Türk Fikir Sistemi

Bilge Han'ın "Türk! Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe senin ilini ve töreni kim yıkabilir" sözü, "Devlet-i ebed müddet" kavramı ve Mustafa Kemal'in "Türkiye Cumhuriyeti ilelebed payidar kalacaktır!" sözleri, binlerce yıllık tarih tecrübesinin ifadesidir.

Türk Fikir Sistemi
29 Kasım 2022 - 21:03

Ayhan Tuğcugil mahlasıyla İskender Öksüz tarafından

yazılan, Töre dergisinin 1976 Ocak 56.sayısında yayımlanan

“İdeolojiler Savaşı ve Türkiye” başlıklı makalenin ikinci bölümüdür.

Türkiye’de, “Peki acaba biz hangi fikir sistemini seçelim? Bizim millî, öz fikir sistemimiz hangisi olsun?” sorusu muhakkak ki son derece lüzumsuzdur. Türkler, son yağmurla yeryüzüne inmiş, nevzuhur bir millet değillerdir. Binlerce yıllık tarihe sahip bir milleti, ilk elbisesini arayan yeni doğmuş bir bebeğe benzetmek herhalde akıllı işi değil… Türkler dünyanın en eski milletlerinden, Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi de dünyanın en eski milliyetçiliklerinden biridir. Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinde de bu fikir sistemi vardır. Son bağımsız Türk Devleti’nin bütün anayasalarında, Türk Milliyetçiliği hareket noktasıdır. Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi, Türkiye’de yalnız siyasî, yalnız hukukî bir vakıa değil, aynı zamanda bir içtimaî gerçektir. Saptırmalar hangi noktaya varırsa varsın, son tahlilde bu devletten Türk Milliyetçiliğini söküp atmak, ancak milletiyle, sosyolojik anlamda cemiyetiyle birlikte bu devleti yıkmakla mümkündür. Cesareti olan deneyebilir; fakat tarihte bu işi becerebilen çıkmamıştır. Bilge Han’ın “Türk! Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe senin ilini ve töreni kim yıkabilir?” sözü, Osmanlı’nın “Devlet-i ebed müddet” kavramı ve Mustafa Kemal’in “fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebed payidar kalacaktır!” sözleri, hüsnüniyetli dilekler değil, binlerce yıllık bir tarih tecrübesinin ifadeleridir.

Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi, yalnız köklülüğü değil, aynı zamanda sistem olarak güçlülüğü, işlenmişliği ve gelişmişliği açısından da diğer fikir sistemlerine kıyasla üstündür. Orkun kitabelerine 8. asırda kazılan “Milletim için gündüz oturmadım, gece uyumadım, çalıştım!” sözleri, tarihte en iyi tercüman tarafından bile Avrupalı’ya anlatılamazdı. Çünkü Avrupalı henüz millet kavramına sahip değildi. 20. asrın Avrupa milliyetçilikleri, dolikosefal-brakisefal kafa avına çıktıklarında Ziya Gökalp, Türk Milliyetçiliğinin “milletler ailesi” kavramını va’zetmişti. Nihayet Atatürk’ün bu yazının başına aldığımız sözleri, Türk Milliyetçilerinin daha 1920′ lerde Fikir Sistemleri savaşını görebildiklerinin açık delilidir.

Köklülüğü, sistem olarak gelişmişliği ve Türkiye Cumhuriyeti’nin temel felsefesini teşkil etmesi açısından, Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi’nin durumu ne derece olumluysa, günümüzün Türk aydını tarafından benimsenmesi, anlaşılması açısından da maalesef aynı derecede olumsuzdur. Bir taraftan komünist fikir sisteminin taarruzu altında, siyaset alanında mantık dışı bir batı aleyhtarlığına kapılan kafalar, korkunç bir çelişkiyle, fikir alanında batıya tam tutsak olmuş, batıdan başka bir kaynaktan fikir sistemi doğamayacağına sofuca iman etmişlerdir. İster komünist, ister sosyal demokrat, ister liberal-kapitalist olsunlar, kendi fikir sistemlerinin batı menşeli olmasının aşağılık duygusunu taşıyan bu adamlar, batı dışından, bilhassa Türk’ten bir fikir sistemi çıkamayacağına o kadar emindirler ki Türk Milliyetçiliğine de mutlaka yine batı menşeli bir Nazi veya Faşist etiketi yapıştırmadan rahat edememekte, aşağılık duygularını teskin edememektedirler.

Bir başka sapma, Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi yerine “Atatürkçülük” teklifidir. Atatürkçülük, Atatürk’ün ölümünden sonra icat edilmiş bir klişe, bir istismar vasıtasıdır. İstismar o dereceye varmıştır ki komünistinden siyasî ümmetçisine kadar bütün fikir yelpazesi, birçok siyasî parti “Atatürkçü”, “Gerçek Atatürkçü”, “En gerçek Atatürkçü” rozetlerini çekinmeden takabilmişlerdir. Kafalardaki bulutlar o derece yoğun hale gelmiştir ki, kelli felli adamlar Türk Milliyetçileri ile komünistlerin karşısına geçip “Atatürkçü çizgide birleşin!” vecizesini söyleyebilmişlerdir. Bu saçmalık, İstiklâl Harbi’nde Kuvayı Milliyeciler ile Yunan işgal kuvvetlerine “Atatürkçü çizgide birleşin” demekten farklı değildir. Aynı tip kafalardan biri, Türk Hava Yolları’na ait bir uçağı Bulgaristan’a kaçıranlar için, “Bir Türk genci bunu yapmaz” lâfını sarf etmiş, Bulgaristan’dan gelen, “Bizim Türk olduğumuzu sana kim söyledi?” cevabı ile şaşırıp kalmıştı. Eğer Atatürk yaşasaydı ilk hakkından geleceği ekip, herhalde bu Atatürkçüler olurdu. Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi’ni reddedip Atatürkçülük’ü teklif etmek, İslâmiyeti reddedip yerine Hz. Ömercilik’i, komünizmi reddedip yerine Lenincilik’i, Nazizmi reddedip yerine Hitlercilik’i teklif etmeğe benzer. Türk Milliyetçiliğinin ismi Atatürkçülük değildir ama Atatürk, kesinlikle bir Türk Milliyetçisidir. CHP’nin bugünkü yöneticilerinin hasbelkader ve zorlukla taşıdıkları ve 1920 ve 1930’ların Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi’nin doktrini olan “Altı Ok”la, Türk Milliyetçiliğinin bugünkü doktrini “Dokuz Işık” arasındaki tarihî ve tabiî bağı görmeyenler, eğer kasıtla hareket etmiyorlarsa aptaldırlar. Gazete kültürü ile bile Ziya Gökalp — Atatürk sürekliliğini fark etmemek, özel bir geri zekâya ihtiyaç gösterir.

 

Aydınımızdaki bu fikir karışıklığının, bütün bu sapmaların temelinde yine cemiyetimize yönelen yabancı fikir sistemi saldırıları yatar. Yabancı ideolojiler, Türkiye’deki yegâne başarı imkânlarının Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi’nin mağlubiyetinde yattığını çok erken fark ettiler. Fakat devletin temelini teşkil eden bu sistemin doğrudan üzerine yürümek pek akıl kârı değildi. Mücadeleleri 30-35 sene sürdü. Bütün saçmalığına rağmen kesif bir propaganda hücumu ile önce Türk Milliyetçiliğinden farklı bir “Atatürkçülük” yanlışı yaratmak ve bunu Türk Milliyetçiliğine karşı kullanmak, ilk başarılı adımdı. Aslında “Atatürkçülük” kullanılırken de aydınımızda mevcut, fakat sistemsiz olan Türk Milliyetçiliğinden faydalanılıyordu. İkinci bir taarruz hattı, önce “inkılâpları korumak” anlamındaymış gibi takdim edilen bir “devrimcilik” kavramından yavaş yavaş “ihtilâlcilik” anlamına gelen bir kavrama geçişti. Önceleri “devrimci” inkılâpçı, özellikle “inkılâpların müdafisi” manasında kullanılırken yavaş yavaş “ihtilâlci”, özellikle “komünist ihtilâlcisi” manasını kazandı. Devrimci Gençlik Federasyonu (Dev-Genç); Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK)’teki “Devrim” kelimeleriyle herhalde şapka, harf, takvim, v. s. “inkılâpları” kastedilmemektedir. “Gerici” kelimesi de bir zamanlar “irtica” anlamına kullanırken gün geçtikçe “devrimci”nin zıddı, düşmanı, yani “komünist ihtilâle direnen” manasını aldı (komünist terminolojide- “reaksiyoner” veya “karşı devrimci”) Milliyetçi hisler ve Cumhuriyet aydınının sistemsiz milliyetçiliği bu şekilde saptırılırken ikinci bir cephe, kozmopolitlik propagandasıyla açıldı. Türk Milliyetçiliği doğrudan hedef alınmıyor, fakat çağımızda artık bütün milliyetçiliklerin modasının geçtiği, “çağdaş” fikrin, milliyetten sıyrılmış bir dünya vatandaşlığı olduğu anlatılıyordu. Türk Milliyetçiliği iyi, hoş olabilirdi ama “çağdışı” idi. Milliyeti reddetmek ise “geniş görüşlülük” , “dar kalıplardan kurtulmak” idi. Bu fikirlerin revaç bulmasında, yabancı misyon okullarının da hayli rol oynadığına işaret etmek gerekir. Dünya 20. asırda ve tam milletler mücadelesinin doruğundayken, kategorik milliyet düşmanı komünistler bile milliyetçiliği kabul eder ve yana yakıla “millet gerçeği”nden bahsederken aslında kozmopolitlik fikrinin, kendisi çağdışı idi. Ama propagandada, fikir sistemleri savaşında, bir fikrin, bir sloganın başarı sağlaması için muhakkak doğru olması gerekmez ki… Sık, sık tekrarlanması, bağırılarak tekrarlanması ve hep bir ağızdan tekrarlanması kâfidir.

Tamamen kelimeler ve kavramlarla oynamaya ve propaganda sanatının bütün inceliklerini kullanmaya dayanan bu taarruz, aslında “aydın”, “münevver” sıfatlarına asla lâyık olmayan bir kısım “okumuşlarımız” üzerinde, son derece tesirli oldu. Bu kademe aşıldıktan sonra yabancı ideoloji hücumunun işi artık kolaylaşmıştı. Nihayet 1968 -1971 döneminde komünizm, etnik bölücülük – kürtçülük, mezhepçilik bütün açıklığıyla ortaya çıktı ve serbestçe propaganda edilir oldu. Artık “Atatürkçülük” istismarına bile ihtiyaç duyulmayan, aslında zaten düşman oldukları bu Türk Milliyetçisi’ne de rahatlıkla saldırabiliyorlardı. Bir “beyin yıkama” şiddeti gösteren hazırlayıcı propagandanın zayıflattığı kafalar, bu esas hücum karşısında kolayca teslim oldu. 1950’lerin “Atatürkçüleri”, 1960’ların “devrimcileri” , ya kendileri de ne olduklarını anlamadan basbayağı komünist oluverdiler yahut da komünizmi kürtçülüğü, mezhepçiliği açık açık gördükleri halde yıkanmış beyinlerindeki devre bir türlü kapanamayan ve Lenin’de “Atatürkçülük”, Mao’da “devrimcilik” arayan entelektüel bunaklar haline geldiler.

12 Mart 1971, uçurumun kenarındaki son bağımsız Türk Devleti’ni kurtarmak için ordunun giriştiği bir harekettir. Acil bir ihtiyaca cevap olarak kapıyı çalan bir tehlikeye karşı; bir sol darbe teşebbüsüyle aynı günlerde doğdu ve önce yanıldı. Bu “devrimci”lerin “inkılâpçı” olduğu safsatasına bir nebze olsun hâlâ inanıyordu. Bazı reformlar, yani inkılâplar vadeden bir hükümet kurulursa “devrimci gençler”in, evlerine gidip oturacaklarını sandı. Darbelenerek, vurularak uyandı ve sonunda hareket; gerçekçi rayına oturdu. Fakat hâlâ çağdaş harbin, Fikir Sistemleri Savaşı’nın tekniklerinden habersizdi. Canlarını dişlerine takarak gerçekleştirdikleri işler, kesif bir propaganda hücumuyla çok kısa zamanda tesirsizleştirildi. Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinin mahkûm ettiği suçlular siyasî-hukukî oyunlarla serbest bırakılmakla kalınmadı; propaganda ile de bir anda kahraman, devletin sahipleri ise suçlu mevkiine geçirildiler. 12 Mart, tabiî olarak Türk Milliyetçiliğine dayanıyordu ama fikir, sistem olarak bilinmiyordu. 12 Mart’ın gücü vardı ama propagandası yoktu, hakkıyla anladığı bir fikir sistemi yoktu. Çağdaş harbin bu modern silâhları, fikir sistemi ve propaganda, 12 Mart’ı da bir anda İkinci Dünya Harbi’nin Majino Hattı gibi silip süpürüverdi. Bugün düşman, daha büyüyerek, daha tecrübelenerek kaldığı yerden hücumunu devam ettirmektedir.

Yeni savaş, Türkiye cephesinde bütün şiddetiyle devam ediyor. Yenilmek istemeyen bir Türkiye’nin tek kurtuluş yolu, her harpte olduğu gibi bunda da bu harbin silâhını kullanmaktır. Fikir Sistemi taarruzuna, fikir sistemi ile cevap vermektir. Türklerin tabiî fikir sistemi, Türkiye Cumhuriyeti’nin temelindeki sistem, Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi’dir. Önce öğrenilecek, sonra da uygulanacak sistem budur.
Töre dergisinden yazıyı tekrar yayınlayan https://millidusunce.com/misak/turk-fikir-sistemi/ sitesinden alınmıştır.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Günün Başlıkları