Orta Asya tarihinde sınıflar, kavgaları ve neticeleri

"İsyan hareketlerinin başına cemiyeti sınıflara, zümrelere ayıra­rak yekdiğeri üzerine saldırmayı kendi ihtiraslarına uygun gören ru­hen mütereddi insanlar geçtiği za­man, her iki taraf kudurmuş cana­varlara dönmüş ve ayaklanma kar­deş kardeşi, vatandaş vatandaşı kesmekten başka netice vermemiş­tir.

Orta Asya tarihinde sınıflar, kavgaları ve neticeleri
29 Kasım 2022 - 21:01

Prof. Abdülkadir İnan tarafından yazılan bu makale

1974 yılında Töre dergisinin 43. Sayısında yayımlanmıştır.

Bir milletin muhtelif sınıflardan müteşekkil olduğunu ve bu sınıflar­dan bazılarının bizde de bulunduğu­nu itiraf etmek kendi başına zararlı bir şey değildir. Zararlı olan şey büyük ve muazzam propaganda teşki­lâtına ve kuvvetli ideologlara malik olan beynelmilel siyasî zümrelerin “sınıf mücadelesi” propagandaları ve vatandaşları “katliam”lara teş­vik etmeleridir. “Bizde sınıf yoktur.” demekle kanaat ederek “sınıf kav­gası ve vatandaşların birbirini im­ha etmesi” lüzumunu telkin ile propaganda yapanlara fikir meydanını boş bırakmak sınıf mevcudiyetini itiraf etmekten daha çok zararlıdır.

“Sınıf kavgası” propagandasını yabancı bir kaynaktan vazife olarak alanlar o kadar kurnaz ve ayni za­manda çok müteşekkil unsurlardır ki şeytanî fikirlerini sözde milliyet­çi ve hatta devlet bütçesinden yar­dım gördüğü muhtemel olan mec­mualar vasıtasıyla neşretmesini bi­lirler.

Bana öyle geliyor ki “sınıf kav­gaları”nın tarihteki ve bugünkü neticelerini, bu “kavga” gürültülerinin “kimin yorganı için” olduğunu, bu sözde “mazlum insanlara acıyanlar”ın ne mal olduklarını gençliğe, es­nafa ve bütün mesai erbabına anlat­mak “sınıf yoktur” diye direnmekten daha çok hayırlı millî ve vata­nî vazife olsa gerektir. Bu vazifeyi yapabilecek iktisatçılarımız, tarih­çilerimiz vardır.

Ben ne iktisatçıyım ve ne tarih­çiyim. Sınıf mücadelesinin en yama­nının ve neticelerinin şahidi olduk­tan sonra tarihteki “esnaf kavgala­rı”nı ve sırf bir amatör olarak göz­den geçirdim ve tarihteki mücade­lelerin de aynı netice ile bittiğine kanaat hasıl ettim.

Orta Asya tarihinde esnaflar mü­cadelesinin tarihi ve doğurduğu ne­ticeler, bugünkü ihtilâlci Marksistlerin “sınıf mücadeleleri”ni teşvik et­melerinin içyüzünü bütün çıplaklığı ile anlayabilmek için ibretli sahifeler arz etmektedir. Orta Asya tarihinde malûm olan ilk sınıf kavgası İran Hükümdarı Kubad devrinde, yani 488-531 arala­rında başlamıştır. Bu hareketin elebaşısı Mezdek, hususî mülkiyetin kötü, bütün servetin ve kadınların müşterek olduğunu ilân ederek hal­kı meşru hükümete karşı ayaklan­maya davet etti. Aristokrasi ve de­rebeylerinin mezâlimi altında sıkıntı çeken müstahsil ve fakir halk taba­kasının hayvanî iştihâlarına tevcih edilen bu propaganda halkın derhal ayaklanmasına sebep oldu.

Bu hareketi kendi maksatları için istifade et­mek isteyen sipahiler zümresinin yardımıyla aristokrasi ve derebeyler zümresi mağlûp edildi. Hükümdar da bu mezhebi kabul etti. Çünkü o da aristokrasi zümresinin devlet işleri­ne müdahalesinden bıkmıştı. Mezdek hükümdarın baş müşaviri oldu. Sipahiler aristokrasi yerine geldi. On binlerce köylü ve esnafın binler­ce aristokrasi ve zenginlerin kanı, yüz binlerce ailenin perişanlık ve sefaleti mukabilinde sipahilerden birkaç kişi, Kubad’ın dalkavuklarından iki üç kişi; “esnaf ve fıkara” için mücadele ettiğini iddia eden Mezdek ve birkaç arkadaşı devletin ve milletin başına musallat oldular. Yir­mi sene memleket anarşi, katliamlar içinde kaldı…

Nihayet, halkın şuurlu kısmı, in­sanları hayvanlaştıran bu idareye karşı ayaklandı. Zengini, fakiri, es­nafı, amelesi Nuşirvan’ın bayrağı al­tında birleşerek Mezdekçileri orta­dan kaldırdı. Bu temizleme mücade­lesinde de İran’ı yine kan tufanı kapladı. İhtiraslar alevlendi. Her iki taraftan on binlerce günahsız insa­nın kafası koparıldı.

Devlet ve insanlık zihniyeti ile teli­fi kabil olmayan ve melek gibi halûk insanları bile yırtıcı hayvan yapan bu hayvani rejimi ortadan kaldıran Husrev Nuşirvan insanlık tarihinde “âdil” adiyle meşhur oldu.

Bu mücadelede yalnız Mezdek ve taraftarlarının kabahatli bulunduğu­nu ve muhaliflerinin masum olduklarını söylemek hakikate karşı saygısızlık olur. Mezdekçilerin sergüzeştlerine, köylü ve esnaf zümresinin âde­mi memnuniyetine, aristokrasi idare­sinin ve mezâliminin sebebiyet ver­diğine şüphe yoktur. Halkın ademi memnuniyetini Mezdek kendi ihti­rasları İçin istismar etmesini bilmiş­tir. Eski ve yeni bütün demagogların hattıhareketi budur.

İran’daki ikinci sınıf hareketi meş­hur Babek hareketidir. Bu hareket bir bakışta Arap-İslam istilâsına karşı İranlıların bir aksülâmeli gibi görünüyorsa da Mezdekçilerin gizli­ce yaptıkları propagandanın neticesi olduğunda tarihçiler ittifak ederler. Kâh Hurmîler, kâh Muhammireler (Farsça bunlara “surh alem”- kızıl bayraklılar da denir[1]) Kâh “mü beyyıza” (beyaz elbiseliler) adiyle Abbasîler ve Tahirîler devrinde meş­ru hükümete karşı ayaklanan bu mezheb mensupları daima “fukara sı­nıfı”nın menfaatini himaye perdesi altında hareket etmişlerdir.

Bu isyanların en kanlısı ve uzun müddet devam edeni Babek isyanı­dır. Babek bir rivayete göre bir dilencinin gayrimeşru evlâdı idi; diğer bir rivayete göre yağ tüccarının oğlu idi. Adı Haşan olup çok kurnaz ve ira­desi çok kuvvetli bir adamdı. “Gay­rimeşru” çocuk olması meselesi de ihtimal ki onun aileye nazarının “Mezdek” nazarı gibi olduğundan dolayı muhalifleri tarafından uydu­rulmuş olabilir.

Babek’in 816’ya (Hicrî 201) kadar olan hayatına dair esaslı tarihî malûmat yoktur. Ekserisi menkıbe­lerden ibarettir. 816’dan itibaren, ha­rekâtı bütün teferruatiyîe malûm­dur. Onun ilk hareketi 201’de oldu. Müslümanlar üzerine (yani meşru hükümet ve nizam taraftarlarına) saldırdı; kadın, çoluk çocuk deme­den hepsini kılıçtan geçirdi. Bu mu­vaffakiyetinden sonra Babek taraf­tarları çoğaldı. Tam 22 sene Abbasi devletini uğraştırdı.

Bunların hususî hayatlarına dair verilen tarihî malûmata göre, kadın erkek bir arada çalgılı, içkili eğlen­celer tertip ederler, izdivaçta iştirak esaslarına göre hareket eylerlerdi. Propagandasıyla hayvanlaştırdığı in­sanlara İştirakten bahseden Babek padişahlar gibi şatoda yaşıyordu. 200’den fazla kadını vardı. Başkala­rının kadınlarının ortak “mal” oldu­ğunu söyleyen Babekçiler, galiba, kendi kadınlarının “şahsî mülk” ol­duğuna kani idiler.

Babek’in yirmi iki senelik isyanı zamanında 100 binden fazla Müslüman öldürülmüştür. Babek taraftar­ları tenkil edilirken Müslümanlarda katliam yaptıklarından şüphe yok­tur. Yirmi senede her iki taraftan ölenlerin ve sefil kalan ailelerin sa­yısı milyona baliğ olmuş olacaktır. Esnafı ve fukarayı mesut etmek iddiasıyla yapılan bu yirmi iki yıllık mücadelenin neticesinde yirmi iki yıl rahat ve mesut yaşıysan zümre, Babek ve arkadaşları olmuştur. Zen­ginler öldürülmüş, fakirler ve esnaf sefalet içinde kalmış ve nihayet müthiş boğuşmalar ve katliamlar…

Babek isyanından sonra da in­sanlık düşmanı olan ve kana susa­yan şahıslar tarafından bu fikirler gizlice propaganda edilmekte de­vam etmiştir.

1206-7’de Buhara’da Mecanfuruş (Kalkan Tüccarının Oğlu) Sencar es­nafı “sadır”lara (yani Buhara hü­kümetine) karşı ayaklandırmıştı. Sadırlar’ı ve zenginleri kovdu, malları­nı halka dağıttı.[2] Fakat Sadırlar’ı kovduktan sonra ayak takımı ve esnafın ayaklanması neticesinde hâkimiyeti ele geçiren Sencar kendisi­ni “Melik” ilân etti, muhteşem sa­ray yaptırdı. Şahane yaşamağa baş­ladı. Halkın ne gibi “saadet”e ka­vuştuğunu bilmiyoruz. Tarihten ma­lûm olan bir şey varsa o da tarlala­rın susuz kaldığı ve arkların harap olduğudur. Her halde halk için fay­dalı bir netice alınmamış olduğu muhakkâktır.

Buhara isyanından haberdar olan Mehmet Harzemşah gelmiş ve asile­ri tecziye etmiştir. Melik Senceri ise kendi yanına alarak Harzem’e götür­müş ve eşraftan sayarak sarayında hürmet ve ikramla beslemiştir. Bu isyanın fazla kanlı olmaması­nın sebebi din reisi olan Sadır hükü­metinin halk nazarında itibardan düşmesi olmuştur. Sadır Bürhaneddin Mehmet bin Ahmed’in babası Ahmed’in yıllık iradı altı yüz bin altın dinar idi; hükümet azası olan hatip ve reislerin de serveti çok büyüdü. Bunlar şahane hayat sürüyorlardı. Orta Asya’nın halkçı sofuları da bun­lara karşı propaganda yapıyorlardı. Meşhur Yesevî’nin halifelerinden Hekim Ata bunların hayatının din ehli­nin hayatından uzak olduğunu şiirlerinde söylemektedir.

Bu isyanda “sınıf mücadelesi” a­çıkça ileri sürülmediğinden pek kanlı olmamıştır. Eğer Sencar bu hareke­ti, sırf halk hareketi, bugünkü manisiyle demokrasi hareketi olarak idare etmiş olsaydı muvaffakiyetle neticelendirecekti. Fakat, Mezdek zihniyeti taşıyan ayak takımı güru­hu bu hareketi sınıflar kavgasına çevirmek istediklerinden tam bir muvaffakiyetsizlikle bitti.

1210-1215 yıllarında “Rey”de vukua gelen Şiî’ler, Şafî’ler ve Ha­nefî’ler mücadeleleri de sınıf akide­leri taşıyan gizli ocaklar tarafından ifsad edilerek esnaf ve köylü ahali­nin zenginler üzerine saldırmalarını intaç etmiştir.

Bu mücadele o kadar kanlı ve tahripkâr olmuştur ki, 1200’de Rey şehrine gelen Yakut Hamevî harap olan mahalleleri gözüyle görmüş ve intibaların “Muaccemülbüldan” da tespit etmiştir.[3]

Onun verdiği malûmata göre “zengin mahalleler harap olmuş, fakirler ve esnaf ise şehir haricindeki ma­ğaralarda yaşıyorlardı.” Binlerce köylü imha edilmiş, bu isyandan kimsenin faydası olmamıştır… Ayni va­ziyet İsfahan’da da olmuştu.”

Serbedar’lar isyanı (1338-81) Horasan’da gizlenen ve Mezdekçiler ananesini devam ettiren serserilerin teşvikiyle esnaf ve köylüler hükü­mete karşı ayaklanmıştı. Vergi tah­sildarı olan Abdülrezzak adında bi­ri bu hareketin başına geçti. Bun­lar yemin ederken kavuklarını darağacına asarlardı. Bundan dolayı bunlara “Serbedar”lar denildi. Bun­lar Sebzevar şehrini alıp merkez ittihaz ettiler. Esnaf namına yapılan bu isyanın neticesinde Vecîheddin hükümdar oldu. Fakat bir sene son­ra arkadaşları tarafından katledildi. Bunlar 50 senelik hükümetleri esna­sında (12) Serbedar Reisi hüküme­te geçti. Bunlar hep birbirini öldüre­rek hükümeti ele almışlardır.

Bunlar arasında bir kasap, dört köle vardır. Bunlardan en uzun za­man resikârda kalanı sonuncuları olan Necmeddin’dir. Çünkü o zaman memlekette istikrar peyda olmuştu, halk da işi gücüyle meşguldü, mem­lekette asayiş yerleşmişti…

1239’da Buhara’da Mahmut Ta­rabî isyanı. Bu isyan Buhara civarındaki Tarab kasabasında hazırlandı. Komitenin reisi Mahmud adında bir falcı ve üfürükçü idi. Bunun isyanı tamamıyla Mezdek ve Babek isyanlarının karakterini taşımaktadır. Buhara ulemasıyla bozuşmuş olan bir serseri Hoca Şemseddin Mahbubî bu Mahmud’un yanına gelip cemiyetine dahil oldu. Bu serserinin maksadı Buhara ulemasına reis olmak idi.

Mahmud Tarabî etrafına bütün Buhara ülkesinin fakir ve köylüle­rini topladı ve “elinizdeki alet ve edevatı silâh olarak kullanınız. Bal­tanızı, testerenizi, sopalarınızı bu işte kullanınız!” diye nutuk irat et­ti. Mülkün müşterek, zenginleri öl­dürmenin helâl olduğunu ilân etti. Ge­celeri kadınlar oynatır, içki meclisleri kurardı. Buhara’vı aldı. Kendisi­ni “Halife” ve arkadaşı Şemseddin Mahbubî’yi Şeyhülislâm ilân etti. Hali vakti yerinde olan ahaliyi kat­lettirdi. Hayvanlaşan müritleri, is­yana iltihak etmeyenlerin kafalarını balta ile kesiyorlardı.

Mâveraünnehir’de Moğol impara­torunun mümessili olan Mahmud Yalvaç isyanı tenkil için Moğol ordu­sunu getirdi. Yıldız Noyon kuman­dasındaki bu Moğol ordusuna karşı Mahmud Tarabî gayri muntazam kalabalığıyla karşı durdu. Taraftarla­rından 20.000 kişi öldürüldü. Moğol ordusu daha ziyade katliamlar icra edecekti. Fakat Mahmud Yalvaç imparatora şikâyet ile bu katliamı güç durdurabildi. Mahmud Tarabî ve Şemseddin Mahbubî katledildiler.

Mahmud Yalvac’ın imparatora yazdığı rapordaki şu sözler çok mânidardır:

“Birkaç serseri ve canı için bin­lerce adamın kanını dökmek, şehir ve kasabaları tahrip etmek doğru mudur?”

Cüveynî Mahmud Tarabî’yi şöyle tasvir ediyor:

“O bir şarlatandı. Kara halkın hayvanı hislerini istismar ederek zenginlere karşı ayaklandırıyor ve kendisini Emirülmümin ilân ediyor­du. O hâkim olmak, yağma edilen maldan fazla pay almak için müca­deleye atılmıştı.”

Mahmud Tarabî isyanından önce mevcut idareden daima şikâyet e­den bir şair, bu isyanı ve onun elebaşılarının yaptıklarını gördükten sonra şu mealde bir şiir söylemiştir: “Şöyle böyle bir kanunu olan ve asayişi temin eden zalim hükümdarın 50 yıllık istibdadı, ayak takımının sözde adâletinin yüz yılından daha hayırlıdır.”

Halkın kalbine adalet, müsavat ve hürriyet fikirlerini ve insanlara karşı insanca muameleyi telkin et­meden sırf midelerine ve hayvani iş tabalarına hitap ederek yapılan a­yaklanmaların neticeleri hep böyle olmuştur. Bu gibi ihtilâllerle iş başına gelenlerin ekserisi arkadaşları tarafından, yani hâkimiyet kavgası yü­zünden, katledilmişlerdir. Bu zümre­nin en uzun ömürlü hâkimiyeti 20-25 seneden fazla olmamıştır. İnsan ruhuna ve onun yüksek ideallerine cevap vermekten aciz olan bu de­magogların 25 seneden fazla hakimiyeti elde tutmalarına imkân ol­madığını tarih ispat etmiştir. Mezdek işbaşında 22 sene, Babek 22 se­ne, Serbedarların anormal idarele­ri de 25 sene devam etmiştir. (Ka­lan 25 seneleri ise o zamanın nor­mal devleti haline geldikten sonra devam etmiştir).

Orta Asya’da 1365 de Semerkant’ta esnaf hareketi olmuş ve idareyi bir kunduracı eline almıştı. Bu ha­reketten ne esnaf ve ne fukara is­tifade edemedi. Bunların reislerinin yardımıyla Timur bu hareketi kendi lehine çevirebildi. Semerkant vilâye­tini tamamıyla ele geçirmek için bu hareketten istifade etti ve Büyük İmparatorluğun temelini kurdu.

Şüphesizdir ki, Semerkant esnafı ve fukarası için hâkimiyetin kundu­racılar elinde kalmasından Timur gibi bir devlet adamının eline geç­mesi daha faydalı olmuştur. Onun fütuhatından ve asayişi temininde Semerkant esnafı daha çok faydalanmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu tarihinde de Mezdek hareketine benzeyen halk ve esnaf hareketi vardır. Me­selâ Simavna Kadısı Şeyh Bedreddin’in ve onun kâhyası Börklüce Mustafa’nın hareketleri bu bakım­dan dikkate değer mevzulardır. Bu hareketi bastırırken yalnız Aydın vi­lâyetinde yedi bin asinin katledildiği malûmdur. Şüphesiz ki, bunlar meyanında birçok masum insanlar da vardır.

Osmanlı Müverrihleri Şeyh Bedreddin ve taraftarlarının isyanına dair verdikleri malûmatta tarafgirlik göstermiş olabilir. Fakat “iştirâk ve ibâha” mezhebini terviç ettiği hakkındaki haberler şüphesiz doğrudur.

Yukarıda söylediklerimden benim halk hareketine, zalimlere karşı ya­pılan ayaklanmalara menfi bakışım olduğu anlaşılmasın. Adalet, hürriyet ve müsavat için küçük bir zümrenin istibdadına ve mezâlimine karşı ya­pılan halk hareketleri insanlık tari­hinin en mukaddes ve parlak sahifelerini teşkil ederler. Fakat, diğer bir küçük zümrenin bu hareketi kendi ihtirasları için “sınıflar kav­gası” şekline sokmağa muvaffak ol­dukları zaman bu hareket düpedüz eşkıyalık olmuştur; kardeşi kardeşe öldürtmüş, bütün bir milleti hayvanlaştırmağa çalışmıştır.

“Diyalektik Materyalizm” müminleri her eşkıya­lık hareketini takdis ederler. Çün­kü, onlar sokaklarda ve tarlalarda kan seli ve yuvarlanan insan kafa­ları görmekten zevk duyan cellat ruhlu mütereddi insanlardır. Bu zümrenin haleti ruhiyesi her zaman ve her yerde böyledir. Bu tipteki in­sanlar tam bir diktatörlük tesis et­tikten ve cemiyeti kendi menfaatleri ve ihtirasları için hayvan gibi çalış­tırmağa muvaffak olduktan sonra hâkimiyet için birbiriyle boğuşmağa başlarlar. En azılısı otuz yıllık arka­daşını cellatlara teslim eder.

Bugünkü beşerî cemiyetin büyük kusurları ve haksızlıkları vardır. Zengin zümrelerin de bu gibi kavgalara, isyanlara sebebiyet verdikleri de malûmdur. Fakat, bu içtimaî has­talığın tedavisi insan kasaplığı ola­maz. Bugünkü cemiyeti mesut ede­cek yol vatandaşın vatandaş üzeri­ne saldırması, birinin kazancına di­ğerinin göz koyması değildir. Sâkin odasında kibrit keşfeden bir kimya­ger (ki ekserimiz bunun adını bile bilmiyoruz!), Kinin’i medeniyet dün­yasına tanıtan vahşî kız her halde insaniyete Marks ve Engels’lerden daha faydalı iş yapmışlardır.

Tarihteki büyük inkılap ve kanlı mücadeleleri tetkik edersek varaca­ğımız netice şudur:

1- İnkılap hareketlerinin başı­na geçenler bütün cemiyetin, züm­reler ve sınıflar tefrik etmeden, mesut ve hür olmasını istedikleri ve bu ideal için çarpıştıkları zaman mu­vaffak olmuşlar ve cemiyet de dök­tüğü kanların mükâfatını görmüştür; büyük Türk millî inkılâbının muvaffakiyetinin sırrı da budur.

2-İsyan hareketlerinin başına, cemiyeti sınıflara, zümrelere ayıra­rak yekdiğeri üzerine saldırmayı kendi ihtiraslarına uygun gören ru­hen mütereddi insanlar geçtiği za­man her iki taraf kudurmuş cana­varlara dönmüş ve ayaklanma kar­deş kardeşi, vatandaş vatandaşı kesmekten başka netice vermemiş­tir.

[1] «Siyasetname» (S. 199. frans tere. 291).

[2] Cüveynî (XV, 2, S. 74).

[3] Yakut «Mu’cem-ül-Büldan», II, 898,
Yazıyı Töre dergisinden tekrar yayınlayan https://millidusunce.com/misak/orta-asya-tarihinde-siniflar-kavgalari-ve-neticeleri/ sitesinden alınmıştır.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum