Rumeysa Ertem:Torunundan Seyit Onbaşıya;

Bir destandır senin adın. Kimi zaman, heyecanlı nefes nefese anlatılan kahraman, kimi zaman gözlerden dökülen inci tanesi oldun dedem.

Rumeysa Ertem:Torunundan Seyit Onbaşıya;
15 Nisan 2013 - 10:53 - Güncelleme: 15 Nisan 2013 - 10:57

Torunundan Seyit Onbaşıya;

 

Bir destandır senin adın. Kimi zaman, heyecanlı nefes nefese anlatılan kahraman, kimi zaman gözlerden dökülen inci tanesi oldun dedem.

Evet, sana dede diyorum. Üstelik sadece sana değil, daha küçük yaşta, oyunlar oynamadan, etrafa gülücükler saçmadan, ilkbaharlarını yaşayamayıp da kışı gören, silah seslerini duyan, bombayı hisseden, kolları bacakları havalarda uçuşan şehit kardeşlerime bile dede diyorum.        

 

Biz ki sizin torunlarınızız, biz ki sizin torunlarınız olma mevkiine sahibiz. Biz öyleyiz ki, yetersiz malzemeye karşılık, az yiyecekle, birkaç tas suyla, ellerinde silah, kalplerinde vatan sevgisiyle, dillerinde “Allahuekber!” seslenişleriyle, genciyle, yaşlısıyla, kadınıyla, erkeğiyle bir milletin gönlünü fethetmiş, zihinlere kazımış, istiladan kurtarmış, siz, siz dedelerimizin torunuyuz.

 

Duy sesimi Seyit Onbaşım, dedem duy!

Her şeyin bittiğinin düşüncesine varıldığı anda, İngilizlerin gemisi geçmek üzereyken boğazı, 250 kilo mermiyi “La havle ve la kuvvete illa billâh” sesleriyle kuşatıp, bir kaldırışta sırtlayan ve bir fırlatma da koskoca Türkiye’nin damarlarını canla dolduran adam, duy!

 

Bir çığlıktır sesim, bir bağırıştır. Bir sevdadır duyduğum his, bir haykırıştır. Bayrağımın damarlarında dolaşmaktasın, öyle bir şey ki, Sanki… Sanki o mermi isabet etmese gemiye, eğer o damarlarda dolaşmasaydın sen, kalp belki de kan pompalayamayacaktı… Dedim ya, bir destandır adın. Destan olmaya adın bile yeterlidir. Seyit; ileri gelen kişi, Hz. Muhammed’in soyundan olan kimse… Kalbinde ki vatan sevgisi, aşkın, kahramanlığın, cesurluğun, destanı delip de geçer dede!

 

Bir kuş, kanatsız uçamaz ya hani, sen o kanatsın. Gece karanlığında göremeyiz ya yolumuzu, sen o ışıksın. Bir bombayla kurtardın bizi. “ÇANAKKALE GEÇİLMEZ!” cümlesini kalplerimizden dünyaya taşıdın.  

Ne demişti Akif;

 

“Bastığın yeri “toprak” diyerek geçme, tanı!

  Düşün altında ki binlerce kefensiz yatanı. “

 

Unutmadık Onbaşım, unutmadık. Üzerinden yıllar geçti, unutmadık. Seni, Kınalı Hasanı, yalın ayaklıları, aç karınları, kolsuzları, ayaksızları, gazileri, cepheye malzeme taşıyan ninelerimizi, olduğu yerde can çekişenleri; vatan uğruna, bayrak uğruna, bir hilal uğruna mermi önüne gidenleri, “Allah! Allah!” sesleriyle ölümle burun buruna gelenleri, kalplerimizde yaşattık ve unutmadık!

 

Kelimelerim sığamıyor dedem! Gücüm yetmiyor… Sizlere “Öldü!” diyenlere yumruğum dar geliyor. Sizi inkâr eden zihinlere, cümlelerim çıkmaya korkuyor. Oysa bilseler bastıkları toprakları, koklasalar… Kan kokuyor dedem, zafer kokuyor, şehit kokuyor!

 

Bayrağım göklerde başı dik dalgalanıyor, “Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen alsancak;” ezgisi çıkıyor ağızlardan, şehidim bizi izliyor, gözümden iki damla yaş süzülüyor… Keşke diyorum içimden, keşke şehidimin kan kokan ellerinden öpebilseydim, yalın ayaklarıyla tekrar bir vatan kuran ayaklarına tek tek kapanabilseydim, şu kelimelerimi, minnetlerimi ağlayarak yüzlerine haykırabilseydim…

 

Ama olmuyor Onbaşım, olmuyor! Sizlere sonsuz dua etmekten, kalbimde yaşatmaktan ve gönderileceği yeri belli olmayan adreslere sizin adınıza mektup yazmaktan başka elimden gelen olmuyor. Bir kuru toprak için can feda edenlere, iki avuç açıp dua etmeyi esirgemiyorum…

 

Utanıyorum dedem, utanıyorum! Siz bir-iki zeytin ve kuru ekmekle kuşatırken düşmanın dört bir yanını, biz dağda iki çapulcuyu karşımıza alıp hesap veremedik. Siz düşmana silah sıkarken, biz şimdi kardeş kardeşe düşman olduk, dedem!

 

Oysa içimden öyle garip şeyler geliyor ki… Bir güvercin yakalasam, mektubumu da bir iple bağlasam ayağına ve hür bıraksam diyorum. Nasıl olur dedecim? Tıpkı sizin bizlere bağışladığınız istiklal gibi o da bağımsız olsun istiyorum. Ve sonra, diyorum içimden. Güvercin uçsa, uçsa, uçsa… Dönse dolaşsa sahibini bulsa… Çanakkale’nin üzerindeki bulutlarda taklalar atsa, sonra senin mezar taşının başucuna konsa… Sesler çıkarsa sana ötse, ötse, ötse… Benim diyemediğim cümleleri kendi diliyle dese… Ah, bir dese…

 

“Ey, nizam-ı âlem için toprağa gönül koymuş asker!”

Bu ses, senin torununun sesidir. O ses ki, seni zihnine kazımış, kalbine gömmüştür. Ve o ses ki, bir hilal uğruna akıtılan kanı, sana karşı riayetsizlere esir etmeyecektir. Zira eğer varsa öyle bir durum, bu torunların bedenleri de toprağa mahkûmdur.

 

Ve bir dua ile sonlandırmak istiyorum mektubumu Seyit Onbaşım! Dedem!

Dilerim Allah’tan mektubumda ki içtenliğimi hissedersin ve bu bedende toprağa düştükten sonra, bir umutla cennetin en güzel köşelerinde beraber senin kahramanlıklarını dinlemeyi Hak nasip eder bize…

 

Toprağınız bol, rahmetiniz çok olsun.

Bu vatan sizlerden yeni nesle emanettir, sizleri unutmayacağız.

Dedecim.

Torununuz Rümeysa…                                                                                                                                                                                Rümeysa Ertem

                                                                                                                                                           18.02.13

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum