RÜMEYSA ERTEM :LAFÜGÜZÂF

Ben yaşamın özünde, kâinattaki varlığını kanıtlamaya çalışan bir aczim! Göğün en kızıllığında, onu seyr-ü sefa edecek bir dağım. Sura üflendiğinde yerle bir olacak dağlar şahit Allah’ım! Kul e’uzü birabbinnas… Sığınırım insanların Rabbine, senden başkasına sığınılacak tüm putların zehriyim!

RÜMEYSA ERTEM :LAFÜGÜZÂF
12 Nisan 2017 - 19:57 - Güncelleme: 12 Nisan 2017 - 20:17

 

LAFÜGÜZÂF

-Kendini hiç “insan” olarak hissetmediğin oldu mu?

+Tövbe… O ne demek?

-İnsan hariç her şey hissettiğin oldu mu?

+Men ente? İnsan değilsen, kimsin?

-O ân hissettiğim şeyim. Yaşamın sınırları içerisinde barınan bir elmanın çekirdeği, ya da bir portakalın turuncusuyum. Bazen gökyüzünde bir bulut zerresi, bazen yeryüzünde (okyanus diplerinde, dikenli yollarda ya da hiçbiri, sadece sıradan bir kaldırımda) şekilsiz bir taş parçasıyım. Rüzgârın elmacık kemiklerimi okşadığı bir havada, mutluluğun ta kendisiyim. Ân neyse o’yum. O ân, o ânlar, nefesimi soluğumdan sızdıran her ân… Yaşıyorum işte! Diye bağırasım gelir. Sırtımda “ölüm varlığı”nın ağırlığını taşıyorken bile, hayallerimin ayaklarında surlar kuruluyken bile,  yıkamamışken dahi henüz o setleri; ânım ben. Anılarımla, küskünlük ve barışıklığımla, coşkulu ve dalgın dakikalarımla, melâl dolan gözlerimin çırpındığı sularla, yaşanıp da geçilmiş küf kokulu aşklarımla ve de aşktan yoksunluklarımla,  bütün merdivenlerin aşağı inilen yönüyüm. İndikçe geride duran basamakları toplayıp yüklüyorum heybeme. Şimdilik yoluma devam edebiliyorum, tüm basamakları yüklendiğim gün, ölümün ıssız soluğunda soluklanıyor olacağım. O ânda yine bir ân olacağım. Fakat son ânım o olacak. Ondan sonrası “anı” diye geçecek fotoğraf karelerinde. Yazılar kalacak defterlerde. Oturmuşluklar banklarda, çimlerde ve evlerde. Helal edilen-edilmeyen haklar bırakacağım geriye; yüzüstü bıraktıklarımın cebinde kalp kırıkları, yoluma onlarla devam ettiklerimin avuçlarında tebessümler, başları okşanmış sevimli köpekler, okumaya elimin gitmediği kitaplar, doyasıya mırıldanılmış şarkılar, üstlerinde dirseklerimi çürüttüğüm masalar/sıralar…

 

Memleket sevdaları bırakacağım; dağına, bağına, bayrağına konulmuş öpücükler kalacak geriye. Harp meydanında savaşırken söyler gibi yürekten okunmuş marş sesleri dalgalandıracak toprağımdaki çiçekleri. Sinesinde öylece nefessiz, bir başına yatacak olduğum kara parçası şahit Allah’ım! Vettini vezzeytun… Yüreğimde sana duyduğum inançla, zeytin ağaçları yetiştireceğim! Damarlarımdan geçecek dalları. Kanımda bulacak yaşamını. Ben inerken birer birer merdivenin basamaklarını, ayak izlerimde “sevgi” yazacak. Gökyüzünde bir bulut zerresiyken kuşlara, bir elmanın çekirdeği ve bir portakalın turuncusuyken kurtlara, okyanus diplerinde bir taş parçasıyken balıklara, sevgiyi bırakacağım.

 

Yalnızca ânım. Uzaklardan bakıldığında zerre tanesi gibi görünen hanedanın kocaman gövdesinde, ezdiğim çiçekleri geri dönüp toplar gibi bastığım basamakları topluyorum, ağırlıkların sebep olduğu omurgalarımın gıcırtısıyla… Dalgaların ritmiyle uyumayı düşleyerek… Doğacak güneşlere duyulan açlık, yaşama hissi yitirilmiş tüm duyulara tokluğum ben. Gözlerimin içine gözlerinin içiyle gülen güneşin feriğiyim, soğukta üşüyen ayaklarımın kızarıklarıyım, annemin avuçlarındaki çizgiyim; dalga üstlerinde salınan martıların batıp-çıkan gövdesiyim. Ben yaşamın özünde, kâinattaki varlığını kanıtlamaya çalışan bir aczim! Göğün en kızıllığında, onu seyr-ü sefa edecek bir dağım. Sura üflendiğinde yerle bir olacak dağlar şahit Allah’ım! Kul e’uzü birabbinnas… Sığınırım insanların Rabbine, senden başkasına sığınılacak tüm putların zehriyim! Sen diye ağladığım geceler, badem çiçekleri yeşeriyordu bahçelerde… Badem çiçekleri yeşeriyordu, ben Sen diyordum. İllallah… Senden başka… Lâ… Yok. İşte… Ve de Lâ’yım ben. Ötesinde ânın… Anla…

RÜMEYSA ERTEM  03.04.17

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum