Türkiye'nin tapusu Lozan - Yazar: Sadık Rıdvan Karluk

Türkiye'nin tapusu Lozan - Yazar: Sadık Rıdvan Karluk
11 Eylül 2022 - 11:47

Sözcü Gazetesi’nde Deniz Zeyrek’in 31 Ağustos’ta yayınlanan yazısının başlığı “Keşke esir kalsaymışsınız” idiSayın Zeyrek eski TBMM Başkanını bu ifadesi sebebiyle eleştirmiştir. İsmail Kahraman “Cihan harbi bitti kazananlar alacaklarının bir kaçını alıp gittilerçekildiler.”  açıklaması bence dil sürçmesi sonucunda söylenmiş olsa gerek. Bu cümle, Sevr (Sevres) Anlaşması’nı bilmemek demektir. Sevr eğer Lozan ile ortadan kalkmasaydı, o zaman “…  kazananlar alacaklarının bir kaçını alıp gittiler” açıklaması bir anlam ifade ederdi.

Bu konuda daha sonra yapılan açıklama şöyledir: “Aynı şekilde yurdumuzu işgal eden ve dört sene topraklarımızda kalan müstevliler, Birinci Dünya Harbi’ni sonlandırdıkları için İzmir’i 6 Eylül 1922 Çarşamba günü terk etti. 9 Eylül 1922 Cumartesi günü ordumuz İzmir’e girdi.”

Bu açıklamada bence unutulan bir tarih var: 30 Ağustos 1922 Büyük Taarruz. 26 Ağustos 1922’de Kocatepe’de   başlayan  taarruz  sonucunda 9 Eylül 1922’de Türk ordusu İzmir’e girmiştir.

Sevr Anlaşması (Le Traité de Sèvres) Türk Milleti’ne kurulan büyük tuzaktır. (https://mjp.univ-perp.fr/traites/1920sevres.htm) Cumhurbaşkanı  Erdoğan 14 Aralık 2016 tarihinde   “Yaşadığımız bu dönem en az İstiklal harbi kadar zordur. Bugün adı konulmamış bir Sevr tehdidi ile karşı karşıyayız” diyerek Sevr Anlaşması’na atıfta bulunmuştur.   Osmanlı Devleti’nin 1920 yılında imzaladığı Sevr Anlaşması Türklere Orta Anadolu’da 120 bin kilometrekarelik bir bölgeyi bırakıyordu. Sevr, emekli Büyükelçi Osman Olcay’a göre 102 oturumda hazırlanan 433 maddelik bir idam fermanıydı. (Sevr Antlaşmasına Doğru, AÜSBF Yayını, Ankara, 1981. http://kitaplar.ankara.edu.tr/dosyalar/pdf/054.pdf)

Eğer Lozan Anlaşması olmasaydı, Sevr Anlaşması sonucunda kazananlar alacaklarının alıp gideceklerdi. Neleri alıp gideceklerin listesi aşağıdadır. Sevr Anlaşması ile;

  • Teorik olarak bağımsız hale gelen, ancak Türklerin vesayetinden Avrupalıların vesayetine geçen Arapça konuşan kısımlarını imparatorluktan ayırır.
  • Milletler Cemiyeti, Fransa’ya bu yeni devletleri kademeli olarak bağımsızlığa götürmesi için Suriye ve Lübnan üzerinde bir yetki verir.
  • Büyük Britanya, yeni Filistin, Ürdün ve Irak devletleri için manda alır. Arabistan fiilen bağımsız hale gelir.
  • Anlaşma, İtalya’nın Rodos adası da dâhil olmak üzere On iki Adalar takımadalarına sahip olduğunu onaylar.
  • Ege Denizi’ni Karadeniz’e bağlayan boğazların uluslar arası bir komisyon gözetiminde silahsızlandırılmasını dayatır.
  • Anlaşma, Yunanistan’a büyük Smyrna şehri de dâhil olmak üzere Anadolu’nun batı kıyısını verir.
  • Rusya, Türkiye’nin Ermeni topraklarının yeniden gruplandırılmasıyla bağımsız bir Büyük Ermenistan’ın kurulmasını sağlar.
  • Anadolu’nun doğu kesimlerinde özerk bir Kürdistan kurulur.

Sevr paylaşımını hazırlayan ABD Başkanı Woodrow Wilson’dur. ABD Planı’nın kabul edilmemesine bozulmuş, Lozan’ı onaylamamıştır. Türk düşmanı İngiltere Başbakanı David Lloyd George da 29 Ekim 1919 tarihinde Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmada da şunları söylemiştir: “Dünyanın en zengin topraklarından biri olan geniş bir ülkeyi Türk’ün mahvedici nüfuzundan azat eyledik. Medeniyet yüzlerce yıl bu yolda başarısızlığa uğradıktan sonra İngiltere bunu gerçekleştirdi.” (Taha Akyol, Bilinmeyen Lozan, İstanbul, 2014, s. 23).

Lloyd George’un Atatürk hakkında “İnsanlık tarihi birkaç yüzyılda bir dahi yetiştirebiliyor. Şu talihsizliğimize bakınız ki Küçük Asya’da çıktı. Hem de bize karşı. Elden ne gelebilirdi?”  dediği söylense de, bu konuda kanıt yoktur. Lloyd George’un Birinci Dünya Savaşı anılarını bir araya getirdiği War Memoirs of David Lloyd George adlı iki ciltlik kitapta bu yönde bir söz yer almamaktadır (http://www.on-island.net/History/LLoyd-George/v6.pdf). SBF’den arkadaşım Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın Yakın Tarihin Gerçekleri kitabında  (s. 106) bu sözün doğruluğunun belgelenemediği belirtilmektedir. Belgelenmese de bu ifade, bir gerçeğin açıklanmasıdır.

Sevr Anlaşması, Birinci Dünya Savaşı sonrasında İtilaf Devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasında 10 Ağustos 1920 tarihinde  Paris’in batı banliyösü Sevr (Sevres) kasabasındaki Seramik Müzesi’nde (Musée National de Céramique) imzalanmıştır. Bu müze, Türkiye için Anlaşma’nın imzalandığı yer olması bakımından önemlidir. Bir diğer önemi de, Ermenilerin müzenin önüne 8 Mart 2001 tarihinde sözde Ermeni Soykırım Anıtı dikmesidir.

 Anıtın üzerinde “1915’te Jön Türk Hükümeti tarafından Birinci Dünya Savaşı’nda soykırıma uğratılan 1,5 milyon Ermenin anısına” yazılıdır. Bu ifade Auschwitz- Birkenau toplama kampının önünde de vardır. Bir farkla: 1,5 milyon Yahudi 1,5 milyon Ermeni olarak değiştirilmiştir. Bu, uluslararası intihaldir.

Mahatma Gandi Sevr Anlaşması’nı adaletsizlik anıtı olarak adlandırmıştır: “Türkiye’ye barış diye imzalatılan bu anlaşma uzun süre yürürlükte kalırsa onur kırıcılığın ve insan yapısı adaletsizliğin bir anıtı olacaktır. Savaşta talihi yaver gitmedi diye kahraman ve cesur bir ırkın yok edilmeye çalışılması insanlığın bir zaferi olmayacak, fakat insanlık dışı davranışın bir örneği olarak tarihe geçecektir.” (Ravindra Kishore Sinha, Kurtuluş Savaşı, Devrimler, Mustafa Kemal ve Mahatma Gandi, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1972, s.102-181)

Amerikalı tarihçi Paul C. Helmreich  Sevr Anlaşması için 19’ncu yüzyıl sömürgeciliğini izleyen önemli bir emperyalist çözüm  demiştir: “Herkesin Türkiye’de bir çıkarı vardı; olmayanlar da icat ediyordu. Bir anlamda, çıkar çatışmalarının da ötesine geçilmiş, yıllara yayılan uyutma anlaşmaları süreci, yerini nefret tutumuna bırakmıştı. Barbar bir ulus olan Türkleri, Avrupa’dan kovma fırsatı kaçırılmamalıydı. Lloyd George, sezgi gücünü yitirmiş, Türklerin İstanbul’dan çıkarılmasında diretiyordu. Türkiye topraklarında, neredeyse akla gelebilecek bütün azınlıklar için birer ülke planlanıyordu. Büyük güçler, kamp ateşinin çevresinde, aç gözlerle fırsat kollayan kurtlar gibiydi”. (Paul C. Helmreich, From Paris to Sevres: The Partition of the Ottoman Empire at the Peace Conference of 1919-1920, Ohio State University Press, 1986. Türkçesi Sevr Entrikaları, Sabah Yayınları, İstanbul, 1996, s. 22)

İtilaf Devletleri, Osmanlı topraklarını Birinci Dünya Savaşı sonrasında işgal etmiş,  Meclis dağıtılmış, Osmanlı Hükümeti her söyleneni yerine getiren bir  duruma  düşürülmüş, toprak paylaşımı savaş devam ederken 9  anlaşma,   bildiri ve konferans  ile  önceden belirlenmişti: İstanbul Mutabakatı (Mart-Nisan 1915), Londra Anlaşması (26 Nisan 1915), Hüseyin-Mc Mahon Mutabakatı (Temmuz 1915-Mart 1916), Sykes-Picot Anlaşması (6-16 Mayıs 1916), Saint-Jean de Maurienne Anlaşması (18 Ağustos 1917), Balfour  Bildirisi (2 Kasım 1917), Hogarth Bildirisi (Ocak 1918), Yediler  Bildirisi (Haziran 1917) ve San Remo Konferansı (19-26 Nisan 1920). (Ana Britannica, Cilt 27, Ana Yayıncılık, İstanbul, 1994, s. 361)

Sevr Anlaşması’nda; İskenderun, Adana, Mersin ve Çukurova’yı içine alan Fransız nüfuz bölgesi, Sivas’ın Kuzeyine kadar uzanıyordu (Ek Protokol). Antalya merkez olmak üzere, Bursa’dan Kayseri’ye çekilen, Afyonkarahisar’dan geçen hattın Güneyinde kalan Güneybatı Anadolu ve günümüzde de tartışma konusu olan 12 ada İtalyan nüfuz bölgesi oluyordu (Ek Protokol).

Yunanistan; İzmir’le birlikte Batı Anadolu’yu, Edirne ve Gelibolu dâhil, tüm Trakya’yı ve Ege adalarını alıyordu (Md. 84-87). İstanbul, Marmara Denizi ve Çanakkale, Türk askerinden arındırılarak İtilaf Devletleri’nin denetimine bırakılıyordu. (Jacques de Benoist – Mechin, Mustafa Kema  Bir İmparatorluğun Ölümü, Bilgi Yayınları, Ankara, 1997, s.192).

Sevr Anlaşması’nın 62-64’ncü maddeleri Kürdistan ile ilgilidir.  Kürdistan, Lozan Anlaşması ile tarih olmuştur.  PKK’nın Kandil’deki yöneticilerinden Murat Karayılan geçmişte “Kürt inkârı üzerinde şekillenen Lozan Anlaşması artık ortadan kalkıyor”  diyerek Lozan üzerinden Sevr Antlaşmasına atıfta bulunmuştur.

Sevr Anlaşması’nın 88-93’ncü maddeleri Ermenistan ile ilgilidir. Sevr Anlaşması’nda Kars, Erzurum dâhil ülkenin doğusu tümüyle Bağımsız Ermeni Cumhuriyeti adıyla Ermenilere verilmiştir. Paris Barış Konferansı sürecinde Ermenistan’ın sınırları konusu ABD Başkanı Wilson’un hakemliğine bırakılmış, Wilson da General James G. Harbord başkanlığındaki bir Amerikan heyetini incelemelerde bulunmak üzere 1919 sonbaharında Türkiye’ye göndermiştir. 1919 Eylül ve Ekim aylarında Türkiye’de incelemeler yapan Harbord, vardığı sonuçları bir raporla ABD Kongresi’ne sunmuştur.

Raporda; Türkler ile Ermenilerin barış içinde yüzyıllarca yan yana yaşadıkları, tehcir sırasında Türklerin de Ermeniler kadar acı çektikleri, Ermenilerin Türkiye’de hiçbir zaman çoğunlukta olmadıkları ve olaylara ilişkin acıklı ve korkunç iddiaların yanlış olduğu tespit edilmiştir. ABD Kongresi rapor üzerine 1920 Nisan ayında Ermenistan’a mandater olunmasını reddetmiştir.

Sevr Anlaşması Osmanlı Devleti’nin Ermenistan’ı özgür ve bağımsız bir devlet olarak tanımasını hükme bağlamış, sınırın tespitini ise Wilson’un hakemliğine bırakmıştır. ABD Başkanı Woodrow Wilson da 22 Kasım 1920’de Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis illerini Ermenistan’a vermiştir. Batı Ermenistan Lozan Anlaşması ile tarih olmuştur.

Ermenistan Milli Marşı’nda ”Topraklarımız işgal altında, bu toprakları azat etmek için ölün, öldürün’‘ yazılıdır.  Karabağ’da katliam yapan Ermeni kuvvetlere komutanlık yapan eski Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’dır. Erivan´da yapılan Gelişen Ermenistan Partisi’nin 4’ncü Kurultayına katılan Sarkisyan’ın, “Bağımsızlık Karabağ halkının seçimidir. Uluslar arası hukuk dahi bu konuda farklı yaklaşım ortaya koyamaz” dediğini unutmayalım.

Sevr Anlaşması Atatürk’ün ifadesiyle Türk Milleti’ne kurulan büyük suikasttır. Lozan Anlaşması Cumhuriyetimizin 100’ncü yılı olan 2023’te son bulacak diyenleri  kınıyor, bu konuda yanlış bilgilerle donatılan iyi niyetli bazı üniversiteli gençleri gerçekleri görmeye davet ediyorum.

Bu gençlerden ikisi geçmişte Ankara’daki bir vakıf üniversitesindeki Avrupa Birliği dersimde Avrupa Birliği ile  imzalanmış “Ankara Anlaşması” ve “Katma Protokolü”’ anlatırken bana Lozan Anlaşması’nın gizli maddeleri olduğunu,  2023 yılında son bulacağını, bunun doğru olup olmadığını sordular. Ben de 143 madde arasında böyle bir gizli maddenin olmadığını, anlaşma metninin gerek Türkçesinde ve gerekse orijinal Fransızca metninde  bu  maddenin  bulunmadığını, Lozan Anlaşması’na taraf çok sayıda ülke olduğunu, onaylı birer örneğinin tüm imzacı ülkelere verildiğini, Lozan’ın, bir veya birkaç ülke için gizli maddelerinin olmasının mümkün olmadığını açıkladım.

Sevr Anlaşması’nın, 1923 Lozan Anlaşması ile  ortadan kaldırıldığını  söylememe rağmen   bana inanmadılar. Bu iki öğrenciye ve tüm sınıfa Paris’in Sevr banliyösünde bulunan Seramik Müzesi’nde  Anlaşma’nın imzalandığını, daha sonra bu Müze’nin önüne Ermenilerin sözde Ermeni soykırımı anıtı diktiklerini, böylece Sevr Anlaşması’ndaki büyük Ermenistan’a atıfta bulunduklarını da söyledim. Lozan Anlaşması’nın orijinal  Fransızca  aslının  Paris’te, Fransız Dışişleri Bakanlığı Arşivi’nde muhafaza edildiğini   özellikle belirttim. Anlaşma’nın görüntülerinin tıpkıbasımının yayınlanması amacıyla İş Bankası Kültür Yayınları tarafından Türkiye’ye getirildiğini de açıkladım.

İki öğrencime   doğru olmayan bilgileri  nereden öğrendiklerini sordum. Her iki öğrencim de lisedeki derslerde  kendilerine bu şekilde öğretildiğini açıkladılar. Bunun üzerine o dönemde Milli Eğitim Bakanı olan, Anadolu Üniversitesi’nden arkadaşım  Prof. Dr. Nabi Avcı’nın özel kalemine bu durumu aktararak  Sayın Bakanı bilgilendirmesini, istendiğinde bu öğrencilerin isimlerini verebileceğimi,  bu yanlış ve kasıtlı bilgileri veren öğretmenler hakkında soruşturma açılması gerektiğini bildirdim. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmamalarını,   Taha Akyol’un  “Bilinmeyen Lozan”  kitabını okumalarını önerdim.  Akyol’un  ilk Meclis, İngiltere Avam Kamarası ve  Lozan Konferansı tutanaklarına dayandırdığı  kitabında  tüm gerçekler açıklanmaktadır.

Lozan’da büyük Türk zaferi düşmana onaylatılmış,  eksikler olsa da yapılabilecek olanın azamisi o günkü şartlarda yapılmış,  Osmanlı bütçesinin üçte ikisini alıp götüren Düyun-u Umumiye ve kapitülasyonları kaldırılarak bağımsız Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. 23 Temmuz 1923 günlü Tevhid-i Efkâr gazetesinde  Ebuzziya Zade Velid, imparatorluk topraklarının kaybından üzüntüsünü belirtmiştir; ama  Lozan Anlaşması hakkında da şu doğru  tespiti yapmıştır: “Delegelerimiz siyasi ve iktisadi istiklalimiz açısından mevcudiyetimizi ve milli inkişafımızı sağlayacak bütün esasları kurtarmaya muvaffak oldular.”

Lozan’da kapitülasyonların kaldırılması, Osmanlı borçlarının makul ölçüde ödenerek tasfiye edilmesi, Duyun-u Umumiye İdaresine son verilmesinin karara bağlanması, Musul petrollerinden pay alınması,  ekonomik kalkınma için çok önemli bir zırh olan gümrüklere gecikmeli de olsa egemen olunması, kabotaj hakkının elde edilmesi önemli kazanımlardır. Lozan Anlaşması ve ona ekli Ticaret Sözleşmesi ile beş yıllık bir gecikme ile Türkiye gümrüklerine hâkim olabilmiştir. Böylece  Osmanlı’dan farklı olarak   yeni genç Cumhuriyet sanayileşmiş Batılı ülkelerinin açık pazarı olmaktan kurtarılmıştır.

Bu konuda Erhan Bener’in  “Bürokratlar” (Remzi Kitapevi, 2002) kitabının üçüncü cildindeki  tespitler önemlidir.  O yıllarda Daimi Temsilci (Büyükelçi)  olan  Cahit Kayra, “OECD Türkiye’ye Yardım Konsorsiyomu”nun Türkiye’ye yapılacak yardım için ileri sürdüğü şartları, Osmanlı devletine kabul ettirilen Duyun-u Umumiye şartlarına benzetir: “Bizim okullarda Sevr Anlaşması’nı sadece imparatorluğun coğrafya bakımından parçalanmasını sağlayan bir anlaşma diye okuturlar. Oysa içindeki ekonomik, mali hükümler bu parçalanmadan çok daha önemlidir. Daha sonra, Lozan Anlaşması sırasında, toprak parçalanmasına önem vermeyen sömürgeci devletler, Sevr’in ekonomik ve mali hükümlerini uygulamakta çok direnmişlerdi. Bana kalsa, okullarımızda, Lozan’dan çok, Sevr Anlaşması’nı okutmak gerekir. O zaman gençlerimiz bugünü daha iyi anlayabilirler.”

Kayra’nın tespitleri doğrudur. Çünkü Paris’te görev yaptığım 1985-1990 döneminde “OECD Türkiye’ye Yardım Konsorsiyumu” toplantılarını Devlet Planlama Teşkilatı adına Planlama Müşaviri olarak izliyordum. O dönemdeki gelişmeler Cahit Kayra’nın yorumuyla  “Sevr Dosyası” başlığıyla Boyut Yayınların tarafından  basılmıştır. Lozan’a dil uzatanlar bu kitabı mutlaka okumalıdır. Türkiye’nin Lozan’daki ekonomik kazanımlarını “Türkiye Ekonomisi” kitabımda da (Beta, İstanbul)  ayrıntılı olarak açıkladım.

Türkiye’nin Lozan’daki ekonomik kazanımları  yerine getiremeyeceği zannedilmiştir.   24 Temmuz 1973 tarihinde  İsmet İnönü’ye soru yönelten Nazmi Kal’a İnönü’nün verdiği cevap çok önemlidir:  “Biz Lozan’da öyle taahhütler altına girdik ki, İtilaf devletleri bizim bu taahhütleri yerine getiremeyeceğimizi zannettiler. Anlaşmaya göre bizim bunları 10 sene içinde yerine getirmemiz gerekiyordu. Ama biz 5 sene içinde yerine getirdik.” 

Lozan’daki en büyük ekonomik başarı  kapitülasyonların kaldırılmasıdır. Taha Akyol’un 26 Temmuz 2017 tarihinde yayınlanan Lozan Zırvaları”  başlıklı yazısında yer alan  karikatür,  Lozan öncesinin ekonomik durumunu anlatması açısından çok önemlidir.  22 Temmuz 1909 tarihinde Cumhuriyet’in ilanından 14 yıl önce Kalem dergisinde yayınlanan karikatürde Osmanlı  askeri elinde silah ineğin bekçiliğini yapıyor, yabancılar gelip kovalarla süt sağarak götürüyor.

Lozan’da elde edilenleri küçümseyenlere bir hatırlatmada bulunmak isterim. İsmet İnönü  Lozan’da müttefiklerin kendisinden çok daha yaşlı ve tecrübeli diplomatlarının  karşısına çıktığında henüz 38 yaşında idi ve de bir asker olmasına rağmen ekonomik baskılara boyun eğmemişti. Kendi ifadesiyle Lozan’da en önemli baskı, mali ve ekonomik  yönde olmuştur.  İsmet İnönü’nün mali konulardaki hassasiyetini yansıtan olayları  bilmek gerekir:

” Mali ihtiyaçlar esnasında, ben bir defa, 5 milyon lira kadar bir kredi açılması için bir banka ile müzakereye girilmesini arzu etmiştim. Bana gelen cevapta, sene içinde devam edecek 5 milyon liralık bir kredi de bir istikraz demektir, istikraz muamelesini tamamlayarak konuşma açabiliriz, deniliyordu. Anladım ki, eski fikirler olduğu gibi duruyor. En ufaktan, ihtiyaç halinde bunaldık kanaati hasıl olmuştur. Bunları silmek lazımdır. Derhal cevap verdim: İhtiyacımız yoktur, meselemiz de yoktur. Kestim, attım. Bu şekil muamele, öyle bir memlekete yapılıyor ki, bu memleket iki asırdan beri mali istikrarsızlığından dolayı içeride idaresini düzeltememiş, hiçbir kalkınma yatırımını kendi kudreti ile yapamamış, bunu daima yabancı devletlerin istikrazlarından beklemeye alışmış ve nihayet istikrazlarla günlük idarenin ve ihtiyaçların açıklarını kapatırken , bunu büyük faizle, çok düşük ihraç fiyatı ile yaparken, aynı zamanda birtakım imtiyazlar vermeye de alışmıştır. Böyle bir idareyi anane olarak takip ederek gelmiş bir memleketi her zaman amana getirmek mümkün olduğu kanaatindeydiler. Bunu bana muahede esnasında açıktan söylemişlerdi. Bu dikkatle, memleketin ihtiyaç zamanlarında büyük buhran devirleri atlatılabilmiş, Lozan Muahedesi hükümlerinin temellerine toz kondurulmamıştır… Kabotaj hakkı, yani kendi karasuları içinde kendi sancağı ile nakliyesinin idare edilmesi hakkı, iki sene sonra kullanılmak üzere bir kayda bağlanmıştır. Lord Curzon ile bir gece toplantısında bulundum. Beraberdik. İkimiz vardık, bir de Amerika Murahhası Mr. Chaild vardı. Lord Curzon bana dedi ki ‘Konferanstan bir neticeye varacağız. Ama memnun ayrılmayacağız. Hiçbir işte bizi memnun etmiyorsunuz. Hiçbir dediğimizi makul olduğuna, haklı olduğuna bakmaksızın kabul etmiyorsunuz. Hepsini reddediyorsunuz. En nihayet şu kanaate vardık ki, ne reddederseniz hepsini cebimize atıyoruz. Memleketiniz haraptır. İmar etmeyecek misiniz? Bunun için paraya ihtiyacınız olacaktır. Parayı nereden bulacaksınız? Para bugün dünyada bir bende var, bir de yanımdakinde. Unutmayın ne reddederseniz hepsi cebimdedir. Nereden para bulacaksınız, Fransızlardan mı? ”Ben, evet dedim. Curzon sözlerine devam etti: ‘Para kimsede yok. Ancak biz verebiliriz. Memnun olmazsak kimden alacaksınız? Harap bir memleketi nasıl kurtaracaksınız? İhtiyaç sebebiyle yarın para istemek için karşımıza gelip diz çöktüğünüz zaman, bugün reddettiklerinizi cebimizden birer birer çıkartıp size göstereceğiz. ‘Lord Curzon’un sözleri bittiği zaman kendisine dedim ki, şimdi meseleleri halledelim, para istemek için gelirsem o zaman gösterirsiniz. Lord Curzon’un bu sözleri kulağımda kalmıştır ve sözünün geçtiği her yerde hatırlamışımdır. Lozan Konferansı olalı 45 sene geçti. Bu sözleri hiçbir zaman unutmadım. Bu 45 sene içinde para almak için müracaat ettiğimiz her yerde bu ihtimalleri görmüşümdür. Hakikat şudur ki, İkinci Cihan Harbi kapı önünde görününceye kadar mali bakımdan bize kolaylık gösterilmemiştir. Ve Türkiye kendisini kendi alın teri ile tamir ederek İkinci Cihan Harbini idrak etmiştir.” 

Lozan Anlaşması konusunda son sözü  Atatürk  söylemiştir: “Saygıdeğer Efendiler, Lozan Barış Anlaşması’nın içine aldığı esasları, diğer  barış teklifleriyle  daha çok karşılaştırmaya gerek olmadığı kanısındayım. Lozan Barış Anlaşması, Türk Ulus’una yüzyıllardan beri hazırlanmış  ve Sevr Anlaşması ile  tamamlandığı sanılmış  büyük bir suikastın yıkılışını anlatan bir belgedir.  Osmanlı tarihinde benzeri bulunmayan bir siyasal utku eseridir” (1927, Söylev, II, s. 76, 24 Temmuz 1933, Hakimiyet-i Milliye Gazetesi Birleşik Krallık açısından değerlendirmeyi ise İngiliz Sir Andrew Ryan  yapmıştır:: “Lozan’da onursuz bir barış imzaladık. Lozan, Birleşik Krallığın  şimdiye  kadar imzalamış olduğu anlaşmaların en uğursuzu, en mutsuzu, en kötüsüdür.”

Bilinmelidir ki Lozan’ı beğenmeyenler Sevr’e zemin hazırlarlar. Bağımsızlığımızın ve dünya üzerinde saygın bir ülke olarak yer almamızın tapusu olan Lozan Anlaşması’nın hangi şartlarda imzalandığını ve bugüne yansımalarını iyi bilmemiz gerekir. Lozan Anlaşması Türkiye’nin tapu senedidir.

Sözcü Gazetesi’nde Deniz Zeyrek’in 31 Ağustos’ta yayınlanan yazısının başlığı “Keşke esir kalsaymışsınız” idiSayın Zeyrek eski TBMM Başkanını bu ifadesi sebebiyle eleştirmiştir. İsmail Kahraman “Cihan harbi bitti kazananlar alacaklarının bir kaçını alıp gittilerçekildiler.”  açıklaması bence dil sürçmesi sonucunda söylenmiş olsa gerek. Bu cümle, Sevr (Sevres) Anlaşması’nı bilmemek demektir. Sevr eğer Lozan ile ortadan kalkmasaydı, o zaman “…  kazananlar alacaklarının bir kaçını alıp gittiler” açıklaması bir anlam ifade ederdi.

Bu konuda daha sonra yapılan açıklama şöyledir: “Aynı şekilde yurdumuzu işgal eden ve dört sene topraklarımızda kalan müstevliler, Birinci Dünya Harbi’ni sonlandırdıkları için İzmir’i 6 Eylül 1922 Çarşamba günü terk etti. 9 Eylül 1922 Cumartesi günü ordumuz İzmir’e girdi.”

Bu açıklamada bence unutulan bir tarih var: 30 Ağustos 1922 Büyük Taarruz. 26 Ağustos 1922’de Kocatepe’de   başlayan  taarruz  sonucunda 9 Eylül 1922’de Türk ordusu İzmir’e girmiştir.

Sevr Anlaşması (Le Traité de Sèvres) Türk Milleti’ne kurulan büyük tuzaktır. (https://mjp.univ-perp.fr/traites/1920sevres.htm) Cumhurbaşkanı  Erdoğan 14 Aralık 2016 tarihinde   “Yaşadığımız bu dönem en az İstiklal harbi kadar zordur. Bugün adı konulmamış bir Sevr tehdidi ile karşı karşıyayız” diyerek Sevr Anlaşması’na atıfta bulunmuştur.   Osmanlı Devleti’nin 1920 yılında imzaladığı Sevr Anlaşması Türklere Orta Anadolu’da 120 bin kilometrekarelik bir bölgeyi bırakıyordu. Sevr, emekli Büyükelçi Osman Olcay’a göre 102 oturumda hazırlanan 433 maddelik bir idam fermanıydı. (Sevr Antlaşmasına Doğru, AÜSBF Yayını, Ankara, 1981. http://kitaplar.ankara.edu.tr/dosyalar/pdf/054.pdf)

Eğer Lozan Anlaşması olmasaydı, Sevr Anlaşması sonucunda kazananlar alacaklarının alıp gideceklerdi. Neleri alıp gideceklerin listesi aşağıdadır. Sevr Anlaşması ile;

  • Teorik olarak bağımsız hale gelen, ancak Türklerin vesayetinden Avrupalıların vesayetine geçen Arapça konuşan kısımlarını imparatorluktan ayırır.
  • Milletler Cemiyeti, Fransa’ya bu yeni devletleri kademeli olarak bağımsızlığa götürmesi için Suriye ve Lübnan üzerinde bir yetki verir.
  • Büyük Britanya, yeni Filistin, Ürdün ve Irak devletleri için manda alır. Arabistan fiilen bağımsız hale gelir.
  • Anlaşma, İtalya’nın Rodos adası da dâhil olmak üzere On iki Adalar takımadalarına sahip olduğunu onaylar.
  • Ege Denizi’ni Karadeniz’e bağlayan boğazların uluslar arası bir komisyon gözetiminde silahsızlandırılmasını dayatır.
  • Anlaşma, Yunanistan’a büyük Smyrna şehri de dâhil olmak üzere Anadolu’nun batı kıyısını verir.
  • Rusya, Türkiye’nin Ermeni topraklarının yeniden gruplandırılmasıyla bağımsız bir Büyük Ermenistan’ın kurulmasını sağlar.
  • Anadolu’nun doğu kesimlerinde özerk bir Kürdistan kurulur.

Sevr paylaşımını hazırlayan ABD Başkanı Woodrow Wilson’dur. ABD Planı’nın kabul edilmemesine bozulmuş, Lozan’ı onaylamamıştır. Türk düşmanı İngiltere Başbakanı David Lloyd George da 29 Ekim 1919 tarihinde Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmada da şunları söylemiştir: “Dünyanın en zengin topraklarından biri olan geniş bir ülkeyi Türk’ün mahvedici nüfuzundan azat eyledik. Medeniyet yüzlerce yıl bu yolda başarısızlığa uğradıktan sonra İngiltere bunu gerçekleştirdi.” (Taha Akyol, Bilinmeyen Lozan, İstanbul, 2014, s. 23).

Lloyd George’un Atatürk hakkında “İnsanlık tarihi birkaç yüzyılda bir dahi yetiştirebiliyor. Şu talihsizliğimize bakınız ki Küçük Asya’da çıktı. Hem de bize karşı. Elden ne gelebilirdi?”  dediği söylense de, bu konuda kanıt yoktur. Lloyd George’un Birinci Dünya Savaşı anılarını bir araya getirdiği War Memoirs of David Lloyd George adlı iki ciltlik kitapta bu yönde bir söz yer almamaktadır (http://www.on-island.net/History/LLoyd-George/v6.pdf). SBF’den arkadaşım Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın Yakın Tarihin Gerçekleri kitabında  (s. 106) bu sözün doğruluğunun belgelenemediği belirtilmektedir. Belgelenmese de bu ifade, bir gerçeğin açıklanmasıdır.

Sevr Anlaşması, Birinci Dünya Savaşı sonrasında İtilaf Devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasında 10 Ağustos 1920 tarihinde  Paris’in batı banliyösü Sevr (Sevres) kasabasındaki Seramik Müzesi’nde (Musée National de Céramique) imzalanmıştır. Bu müze, Türkiye için Anlaşma’nın imzalandığı yer olması bakımından önemlidir. Bir diğer önemi de, Ermenilerin müzenin önüne 8 Mart 2001 tarihinde sözde Ermeni Soykırım Anıtı dikmesidir.

 Anıtın üzerinde “1915’te Jön Türk Hükümeti tarafından Birinci Dünya Savaşı’nda soykırıma uğratılan 1,5 milyon Ermenin anısına” yazılıdır. Bu ifade Auschwitz- Birkenau toplama kampının önünde de vardır. Bir farkla: 1,5 milyon Yahudi 1,5 milyon Ermeni olarak değiştirilmiştir. Bu, uluslararası intihaldir.

Mahatma Gandi Sevr Anlaşması’nı adaletsizlik anıtı olarak adlandırmıştır: “Türkiye’ye barış diye imzalatılan bu anlaşma uzun süre yürürlükte kalırsa onur kırıcılığın ve insan yapısı adaletsizliğin bir anıtı olacaktır. Savaşta talihi yaver gitmedi diye kahraman ve cesur bir ırkın yok edilmeye çalışılması insanlığın bir zaferi olmayacak, fakat insanlık dışı davranışın bir örneği olarak tarihe geçecektir.” (Ravindra Kishore Sinha, Kurtuluş Savaşı, Devrimler, Mustafa Kemal ve Mahatma Gandi, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1972, s.102-181)

Amerikalı tarihçi Paul C. Helmreich  Sevr Anlaşması için 19’ncu yüzyıl sömürgeciliğini izleyen önemli bir emperyalist çözüm  demiştir: “Herkesin Türkiye’de bir çıkarı vardı; olmayanlar da icat ediyordu. Bir anlamda, çıkar çatışmalarının da ötesine geçilmiş, yıllara yayılan uyutma anlaşmaları süreci, yerini nefret tutumuna bırakmıştı. Barbar bir ulus olan Türkleri, Avrupa’dan kovma fırsatı kaçırılmamalıydı. Lloyd George, sezgi gücünü yitirmiş, Türklerin İstanbul’dan çıkarılmasında diretiyordu. Türkiye topraklarında, neredeyse akla gelebilecek bütün azınlıklar için birer ülke planlanıyordu. Büyük güçler, kamp ateşinin çevresinde, aç gözlerle fırsat kollayan kurtlar gibiydi”. (Paul C. Helmreich, From Paris to Sevres: The Partition of the Ottoman Empire at the Peace Conference of 1919-1920, Ohio State University Press, 1986. Türkçesi Sevr Entrikaları, Sabah Yayınları, İstanbul, 1996, s. 22)

İtilaf Devletleri, Osmanlı topraklarını Birinci Dünya Savaşı sonrasında işgal etmiş,  Meclis dağıtılmış, Osmanlı Hükümeti her söyleneni yerine getiren bir  duruma  düşürülmüş, toprak paylaşımı savaş devam ederken 9  anlaşma,   bildiri ve konferans  ile  önceden belirlenmişti: İstanbul Mutabakatı (Mart-Nisan 1915), Londra Anlaşması (26 Nisan 1915), Hüseyin-Mc Mahon Mutabakatı (Temmuz 1915-Mart 1916), Sykes-Picot Anlaşması (6-16 Mayıs 1916), Saint-Jean de Maurienne Anlaşması (18 Ağustos 1917), Balfour  Bildirisi (2 Kasım 1917), Hogarth Bildirisi (Ocak 1918), Yediler  Bildirisi (Haziran 1917) ve San Remo Konferansı (19-26 Nisan 1920). (Ana Britannica, Cilt 27, Ana Yayıncılık, İstanbul, 1994, s. 361)

Sevr Anlaşması’nda; İskenderun, Adana, Mersin ve Çukurova’yı içine alan Fransız nüfuz bölgesi, Sivas’ın Kuzeyine kadar uzanıyordu (Ek Protokol). Antalya merkez olmak üzere, Bursa’dan Kayseri’ye çekilen, Afyonkarahisar’dan geçen hattın Güneyinde kalan Güneybatı Anadolu ve günümüzde de tartışma konusu olan 12 ada İtalyan nüfuz bölgesi oluyordu (Ek Protokol).

Yunanistan; İzmir’le birlikte Batı Anadolu’yu, Edirne ve Gelibolu dâhil, tüm Trakya’yı ve Ege adalarını alıyordu (Md. 84-87). İstanbul, Marmara Denizi ve Çanakkale, Türk askerinden arındırılarak İtilaf Devletleri’nin denetimine bırakılıyordu. (Jacques de Benoist – Mechin, Mustafa Kema  Bir İmparatorluğun Ölümü, Bilgi Yayınları, Ankara, 1997, s.192).

Sevr Anlaşması’nın 62-64’ncü maddeleri Kürdistan ile ilgilidir.  Kürdistan, Lozan Anlaşması ile tarih olmuştur.  PKK’nın Kandil’deki yöneticilerinden Murat Karayılan geçmişte “Kürt inkârı üzerinde şekillenen Lozan Anlaşması artık ortadan kalkıyor”  diyerek Lozan üzerinden Sevr Antlaşmasına atıfta bulunmuştur.

Sevr Anlaşması’nın 88-93’ncü maddeleri Ermenistan ile ilgilidir. Sevr Anlaşması’nda Kars, Erzurum dâhil ülkenin doğusu tümüyle Bağımsız Ermeni Cumhuriyeti adıyla Ermenilere verilmiştir. Paris Barış Konferansı sürecinde Ermenistan’ın sınırları konusu ABD Başkanı Wilson’un hakemliğine bırakılmış, Wilson da General James G. Harbord başkanlığındaki bir Amerikan heyetini incelemelerde bulunmak üzere 1919 sonbaharında Türkiye’ye göndermiştir. 1919 Eylül ve Ekim aylarında Türkiye’de incelemeler yapan Harbord, vardığı sonuçları bir raporla ABD Kongresi’ne sunmuştur.

Raporda; Türkler ile Ermenilerin barış içinde yüzyıllarca yan yana yaşadıkları, tehcir sırasında Türklerin de Ermeniler kadar acı çektikleri, Ermenilerin Türkiye’de hiçbir zaman çoğunlukta olmadıkları ve olaylara ilişkin acıklı ve korkunç iddiaların yanlış olduğu tespit edilmiştir. ABD Kongresi rapor üzerine 1920 Nisan ayında Ermenistan’a mandater olunmasını reddetmiştir.

Sevr Anlaşması Osmanlı Devleti’nin Ermenistan’ı özgür ve bağımsız bir devlet olarak tanımasını hükme bağlamış, sınırın tespitini ise Wilson’un hakemliğine bırakmıştır. ABD Başkanı Woodrow Wilson da 22 Kasım 1920’de Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis illerini Ermenistan’a vermiştir. Batı Ermenistan Lozan Anlaşması ile tarih olmuştur.

Ermenistan Milli Marşı’nda ”Topraklarımız işgal altında, bu toprakları azat etmek için ölün, öldürün’‘ yazılıdır.  Karabağ’da katliam yapan Ermeni kuvvetlere komutanlık yapan eski Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’dır. Erivan´da yapılan Gelişen Ermenistan Partisi’nin 4’ncü Kurultayına katılan Sarkisyan’ın, “Bağımsızlık Karabağ halkının seçimidir. Uluslar arası hukuk dahi bu konuda farklı yaklaşım ortaya koyamaz” dediğini unutmayalım.

Sevr Anlaşması Atatürk’ün ifadesiyle Türk Milleti’ne kurulan büyük suikasttır. Lozan Anlaşması Cumhuriyetimizin 100’ncü yılı olan 2023’te son bulacak diyenleri  kınıyor, bu konuda yanlış bilgilerle donatılan iyi niyetli bazı üniversiteli gençleri gerçekleri görmeye davet ediyorum.

Bu gençlerden ikisi geçmişte Ankara’daki bir vakıf üniversitesindeki Avrupa Birliği dersimde Avrupa Birliği ile  imzalanmış “Ankara Anlaşması” ve “Katma Protokolü”’ anlatırken bana Lozan Anlaşması’nın gizli maddeleri olduğunu,  2023 yılında son bulacağını, bunun doğru olup olmadığını sordular. Ben de 143 madde arasında böyle bir gizli maddenin olmadığını, anlaşma metninin gerek Türkçesinde ve gerekse orijinal Fransızca metninde  bu  maddenin  bulunmadığını, Lozan Anlaşması’na taraf çok sayıda ülke olduğunu, onaylı birer örneğinin tüm imzacı ülkelere verildiğini, Lozan’ın, bir veya birkaç ülke için gizli maddelerinin olmasının mümkün olmadığını açıkladım.

Sevr Anlaşması’nın, 1923 Lozan Anlaşması ile  ortadan kaldırıldığını  söylememe rağmen   bana inanmadılar. Bu iki öğrenciye ve tüm sınıfa Paris’in Sevr banliyösünde bulunan Seramik Müzesi’nde  Anlaşma’nın imzalandığını, daha sonra bu Müze’nin önüne Ermenilerin sözde Ermeni soykırımı anıtı diktiklerini, böylece Sevr Anlaşması’ndaki büyük Ermenistan’a atıfta bulunduklarını da söyledim. Lozan Anlaşması’nın orijinal  Fransızca  aslının  Paris’te, Fransız Dışişleri Bakanlığı Arşivi’nde muhafaza edildiğini   özellikle belirttim. Anlaşma’nın görüntülerinin tıpkıbasımının yayınlanması amacıyla İş Bankası Kültür Yayınları tarafından Türkiye’ye getirildiğini de açıkladım.

İki öğrencime   doğru olmayan bilgileri  nereden öğrendiklerini sordum. Her iki öğrencim de lisedeki derslerde  kendilerine bu şekilde öğretildiğini açıkladılar. Bunun üzerine o dönemde Milli Eğitim Bakanı olan, Anadolu Üniversitesi’nden arkadaşım  Prof. Dr. Nabi Avcı’nın özel kalemine bu durumu aktararak  Sayın Bakanı bilgilendirmesini, istendiğinde bu öğrencilerin isimlerini verebileceğimi,  bu yanlış ve kasıtlı bilgileri veren öğretmenler hakkında soruşturma açılması gerektiğini bildirdim. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmamalarını,   Taha Akyol’un  “Bilinmeyen Lozan”  kitabını okumalarını önerdim.  Akyol’un  ilk Meclis, İngiltere Avam Kamarası ve  Lozan Konferansı tutanaklarına dayandırdığı  kitabında  tüm gerçekler açıklanmaktadır.

Lozan’da büyük Türk zaferi düşmana onaylatılmış,  eksikler olsa da yapılabilecek olanın azamisi o günkü şartlarda yapılmış,  Osmanlı bütçesinin üçte ikisini alıp götüren Düyun-u Umumiye ve kapitülasyonları kaldırılarak bağımsız Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. 23 Temmuz 1923 günlü Tevhid-i Efkâr gazetesinde  Ebuzziya Zade Velid, imparatorluk topraklarının kaybından üzüntüsünü belirtmiştir; ama  Lozan Anlaşması hakkında da şu doğru  tespiti yapmıştır: “Delegelerimiz siyasi ve iktisadi istiklalimiz açısından mevcudiyetimizi ve milli inkişafımızı sağlayacak bütün esasları kurtarmaya muvaffak oldular.”

Lozan’da kapitülasyonların kaldırılması, Osmanlı borçlarının makul ölçüde ödenerek tasfiye edilmesi, Duyun-u Umumiye İdaresine son verilmesinin karara bağlanması, Musul petrollerinden pay alınması,  ekonomik kalkınma için çok önemli bir zırh olan gümrüklere gecikmeli de olsa egemen olunması, kabotaj hakkının elde edilmesi önemli kazanımlardır. Lozan Anlaşması ve ona ekli Ticaret Sözleşmesi ile beş yıllık bir gecikme ile Türkiye gümrüklerine hâkim olabilmiştir. Böylece  Osmanlı’dan farklı olarak   yeni genç Cumhuriyet sanayileşmiş Batılı ülkelerinin açık pazarı olmaktan kurtarılmıştır.

Bu konuda Erhan Bener’in  “Bürokratlar” (Remzi Kitapevi, 2002) kitabının üçüncü cildindeki  tespitler önemlidir.  O yıllarda Daimi Temsilci (Büyükelçi)  olan  Cahit Kayra, “OECD Türkiye’ye Yardım Konsorsiyomu”nun Türkiye’ye yapılacak yardım için ileri sürdüğü şartları, Osmanlı devletine kabul ettirilen Duyun-u Umumiye şartlarına benzetir: “Bizim okullarda Sevr Anlaşması’nı sadece imparatorluğun coğrafya bakımından parçalanmasını sağlayan bir anlaşma diye okuturlar. Oysa içindeki ekonomik, mali hükümler bu parçalanmadan çok daha önemlidir. Daha sonra, Lozan Anlaşması sırasında, toprak parçalanmasına önem vermeyen sömürgeci devletler, Sevr’in ekonomik ve mali hükümlerini uygulamakta çok direnmişlerdi. Bana kalsa, okullarımızda, Lozan’dan çok, Sevr Anlaşması’nı okutmak gerekir. O zaman gençlerimiz bugünü daha iyi anlayabilirler.”

Kayra’nın tespitleri doğrudur. Çünkü Paris’te görev yaptığım 1985-1990 döneminde “OECD Türkiye’ye Yardım Konsorsiyumu” toplantılarını Devlet Planlama Teşkilatı adına Planlama Müşaviri olarak izliyordum. O dönemdeki gelişmeler Cahit Kayra’nın yorumuyla  “Sevr Dosyası” başlığıyla Boyut Yayınların tarafından  basılmıştır. Lozan’a dil uzatanlar bu kitabı mutlaka okumalıdır. Türkiye’nin Lozan’daki ekonomik kazanımlarını “Türkiye Ekonomisi” kitabımda da (Beta, İstanbul)  ayrıntılı olarak açıkladım.

Türkiye’nin Lozan’daki ekonomik kazanımları  yerine getiremeyeceği zannedilmiştir.   24 Temmuz 1973 tarihinde  İsmet İnönü’ye soru yönelten Nazmi Kal’a İnönü’nün verdiği cevap çok önemlidir:  “Biz Lozan’da öyle taahhütler altına girdik ki, İtilaf devletleri bizim bu taahhütleri yerine getiremeyeceğimizi zannettiler. Anlaşmaya göre bizim bunları 10 sene içinde yerine getirmemiz gerekiyordu. Ama biz 5 sene içinde yerine getirdik.” 

Lozan’daki en büyük ekonomik başarı  kapitülasyonların kaldırılmasıdır. Taha Akyol’un 26 Temmuz 2017 tarihinde yayınlanan Lozan Zırvaları”  başlıklı yazısında yer alan  karikatür,  Lozan öncesinin ekonomik durumunu anlatması açısından çok önemlidir.  22 Temmuz 1909 tarihinde Cumhuriyet’in ilanından 14 yıl önce Kalem dergisinde yayınlanan karikatürde Osmanlı  askeri elinde silah ineğin bekçiliğini yapıyor, yabancılar gelip kovalarla süt sağarak götürüyor.

Lozan’da elde edilenleri küçümseyenlere bir hatırlatmada bulunmak isterim. İsmet İnönü  Lozan’da müttefiklerin kendisinden çok daha yaşlı ve tecrübeli diplomatlarının  karşısına çıktığında henüz 38 yaşında idi ve de bir asker olmasına rağmen ekonomik baskılara boyun eğmemişti. Kendi ifadesiyle Lozan’da en önemli baskı, mali ve ekonomik  yönde olmuştur.  İsmet İnönü’nün mali konulardaki hassasiyetini yansıtan olayları  bilmek gerekir:

” Mali ihtiyaçlar esnasında, ben bir defa, 5 milyon lira kadar bir kredi açılması için bir banka ile müzakereye girilmesini arzu etmiştim. Bana gelen cevapta, sene içinde devam edecek 5 milyon liralık bir kredi de bir istikraz demektir, istikraz muamelesini tamamlayarak konuşma açabiliriz, deniliyordu. Anladım ki, eski fikirler olduğu gibi duruyor. En ufaktan, ihtiyaç halinde bunaldık kanaati hasıl olmuştur. Bunları silmek lazımdır. Derhal cevap verdim: İhtiyacımız yoktur, meselemiz de yoktur. Kestim, attım. Bu şekil muamele, öyle bir memlekete yapılıyor ki, bu memleket iki asırdan beri mali istikrarsızlığından dolayı içeride idaresini düzeltememiş, hiçbir kalkınma yatırımını kendi kudreti ile yapamamış, bunu daima yabancı devletlerin istikrazlarından beklemeye alışmış ve nihayet istikrazlarla günlük idarenin ve ihtiyaçların açıklarını kapatırken , bunu büyük faizle, çok düşük ihraç fiyatı ile yaparken, aynı zamanda birtakım imtiyazlar vermeye de alışmıştır. Böyle bir idareyi anane olarak takip ederek gelmiş bir memleketi her zaman amana getirmek mümkün olduğu kanaatindeydiler. Bunu bana muahede esnasında açıktan söylemişlerdi. Bu dikkatle, memleketin ihtiyaç zamanlarında büyük buhran devirleri atlatılabilmiş, Lozan Muahedesi hükümlerinin temellerine toz kondurulmamıştır… Kabotaj hakkı, yani kendi karasuları içinde kendi sancağı ile nakliyesinin idare edilmesi hakkı, iki sene sonra kullanılmak üzere bir kayda bağlanmıştır. Lord Curzon ile bir gece toplantısında bulundum. Beraberdik. İkimiz vardık, bir de Amerika Murahhası Mr. Chaild vardı. Lord Curzon bana dedi ki ‘Konferanstan bir neticeye varacağız. Ama memnun ayrılmayacağız. Hiçbir işte bizi memnun etmiyorsunuz. Hiçbir dediğimizi makul olduğuna, haklı olduğuna bakmaksızın kabul etmiyorsunuz. Hepsini reddediyorsunuz. En nihayet şu kanaate vardık ki, ne reddederseniz hepsini cebimize atıyoruz. Memleketiniz haraptır. İmar etmeyecek misiniz? Bunun için paraya ihtiyacınız olacaktır. Parayı nereden bulacaksınız? Para bugün dünyada bir bende var, bir de yanımdakinde. Unutmayın ne reddederseniz hepsi cebimdedir. Nereden para bulacaksınız, Fransızlardan mı? ”Ben, evet dedim. Curzon sözlerine devam etti: ‘Para kimsede yok. Ancak biz verebiliriz. Memnun olmazsak kimden alacaksınız? Harap bir memleketi nasıl kurtaracaksınız? İhtiyaç sebebiyle yarın para istemek için karşımıza gelip diz çöktüğünüz zaman, bugün reddettiklerinizi cebimizden birer birer çıkartıp size göstereceğiz. ‘Lord Curzon’un sözleri bittiği zaman kendisine dedim ki, şimdi meseleleri halledelim, para istemek için gelirsem o zaman gösterirsiniz. Lord Curzon’un bu sözleri kulağımda kalmıştır ve sözünün geçtiği her yerde hatırlamışımdır. Lozan Konferansı olalı 45 sene geçti. Bu sözleri hiçbir zaman unutmadım. Bu 45 sene içinde para almak için müracaat ettiğimiz her yerde bu ihtimalleri görmüşümdür. Hakikat şudur ki, İkinci Cihan Harbi kapı önünde görününceye kadar mali bakımdan bize kolaylık gösterilmemiştir. Ve Türkiye kendisini kendi alın teri ile tamir ederek İkinci Cihan Harbini idrak etmiştir.” 

Lozan Anlaşması konusunda son sözü  Atatürk  söylemiştir: “Saygıdeğer Efendiler, Lozan Barış Anlaşması’nın içine aldığı esasları, diğer  barış teklifleriyle  daha çok karşılaştırmaya gerek olmadığı kanısındayım. Lozan Barış Anlaşması, Türk Ulus’una yüzyıllardan beri hazırlanmış  ve Sevr Anlaşması ile  tamamlandığı sanılmış  büyük bir suikastın yıkılışını anlatan bir belgedir.  Osmanlı tarihinde benzeri bulunmayan bir siyasal utku eseridir” (1927, Söylev, II, s. 76, 24 Temmuz 1933, Hakimiyet-i Milliye Gazetesi Birleşik Krallık açısından değerlendirmeyi ise İngiliz Sir Andrew Ryan  yapmıştır:: “Lozan’da onursuz bir barış imzaladık. Lozan, Birleşik Krallığın  şimdiye  kadar imzalamış olduğu anlaşmaların en uğursuzu, en mutsuzu, en kötüsüdür.”

Bilinmelidir ki Lozan’ı beğenmeyenler Sevr’e zemin hazırlarlar. Bağımsızlığımızın ve dünya üzerinde saygın bir ülke olarak yer almamızın tapusu olan Lozan Anlaşması’nın hangi şartlarda imzalandığını ve bugüne yansımalarını iyi bilmemiz gerekir. Lozan Anlaşması Türkiye’nin tapu senedidir.

https://millidusunce.com/misak/turkiyenin-tapusu-lozan/

 


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum