Selim İleri: Demokrat Parti yılları

Demokrat Parti yılları

Selim İleri: Demokrat Parti yılları
01 Ekim 2011 - 12:16

 

Yaz Yağmuru'nu ve Huzur'u okuduktan sonra Ahmet Hamdi Tanpınar'a derin bir hayranlık duymuştum.

 

Huzur'u yeniden okurken, Tanpınar'ın dile getirdiği İstanbul semtlerini romanla birlikte yaşamaya karar vermiştim. İstanbul'un büsbütün değişmediği, tarihî çehresinin büsbütün yok edilmediği yıllardı.

Yine de bir 'dekor'la baş başa kaldım. Tanpınar'da ve artık 'roman'da yaşayan kent, benim gezintilerimde ruhunu çoktan yitirmişti. Aynı havayı yakalamak için düş gücünüzü iyice sınamanız gerekiyordu.

Sonra Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü okudum. Hayata trajik perspektiften bakan bir yazarın birdenbire kara gülmeceye açılması beni çok şaşırtmıştı. Bununla birlikte Saatleri Ayarlama Enstitüsü mutsuz günlerimin can yoldaşı oldu. Sayfaları arasında kendimden, sıkıntılarımdan kurtuldum. Basbayağı bir şifa kitabıydı...

Aydaki Kadın'ın varlığını Edebiyat Üzerine Makaleler yayımlandığında öğrendim. Bir söyleşisinde, Tanpınar yeni bir roman yazdığını söylüyordu, Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nden "çok ayrı, çok başka" bir roman...

Ölümün yarım bıraktırdığı bu romanı yıllarca merak ettim. Aydaki Kadın'dan geriye kalanlar, Güler Güven'in çabasıyla nihayet 1987'de yayımlandı.

İlk düşündüğüm, Tanpınar'daki yeni üslûp arayışı oldu. Durmuş oturmuş bir yazar, ileri yaşında yepyeni bir üslûbun ardına düşmüştü. Gerçi hem Yaz Yağmuru'ndaki öykülerde, hem Huzur'da bu üslûbun belirtilerini yakalayabiliriz. Ne var ki, belirtiler henüz çok siliktir. Ayrıca Tanpınar, bir anlamda bilinç akışı tekniğinden iz sürüyordu.

Sonra Aydaki Kadın'ın bambaşka bir özelliğine çarpılıp kaldım: Demokrat Parti yılları. Selim'in rüya deneyimlerinden geçerek uyandığı sabahla başlayan roman, 1920'lere geri dönse bile 1950'lerin atmosferini yansıtır.

Dayımın görevi dolayısıyla o atmosferi uzaktan uzağa sezinlerdik. Dış görünümde hayli şaşaalı bir dönemdi. Kimilerine göre memlekette büyük kalkınma hamleleri yapılıyor, kimilerine göre de memleket sonucu bilinemez sarsıntılara sürükleniyordu. Aslında Türkiye ikiye bölünmüştü: Demokrat Parti yandaşları ve İnönü'cüler.

Ne var ki, iç görünümde, Demokrat Parti'ye iyice yakın kişilerin de zaman zaman tedirginliklerini yakalayabilirdiniz. Dayımın çevresinde Bayar'ı ve Menderes'i kısık sesle olumsuz yönde eleştiren kişiler hatırlıyorum. İnönü'ye genç bir bürokratken küsmüş dayım öylesi eleştirileri nezaketle gülümseyerek dinlerdi. Aile içinde de bölünmüşlükler söz konusuydu. Menderes'e ve Demokrat Parti'ye düşman kesilmiş bazı akrabalarımız dayımla görüşmezlerdi.

Aydaki Kadın'da Selim'le Demokrat Parti mebusu Atıf'ın yemek yedikleri olağanüstü sahne, anlatmaya çalıştığım bölünmüşlüğü birdenbire karşımıza çıkarır, hem de olağanüstü bir ustalıkla.

Bu romanın yarım kalmış olmasına üzülmemek elde değildir.

Siyasetin ve iktidar olmanın nasıl bir körleşme, çıkar kollayış, kişisel hesaplar sorununa dönüştüğünü Tanpınar hepi topu birkaç sayfada saptar. Sonra, 'viski' hayranlığının başladığı o yıllarda, ülkenin ekonomik durumu üzerinde de duruluyor. Aydaki Kadın'ın yan kişilerinden Sabih Bey bakın ne söylüyor, "İşler nasıl beyefendi?" diye sorulduğunda:

"Kötü, hatta korkunç... Büyük bir krize girmek üzereyiz. Paramız düşüyor ve daha da düşecek. Para yerine itibarî bir değerler silsilesinde yaşıyoruz. Bunun neticesini elbette göreceğiz... Hem enflasyon, hem para darlığı... En korkuncu ikisinin beraber olması. Dolar karaborsada yükseliyor. Dün on üçle on yedi arasında idi. Nasıl, hoşunuza gidiyor mu?"

Fakat Demokrat Parti sadece bu kadar mıydı? Tanpınar'ın 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra yazdığı öyle yazılar var ki, hangi ruh karmaşasıyla bu yersiz yazıları kaleme getirdiğini çözümlemek çok güç. (Yalnız yersiz değil, bir o kadar da 'uygarlık dışı'. Bu yüzden Yağmur Akşamları'ndaki "Şark ve Garp; Ne Şark Ne Garp"ta Tanpınar - Demokrat Parti - 27 Mayıs ilişkisine hiç girmedim, uzak durdum.)

Menderes'in kişiliği üzerine, gerçekten nesnel yazılmış ilk eser, benim için Samet Ağaoğlu'nun Arkadaşım Menderes'idir. İdamdan sonra yazılmış bu önemli kitapta Demokrat Parti'nin yapmak istedikleri, yaptıkları ve yapamadıkları, gitgide kaosa sürükleniş ince ayrıntılarıyla dile getirilir.

Şimdiyse, Aydın Menderes-Taha Akyol ortak imzalı Demokrasiden Darbeye/Babam Adnan Menderes'i (Doğan Kitap) okuyorum. Birkaç sayfa okuyup bırakıyorum aslında. Sonra üç beş sayfa daha...

Yalnızca kapaktaki fotoğraf, o, yürek yakıcı, bir roman yazılmaya değer fotoğraf, bize bambaşka bir Adnan Menderes ve Menderes ailesini söyleyip duruyor. Sık sık o fotoğrafa bakıyorum. 27 Mayıs sonrasının gözü dönük, iftiraya gönül indirmiş ortamı sadece o fotoğrafla çok iyi kavranabilir.

Herhalde o gün çekilmiş olmalı; Sayın Aydın Menderes Taha Bey'e o günü şöyle anlatıyor:

"İkinci gördüğümüzde tabiî çok üzgündü, zayıflamıştı. Akıbet az çok belliydi zaten. Bir anneme, fırsat buldukça bir bize, ağabeyime sarılıp öpüyor, seviyor, her an gözlerinde yaş. Öyle denize baktı, ne kadar denizi sever, oradan deniz bütün güzelliğiyle odalarda."

Fotoğrafta ortadaki adam Albay Tarık Güryay olabilir mi? Çünkü Aydın Bey bir de ilk ziyareti anlatmış:

"Haftada bir gün avukatların görüşme izni var, biz avukatların vapuruna bindik, Yassıada'ya yanaştı. Oradan alıp götürdüler, Yassıada komutanının Albay Tarık Güryay'ın odasındayız. Albay Güryay ful azamet, rahatsız edici derecede kibirli, mütehakkim... O sırada rahmetli babam geldi, 'Adnan Bey sen şurda bir dur bakalım' dedi. Tavrı böyle..."

27 Mayıs 1960 tarihinden birkaç gün sonra ilkokul bitirme sınavlarına giriyordum. Bir sabahı hiç unutmam; annem, ayakkabılarımı boyatmamı söylemişti. Yokuş başındaki her zamanki boyacımız hem sessiz sessiz ağlıyor, hem de "Namık Gedik intihar etmiş" diyor. Namık Gedik'in kim olduğunu bilmiyorum. Fakat intiharı biliyorum. İntihar edenlerin yürek yakacağını... hiç değilse kimi kişilerin yüreğini yakacağını biliyorum. Bulanık bir kafayla okula gidiyorum sonra.

Değerli Taha Bey idamlardan bu yana elli yıl geçtiğini belirtmiş. Durakaldım. Semtimizin boyacısı demek elli yıldır bende hep ağlayıp duruyor...

Yassıada'nın her gece radyolardan yankıyan duruşmaları yeniyetmeliğimin en büyük kâbusudur. Yaşım altmışı geçti, ama o günlerden kalma yaralanmışlık bir türlü iyileşmedi. Hem arkası da geldi: Bu kez yaşı yirmilerde insanlar asıldı. Benim üniversite çağlarım, sonra otuzlarımdayım...

Kitabın son sayfalarında kapaktaki fotoğrafı bir kez daha görüyorum:

"1961 Ağustos'unda Menderes ailesi Yassıada Komutanı Tarık Güryay'ın odasında son kez birlikteler."

Demokrasiden Darbeye/Babam Adnan Menderes uygarlık çizgisinden ayrılmak istemeyen herkesin çok yararlanacağı bir eser. Dünya görüşünüz, siyasî tercihiniz ne olursa olsun...zaman gaz.

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum