkındaki suçlamaların asılsız ve iftira olduğunu söylemiştir[18]. Bir sonraki duruşmada tekrar ifadesine başvurulan Cemal Oğuz Bey ifadesinde, hakkında nisan ayında çıkarılan tutuklama gerekçesinin iç güvenliği bozma suçu olduğunu, şimdi mahkemede kendisine isnat edilen suçlar ile ilgili hiçbir şikâyetin olmadığını söylemiş ve mahkemenin dikkatini cezbetmek için Ermenilerin şikayetlerinin ve düzmece hikayelerin mahkeme başladıktan sonra ortaya çıktığına özellikle vurgu yapmıştır. Mahkemede aleyhinde beyanda bulunan Ermeni tanıkların ifadelerinin baskı ile alındığını söyleyen Cemal Bey, Ermeni şahitlerin ifadelerinden de görüleceği üzere suçsuz olduğum anlaşılmıştır diyerek sürdürdüğü konuşmasında, mahkeme başkanından sekiz aydır çektiği çilenin bitmesini istemiş ve “daha on beş dün evvel dünyaya gelen çocuğumun kulağına ezan okuyamadım” sözleriyle tahliyesini talep etmiştir[19]. Neticede; Ermeni şahitlerin mahkemedeki ifadelerinde özetle, Cemal Oğuz Bey’i tanımadıkları, suçlandığı hadiselerde kendisini görmedikleri, sadece duydukları ve gazetelerde okudukları bilgiler üzerine konuştukları, hatta bir tanığa İstanbul’da Cemal Oğuz Bey’in gizlice gösterilerek yalan ifade vermesi için yönlendirildiği anlaşılmaktadır. Cemal Bey’in, hakkındaki iftiralar ve çok uzun süren duruşmalar neticesinde psikolojisi bozulmuştur. Bu durum onun hastanede İntihara teşebbüs etmesine kadar gitmiştir. İntihar vakasında hayatının son anda kurtarılmış olması onun iftiralar yüzünden çektiği acılara merhem olmamıştır[20].
Savunmaya Geçilmesi
Osmanlı Devleti’nde meydana gelen siyasi gelişmeler nedeniyle Divân-ı Harb-i Örfîde süren yargılamalar sekteye uğramış ve davaların sonuçlanması gereğinden uzun sürmüştür. Ali Rıza Paşa Hükûmeti’nin kurulması ve mahkemede yapılan değişikliklerden sonra devam eden duruşmalar, öncekilerden farksız, sıradan ve aynı doğrultuda devam etmiş olup can sıkıcı bir şekilde sürüp gitmiştir. Nihayetinde sanıkların sorgulamaları 1919 yılının aralık ayının sonunda bitmiş ve müdafaa vekillerinin savunmalarına geçilmiştir[21]. Sanıkların müdafaalarını ilk olarak Ali Haydar Bey yapmıştır. Avukat Ali Haydar Bey savunmasında, Divân-ı Harb-i Örfîde yapılan yargılamalarda, tehcirde işlenen suçlardan dolayı asıl fail olarak görülen kişiler hakkında bile yeterli kanıt bulunamadığını ve  yargılanmaktan men edildiklerini, halbuki Kâtib-i Mesullerin isnat edilen suçlardan doğrudan değil dolaylı olarak yargılandıklarını, bu nedenle aynı suçlardan mahkûm edilmelerinin hatalı olacağını dile getirmiş ve sözlerinin devamında, bir eylemin suç olabilmesi için oluşması gerekli olan hukuki şartları sayarak, müvekkillerinin yaptıkları iş ve davranışların, isnat edilen suçların sınırları içerisine girmediğini ifade etmiştir[22].
Ali Haydar Bey’den sonra sözü alan Avukat Hasan Hayri Bey savunmasında, müvekkili olan kişilerin, isnat edilen suçlamaların hiç biri ortada yok iken tutuklandıklarını, gazetelerde yazılanlar ve başka yöntemler ile suç icat edilmeye çalışıldığını, Bolu Kâtib-i Mesulü Dr. Mithat Bey hakkında Ermenilere zarar vermek için çeteler oluşturduğu suçlamasının yapıldığını, halbuki Mithat Bey’in Ordu Komutanlığı tarafından verilen emir üzerine silah aramak maksadıyla faaliyet yaptığını, Bolu’da tehcirin uygulanmadığını, asayişi sağlamak ve güvenliğin temini maksadıyla bazı Ermenilerin yakında bulunan köylere gönderildiklerini söylemiştir. Hasan Hayri Bey müvekkili olan sanıklar hakkında iddia edilen suçlamaların, tanıkların mesnetsiz ifadelerinden ileri gitmediğini, yeterli hukuki kanıtların olmadığı bu yargılamada, suçlamaları ispatlayacak deliller olmadan vicdani inanç ve düşünceyle ceza verilmesinin kabul edilemeyeceğini söylemiştir[23].
Mahkemenin Kararını Açıklaması
İstanbul’un işgali ile ortaya çıkan yeni siyasi iklimde sıkıyönetim mahkemelerinin kurulması ve milliyetçilerin yargılanması, ülke yönetiminde meydana gelen siyasi çalkantılar, İzmir’in Yunan ordusu tarafından işgali, Mehmed Kemal Bey’in idamı ve Malta sürgünleri sonucunda, Anadolu’da başlayan ulusal akımın etkisi ile kamuoyunda ve Türk Milleti’nde beklenenin üzerinde tepkiler oluşmuştur. İtilaf Devletleri’nin ve onların emrinde hareket eden Damat Ferit Hükûmeti’nin uygulamaları ile İstanbul ve İzmir’in işgalini protesto eden çok kalabalık mitingler düzenlenmiştir. Bu şartlar altında özellikle İşgal altında bulunan İstanbul’da ortaya çıkan kaos ortamı, Divân-ı Harbi Örfîde, İttihat ve Terakki Cemiyeti Kâtib-i Mesullerinin yargılanmalarını aksatmıştır.  Hükûmetlerin tutumuna göre çeşitli değişikliklere uğrayan Divân-ı Harbi Örfîde yapılan yargılamalar, olması gereken zamandan uzun sürmüştür. İşte bu minvalde geç bir tarihte icra edilen İttihat ve Terakki Cemiyeti Kâtib-i Mesullerinin hakkındaki karar duruşması, Mahkeme Başkanı olarak Esad Paşa ile üyeler Mirliva Hasan Paşa, Mirliva Mustafa Kerimi Paşa, Mirliva İsmail Hakkı Paşa ve Miralay Süleyman Şakir Bey’in bulunduğu Divân-ı Harbi Örfîde yapılmıştır. 8 Ocak 1920 tarihli karar, 10 Şubat 1920 tarihinde resmî gazetede açıklanmıştır[24].
 Divân-ı Harb-i Örfînin, Kâtib-i Mesuller davasında verdiği kararın tarihi ile ilgili olarak açıklama: Ferudun Ata’nın eserinde son duruşmanın tarihi 8 Ocak olarak ifade edilmiş Takvim-i Vekâyi’nin 10 Şubat 1920 tarihli yayını dip not gösterilmek suretiyle de 10 Şubat 1920 günü kararın verildiği tarih olarak belirtilmiştir[25]. Osman Selim Kocahanoğlu’nun zabıt ceridelerini derlediği eserinde yer alan Kâtib-i Mesuller davası ile ilgili karar suretinin son sayfasında ise 8 Kanûn-ı Sâni (Ocak) 336 (1920) tarihi yer almıştır[26]. İlgili kaynaklardan yaptığım çalışmalar sonucunda görüşüm, 8 Ocak 1920 tarihinde yapılan duruşma ile Kâtib-i Mesuller davasında verilen kararın mahkemede aynı gün (8 Ocak 1920) tutanakla kayıt altına alındığı ve Divân-ı Harb-i Örfînin kayıt altına aldığı bu zabıt ceridesinin 10 Şubat 1920 tarihinde resmî gazete olan Takvim-i Vekâyi’de yayınlandığı yönündedir.
Kâtib-i Mesuller davası ile ilgili alınan kararda; iddia ve savunma taraflarının uzun uzadıya dinlendiği ve dosyanın tamamlandığının anlaşıldığı izah edildikten sonra bir hatırlatma yapmak gerektiği açıklanarak konuya girilmiş ve devamla, mütarekeden sonra Kâtib-i Mesullerin ülkenin her yanında nifak çıkarttıkları, huzuru ve asayişi bozacak eylemlerde bulundukları ve millete daha fazla zarar vermemeleri için tutuklandıkları vurgulanmıştır. Hatırlatmadan sonra okunmaya devam edilen kararda özetle; sanıkların İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni taşradaki vilayet ve sancaklarda temsil ettikleri, görev bölgelerinde cemiyet adına hareket ettikleri, genel merkezde gücü elinde bulunduranların ve vazifelendirilenlerin işlemiş oldukları, Osmanlı Devleti’ni dünya savaşına dahil etmek, karaborsacılık, vurgunculuk, tehcir, öldürme ve sürgün suçlarına doğrudan olmasa da dolaylı olarak  yardımcı oldukları ve görev yerlerinde hükûmet işlerine müdahale ederek, valilerin değiştirilmelerine etki ettiklerinin  anlaşıldığı ifade edilerek, bu sebeplerden dolayı da yargılandıkları anlatılmıştır[27].
Kâtib-i Mesullerin tutuklanma sebepleri ile isnat olunan suçlamalar açıklandıktan sonra; sırasıyla sanıklar tek tek okunarak haklarında verilen hükmün hukuki gerekçeleri izah edilmiştir. Kastamonu Kâtib-i Mümessili Hasan Fehmi Efendi, hükûmet işlerine müdahale etmek, valinin değiştirilmesinde etki etmek, Müslümanları, Ermenilere karşı tahrik etmek ve bulunduğu mevkiinin gücünü kullanarak sevk edilen Ermenilerin mallarını almak suçlarından dolayı on sene kürek cezası almıştır. Bolu Katib-i Mesulü Mithat Bey’e, Bolu’da Ermenilerin sayısının az olması nedeniyle tehcir yapılmamasına rağmen, cemiyetten aldığı gücü kullanarak bölgede ikamet eden Ermenilerin tehcire tabii tutulmaları için halkı kışkırtmak, İttihat ve Terakki Genel Merkezi tarafından işlenen suçların  önündeki engelleri kaldırarak onlara yardım etmek, Bursa’da bulunurken cemiyetin kulüp binasının yapımında usulsüz yardım toplamak ve milletvekili seçimlerinde şehrin ileri gelenleri üzerinde tazyik uygulamak suçlarından dolayı on sene kürek cezası verilmiştir. İttihat ve Terakki Cemiyeti Edirne Müfettişi Abdülgani Bey’de, Milli Savunma Cemiyeti’nden para almakla, seçimlerde hükûmetin görevli memurları üzerinde tahakküm uygulamakla, tanıkların ifadelerine göre tehcir sırasında sevklerin kısa sürede yapılmasını sağlayarak göçmenlere zaman tanımamakla, Ermenilerin mallarının haraç mezat, ederinden düşük ücretle satılmasına, paralarının alınmasına ve Ermenilerin heba edilmesine sebep olmakla suçlanmıştır. Abdülgani Bey, halen devam eden Edirne tehciri davasında da yargılandığı için hakkındaki hüküm bu davaya göre verilmek üzere sonraya bırakılmıştır[28]. Manisa Kâtib-i Mesulü Avni Bey’e ise; Mülkiye Kanunu’nun 203. maddesi gereğince dokuz ay hapis cezası verilmiş, ancak bu ceza tutukluluk süresinden sayılarak tahliyesine karar verilmiştir[29].
Kâtib-i Mesuller davasında yargılanan diğer sanıklar, Eskişehir Kâtib-i Mesulü Dr. Besim Zühdü Bey, Teceddüt Fırkası (İttihat ve Terakki’nin feshinden sonra kurulan fırka) Beyoğlu Kâtib-i Mesulü Selahattin Bey, İttihat ve Terakki Cemiyeti Mirgün Şubesi Kâtib-i Mesul vekili Hüseyin Cevdet Bey, Halep Kâtib-i Mesulü Mehmet Cemal Bey, Konya Kâtib-i Mesul vekili Abdülkadir Bey, Kastamonu Kâtib-i Mesul vekili Münir Bey, Karahisar-ı sahib Tasfiye Komisyonu eski reisi Agah Bey ve Karahisar-ı sahib eski Tasfiye memuru Hayreddin Bey’lerin haklarında ise; üzerlerine atılı suçların işlenmesinde herhangi bir katkıları ve şerikleri belirlenmediğinden beraatlarına karar verilmiştir[30].
Kâtib-i Mesuller davasında açıklanan kararlar, mahkeme heyeti üyelerinin hepsi tarafından olduğu gibi onaylanmamıştır. Miralay Süleyman Şakir Bey ve Mirliva İhsan Paşa, verilen hükümlere karşı oldukça çok sayılabilecek itirazlarını dile getirmişlerdir. İtirazlarını, Örfî İdare Kanunu’nun tatbikinde, suçların mahiyetinde ve sanıkların isnat olunan suçlardaki mesuliyetleri ile kişiler ile ilgili ifade edilen suçların yanlışlığı doğrultusunda yapmışlardır[31].

Hüseyin ALPASLAN;
Tarihçi-Yazar
[email protected]

Kaynakça
[14] Tasvir-i Efkâr, 3 Ekim 1919, nr.2859; Ata, a.g.e., s.226-227.
[15] Vakit,19 Ekim1919 nr.706; Ata, a.g.e., s.227.
[16] Alemdar, 28 Ekim 1919 nr.316.
[17] Ata, a.g.e., s.228.
[18] Ata, a.g.e., s.227.
[19] Vakit, 4 Kasım 1919, nr.721; Ata, a.g.e., s.228.
[20] Ata, a.g.e., s.228.
[21] Ata, a.g.e., s.228.
[22] Vakit, 1 Ocak 1920, nr.773; Ata, a.g.e., s.229.
[23] Vakit, 3 Ocak 1920, nr.775; Ata, a.g.e., s.229.
[24] Takvim-i Vekayi, 10 Şubat 1920, nr.3783; Ata, a.g.e. s.224,229. 
[25] Ata, a.g.e., s.229;
[26] Kocahanoğlu Divan-ı Harb-i Örfî Muhakematı Zabıt Ceridesi, s.532.
[27] Divân-ı Harb-i Örfînin Kâtib-i Mesuller davasında açıkladığı kararın tamamını okumak için bk. Kocahanoğlu Divan-ı Harb-i Örfî Muhakematı Zabıt Ceridesi, ss.524-532.
[28] Ata, a.g.e., s.230.
[29] Kocahanoğlu Divan-ı Harb-i Örfî Muhakematı Zabıt Ceridesi, s.532.
[30] Ata, a.g.e., s.231.
[31] Servet Avşar, “Divan-ı Harb-i Örfi Üyesi Kurmay Albay Süleyman Şakir Bey’in Ermeni Tehciri Nedeniyle Yargılanan İttihat ve Terakki Mensuplarına Verilen Mahkûmiyet Kararına İtiraz Raporu”, Ermeni Araştırmaları, 1.Türkiye Kongresi Bildirileri, Cilt: II, Ankara,2003, s.145; Ata, a.g.e., s.231.



 

Reklam

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum