Talha FORTACI: TARİHİ DOĞRU OKUMAK

Millet olarak bildiğimizden hiç şaşmayan, ne öğrenmişsek onu doğru zanneden ve bunun yanlışlığından hiç şüphe etmeyen bir anlayışa sahibiz. Çoğu zaman gerçekler önümüzde apaçık dursa bile bizce doğru olandan vazgeçemiyoruz.

Talha FORTACI: TARİHİ DOĞRU OKUMAK
08 Mart 2015 - 20:21 - Güncelleme: 08 Mart 2015 - 20:39

                                                       TARİHİ DOĞRU OKUMAK

Usulsüzlük vusulsüzlüktür diye meşhur bir söz vardır. Amaca ulaşmak için kullanılan yöntemlerin yanlış olması halinde veya herhangi bir programın bulunmadığı durumlarda amaca da ulaşmanın mümkün olmadığını ifade eder. Örneğin pasta yapmak için un değil de çimento kullandığınızda ortaya çıkacak sonuç kesinlikle pasta olmayacaktır. Veyahut sınavda Başarlı olmak istiyorsunuz ama bu başarıyı elde edecek çalışmaların hiçbirini yapmadınız, o zaman da başarı bir hayalden öte geçemeyecektir. Yani usul, yol ve yöntem demektir. Hedefinize ulaşma noktasında kullandığınız yolun da önemi son derece önemlidir. Kimi yollar sizi daha çabuk gitmek istediğiniz yere ulaştırırken, kimi yollar da kesinlikle ulaştırmayacaktır. İfade ettiğimiz bu ilke hayatın her alanıyla ilgili, üzerinde düşünülmesi gereken son derece önemli bir kuraldır. Hepimiz biliriz, bazen bir işe başlarız ve sonu hüsranla, zaman kaybıyla, emek kaybıyla veyahut nakit kaybıyla biter. Bu daha çok o iş için kullandığımız yol ve yöntemin yanlışlığı ya da o istikamette bir programımızın olmayışındandır.

Usulsüzlüğün olumsuz etkisi her alanda farklı şekillerde tezahür eder. Ankara’ya gitmek isteyen bir adam İstanbul otobüsüne bindiğinde en fazla İstanbul’a gider ve gittiği yerin yanlış olduğunu anlayınca geri döner. Bu onun için zaman ve nakit kaybıdır. Genelde telafi edilebilir bir durumdur. Mesela bilimle uğraşan bir kimsenin usulsüzlüğü ne kadar telafi edilebilirdir? Örnekler üzerinden gidecek olursak;  kanser hastalığının tedavisi için ilaç elde etmeye çalışan bir bilim adamını düşünelim. Yaptığı deneylerin yanlışlığı veya kullandığı araç gerecin hatalı olması durumunda bu kimse büyük bir zaman kaybına uğrar ama yaptığı deneyi defalarca tekrar etme şansı vardır. Doğruyu bulana kadar bunu sürdürebilir ve her defasında baştan alabilir. Sayısal ve deneysel bilimlerde genelde bu böyledir. Bazı durumlarda elbette ki çok daha büyük zararlar ortaya çıkar ama genel olarak bu böyledir.

Sosyal bilimlerde durum biraz daha farklıdır. Çünkü sosyal bilim dediğimizde kastettiğimiz doğrudan insanın kendisidir ve tamamen toplumla ilgilidir. İnsandaki ve toplumdaki değişimler ise son derece zaman alan, daha doğrusu oldukça geç meydana gelen süreçlerdir. Kendimizden biliriz, bir alışkanlık edinmemiz ya da bir alışkanlığımızdan kurtulmamız oldukça güçtür. Toplumlar üzerinde yapılan deneyler ve işlemler de böyledir. Toplumu değiştirmek ve değiştiği zaman o değişimin tekrar değişmesi uzun yılların geçmesine bağlıdır. O zaman şunu açıkça söyleyebiliriz ki sosyal bilimlerdeki usulsüzlük diğerlerine göre bizlere daha çok pahalıya patlayan bir hatadır.

Buradan gelmek istediğim nokta tarih bilimidir. Sosyal bir bilim dalı olması açısından gerçekten önemi tartışılmazdır. Bu söylediğim şey yukarıda ifade ettiklerimle alakalı bir durumdur. Yine örnekler üzerinden gitmek istiyorum; mesela insanlara tarih öğretiyorsunuz. Bu öğretme işinde kullandığınız yol ve yöntemin doğruluğu/yanlışlığı, kullandığınız kaynakların sıhhati, alacağınız sonucu etkileyen en önemli unsurlardır. Osmanlı tarihini ele alalım. Siz Osmanlının mükemmel bir devlet olduğunu anlatıyorsunuz,  yaptığı her şeyi meşru bir sebebe dayandırıyorsunuz, padişahları kutsal ve hatasız insanlar olarak yansıtıyorsunuz, Osmanlının cihana hükmettiğini ve çok güçlü bir devlet olduğunu ifade ediyorsunuz. Bu söyledikleriniz eğer tarihi gerçekler olarak hakikaten doğruysa hiçbir sıkıntı olmaz ve amacınıza ulaşmış olursunuz. Fakat anlattıklarınız ilmi olarak sıkıntılı şeyler ise o zaman durum değişir. Muhataplarınız aslında bilimsel olarak yanlış olan şeyleri öğrenmiş olurlar. Ve bunu değiştirmek çok zordur.

Millet olarak bildiğimizden hiç şaşmayan, ne öğrenmişsek onu doğru zanneden ve bunun yanlışlığından hiç şüphe etmeyen bir anlayışa sahibiz. Çoğu zaman gerçekler önümüzde apaçık dursa bile bizce doğru olandan vazgeçemiyoruz. Aslında bu sadece bize özgü olan bir şey de değil. Genelde insanoğlunda var olan bir haldir.

Osmanlıyı zikredişim de son zamanlarda popüler olması ve ekranlarda Osmanlı tarihini aksettiren dizileri sıkça görüyor olmamızdandır. Hepimiz çevremizden biliyoruz, o dizileri izleyen insanlar genelde doğruluğunu yanlışlığını araştırmadan öylece olduğu gibi kabulleniyor ve kafasında bir Osmanlı algısı oluşturuyor. Bir taraf göklere çıkarırken bir taraf ta yerin dibine batırıyor. Tarihi gerçekler ise tabi ki kimsenin umurunda olmuyor. İşte bu algıyı değiştirmek de daha sonra imkânsız hale geliyor.

Oysa olması gereken tarihi belgeler açısından bir inceleme yapmak ve olanı olduğu gibi ortaya koymaktır. Tarih ilmine saygınlık kazandıracak olan budur ve olması gereken tarzdır. Yani sahih olan usul ve yöntem budur. Dizi yapımcıları belki de bilerek yanlış usulü tercih ediyorlardır, onu da bilemem.

06.03.2015 Talha FORTACI

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum