Tanpınar öldü, yaşasın Tanpınar!

Tanpınar öldü, yaşasın Tanpınar!
25 Haziran 2015 - 10:49
  •  
  • Turan Alptekin, bir savunma metni olarak tarif ettiğiTanpınar’ın Ölümü: Apologia adlı kitabında, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı 27 Mayıs, Kemalizm, İnönü, CHP, İslamiyet, gelenek, Avrupalılık gibi bir dizi olay, kavram ve kimlik arasında kendi tanıklığıyla en doğru yerde konumlandırmaya çalışıyor.

    2000 yılında Yapı Kredi Yayınları’nın Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kitaplarını basmaya başlaması ve Kitap-lık’ın arşivlik özel sayısı ile birlikte edebiyat kamusunun bu büyük yazara ilgisinde bir artış, daha doğrusu önemli bir değişim olmuştu. 1970’lerdeki Hilmi Yavuz-Selahattin Hilav polemiğinden sonra gerçekleşen bu ikinci ivmeleniş ile Tanpınar hakkındaki yazı ve çalışmaların hem sayısı artmış hem de niteliği değişmiş, Tanpınar’ın yapıtının edebiyat tarihi içindeki modernist yüzünü ortaya koyan analizler öne çıkmaya başlamıştı. Yine bu bağlamda ilk baskısı 1975’te yapılan Turan Alptekin’in Bir Kültür, Bir İnsan’ı 2001 yılında ikinci baskısıyla, güncellenen Tanpınar literatüründeki yerini almıştı.

    Kendini akademik dünyada iyiden iyiye hissettirmeye başlayan bu rüzgârın etkisiyle on yıl evvel, tam da bu zamanlarda, yüksek lisans tezim için kafamda “maşallah”lık bir konu arıyordum. Uzatmayayım, o konu Süha Oğuzertem’in tavsiyesi ile küçüldü, küçüldü; bir yıl içinde “Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Şiir Eleştirisinde Avrupa Merkezlilik” adıyla yazılıp yüksek lisans tezim olarak kabul edildi. 2000’li yıllarda yaşanan niceliksel ve niteliksel artış bir yana, kitap bütünlüğü içindeki kaynakların azlığı ve Alptekin’in çalışmasının, aradan geçen otuz yıla rağmen bazı konular için önemini koruyor oluşu hâlâ hatırımdadır. Geçtiğimiz on yılda ise hem Tanpınar tartışmalarının farklı bağlamlarda sürdüğüne hem de çalışmaların kitap bütünlüğüne, hacmine ulaşan yapıtlarla çoğaldığına tanık olduk. Öyle ki Tanpınar ve “moda” kelimeleri yan yana gelmeye başlamış, bir vakitler her konuşma başında “sükût suikastına” uğradığı söylenen yazar, ecdat sevicilerin şehvetle yağmaladığı bir retorik deposuna dönüşmüştü.

    İnci Enginün ve Zeynep Kerman’ın 2008 başında Günlüklerin Işığında: Tanpınar’la Başbaşa’yı yayımlaması tam da bu bağlamda önemli bir dalgalanma yaptı. “Biz Tanpınar’ı böyle bilmezdik” diyenlerin yanında, okuduklarına şaşırmamanın akademik hazzını yaşayanlardan olduk. Bir de ilginç bir 27 Mayıs korosu bir oradan, bir şuradan Tanpınar’ı çekiştirmeye başladı. Halbuki malum “Suçüstü” yazısı daha 2000 yılında, Kitap-lık’ın ilgili sayısında yayımlanmış, Tanpınar yapıtlarının uyandırdığı heyecanın yanında fazla ses getirmemişti. Ancak Günlükler’in ve değişen politik ortamın etkisiyle Tanpınar ve 27 Mayıs, son beş yılda daha sık anılır oldu. Turan Alptekin’in Tanpınar’ın Ölümü: Apologia adlı kitabının çıkış noktası da işte bu bağlam.

    Bir savunma metni
    Alptekin, bu küçük denemesini bir savunma metni olarak tarif ediyor. “Sokrates’in Savunması”ndan ilham alan Apologia’nın ilk yarısı, Tanpınar’ı 27 Mayıs, Kemalizm, İnönü, CHP, İslamiyet, gelenek, Avrupalılık gibi bir dizi (çok konuşulan) olay, kavram ve kimlik arasında kendi tanıklığıyla en uyumlu, dolayısıyla kendince en doğru yere yerleştirmeye çalışıyor. Seyit Nezir’in 2012 yılında Aydınlık Kitap’ta yayımlanan Tanpınar yazılarını tartışmasının başlangıcına yerleştiren Alptekin’in, hem kendini hem de hocası Tanpınar’ı savunduğu kitabın bu bölümleri biraz karışık. Aslında bütüncül bir argümantasyonu olmayan metni Bir Kültür, Bir İnsan’a yazılmış bir zeyl olarak okumak da mümkün. Zira savunmasını da Seyit Nezir’in, “Tanpınar’ın Atatürk ve cumhuriyetin ilkeleri ile ilgili yazılarının gizlenmek istediğini, kitabımda onlara yer vermemekle hocama karşı sorumlu olduğumu söylüyor.” iddiası üzerine kuruyor.

    Tanpınar’ın 1960’da yazdığı bir dizi yazının, onun ne kadar imanlı bir Atatürkçü olduğunu ve “27 Mayıs devrimini” içtenlikle destekleyen bu yazıların, kasıtlı bir şekilde gözden kaçırılmasının “gerici” sebeplerini tartışan Seyit Nezir’e karşı Alptekin’in temelde bir itirazı yok. “Benim görüşüm, Tanpınar’ın ölümünden sonraki yıllarda eseri üzerine örtülmek istenen örtü ve kişiliğini hedef alan söylemler, şairin ölümünden önce yaşadıklarının günümüze uzanan gölgeleri olduğudur.” diyen Alptekin’in daha çok bu yazıların, bir nevi 27 Mayıs fırsatçılığı olarak değerlendirilmesine karşı çıktığını görüyoruz. Tanpınar’ın, zannedildiğinin aksine, saygı gören bir kişilik olduğunu belirten Alptekin, onun bu yazıları ikbal kaygısı ile yazmaya ihtiyacı olmadığını, Kurucu Meclis ya da parlamentoya girmeyi istemesinin “hem bir düşünür olarak hakkı hem de bir yurttaş olarak görevi” olduğunu belirtiyor. Bir de tam olarak hangi bağlamda olduğu çok anlaşılmasa da, Alptekin’in bir “tanım” olarak “Atatürkçülük”e itiraz ettiğini görüyoruz: “Atatürkçü kişilik, Atatürkçü düşünce tanımları, saygınlaştırıcı olmakla birlikte her tanım gibi sınırlayıcı da olduklarından, bu çeşit söylemler, düşüncenin düşebileceği tuzakların en başında gelmededir, demekle yetinebilirdim, bir kitap yapmayı yeğledim.”

    Tanıklığa dayanıyor
    Yukarıda da belirttiğim gibi, bu bağlamda Alptekin’in en büyük dayanağı Tanpınar’ın yaşantısı, insan ilişkileri ve dünya görüşüne dair şahsi tanıklığı. Alptekin’in çizdiği Tanpınar portresinde iyi bir İnönücü ve bu bağlamda cumhuriyetin yönetici elitleri ile (her açıdan uyumlu olmasa da) büyük senkron problemleri bulunmayan, İslamiyet’in Osmanlı ve şehirli yüzüyle barışık, bu bağlamda muhafazakâr ve milliyetçi ama günün sonunda Avrupalı bir bohemle karşılaşıyoruz. Mustafa Kemal’in yeri ve Tanpınar neslinin onun şahsında kişileşen milli mücadeleye ve yeni cumhuriyet rejimine nasıl ve hangi şartlarda angaje olduğunu anlatan bir dizi alıntının, Tanpınar’ın CHP ile bağının ona has ve öncelikli bir mesele olmadığını açıklamak için kullanıldığını düşünüyorum. Yine bu bağlamda Alptekin, yeri geldikçe Tanpınar’ın 147’ler meselesi için Milli Birlik Komitesi’ne yazdığı mektuba atıf yaparak, onun 27 Mayıs rejimi ile çok da sorunsuz bir ilişkisi olmadığını gösteriyor.

    Kitabın son bölümlerinde ise Tanpınar’ın edebiyatını da benzer bir “düzeltme” hissiyatı ile ele alan Alptekin, şairin kaynaklarından, estetik anlayışından ve yüksek beğeni standartlarından bahsettiği notlarını bir araya getirmiş. Ancak güncel çalışmaların gerisinde olduğu anlaşılan yazarın yeni bir şey söylediğini iddia etmek güç. Kitap boyunca Tanpınar’ın edebiyatının, yaşamı ve tarihselliği ile diyalog halinde olduğunu kabul ederek, aktüel tartışmalara Huzur ya da Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nden örneklerle cevap veren tutumun da sorunlu olduğunu belirtmeliyim. Ancak bütün bunlar Alptekin’in tanıklığının değerini düşürmüyor elbet, hatta keşke daha doğrudan konuşsa dediğiniz ilginç anekdotlar var Tanpınar’ın Ölümü’nde. Kendisinin bu konuda cesaretlendirilmesi dileğiyle…

    TANPINAR’IN ÖLÜMÜ, TURAN ALPTEKİN, YAPI KREDİ YAYINLARI, 112 SAYFA, 9 TL

    zaman kitap eki

    Emrah Pelvanoğlu

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum