Osmanlı'sız dünya tarihi yazılamaz

Prof. Kemal Karpat’ın Osmanlı ve Dünya adlı kitabı, Wisconsin Üniversitesi’nde 1971 yılında düzenlenen The Ottoman World konferansında sunulan bildirilere dayanıyor. Aradan geçen kırk yıla rağmen kıymetini koruyan bir eser...

Osmanlı'sız dünya tarihi yazılamaz
01 Ağustos 2015 - 21:49

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Türkiye’nin tavsayan dış politikasına kılıf ararken “değerli yalnızlık” diye bir kavram ortaya atmıştı. Buna göre Türkiye’nin ahlâki/vicdani olanı esas alan “ilkeli” politikası, meşruiyetini geçici uluslararası dengelerle değil, genelgeçer ve siyaset üstü “tutarlılıklar”la sağlıyordu. Bir zamanlar beraber politika üretilen bir kısım paydaşlarca bu yüzden yalnız bırakılmış olmak, gösterileni Türkiye’nin ilkeli duruşu olan “değerli” bir gösteren ve dünyanın artık beşten büyük olmadığına dair önemli bir göstergeydi. Ancak asıl ilginç olan, uluslararası kurumların da “değerlendirme” vasfını paranteze alan bu kerameti kendinden menkul duruşun (aslında iç politikaya yönelik bir Erdoğan hamlesi olması bir yana) sanki Türkiye’ye dair yeni bir pozisyon ortaya koyuyormuş gibi yapmasıydı. Zira “Türk’ün Türk’ten başka dostu olmadığı” kesin bilgisiyle donanmış 90’lar fütursuzluğu da benzer bir narsisistik çarpıklıkla malûldü.

Osmanlı’ya bakıştaki kırılma
Gelecek vizyonunu buradan kurgulayan memleketin tarihten anladığı da çok farklı olamazdı elbet. Ötükenin bağrından tek tabanca, dövüşe çarpışa bugünlere gelen Türkiye’nin, tarihi kendine doğru evrilen teleolojik bir destan olarak anlamasının ve Osmanlı tarihini bu destanın içine yerleştirerek kurgulamasının kabaca hep iki yüzü olmuştu. 20. yüzyıl başından itibaren gelişen ve 2000’li yıllarda belirleyiciliğini yitiren filolojik paradigmaya göre Osmanlı tarihi, bu destan ile çok da uyumlu değildi. 1950’lerden sonra gelişen milliyetçi-muhafazakâr görüşe göre ise Osmanlı destanın serlevhası, 1980’den sonra adı Türk-İslam olacak tarihin yüz akıydı. Filolojik paradigma Osmanlı bilgisini öncelikle Arap, Fars, Bizans gibi “dış etkenlerin” failliği üzerinden üretiyor, müstesna fatihlerin biyografilerinden istisnai anlatılar, lazım oldukça nefret edilecek kullanışlı ötekiler devşiriyordu. Filolojik bakışın akademik soğukluğundan nasibini almamış milliyetçi-muhafazakâr görüş ise tarih bilgisini Osmanlı tarihi ile özdeşleşerek üretiyor ve bu sayede İslam tarihini Osmanlılaştırırken, yeri geldikçe de Avrupa tarihini Osmanlı belirleyiciliği üzerinden kendine yontuyordu.
En iyi, ortaöğretim tarih ve edebiyat ders kitaplarından takip edilebilecek bu ikili salınım akademik tarihçiliğe de (edebiyat tarihçiliği dâhil) yansıyordu elbet. Ancak 1999 yılına doğru bir kırılma yaşandığını ve Osmanlı tarihinin politik angajmanların belirleyiciliğinden nispeten uzak, kendi bağlamında değerlendirilen bir araştırma alanı olarak öne çıkmaya başladığını da biliyoruz. Belki de bu yüzden, tam da o dönemde, Amerika ve Avrupa üniversitelerinde hâlihazırda böyle seyreden Osmanlı tarihçiliğine doğru bir yönelimin başladığını, mevcut birikimin nitelikli lisansüstü programlarda bir canlanmaya yol açtığını da söyleyebiliriz. Yine o dönemde Türkiye’ye dönen/gelen Şerif Mardin, Standford Shaw, Halil İnalcık ve Kemal Karpat gibi önemli isimlerin çalışmalarına ilginin arttığını ve çeviri faaliyetlerinin hızlandığını da. Nitekim yazımızın konusu olan Osmanlı ve Dünya: Osmanlı Devleti ve Dünya Tarihindeki Yeri adlı kitabın çevrilmesi de o dönemde olmuştu.

2000 yılında Ufuk Kitapları’ndan, Mustafa Armağan’ın editörlüğünde yayımlanan çalışmanın beşinci baskısı, Kemal Karpat külliyatını 2009 yılından beri bir araya getirmeye çalışan Timaş Yayınları’nca yapıldı. Bu yeni baskıya yazdığı önsözde kitabın yayımlanış sürecini de anlatan Armağan, 1999’daki etkinlikler için Türkiye’ye gelen Kemal Karpat’tan o sırada Brill’den yeni çıkan ve tam da Osmanlı tarihine dair değişmekte olan bağlamı tartışan Ottoman Past and Today’s Turkey derlemesini çevirmek için izin istediğini, ancak birtakım telif sıkıntılarını gerekçe gösteren Karpat’ın, kendisine 1974 yılında yine Brill’den çıkan The Ottoman World and its Place in World History’yi önerdiğini belirtiyor. Bu rastgele yapılmış bir öneri değil şüphesiz; zira iki kitap arasında tamamlayıcı bir ilişki var. 2000 yılında yayımlanan Ottoman Past 1996’da Wisconsin Üniversitesi’nde aynı başlıkla düzenlenmiş konferanstaki bildirilere, Osmanlı ve Dünya da yine Wisconsin Üniversitesi’nde 1971 yılında düzenlenen The Ottoman World konferansındaki bildirilere dayanıyor.

Ottoman Past’e yazdığı giriş yazısına Osmanlı ve Dünya’nın 1974’teki yayımlanma sürecini anlatarak başlayan Karpat, çalışmanın Birleşik Devletler ve Avrupa’da ilgi görmesine rağmen Türkiye’de sessizlikle karşılandığına, kitabın yayımlanışından on küsur yıl sonra gelen çeviri taleplerinin ise “Osmanlıcı” (biz onu “gerici” diye anlayalım) yaftalamaları ile engellendiğine değiniyor. Yazısının devamında Türklerin, kendi Osmanlı geçmişi ile “buluşmasının” sancılı ama  doğru yönde bir süreç olarak nasıl geliştiğini anlatan Karpat, genel olarak Ottoman Past’i bastırılmış süreklilikleri farklı araştırma alanlarında açığa çıkaran bir kaynak eser olarak tasarlamış. Hatta şunu da söyleyebiliriz: Ottoman Past, Osmanlı ve Dünya’da bir araya gelen öncü bilim insanlarının çalışmalarının nasıl kurucu bir vasıf üstlendiklerini de gösteriyor. Bu bağlamda Osmanlı ve Dünya’nın, Osmanlı-Türkiye tarihi geçişkenliklerine odaklanan selefine kıyasla, imparatorluğun 1970’ler dünyasındaki “değerli yalnızlığına” müdahil olmayı amaçladığını söylemeliyiz. Nitekim Karpat da çalışmaya yazdığı “Giriş” yazısının ilk iki cümlesinde bu durumu şöyle ortaya koyuyor: “Osmanlı tarihi, tarih araştırmalarının üvey evladıdır. Dünya tarihi hakkında yazılan pek çok kitap ve özgül olarak Avrupa ve Asya ile ilgili olan pek çok çalışma, Osmanlıları görmezden gelmeye veya onlara sadece geçerken kısa bir bölüm veya üç beş beylik kanaat tahsis etmeye devam etmektedir.”

Kırk yıldır kıymetini koruyor
2000 yılındaki Türkçe çeviriye yazdığı önsözde ise Karpat, kitabın  imparatorluğu yerleştirmek istediği tarihsel düzlemi şöyle özetlemiş: “Gerçekten de kuruluşundan çöküşüne kadar Osmanlı Devleti, çevresinde bulunan büyük güçlerle devamlı ilişkiler kurarak, gereğinde anlaşarak, gereğinde çarpışarak altı yüzyıllık varlığını sürdüregelmiştir. Bizans Devleti’nin vârisi olarak kendini Roma Kilisesi’nin karşısında bulmuş ve bu kilisenin siyasi gücünü kaybetmesinde çok etkili olmuştur. Başka bir deyişle Avrupa’da millî devletlerin ortaya çıkışını kolaylaştırmıştır.”

Aradan geçen kırk yıla rağmen kıymetini koruyan Osmanlı ve Dünya’nın, bir an önce çevrilmesini beklediğimiz Ottoman Past ile beraber okunması dileğiyle…  

OSMANLI VE DÜNYA, KEMAL H., KARPAT, TİMAŞ YAYINLARI, 208 SAYFA

Emrah Pelvanoğlu 08 Temmuz 2015
zaman kitap

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum