SELİM İLERİ:Gençliğimin kitapları...

Bir ‘çocukluğumun’ kitapları vardı, bir de gençliğimin.

SELİM İLERİ:Gençliğimin kitapları...
12 Ocak 2013 - 23:31

 

Gençliğimin kitapları...

Bir ‘çocukluğumun’ kitapları vardı, bir de gençliğimin. Çocukluğumun kitaplarını Geçmiş, Bir Daha Geri Gelmeyecek Zamanlar’da yazdım. Derin özlemi yazdım.Çocukların okuyabilecekleri -büyüklerimiz öyle söylerdi- kitaplardan “büyüklere mahsus” kitaplara ne zaman geçtim, nasıl geçtim, tam hatırlayamıyorum.

 

Hürriyet gazetesindeki tefrika roman belirip kayboluyor: Muazzez Tahsin imzalı Yılların Ardından. İlkokul sonda falan olmalıyım.

Sonra hemen ardından Galatasaray Lisesi. Hazırlık sınıfındayım. Okulun büyük pencerelerinin sekisinde Yakup Kadri’nin Hep O Şarkı’sını okumaya çalışıyorum. Yeniyetmeliğim. Hep O Şarkı’yı o günlerde ne ölçüde ‘kavradım’, yanıtlamak zor. Yine de o yitik sevdadan adamakıllı etkilenmiştim. Başka Yakup Kadriler de okumak istemiştim. Yaban’ı yarım bırakmıştım.

Orta sondayken Reşat Nuri ve Akşam Güneşi. Nazmi Bey’in bir akşam güneşini andıran, kısa sürmeye karşılıksız kalmaya yazgılı aşkı beni öylesine üzmüştü ki, günlerce kendime gelememiştim. Bir süre, en sevdiğim roman oldu Akşam Güneşi.

Atatürk Erkek Lisesi, Taksim, Beyoğlu. Yıllardan artık 1960’ların sonu. Orta ikideyken giriştiğim roman yazmalar yerini öykü yazmalara bırakmış; öyküler yazıyorum, başımda kavak yelleri esiyor, ille yazar olacağım.

Öyküler yazıyorum, bir yandan da kitaplar okuyorum, sonsuz kitaplar. Tam o sırada Varlık Yayınevi hem Sait Faik’in hem Sabahattin Ali’nin bütün eserlerini yayımlamaya başlıyor. 1960’lardaki yayıncılığımız hayli dar imkânlı. Uzun dönem ‘piyasa’da ne Sabahattin Ali’nin, ne Sait Faik’in kitaplarını bulmak mümkün...

Hatta, Sabahattin Ali siyasî sebepler dolayısıyla unutturulmaya çalışılmış bir hikâyeci. Yaşamına, acı serüvenine ilişkin kulaktan dolma bilgilerim var. Onca yıl sonra Sabahattin Ali’nin eserini okumak beni büyülüyor.

Kırk beş yıldır gönlümde

Sait Faik’in eseriyle de ilk kez yüz yüze geliyorum. Böylesine baş döndürücü öyküler yıllar yılı niçin yeniden yayımlanmamış? Bellisiz.

Sınıfta “Mahalle Kahvesi”ni okuyoruz. Öğretmenimiz Bakiye Ramazanoğlu bize bu hikâyenin gizlerini çözdürtüyor. Bende Sait Faik tutkusu o günden sonra başlayacak, hep sürecek. “Haritada Bir Nokta”, “Son Kuşlar”, “Kestaneci Dostum”, “Tüneldeki Çocuk” kırk beş yıldır gönlümde.

 Bir gün Sabahattin Ali’nin etkisindeyim, ertesi gün Sait Faik’le haşır neşirim. İlle birini daha fazla seveceksiniz ya, ben bir türlü karar veremiyorum. “Hanende Melek”, “Komik-i Şehîr”, “Kağnı” boğazımda birer hıçkırık.

Yıllar sonra, Türk sinemasının büyük ustası Akad “Komik-i Şehîr”i sinemaya uyarlamak istiyor. Senaryosunu birlikte çalışacağız. Fakat bu tasarı yazık ki gerçekleşmiyor.

Günün birinde “Bir İskandal”ı yeniden keşfediyorum. Kağnı’da yer alan bu, âdeta ‘hoyrat’ öykü esin kaynaklarımdan biri olacak...

Lise sonda Bilgi Yayınevi’nin kitapları çıkmaya başlıyor. Yepyeni bir yayınevi, kitaplarının boyutları bile farklı. Öteki yayınevleri hep İstanbul’dayken, Bilgi Ankara’da. Mektup yazıp, programlarında hangi kitaplar olduğunu soruyorum; yanıt çıkmıyor.

Bu kez öğretmenimiz Rauf Mutluay’ın elinde Sodom ve Gomore, Yakup Kadri’nin mütareke romanı. Rauf Hoca, Sodom ve Gomore’siyle birlikte sınıfa girmişti, mavi kapaklı kitap. Bütün günler o kitabeviyle bu kitabevi arasında mekik dokumama karşın, Sodom ve Gomore’nin yeni basımını bulamamıştım. “Yok” diyorlar, “Gelmedi” diyorlar. Ders çıkışı soruyorum: Kitap henüz alıma sunulmamış, Bilgi Yayınevi’nden Rauf Mutluay’a özel olarak gönderilmiş. Delicesine kıskanıyorum.

1928’de yayımlanmış Sodom ve Gomore’nin yeni harflerle ilk basımı, tam kırk yıl sonra. Elbette akıllara durgunluk verici.

Ancak on-on beş gün sonra edinebilmiştim Sodom ve Gomore’yi. Soluk soluğa okuyorum. Leylâ’yla Necdet’in son sahnesi, Visconti filmlerini çağrıştırıyor. Visconti, çünkü Sinematek yılları, Şişli’deki -şimdi yerinde yeller esen- Kervan Sineması’nda Visconti’ler seyrediyoruz...

Anlatımı allak bullak ediyor

Rauf Mutluay öteki ‘mütareke romanları’ndan söz açıyor. Ankara Caddesi’ndeki Semih Lûtfi Kitabevi’nin camekânında -o güne kadar nasılsa gözüme çarpmamış- Sözde Kızlar’ı görüyorum. Hemen Peyami Safa, hemen Mahşer, Biz İnsanlar...

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu bütün Peyami Safa’lar içinde baş köşeye oturtuyorum. Bu romanın anlatımı, üslûbu, hele sentaksı allak bullak ediyor. Defalarca ‘öyle’ yazmaya çalışıyorum. Adsız anlatıcının anatomi dersindeki sahnesini basbayağı ezberliyorum.

Rauf Hoca bir gün de Denizin Kanı’yla çıkageliyor. Daha dün gibi; oysa kırk beş yıl geçti! Bir ilkyaz günüydü. Perşembe, son iki ders saati. Sınıfımızın daracık pencerelerinden bahar güneşi vurmuş. Tarık Dursun K. imzalı Denizin Kanı taptaze yayımlanmış. Deniz tasvirlerine çarpılıp kaldığım kitap...

Rauf Bey, Tarık Dursun için, “Günümüz edebiyatının başarılı bir genç yazarı” diyor. Ayrıca sinemayla ilgileniyormuş, senaryolar yazıyormuş, film eleştirileri... Usul usul edebiyatımızın ‘genç’ yazarlarına açılıyorum. Otuzlarındaymış o yıllarda Tarık Dursun K.

1953 basımı Sokaktaki Adam o günlerde her yerde aradığım bir kitap. Derken Sahaflar’da karşıma çıkıyor. O gün cumartesidir. Okul arkadaşım Mete’yle birlikte Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Tiyatrosu’na gidiyoruz. İkimiz de Attilâ İlhan’ın romanı peşindeymişiz. Sokaktaki Adam bende kalıyor; aynı akşam okumaya başlıyorum.

İlk basım Sokaktaki Adam’ı 1977’de Attilâ İlhan’a imzalatmışım: “Kardeşim Selim İleri’ye”... Demin gidip o imzalı sayfaya baktım, içim titredi.

Gençlik yılları! Hüseyin Rahmi’leri nasıl unuturum! Atlas Kitabevi, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın eşsiz eserlerini yeniden yayımlamaya başlamış. Şıpsevdi’ler, Utanmaz Adam’lar, Billûr Kalb’ler art arda kitapçı vitrinlerinde, hem de Münif Fehim’in kapak resimleriyle!

Demek Münif Fehim, o yılmaz usta hayattaymış. Bu usta ressamın kapak resimlerinden eski hayatımıza dair o kadar çok şey öğrendim ki, şükran borçluyum.

Fransızca öğretmenimiz Vedat Günyol, Abdülhak Şinasi Hisar’ın eserini anlamsız, içi boş bir geçmişseverlikle değerlendiriyor. Hisar’ın kitapları da “Bütün Eserleri” dizisi halinde yayımlanmaya başlamış. Öğretmenimizin sözlerine kapılıp gitmişken, Fahim Bey ve Biz’i okuyorum. Birdenbire gönlüme en yakın yazarı buluyorum! Vedat Hoca’yı kırmak pahasına ateşli bir Abdülhak Şinasi savunusu yapıyorum!

Şiir kitaplarına handiyse uzak durmuşum. Vedat Hoca’nın bendeki en büyük emeği şiir sanatına yönlendirilişim. Behçet Necatigil okuyorum artık, boyuna Necatigil okuyorum. İkinci Yeni şairlerini, onların eserlerini keşfediyorum. Edip Cansever’i, Çağrılmayan Yakup’u, Tragedyalar’ı çok seviyorum.

Her kitap beni sarar sarmalardı

 Gençlik yıllarımdı; Ankara Caddesi’nden geçerken vitrinlerdeki bütün kitapların benim olmasını isterdim. Başka günler, başka zamanlardı. Okuduğum her kitap beni sarar sarmalardı.

Oktay Rıfat’ın dizeleri şimdi:

“Ordan bir perdenin gülü, burdan bir zakkum / Dalı, sevinçler, aşklar toplardın torbana / Üstüne serçe sürüsü inmiş, o mutlu / Ağaca benzerdin, deniz kokan yollarda / Şiirler üşüştü mü aklına! N’oldu sana / Boşaldın, susuz değirmenlere döndün şimdi!”

zaman gaz.c.tesi eki

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum