NAR AĞACI: İREM YAVUZ

Nazan Bekiroğlu’nun son romanı Nar Ağacı’nı elime aldığım an geçmişe doğru bir yolculuğa çıkacağımı biliyordum.

NAR AĞACI: İREM YAVUZ
21 Ocak 2013 - 14:37

                                        NAR AĞACI

       Nazan Bekiroğlu’nun son romanı Nar Ağacı’nı elime aldığım an geçmişe doğru bir yolculuğa çıkacağımı biliyordum. Türklerde tarihi unutma âdeti sürüp giderken, bu romanın cesaretiydi beni kendine hayran bırakan. Hangimiz biliyorduk anneannelerimizin büyük dedelerimizin hikâyelerini. Yaşlılarımızın dizlerine oturup dinlediğimiz hayat öykülerini bizler çoktan unutup gitmişken, Nazan Bekiroğlu geçmişe yolculuk etmiş, toprağından kopmuş dedesinin yoluna düşmüştü. Bu yolculukta anneannesini dedesini ayrı ayrı bulmuş özenle çıkarmıştı saklandıkları yerden. Şimdi roman olmaya layık hayatlarını bizlere sunmuştu. Zehra ve Setterhan’ın hikâyesi kitaplığımıza hürmetle yerleştirebileceğimiz bir roman.

       Bekiroğlu kitabının ismine bu aralar fazla duyduğumuz, popüler olan bir isim veriyor. Nar Ağacı . Ne kadar yakışıyor bu romana bu isim. Derin ve etkileyici… Büyüklerimiz bir ağaç değil mi hayatlarımızda? Bizleri gölgelerinde büyütüyorlar. Yüzlerini görmesek de biliyoruz onları, seviyoruz, varlıkları bize güven veriyor. Bekiroğlu tam da o ağaçları anlatıyor işte bizlere. Geçmişe gidip nar ağacının dalları arasında izlediği “Zehra”sını anlatıyor.

       Türkiye’nin balkan savaşları ve 1.dünya savaşı yıllarındaki kaderini seriyor gözler önüne. “Hiçbirimizin kökleri kendi toprağında değil” diyor. Bu kitap toprağından koparılan bizim insanların hikâyesi.

       Romanda bana kendini sevdiren karakterler biri büyükhanım “Dünyadaki bütün ırmaklar kendi yataklarında akmadıkça içi rahat etmeyenlerdendi” diye bahsediliyor ondan, benimsiyorum onu. Zehra anlatılırken beliriveriyor gözümüzün önünde Zehra. İnsan tasvirleri öyle kuvvetli ki insan kendinden bir şeyler illa ki buluyor.

       Geçmiş ve şimdi birlikte yol alıyor bu kitapta. Anneannesini dedesini geçmişte arayan Bekiroğlu şimdide de dedesinden izler bulmak için yolcuğa çıkıyor. Ülke sınırlarında düşünüyor, duygulanıyor, ülkeleri karşılaştıran derin anlamlar dolaşıyor cümlelerinde. “Ne garip! Burada Türk bayrağı, orada İran bayrağı. Bu toprakları şu dikenli teller mi ayırıyor? Oysa şu ağacın kökü bu tarafta dalları öbür tarafa sarkmış, ağacın umurunda değil.”

       Mekân tasvirlerinde mekânların görünüründen çok ruhuna iniyor. İçine sinmiş yaşamışlıklardan bahsediyor. Şimdiye bakıp daima geçmişi düşünüyor. “Tebriz’in ticaret yeteneğine daha doğuştan sahip olduğu o eski tacirlerinden, kervanlardan, saraylardan izler arıyorum. Oysa Tebriz dedikleri modern bir şehir değil midir? Yedi kez depremle yıkılmış, yedi kez kurulmuş… Böyle bir yıkımdan geriye Tebriz’in asliyetinden ne kalır ki? Geriye kalanlarda kaybolanları hayal etmeye yetmiyor.”

        Yazımın başında da dediğim gibi Türkiye’de o zor yıllara dair hayat hikâyelerini çekip çıkartmak cesaret ister. Olanların üzerini örtmeyi seven bir milletiz. Nazan Bekiroğlu’da içinde bu roman doğmaya başladığı andan itibaren ona cesaret verebilecek birini arıyor. Yasemen, Nazan Bekiroğlu’nun deyimiyle “aynı şalın altındaki dostluk”. Sınırları, dağları, yolları onunla aşıyor.

       Lafı fazla uzatmadan, kitaptan fazla bahsetmeden yazımın sonlarına geliyorum. Tüm kalbimle yıllarca unutulmayacak bu kitabı tavsiye ediyorum. Çünkü yılların dünün üstünü örttüğünü, üzerine modern kentler kurduğunu, kültürleri unutturduğunu, dün üzeri örtülen hayatları, o hayatlarda unuttuğumuz insanların hepsinin roman olabilecek derinliğini kanıtlayan bir roman “Nar Ağacı”                                                                                       

KİTAP ADI: Nar Ağacı

YAZARI: Nazan Bekiroğlu

YAYINEVİ: Timaş

YAYIN YILI: 2012

SAYFA SAYISI: 533

                                                                                                          İREM YAVUZ

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum