Leyla İpekçi:Kelemin Halleri

Galiba kalem benim gibi bir 'yazan' için hem an'ın hem de mekân'ın 'uç'larını yontmaya yarıyor.

Leyla İpekçi:Kelemin Halleri
04 Şubat 2012 - 13:30

Galiba kalem benim gibi bir 'yazan' için hem an'ın hem de mekân'ın 'uç'larını yontmaya yarıyor. Ne vakti biz yaptık, ne kâinatı. Bunu fısıldıyor öncelikle. (Kalem artık sadece bir mecaz oldu; tuş demek ise sanki yavanlaştırıyor meseleyi.)

 

Her varlığın Yaratan'ı hamd ile tesbih ettiğinden hareketle, şeylerin birbirinden çok farklı konuşma biçimleri olduğuna ve dolayısıyla konuşan her varlığın canlı olduğuna varırız. Kıpırdamayan nesnelere vuran ışığın kırılışı ve yansıması da, gölgenin eşya üzerinde yer değiştirişi de... Her şey hareket halinde işte. Ve bize bir şey söyüyor. Biz de iki nefes arasında okumaya, işitmeye çalışıyoruz dilimiz döndüğünce.

İki nefes arasında an. Ve an'ın sırlarından biri bize her an ölmekte, her an dirilmekte olduğumuzu fısıldıyor. Bizim tabiri caizse 'küçük sonsuzluğumuz' bu. Nefesi farkında olmak kolay değil. Ama bu şuurla alınan verilen nefesle uzayıp genişleyebilir an. Bazen de kendi kendini imha eder. Sonra bir de form olarak dikey olması var kalemin. Vahyin inmesi gibi, söz de düşey. Yukarıdan geliyor. Zihinden geçip kalbe geliyor. Ve oradan da kalemi tutan ele. Kalem, kelamı taşıyor bu anlamda. Hokkanın hakikatini vücuda getiriyor da denilebilir belki.

Tabii kalemin canlı olması, onun bir nefs taşıdığı gerçeğini de gösteriyor. Birçok 'yazan'ı yarı yolda bırakır kalem. Kiminin kılıcı olur. Kiminin bıçağı. Bazen çukura gömer seni kalem. Bazen kanatlandırır. Bana göre kalem'in ne için yazdığı, onun neyi yazdığını da belirliyor. Nasıl yazdığını da. Biraz kendi kalem'im üzerinden somutlaştırmaya çalışayım. İlkokul ikinci sınıftan beri, yani neredeyse hecelemeyi söküp kelimeleri art arda sıralamayı ilk örendiğimden beri yazarak var olma serüvenim sürüyor. Amel de diyebilirim sanırım.

Varoluşuna bir kanıt gerektiğinde, şükranları sunmak istersin. Bir hamdetme ihtiyacı. Ve aynı zamanda da kendindeki o tamamlanmamışlığı, o eksikliği giderme, o kusurluluğu örtme, bütünleme, birleme ihtiyacı. Tevhid özlemi belki. Bir kararla, bir tevafukla veya hatta bir planla başlamış değilim yazmaya. Yazmak iki nefes arasındaki an. O anın anlamı ancak yazarak vücut buluyor bende. Mizaç diyelim. Fıtrat. Asli tabiat. Her ne ise... Ama yıllar içerisinde kalemin yazmaktan çok silmekle, yazılanların üstünü çizmekle olan ilişkisini keşfettim elbette.

Kalem yalnızca bir yazma nesnesi değil bu yüzden. Bir işitme, bir görme, bir hissetme ve anlamlandırma gereci. Bir okuma aracı. Bir bilme çabası. Bir anlama, yakınlaşma arzusu. Yine daha önce yazdığım gibi, bir 'başkası olma' hali. Nesneyle öznenin iç içe geçmesi. Ben ile öteki'nin birbirinde erimesi. Başkasındaki ben'i, bendeki başkalarını içerme hali. Bunun gibi daha birçok iç içe geçen haller toplamı. Kalemi tutan elin yazdığını çizen kalemi tutan el. Evet, kalemin dikey bir form taşıması, bana bir yandan da onu tutanın yalnızca ben olmadığımı, kalemin üzerindeki hükmümün mutlak olmadığını haykırıyor. İnsan belki de en çok yazarken farkına varıyor, 'söz'ün kendisine ait olmadığını. Söz'ün emanet olduğunu. Ve sözü ifade eden kalemin gayba bakan sorumluluğunu.

O halde ana tema geliyor: Kalem neyi yazıyor? Neyi yazmıyor? Buna verilecek cevaplar kalemin ne için yazdığını da somutlaştırır zaten. Kısaca kalemin niyetini. Kalemin nefsinden her 'yazan' kadar mustarip olmuş biri olarak, son yıllarda giderek bizi güzelleştirmeye hizmet etmesini istiyorum kalemimin. Çünkü söz'ün bir emanet olarak taşınmasının sahiden de çok sorumluluk gerektiren bir yolculuk olduğunu öğrendim. Bizi güzelleştirecek olanın, ille güzel sözler olması gerekmiyor. Bir adaptan, bir edepten, üsluptan söz ediyorum.

İsterse en büyük çirkinliği ortaya çıkarsın, isterse en vahşi zulmü kayıtlara geçirmek için inip kalksın, isterse en sivri dilli kelime terkiplerini kursun, fark etmez: Bir şeyleri yerli yerine koymak, bir haksızlığa dikkat çekmek gibi hakkıyla bir adalet arayışı, kalemden çıkanların eksenini yukarıya yöneltecektir diye düşünüyorum. Kaleme düşey olarak gelen, kalem yazdıkça dikey olarak geldiği yere döner. O'ndan ödünç aldıklarımızı O'na iade etme niyeti: İşte benim için yazmak. İki nefes arasında...

Kalem'in ne için yazdığını bilme serüveni elbette nihai bir biliş değil. Sadece şu: Adalet talep ederken, mazlumun hakkını savunurken, zulmü önlemek isterken hakkın dilini kurabiliyor musun kaleminle? Yoksa kalemin iniş kalkışları, o kötülüğü çoğaltmaya, fitneyi arttırmaya, kendi nefsi emmaresine mi hizmet ediyor? Kalemin kâğıt üzerindeki iniş kalkışlarını secde ve kıyam kılmak... Allah'ın adıyla, bütün çabam, niyetim, amelim bu.

zaman gaz. 4 şubat 2012

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum