USUL USUL MUSUL

Prof. Anıl Çeçen yazdı:Eğer Irak devleti ortadan kalktı ise o zaman Musul vilayeti Irak öncesi duruma döner. Buna göre, eski Osmanlı eyaleti olan Musul vilayetinin geleceği üzerinde Türkiye'nin hak iddia etmesi gerekmektedir

USUL USUL MUSUL
07 Aralık 2015 - 00:21 - Güncelleme: 07 Aralık 2015 - 00:42

 

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN


Türkiye son zamanlarda Kuzey Irak üzerine doğru bir sürece kapılıp gitme tehlikesi ile karşı karşıya kalmış bir durumdadır. İsrail’in kurulmasıyla başlayan süreç günümüzde yeni bir aşamaya varmış ve giderek bizi zorlayan bir konuma doğru hızla ilerlemektedir. Her geçen gün Kuzey Irak’ın nereye gideceği ülkemizde daha fazla konuşulmaya ve Türkiye’yi nasıl etkileyeceği daha çok merak edilmektedir. Bir anlamda Türkiye, Kuzey Irak’ta iki müttefiki ile karşı karşıya gelmiş durumdadır. Küçük İsrail’in büyüyerek bütün Ortadoğu’ya egemen olma politikasının adı olan Büyük İsrail Projesi doğrultusunda ikinci bir İsrail, Kuzey Irak’ta Kürdistan adı altında kurumaktadır. Kürtlerin inisiyatifi dışında bir İsrail projesi olarak gündeme gelen Kürt İsrail ya da Yahudi Kürdistan oluşumu her geçen gün Amerika ve İsrail devletlerinin desteği doğrultusunda kurulmakta ve giderek bağımsız bir devlet konumuna doğru ilerlemektedir. Böylesine bir durum Irak’a komşu olan Türkiye, İran ve Suriye’yi yakından tehdit etmekte, bölgeye komşu olan bu üç ülkeyi benzer bir sürece doğru zorlamaktadır.


Bölücübaşı, dört ülkenin Kürt nüfusuna çağrıda bulunarak ileride hepsinin bir araya geleceği bir demokratik konfederalizm önerirken, Kuzey Irak’ta başlamış olan Kürdistan sürecini desteklemekte ve bu sürecin daha sonraki aşamada komşu Kürt bölgeleri aracılığı ile bölgenin diğer devletlerinin sınırları içine taşınmasını hedef olarak göstermektedir. Bu durumda Irak’tan sonra, Türkiye, İran ve Suriye bağımsız Kürdistan projesinin parçalama sürecine hedef olmaktadırlar.

İsrail kurulurken, böyle küçük bir devlet olarak ayakta kalamayacağı ve kesinlikle büyüyerek bölgeye egemen olması gerektiği vurgulanıyordu. Bugünkü İsrail devletinin, tarihsel süreç içinde kurulmuş üçüncü Yahudi devleti olması nedeniyle, yıkılmış olan önceki iki İsrail deneyiminden yararlanması gerektiği belirtiliyordu. Birinci İsrail devletinin Mezopotamya’daki Babil krallığınca yıkılması ve daha sonra ikinci kez kurulan Yahudi devlerinin bu kez Akdeniz’den gelen Roma İmparatorluğu tarafından yıkılması; Filistin toprakları üzerinde üçüncü kez kurulan Yahudi devletinin kesinlikle Mezopotamya ve Akdeniz’de ayakları olması gerektiğini gösteriyordu. Bu nedenle, üçüncü kez kurulmuş olan İsrail’in güvence altına alınması Mezopotamya bölgesinde oluşturulan Kürt İsrail devleti olan Kürdistan ile, Akdeniz’den gelecek bir Avrupa emperyal saldırısına karşıda Kıbrıs’ın üçüncü Yahudi devletine dönüştürülmesi projesi ile karşı konulabileceği düşüncesini Siyonist plânlara ekliyordu. Yahudi Kıbrıs ile Yahudi Kürdistan arasında kalacak bir İsrail devleti doğudan ve batıdan gelebilecek emperyal saldırılara karşı daha güvenlik içinde olabilecektir. Ayrıca üç İsrail projesi doğrultusunda kurulacak bir Kürdistan eğer zaman içinde Hıristiyan bir devlete dönüşürse o zaman Hıristiyan Ermenistan ile Yahudi İsrail arasında yeni kurulacak bir köprü devlet olarak Anadolu ve İran Türkleri ile Müslümanları arasına sınır çekebilecekti. Selçuklu İmparatorluğu döneminde olduğu gibi İran ve Anadolu’nun Türk ve Müslüman ahalisi bir araya gelemeyecekti. Böylece İsrail Kürdistan üzerinde Ermenistan’a ulaşacak, Ermeni devletini de Hazar bölgesine egemen olabilmek için bir Kafkasya üssü olarak kullanabilecektir. İşte bölgedeki bu jeopolitik durumlar nedeniyle Kuzey Irak, daha doğrusu Mezopotamya’nın kuzey bölgesi İsrail devleti açısından kaçınılmaz olarak egemen olunması gerekli alanların en başında geliyordu.

Birinci dünya savaşı sonrasında Osmanlı İmparatorluğu dağılınca Mezopotamya bölgesinde Irak diye yapay bir devlet, İngiliz emperyalizmi tarafından oluşturuluyordu. Soğuk savaş döneminde zoraki yaşayan bu ülke sonraki dönemlerde zengin petrol yatakları ile çok zengin oluyor ve bu nedenle de zoraki olarak savaşlara sürükleniyordu. Arap milliyetçiliğinin önde gelen önderliğine zenginliği ile soyunmak durumunda kalan Irak, zaman içerisinde İran ile savaşa sürüklenerek çöküşe doğru sürükleniyor ve bir provokasyon aracılığı ile Kuveyt işgaline itilerek, ABD’nin tepkisine mâruz kalıyordu. Kuveyt işgalini bahane eden ABD Irak’ı işgal edince, İsrail plânları doğrultusunda Kürtleri öne çıkarıyordu. Siyonist İsrail lobilerinin işgali altında olan Amerika Birleşik Devletleri, İsrail’i kurtarmak ve güvence altına alabilmek üzere, işbirlikçi Kürtleri Irak’ın kuzeyinde devletleştiriyordu. Sünnî Baas rejimi altında Irak Kürtleri tıpkı Araplar ve Türkmenler gibi dağınık yaşadıkları için, Kürdistan’ın kuruluşuna hazırlıklı değillerdi.

ABD, İsrail’i kurtarmak üzere Kürdistan projesine öncelik verince, Irak’ın çeşitli bölgelerinde yaşamakta olan Kürt asıllı Irak vatandaşları ABD askeri güçleri tarafından toplanarak Kuzey Irak’a taşınıyordu. Bu doğrultuda Selçuklu döneminden kalma bin yıllık Türkmen kendi olan Kerkük kısa sürede bir Kürt kentine dönüştürülüyordu. Binlerce Kürt ABD’nin askerî araçlarıyla taşınarak Kuzey Irak’a yerleştiriliyor ve Kerkük geleceğin Kürdistan devletine başkent olmak üzere hazırlanıyordu. Kürdo-Judaik devlet için bütün hazırlıklar ve masraflar ABD eliyle yürütülüyordu. Kuzey Irak’ta dört milyon Kürt bir araya getirilirken, müstakbel başkent olarak düşünülen Kerkük nüfusu zorla değiştiriliyordu.

Kısa bir dönem içinde tam altı yüz bin Kürt asıllı Irak vatandaşının Kerkük’e taşınması, bunlar yerleştirilirken Kerkük asıllı Türkmenlerin kentten kovulmaları ya da saldırılara mâruz kalmaları gündeme geliyordu. Birçok Türkmen asıllı Kerküklünün işyeri basılıyor, evlerinden ve işyerlerinden Türkmenler kovularak yerlerine Kürtler yerleştiriliyordu. Her türlü doğal gelişmenin ötesindeki bu zoraki Kürtleştirme operasyonu ABD askerlerinin Türkmenlere yönelik vahşice saldırıları ile devam ediyordu. Kerkük’ün ilk işgali sırasında nüfus idaresi ile tapu dairesi basılarak Osmanlı’dan kalan bütün evraklar yakılıyordu ve böylece Kentin Türk geçmişi yok ediliyordu.

Kerkük Kürtleştirilirken, Türklükten uzaklaştırılıyordu. Böylesine bir durum Türkler ve de Türk dünyası açısından kabul edilemeyecek bir durumdu. Ne var ki, Amerikan emperyalizmi, Siyonizm adına böylesi bir haksızlığı Irak Türkmenlerine dayatıyordu. Irak’ın kuzeyi, Büyük İsrail Projesi doğrultusunda Kürtleştiriliyordu. Bin yıl Türkmen kenti olarak var olmuş Kerkük, İsrail Siyonizmi’nin dünyanın merkezine egemen olabilmesi için zorla Kürtleştiriliyordu. Türk dünyası ve Türkiye kamuoyu bu durumu hiçbir zaman kabul etmeyeceklerini açıkla ifâde etmişlerdir.

Bütün dünyanın gözleri önünde Büyük İsrail Projesi için olmayan bir Kürdistan ABD’nin askerî gücü ile yaratılırken, dost ve müttefik Türkiye karşıya alınıyor, Ortadoğu’nun Arap ve Müslüman nüfus çoğunluğuna karşı işbirlikçi bir Kürdistan kuruluyordu. Irak’ın güneyinde Şiî Araplar, ortasında Sünnî Araplar çoğunlukta olduğu için, dağınık yaşayan Türkmenler iyice dağıtılarak Kürtler bir araya getiriliyor ve İsrail için bir Kürdistan devleti kuruluyordu. Kürdistan hiçbir zaman kuramayacak olan Kürtler, bölgedeki Arap çoğunluğuna karşı ABD ile işbirliği yapıyorlar ve İsrail devletinin bütün olanaklarından yararlanarak bir araya geliyorlardır.

Arap ve Türk çoğunluğun ortasında yapay bir Kürt devleti, oluşturuluyor ve gelecekte bölgeye egemen olma doğrultusunda burası bir üs konumuna düzenleniyordu. Ortadoğu ile Kafkasya arasında bir köprü olacak biçimde kurulan Kürdistan, sâhip olduğu geniş petrol yatakları ile de Amerikan petrol şirketleri için de cazip sömürge konumuna getiriliyordu. ABD’nin süper gücü nedeniyle dünya ülkeleri bu duruma seyirci kalırken ABD Türkiye’nin Mersin limanını kullanarak gerekli olan bütün malzemeleri Mersin-Habur karayolu üzerinden Kürt bölgesine gönderiyordu. Kısa zamanda Kürt devleti, İsrail ve Amerika’nın istediği biçimde ortaya çıkıyordu. Kukla bir devlet olarak oluşan bu yapının geleceğe dönük bir güvenceye kavuşması için gene ABD ve İsrail var güçleriyle yardımcı oluyorlardı.

Her devletin başkenti olduğu gibi, kukla devlet Kürdistan’ın bir merkeze ihtiyacı vardı. Erbil kuruluş döneminde geçici başkent olarak kullanılmış sıra kalıcı başkent olarak Kerkük’e gelmişti. Bu amaçla hızla yeni Kürt aileleri bu kente getirilerek yerleştirilmiş ve Türkler kovularak yeni gelen Kürtlere yerler açılmıştı. Ne var ki, kendin asıl sâhibi olan Türkler daha tam kovulmadıkları için, yeni bir dalga olarak Türkmen katliamı hazırlanıyordu. Bu oluşum ile basına yansıyan haberler birçok yönden Türkmenler için tehdit içeriyordu. Bir büyük Türkmen katliamına ABD ve İsrail desteği ile hazırlanan Kürtler, Türkiye açısından da tehdit yaratıyorlardı. Türkiye’nin güneydoğusunda yaşayan Kürt asıllı insanların zaman içersinde PKK terör örgütünün etkisinden sıyrılarak, aşiret reisi Barzani’nin etkisi altına girmeleri, fiilî kukla devletin yeni dönemde Türkiye’nin güneydoğusu ile bütünleşmesine giden bir yolu deneyeceğini ortaya koyuyordur. Bu açıdan, kukla devletin varlığı Türkiye için tam anlamıyla bir bölücü tehdit olarak ortaya çıkıyordu.

Türk devletinin kendisi içinde bir büyük tehdit kaynağı olan kukla devlete daha fazla seyirci kalamayacağı görüşü giderek ağırlık kazanıyordu.

Bu durumu kullanmak isteyen ABD ve İsrail’in Türk ordusunu da savaşın içine çekmek üzere bir büyük Kerkük senaryosu gündeme getirmeye çalıştığı görülüyordu. Kerkük’te başkent ilân edilmeden son kalan Türkmenleri temizlemek üzere gerçekleştirilecek bir Türkmen katliamının Türkiye’yi Kuzey Irak’a girmek zorunda bırakacağı öngörülüyordu. Böylece 1 Mart tezkeresinin geçmemesiyle savaş dışı kalan Türkiye, Kerkük senaryosu ile savaşa çekilerek; Kuzey Irak’taki bir Kürt-Türkmen çatışmasını Türkmenler lehine önlemek üzere Kerkük’e girecekti. Kerkük’ü Kürdistan başkenti olmasını önlemek üzere Kuzey Irak’a girecek Türkiye’ye bu dönemde ABD ve İsrail tarafından bir oyun oynanacağı dile getirilen senaryolar arasındadır: Türk ordusu Kerkük’e çekildikten sonra Diyarbakır yöresindeki Kürt asıllı nüfus Türk devletinin egemenliğine karşı çıkarak isyâna sevk edilecek ve ABD-İsrail tarafından verilen destek ve silah yardımı ile Türk ordusunu Kuzey Irak’a girdiği anda arkadan vuracak…

Türk kamuoyunun yakından izlediği bu Kerkük senaryosunun gerçekleşebilmesi için Türkiye ve Kuzey Irak’ta ABD, İngiliz ve İsrail güçlerinin provokasyonlar yaratması gündemdedir. Medya organlarında dile getirilen senaryoların çıkış noktası Kerkük’te gerçekleşecek bir Türkmen katliamına dayamaktadır. Katliam ile beraber Türk ordusu Kuzey Irak’a müdâhale edecek ve böylece Büyük Ortadoğu savaşında komşularına karşı askerî gücü ile yer alacaktı. Türk devletinin dışa bağımlı kesimlerinin bu senaryo üzerinde Atlantik güçleri ile anlaştığına dair söylentiler de giderek yükselmektedir. Bu konuda istenen senaryonun gerçekleşebilmesi için, psikolojik savaş yöntemleri ile uygun bir kamuoyu yaratabilmenin çabası artmaktadır.

Bu senaryosunun bir üçüncü dünya savaşına yol açacağı, Kuzey Irak’a girecek Türk ordusunun orta Irak bölgesinde Bağdat önlerinde İran ordusu ile karşı karşıya kalacağı, İran güneydeki Şiîlere sâhip çıkarken, Türkiye’de kuzeydeki Sünnîlerin koruyucusu olarak İran ile savaştan kaçınılmayacağını askerî otoriteler tarafından açıkça dile getirmektedirler. 1639 yılından bu yana savaşmamış olan iki devlet ABD-İsrail senaryoları doğrultusunda Mezopotamya’nın ortasında karşı karşıya gelecekler, uzun süren savaş sonucunda birbirlerini yok edeceklerdir. Atlantik emperyalizmi ve Siyonizm böylece bölgenin iki büyük devletini birbirine kırdıktan sonra, Ortadoğu’nun yeni egemenleri konumuna geleceklerdir.

Biner yıllık devlet geleneğinden gelen İran ve Türkiye devletlerinin birbiriyle savaştırıldığı bu felâket senaryosunda, Türk ordusundaki Mehmet ile İran ordusundaki Mehmet birbirini öldürecek, iki devlet uzun sürecek bir savaş sonrasında birbirlerini tarih sahnelerinden silecekler, emperyalistler de hem Ortadoğu hem de Hazar havzasına el koyarak dünyanın mutlak egemeni olacaklardır. Evdeki hesaplar bu doğrultuda yapılmakta, bir taraftan Türkiye içeriden ele geçirilerek böylesine bir senaryonun karşı tarafını oluşturmak üzere kışkırtılmaktadır. Böylece Kuzey Irak ve Kerkük üzerinden yaratılan çekişme ortamında İran ve Türkiye karşı taraflar olarak yönlendirilmektedirler.

Türkiye, Kerkük olayları tırmandırılırken, Kuzey Irak’a girse bir türlü, girmese başka türlü bir durum ile karşı karşıyadır. Böylesine bir kıskaç altında kalan Türkiye’nin kısa dönemde izleyeceği yol ve politikalar kendisi açısından yaşamsal öneme sâhiptir. Asıl hedef olarak İran gösterilirken, İsrail ve ABD bu büyük ülke ile savaşmak istememekte, işi Türk ordusuna havale ederek bu iki büyük ülkeyi birbirine tasfiye ettirebilmeyi düşünmektedirler. Emperyalist akılla hareket eden Atlantik güçlerinin bu plânlarında ne kadar başarılı olacakları İran ve Türk devletini yöneten güçlerin kullanacağı devlet aklına bağlı görünmektedir. İki ülkede kendilerinin olmayan bir savaşa emperyalist kışkırtmalar yüzünden sürüklenirken, bu savaşın sonunda ülke ve devlet olma durumunu yitireceklerdir.

Bölge devletlerini savaş yolu ile ortadan kaldıracak uzun süreli savaş oyununa gelmemek üzere Türk devletinin son derece dikkatli davranarak tıpkı 1 Mart tezkeresinin reddedildiği dönemdeki gibi açıkça bir savaş durumundan kaçınılmalıdır. Değişen bir şey yoktur, Siyonistler ve emperyalistler plânlarını gerçekleştirmek üzere İran ve Türkiye’yi Kuzey Irak ve Kerkük senaryoları üzerinden çarpıştırarak amaçlarına ulaşabilmeyi hedeflemektedirler.

Osmanlı döneminde Irak bölgesi üç eyalete ayrılırdı: Kuzey Irak, Musul; orta Irak, Bağdat; Güney Irak, Basra eyaleti olarak anılırdı. Kerkük Kürdistan’ın başkenti yapılmak istenmektedir ama bu bölgenin asıl merkezi Musul’dur. Osmanlı’nın Musul vilayeti de Misak-ı Millî sınırları içerisinde belirlenirken, Musul vilayetinin nüfus çoğunluğu ağırlıklı olarak Türk olması nedeniyle Misak-ı Millî sınırları içerisinde ilân edilmiştir. Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrasında Musul büyük bir mesele olarak gündeme gelmiş ve Lozan Antlaşması sırasında İngiltere’nin karşı koyması nedeniyle sorun ertelenmiştir. Daha sonraları Milletler Cemiyeti içinde konu ele alınarak karar bağlanmış ve İngiltere Musul vilayetini kendi dominyonu olan Irak’a bıraktırmıştır.

1926 tarihinde yapılan bir anlaşma ile Musul Irak devletine bırakılmıştır. Milletler Cemiyeti Musul vilayetini kurulmakta olan Irak devletine bırakmıştır. Irak devleti devam ettiği sürece Musul Irak devletinin bir vilayetidir. Ne var ki, Irak devletinin fiilen ortadan kalktığı görülmekte ve bu durum kabul edilmesi istenmektedir. Eğer Irak devleti ortadan kalktı ise o zaman Musul vilayeti Irak öncesi duruma döner. Buna göre, eski Osmanlı eyaleti olan Musul vilayeti günümüzde Osmanlı devletinin devamı olan ve Osmanlı imparatorluğunun bütün alacakları ve borçlarını bir mirasçı olarak üstlenen Türkiye Cumhuriyeti’nin Musul vilayetinin geleceği üzerinde hak iddia etmesi gerekmektedir. Bir devlet olarak Irak ortadan kalktığına göre, uluslararası hukuka dayanılarak Misak-ı Millî sınırları içine dahi olması gerekmektedir.

Bu durumda Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçısı olarak bu durumu açıkça dünya kamuoyunun önüne getirmeli ve Birleşmiş Milletler önünde Musul vilayetinin tekrar Türkiye’ye verilmesini talep etmelidir. Devletler hukukunun gereği budur.

Türk dışişleri artık Avrupa Birliği ve ABD baskılarının dışına çıkarak Misak-ı Millî’nin parçası olan Musul’un Türkiye’ye dönmesi için çaba göstermelidir.

İsrail lobilerinin baskıları ile Türk dışişleri pasif kalmamalıdır. Unutulmamalıdır ki, Türkiye ve İsrail, Kuzey Irak’ta karşı karşıya gelmişlerdir. İsrail’in hiç hakkı yokken kendi çıkarları için bir kukla devleti bu bölgede kurabilmektedir. Anadolu coğrafyasının bir parçası olan Musul vilayeti Mezopotamya’dan kopunca tekrar Anadolu ile bütünleşmelidir. Türkiye, Kuzey Irak’ta Kerkük üzerinde değil Musul üzerinde hak sâhibidir. Musul bu bölgenin asıl merkezidir. Kerkük Musul’a bağlı bir kenttir. Türkiye Habur sınır kapısını kapatsa, Kuzey Irak’taki kukla devlet bir gecede çöker. Habur’dan gelirle ayakta durabilen bu devletimsi oluşumun ne derece yapay olduğu birbirini izleyen olaylar ortaya koymuştur.

Ne İsrail’in, ne ABD’nin ne de bu bölgede yaşayan Kürtlerin geçmişten gelen siyasal yapı oluşturma hakkı yoktur. Ama Türkiye’nin Osmanlı İmparatorluğu’ndan gelme hakları ve hukuku vardır. Türkiye bu haklarını savunarak hukukunu korumalıdır.

Türkiye emperyalizmin Kerkük senaryolarına alet olacağına, usul usul Musul sorununu gündeme getirmelidir. Kuzey Irak konusu Osmanlı İmparatorluğu’nun eski Musul eyaleti ya da Misak-ı Millî’nin güney bölgesi olarak gündeme getirilirse, yıkılan Irak devleti sonrasında bu bölgeden en önemli hak sâhibi ülke Türkiye’dir.

İran ya da Suriye geçmişten gelme hiçbir hakka sâhip bulunmamaktadırlar. Osmanlı döneminde bu bölge Osmanlı toprağı idi, ayrıca Suriye’de bir Osmanlı eyaleti konumunda idi. İran ve Suriye gibi İsrail ve Amerika’nın da Kuzey Irak’a karışmamaları gerekir. Irak devletinin çöküşü sonrasında Kuzey Irak üzerinde tek hak sâhibi ülke Türkiye Cumhuriyeti’dir. Musul eyaleti üzerinden Kuzey Irak üzerinde hak sâhibi olan Türkiye Cumhuriyeti, kesinlikle bir Kerkük provokasyonu ile Kuzey Irak’a askerî bir harekât ile girmemelidir.

Türkiye, Kuzey Irak’a açık bir askerî harekât ile girerse, Lozan Antlaşması’nı kendi eli ile geçersiz kıldığı için bir daha ulusal sınırlarını savunamayacak bir hukukî duruma sürüklenir ve ayrıca Lozan Antlaşması doğrultusundaki kazanmış olduğu haklarını da elinden kaçırabilir.

Kerkük’ü ele geçirmeye kalkan Türkiye Lozan’dan gelen bütün haklarını yitirebilir.

Bu nedenle açık bir askerî harekât Türkiye’yi ABD ve İsrail’in yanında komşularına karşı savaşa çekecektir, bu aşamadan sonra İsrail ve ABD Türkiye’nin ülkesini kullanarak bölgeye saldıracaklardır.

Türkiye provokasyonlara karşı mesafeli durmalı, ama Kuzey Irak’taki Türkmenleri tıpkı İsrail ve ABD’nin Kürtleri örgütlediği gibi hem desteklemeli hem de örgütlemelidir. Türkiye’deki Yahudi lobilerinin Kürdistan’a dönük ticareti kesilmeli, Habur kapısı kapatılmalı, Musul yönünde yeni bir sınır kapısı Türkmenlerin kontrolünde açılmalıdır. Türkiye Kürt ve Türkmen çatışmasına açıktan girmemeli, ama Türkmenleri güçlendirerek Kürtlerin katliam yapmasına izin vermemelidir.

Kuzey Irak’ta Kürt saldırganlığına karşı düzenli bir Türkmen gücü ya da askerî birliği oluşturularak karşı konulmalıdır. Kerkük’te başlatılan Kürtleştirme senaryosunun sonu belirsiz bir maceradır. Şimdiki başkent Erbil Cumhuriyeti’nin sonu da bir yıllık Mahabad Cumhuriyeti gibi olabilir. Bu nedenle, Kerkük macerasına Türkiye bulaşmamalı, ama usul usul tarihten gelen hakları ile Musul meselesini dünya gündemine taşımalıdır.

Türkiye uluslararası hukuktan gelen bütün haklarını batılı emperyalistlere karşı korumalı ve dünya ülkelerini yanına alarak bu bölgede kalıcı barış koşullarının oluşturulabilmesi için çaba göstermelidir.

Türkiye Kerkük’te bir oldubitti yaratacak referandum oyunlarına karşı çıkmalıdır.

İkinci bir İsrail olacak Kürdistan’ı meşrulaştırmak üzere işgalci ABD tarafından gündeme getirilen referandum, Türklerin Kerkük ve Kuzey Irak üzerindeki bütün haklarını bitirecek yeni bir dönemin başlangıcı olacaktır.

Türkiye için Kuzey Irak Kerkük değil ama Musul meselesidir. Kerkük eski Musul eyaletinin bir parçası olarak görülmeli ve buradaki statükoyu değiştirme oyunlarına kesinlikle karşı çıkılmalıdır.

Zoraki bir nüfus değiştirme oyunlarına kesinlikle karşı çıkılmalıdır. Zoraki bir nüfus değişikliği hukuka ve insan haklarına açıkça aykırı bir durum yaratmaktadır. Kuzey Irak’ın petrol bölgesi Arapların ve Türkmenlerin elinden alınırken, işbirlikçi Kürt aşiretleri ile geleceğe yönelik olarak ortaklıklar oluşturulmaktadır. Böylesine bir duruma Türkiye Cumhuriyeti hiçbir biçimde göz yumamaz. Türk kamuoyunda, Yozgat ile Musul’u bir araya getirmek önerilmekte, Musul alınmazsa Diyarbakır’ın da elden çıkabileceği ileri sürülmektedir. Yozgat ve Diyarbakır gibi Misak-ı Millî sınırları içindeki iki Türk kentinin yeniden Musul ile beraber düşünülmeye başlanmasının nedeni, Irak devletinin işgalci ABD, İngiliz ve İsrail güçleri tarafından çökertilmesidir.

ABD emperyalist güç olarak kendine bağlı adamlardan bir kukla Irak yönetimi oluşturmak istemiş ama bunda başarılı olamamıştır. İşgal altında yapılan göstermelik seçimler bile Irak üzerindeki Şiî egemenliğinin önünü kesememiştir. İran’ın yönlendirdiği Şiî baskısı, ABD’nin bu ülkeye karşı savaş sürecine yönelmesine yol açmıştır. Irak devleti ortadan kalktığına göre Mezopotamya’da İran ile ABD arasında bir hegemonya mücadelesi giderek tırmanmaya başlamıştır. Bu aşamada Türkiye son derece dikkatli davranmak ve ABD’nin oyununa gelerek İran ile Irak üzerinden savaşa sürüklenmemek durumundadır.

Türkiye sonuna kadar uluslararası hukuktan gelen haklarını savunmalıdır. Irak devletinin kalkmasıyla beraber yeniden eski hakların ortaya çıktığı öne sürülerek Misak-ı Millî’nin bir parçası olan ve haksız yere Türkiye’nin elinden alınan Musul eyaletinin Kerkük kenti ile beraber savaşmadan Türkiye’ye iadesi sağlanmalıdır.

Ancak bu yoldan Türkiye Kuzey Irak üzerinde İran ile karşılaşmadan bir Kürdistan senaryosunu önleyebilir, aksi takdirde ABD ve İsrail yüzünden İran ile Türkiye’nin Kuzey Irak bölgesinden karşı karşıya gelmesi kaçınılmaz olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün, İran ile düşmanlığı ya da savaşı değil ama bölge dışı emperyal güçlere karşı ortaklığı düşündüğünü bu amaçla Sadabat Paktı’nı kurduğunu bugün bir kez daha hatırlanmalıdır. Savaşarak bir Kerkük işgali her şeyi ters yüz edebilir, ama geçmişten gelen Musul üzerindeki haklar yeni bir barış sürecinin önünü açabilir. O zaman savaşarak Kerkük değil ama diplomasi yolu ile usul usul Musul Türkiye’nin gündemine girmektedir.

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum