Orta Asya tarihinde sınıflar, kavgaları ve neticeleri
"İsyan hareketlerinin başına cemiyeti sınıflara, zümrelere ayırarak yekdiğeri üzerine saldırmayı kendi ihtiraslarına uygun gören ruhen mütereddi insanlar geçtiği zaman, her iki taraf kudurmuş canavarlara dönmüş ve ayaklanma kardeş kardeşi, vatandaş vatandaşı kesmekten başka netice vermemiştir.
Prof. Abdülkadir İnan tarafından yazılan bu makale
1974 yılında Töre dergisinin 43. Sayısında yayımlanmıştır.
Bir milletin muhtelif sınıflardan müteşekkil olduğunu ve bu sınıflardan bazılarının bizde de bulunduğunu itiraf etmek kendi başına zararlı bir şey değildir. Zararlı olan şey büyük ve muazzam propaganda teşkilâtına ve kuvvetli ideologlara malik olan beynelmilel siyasî zümrelerin “sınıf mücadelesi” propagandaları ve vatandaşları “katliam”lara teşvik etmeleridir. “Bizde sınıf yoktur.” demekle kanaat ederek “sınıf kavgası ve vatandaşların birbirini imha etmesi” lüzumunu telkin ile propaganda yapanlara fikir meydanını boş bırakmak sınıf mevcudiyetini itiraf etmekten daha çok zararlıdır.
“Sınıf kavgası” propagandasını yabancı bir kaynaktan vazife olarak alanlar o kadar kurnaz ve ayni zamanda çok müteşekkil unsurlardır ki şeytanî fikirlerini sözde milliyetçi ve hatta devlet bütçesinden yardım gördüğü muhtemel olan mecmualar vasıtasıyla neşretmesini bilirler.
Bana öyle geliyor ki “sınıf kavgaları”nın tarihteki ve bugünkü neticelerini, bu “kavga” gürültülerinin “kimin yorganı için” olduğunu, bu sözde “mazlum insanlara acıyanlar”ın ne mal olduklarını gençliğe, esnafa ve bütün mesai erbabına anlatmak “sınıf yoktur” diye direnmekten daha çok hayırlı millî ve vatanî vazife olsa gerektir. Bu vazifeyi yapabilecek iktisatçılarımız, tarihçilerimiz vardır.
Ben ne iktisatçıyım ve ne tarihçiyim. Sınıf mücadelesinin en yamanının ve neticelerinin şahidi olduktan sonra tarihteki “esnaf kavgaları”nı ve sırf bir amatör olarak gözden geçirdim ve tarihteki mücadelelerin de aynı netice ile bittiğine kanaat hasıl ettim.
Orta Asya tarihinde esnaflar mücadelesinin tarihi ve doğurduğu neticeler, bugünkü ihtilâlci Marksistlerin “sınıf mücadeleleri”ni teşvik etmelerinin içyüzünü bütün çıplaklığı ile anlayabilmek için ibretli sahifeler arz etmektedir. Orta Asya tarihinde malûm olan ilk sınıf kavgası İran Hükümdarı Kubad devrinde, yani 488-531 aralarında başlamıştır. Bu hareketin elebaşısı Mezdek, hususî mülkiyetin kötü, bütün servetin ve kadınların müşterek olduğunu ilân ederek halkı meşru hükümete karşı ayaklanmaya davet etti. Aristokrasi ve derebeylerinin mezâlimi altında sıkıntı çeken müstahsil ve fakir halk tabakasının hayvanî iştihâlarına tevcih edilen bu propaganda halkın derhal ayaklanmasına sebep oldu.
Bu hareketi kendi maksatları için istifade etmek isteyen sipahiler zümresinin yardımıyla aristokrasi ve derebeyler zümresi mağlûp edildi. Hükümdar da bu mezhebi kabul etti. Çünkü o da aristokrasi zümresinin devlet işlerine müdahalesinden bıkmıştı. Mezdek hükümdarın baş müşaviri oldu. Sipahiler aristokrasi yerine geldi. On binlerce köylü ve esnafın binlerce aristokrasi ve zenginlerin kanı, yüz binlerce ailenin perişanlık ve sefaleti mukabilinde sipahilerden birkaç kişi, Kubad’ın dalkavuklarından iki üç kişi; “esnaf ve fıkara” için mücadele ettiğini iddia eden Mezdek ve birkaç arkadaşı devletin ve milletin başına musallat oldular. Yirmi sene memleket anarşi, katliamlar içinde kaldı…
Nihayet, halkın şuurlu kısmı, insanları hayvanlaştıran bu idareye karşı ayaklandı. Zengini, fakiri, esnafı, amelesi Nuşirvan’ın bayrağı altında birleşerek Mezdekçileri ortadan kaldırdı. Bu temizleme mücadelesinde de İran’ı yine kan tufanı kapladı. İhtiraslar alevlendi. Her iki taraftan on binlerce günahsız insanın kafası koparıldı.
Devlet ve insanlık zihniyeti ile telifi kabil olmayan ve melek gibi halûk insanları bile yırtıcı hayvan yapan bu hayvani rejimi ortadan kaldıran Husrev Nuşirvan insanlık tarihinde “âdil” adiyle meşhur oldu.
Bu mücadelede yalnız Mezdek ve taraftarlarının kabahatli bulunduğunu ve muhaliflerinin masum olduklarını söylemek hakikate karşı saygısızlık olur. Mezdekçilerin sergüzeştlerine, köylü ve esnaf zümresinin âdemi memnuniyetine, aristokrasi idaresinin ve mezâliminin sebebiyet verdiğine şüphe yoktur. Halkın ademi memnuniyetini Mezdek kendi ihtirasları İçin istismar etmesini bilmiştir. Eski ve yeni bütün demagogların hattıhareketi budur.
İran’daki ikinci sınıf hareketi meşhur Babek hareketidir. Bu hareket bir bakışta Arap-İslam istilâsına karşı İranlıların bir aksülâmeli gibi görünüyorsa da Mezdekçilerin gizlice yaptıkları propagandanın neticesi olduğunda tarihçiler ittifak ederler. Kâh Hurmîler, kâh Muhammireler (Farsça bunlara “surh alem”- kızıl bayraklılar da denir[1]) Kâh “mü beyyıza” (beyaz elbiseliler) adiyle Abbasîler ve Tahirîler devrinde meşru hükümete karşı ayaklanan bu mezheb mensupları daima “fukara sınıfı”nın menfaatini himaye perdesi altında hareket etmişlerdir.
Bu isyanların en kanlısı ve uzun müddet devam edeni Babek isyanıdır. Babek bir rivayete göre bir dilencinin gayrimeşru evlâdı idi; diğer bir rivayete göre yağ tüccarının oğlu idi. Adı Haşan olup çok kurnaz ve iradesi çok kuvvetli bir adamdı. “Gayrimeşru” çocuk olması meselesi de ihtimal ki onun aileye nazarının “Mezdek” nazarı gibi olduğundan dolayı muhalifleri tarafından uydurulmuş olabilir.
Babek’in 816’ya (Hicrî 201) kadar olan hayatına dair esaslı tarihî malûmat yoktur. Ekserisi menkıbelerden ibarettir. 816’dan itibaren, harekâtı bütün teferruatiyîe malûmdur. Onun ilk hareketi 201’de oldu. Müslümanlar üzerine (yani meşru hükümet ve nizam taraftarlarına) saldırdı; kadın, çoluk çocuk demeden hepsini kılıçtan geçirdi. Bu muvaffakiyetinden sonra Babek taraftarları çoğaldı. Tam 22 sene Abbasi devletini uğraştırdı.
Bunların hususî hayatlarına dair verilen tarihî malûmata göre, kadın erkek bir arada çalgılı, içkili eğlenceler tertip ederler, izdivaçta iştirak esaslarına göre hareket eylerlerdi. Propagandasıyla hayvanlaştırdığı insanlara İştirakten bahseden Babek padişahlar gibi şatoda yaşıyordu. 200’den fazla kadını vardı. Başkalarının kadınlarının ortak “mal” olduğunu söyleyen Babekçiler, galiba, kendi kadınlarının “şahsî mülk” olduğuna kani idiler.
Babek’in yirmi iki senelik isyanı zamanında 100 binden fazla Müslüman öldürülmüştür. Babek taraftarları tenkil edilirken Müslümanlarda katliam yaptıklarından şüphe yoktur. Yirmi senede her iki taraftan ölenlerin ve sefil kalan ailelerin sayısı milyona baliğ olmuş olacaktır. Esnafı ve fukarayı mesut etmek iddiasıyla yapılan bu yirmi iki yıllık mücadelenin neticesinde yirmi iki yıl rahat ve mesut yaşıysan zümre, Babek ve arkadaşları olmuştur. Zenginler öldürülmüş, fakirler ve esnaf sefalet içinde kalmış ve nihayet müthiş boğuşmalar ve katliamlar…
Babek isyanından sonra da insanlık düşmanı olan ve kana susayan şahıslar tarafından bu fikirler gizlice propaganda edilmekte devam etmiştir.
1206-7’de Buhara’da Mecanfuruş (Kalkan Tüccarının Oğlu) Sencar esnafı “sadır”lara (yani Buhara hükümetine) karşı ayaklandırmıştı. Sadırlar’ı ve zenginleri kovdu, mallarını halka dağıttı.[2] Fakat Sadırlar’ı kovduktan sonra ayak takımı ve esnafın ayaklanması neticesinde hâkimiyeti ele geçiren Sencar kendisini “Melik” ilân etti, muhteşem saray yaptırdı. Şahane yaşamağa başladı. Halkın ne gibi “saadet”e kavuştuğunu bilmiyoruz. Tarihten malûm olan bir şey varsa o da tarlaların susuz kaldığı ve arkların harap olduğudur. Her halde halk için faydalı bir netice alınmamış olduğu muhakkâktır.
Buhara isyanından haberdar olan Mehmet Harzemşah gelmiş ve asileri tecziye etmiştir. Melik Senceri ise kendi yanına alarak Harzem’e götürmüş ve eşraftan sayarak sarayında hürmet ve ikramla beslemiştir. Bu isyanın fazla kanlı olmamasının sebebi din reisi olan Sadır hükümetinin halk nazarında itibardan düşmesi olmuştur. Sadır Bürhaneddin Mehmet bin Ahmed’in babası Ahmed’in yıllık iradı altı yüz bin altın dinar idi; hükümet azası olan hatip ve reislerin de serveti çok büyüdü. Bunlar şahane hayat sürüyorlardı. Orta Asya’nın halkçı sofuları da bunlara karşı propaganda yapıyorlardı. Meşhur Yesevî’nin halifelerinden Hekim Ata bunların hayatının din ehlinin hayatından uzak olduğunu şiirlerinde söylemektedir.
Bu isyanda “sınıf mücadelesi” açıkça ileri sürülmediğinden pek kanlı olmamıştır. Eğer Sencar bu hareketi, sırf halk hareketi, bugünkü manisiyle demokrasi hareketi olarak idare etmiş olsaydı muvaffakiyetle neticelendirecekti. Fakat, Mezdek zihniyeti taşıyan ayak takımı güruhu bu hareketi sınıflar kavgasına çevirmek istediklerinden tam bir muvaffakiyetsizlikle bitti.
1210-1215 yıllarında “Rey”de vukua gelen Şiî’ler, Şafî’ler ve Hanefî’ler mücadeleleri de sınıf akideleri taşıyan gizli ocaklar tarafından ifsad edilerek esnaf ve köylü ahalinin zenginler üzerine saldırmalarını intaç etmiştir.
Bu mücadele o kadar kanlı ve tahripkâr olmuştur ki, 1200’de Rey şehrine gelen Yakut Hamevî harap olan mahalleleri gözüyle görmüş ve intibaların “Muaccemülbüldan” da tespit etmiştir.[3]
Onun verdiği malûmata göre “zengin mahalleler harap olmuş, fakirler ve esnaf ise şehir haricindeki mağaralarda yaşıyorlardı.” Binlerce köylü imha edilmiş, bu isyandan kimsenin faydası olmamıştır… Ayni vaziyet İsfahan’da da olmuştu.”
Serbedar’lar isyanı (1338-81) Horasan’da gizlenen ve Mezdekçiler ananesini devam ettiren serserilerin teşvikiyle esnaf ve köylüler hükümete karşı ayaklanmıştı. Vergi tahsildarı olan Abdülrezzak adında biri bu hareketin başına geçti. Bunlar yemin ederken kavuklarını darağacına asarlardı. Bundan dolayı bunlara “Serbedar”lar denildi. Bunlar Sebzevar şehrini alıp merkez ittihaz ettiler. Esnaf namına yapılan bu isyanın neticesinde Vecîheddin hükümdar oldu. Fakat bir sene sonra arkadaşları tarafından katledildi. Bunlar 50 senelik hükümetleri esnasında (12) Serbedar Reisi hükümete geçti. Bunlar hep birbirini öldürerek hükümeti ele almışlardır.
Bunlar arasında bir kasap, dört köle vardır. Bunlardan en uzun zaman resikârda kalanı sonuncuları olan Necmeddin’dir. Çünkü o zaman memlekette istikrar peyda olmuştu, halk da işi gücüyle meşguldü, memlekette asayiş yerleşmişti…
1239’da Buhara’da Mahmut Tarabî isyanı. Bu isyan Buhara civarındaki Tarab kasabasında hazırlandı. Komitenin reisi Mahmud adında bir falcı ve üfürükçü idi. Bunun isyanı tamamıyla Mezdek ve Babek isyanlarının karakterini taşımaktadır. Buhara ulemasıyla bozuşmuş olan bir serseri Hoca Şemseddin Mahbubî bu Mahmud’un yanına gelip cemiyetine dahil oldu. Bu serserinin maksadı Buhara ulemasına reis olmak idi.
Mahmud Tarabî etrafına bütün Buhara ülkesinin fakir ve köylülerini topladı ve “elinizdeki alet ve edevatı silâh olarak kullanınız. Baltanızı, testerenizi, sopalarınızı bu işte kullanınız!” diye nutuk irat etti. Mülkün müşterek, zenginleri öldürmenin helâl olduğunu ilân etti. Geceleri kadınlar oynatır, içki meclisleri kurardı. Buhara’vı aldı. Kendisini “Halife” ve arkadaşı Şemseddin Mahbubî’yi Şeyhülislâm ilân etti. Hali vakti yerinde olan ahaliyi katlettirdi. Hayvanlaşan müritleri, isyana iltihak etmeyenlerin kafalarını balta ile kesiyorlardı.
Mâveraünnehir’de Moğol imparatorunun mümessili olan Mahmud Yalvaç isyanı tenkil için Moğol ordusunu getirdi. Yıldız Noyon kumandasındaki bu Moğol ordusuna karşı Mahmud Tarabî gayri muntazam kalabalığıyla karşı durdu. Taraftarlarından 20.000 kişi öldürüldü. Moğol ordusu daha ziyade katliamlar icra edecekti. Fakat Mahmud Yalvaç imparatora şikâyet ile bu katliamı güç durdurabildi. Mahmud Tarabî ve Şemseddin Mahbubî katledildiler.
Mahmud Yalvac’ın imparatora yazdığı rapordaki şu sözler çok mânidardır:
“Birkaç serseri ve canı için binlerce adamın kanını dökmek, şehir ve kasabaları tahrip etmek doğru mudur?”
Cüveynî Mahmud Tarabî’yi şöyle tasvir ediyor:
“O bir şarlatandı. Kara halkın hayvanı hislerini istismar ederek zenginlere karşı ayaklandırıyor ve kendisini Emirülmümin ilân ediyordu. O hâkim olmak, yağma edilen maldan fazla pay almak için mücadeleye atılmıştı.”
Mahmud Tarabî isyanından önce mevcut idareden daima şikâyet eden bir şair, bu isyanı ve onun elebaşılarının yaptıklarını gördükten sonra şu mealde bir şiir söylemiştir: “Şöyle böyle bir kanunu olan ve asayişi temin eden zalim hükümdarın 50 yıllık istibdadı, ayak takımının sözde adâletinin yüz yılından daha hayırlıdır.”
Halkın kalbine adalet, müsavat ve hürriyet fikirlerini ve insanlara karşı insanca muameleyi telkin etmeden sırf midelerine ve hayvani iş tabalarına hitap ederek yapılan ayaklanmaların neticeleri hep böyle olmuştur. Bu gibi ihtilâllerle iş başına gelenlerin ekserisi arkadaşları tarafından, yani hâkimiyet kavgası yüzünden, katledilmişlerdir. Bu zümrenin en uzun ömürlü hâkimiyeti 20-25 seneden fazla olmamıştır. İnsan ruhuna ve onun yüksek ideallerine cevap vermekten aciz olan bu demagogların 25 seneden fazla hakimiyeti elde tutmalarına imkân olmadığını tarih ispat etmiştir. Mezdek işbaşında 22 sene, Babek 22 sene, Serbedarların anormal idareleri de 25 sene devam etmiştir. (Kalan 25 seneleri ise o zamanın normal devleti haline geldikten sonra devam etmiştir).
Orta Asya’da 1365 de Semerkant’ta esnaf hareketi olmuş ve idareyi bir kunduracı eline almıştı. Bu hareketten ne esnaf ve ne fukara istifade edemedi. Bunların reislerinin yardımıyla Timur bu hareketi kendi lehine çevirebildi. Semerkant vilâyetini tamamıyla ele geçirmek için bu hareketten istifade etti ve Büyük İmparatorluğun temelini kurdu.
Şüphesizdir ki, Semerkant esnafı ve fukarası için hâkimiyetin kunduracılar elinde kalmasından Timur gibi bir devlet adamının eline geçmesi daha faydalı olmuştur. Onun fütuhatından ve asayişi temininde Semerkant esnafı daha çok faydalanmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu tarihinde de Mezdek hareketine benzeyen halk ve esnaf hareketi vardır. Meselâ Simavna Kadısı Şeyh Bedreddin’in ve onun kâhyası Börklüce Mustafa’nın hareketleri bu bakımdan dikkate değer mevzulardır. Bu hareketi bastırırken yalnız Aydın vilâyetinde yedi bin asinin katledildiği malûmdur. Şüphesiz ki, bunlar meyanında birçok masum insanlar da vardır.
Osmanlı Müverrihleri Şeyh Bedreddin ve taraftarlarının isyanına dair verdikleri malûmatta tarafgirlik göstermiş olabilir. Fakat “iştirâk ve ibâha” mezhebini terviç ettiği hakkındaki haberler şüphesiz doğrudur.
Yukarıda söylediklerimden benim halk hareketine, zalimlere karşı yapılan ayaklanmalara menfi bakışım olduğu anlaşılmasın. Adalet, hürriyet ve müsavat için küçük bir zümrenin istibdadına ve mezâlimine karşı yapılan halk hareketleri insanlık tarihinin en mukaddes ve parlak sahifelerini teşkil ederler. Fakat, diğer bir küçük zümrenin bu hareketi kendi ihtirasları için “sınıflar kavgası” şekline sokmağa muvaffak oldukları zaman bu hareket düpedüz eşkıyalık olmuştur; kardeşi kardeşe öldürtmüş, bütün bir milleti hayvanlaştırmağa çalışmıştır.
“Diyalektik Materyalizm” müminleri her eşkıyalık hareketini takdis ederler. Çünkü, onlar sokaklarda ve tarlalarda kan seli ve yuvarlanan insan kafaları görmekten zevk duyan cellat ruhlu mütereddi insanlardır. Bu zümrenin haleti ruhiyesi her zaman ve her yerde böyledir. Bu tipteki insanlar tam bir diktatörlük tesis ettikten ve cemiyeti kendi menfaatleri ve ihtirasları için hayvan gibi çalıştırmağa muvaffak olduktan sonra hâkimiyet için birbiriyle boğuşmağa başlarlar. En azılısı otuz yıllık arkadaşını cellatlara teslim eder.
Bugünkü beşerî cemiyetin büyük kusurları ve haksızlıkları vardır. Zengin zümrelerin de bu gibi kavgalara, isyanlara sebebiyet verdikleri de malûmdur. Fakat, bu içtimaî hastalığın tedavisi insan kasaplığı olamaz. Bugünkü cemiyeti mesut edecek yol vatandaşın vatandaş üzerine saldırması, birinin kazancına diğerinin göz koyması değildir. Sâkin odasında kibrit keşfeden bir kimyager (ki ekserimiz bunun adını bile bilmiyoruz!), Kinin’i medeniyet dünyasına tanıtan vahşî kız her halde insaniyete Marks ve Engels’lerden daha faydalı iş yapmışlardır.
Tarihteki büyük inkılap ve kanlı mücadeleleri tetkik edersek varacağımız netice şudur:
1- İnkılap hareketlerinin başına geçenler bütün cemiyetin, zümreler ve sınıflar tefrik etmeden, mesut ve hür olmasını istedikleri ve bu ideal için çarpıştıkları zaman muvaffak olmuşlar ve cemiyet de döktüğü kanların mükâfatını görmüştür; büyük Türk millî inkılâbının muvaffakiyetinin sırrı da budur.
2-İsyan hareketlerinin başına, cemiyeti sınıflara, zümrelere ayırarak yekdiğeri üzerine saldırmayı kendi ihtiraslarına uygun gören ruhen mütereddi insanlar geçtiği zaman her iki taraf kudurmuş canavarlara dönmüş ve ayaklanma kardeş kardeşi, vatandaş vatandaşı kesmekten başka netice vermemiştir.
[1] «Siyasetname» (S. 199. frans tere. 291).
[2] Cüveynî (XV, 2, S. 74).
[3] Yakut «Mu’cem-ül-Büldan», II, 898,
Yazıyı Töre dergisinden tekrar yayınlayan https://millidusunce.com/misak/orta-asya-tarihinde-siniflar-kavgalari-ve-neticeleri/ sitesinden alınmıştır.
FACEBOOK YORUMLAR