İnsan, Kâinat ve Allah - Muhsin BOZKURT
Kâinatın / tüm âlemler ve evrenin miftahı / anahtarı, açarı; insanın elindedir.
Âlemin kapıları açık ise de, manen / anlam bakımından kapalıdır.
Kitap sayfalarının; okuma bilmeyene, manen bir şey ifade etmediği gibi.
Allah; bütün o kapıları ve kenzi mahfîyi / gizli hazineleri / tabiatın sır olan gizemlerini açan;
Ene / ben, benlik ve ego namı / adında bir miftahı / anahtarı, insanın eline vermiştir.
Fakat, o ene de kapısı kapalı bir bilmece ve muammadır.
Bunun kapısı açılırsa, kâinatın da kapıları açılır. Mahiyet ve içyüzü anlaşılır.
Evet, Allah insana bir benlik, bir nevi / bir çeşit hürriyet vermiştir ki;
Cenabı Hakkın her zaman, her yerde, her mahlûka ihtiyaçlarını vermesi,
Onu terbiye etmesi ve idaresi altında bulundurması demek olan rububiyetine ait evsafı / vasıf
Ve nitelikleri bilmek için; insan, o mevhum / vehmî ve hayal ürünü olan
Farazî / var sayılan eneyi / benliği, bir vahid-i kıyasî, yani ölçü birimi yapsın.
Mahiyet-i beşerde / insanın yaratılış gayesi ve özelliğinde pek ince bir ip,
İnsanın vücudunda şuurlu bir kıl, kitap misal insan şahsiyetinde bir elif kıymetinde
Ve miktarında olan enenin / benliğin iki vechi / yönü vardır.
Biri, hayra bakar. Bu vecihle yalnız kabili feyizdir. Bilgi, ilim, irfan edinme yeteneğine sahiptir.
Fakat bunda fail / yapan değildir. Diğer vechi / yönü ise, şerre / kötülüğe bakar.
Bu vecihle kendisini fail / fiili işleyen, yapan, tesir eden bilir.
Ene’nin mahiyeti mevhume / vehmîdir. Rububiyeti / idaresi hayalîdir.
Vücudu bir şeyi hamil / taşıyıcı olamaz. Ancak, sıcaklık ölçen termometre gibi,
Kendileri bir şey meydana getirmezler, var olan durumu gösterirler.
Vacibü’l-Vücud’un / varlığı olmazsa olmaz olan Allah’ın rububiyetine ait, her şeyi kuşatan,
Sonsuz mükemmel sıfat ve vasıflarını bilmek için, bir mizan / terazi görevini yerine getirir.
Eğer insan, benliğine mizan ve ölçek nazarıyla bakarsa,
Kâinattan zihnine akıp gelen afakî / dışa dönük malûmatı
Kendi malûmatıyla, tasarrufat ve İlâhî sıfatları da
Kendi sıfatlarıyla tasdik eder. İnsan;
Görmesinden Allah’ın Basîr olduğuna, duymasından Allah’ın Semî’ ismine,
Konuşmasından Allah’ın Mütekellim olduğuna geçerek;
Yine insanda zuhur edenleri; merciine / merkez ve kaynağına iade eder.
Ve bu sayede “Kad eflaha men zekkâha.” /
“Nefsini günahlardan arındıran kurtuluşa ermiştir.” (Şems: 9)
Âyetinde geçen “men” / “o kimse ki” şümulüne / kapsamına dâhil olarak,
Hakkıyla emaneti ifa etmiş olur.
Fakat kendisine müstakil / bağımsız nazarıyla bakmakla,
Kendisini malik itikat ederse, “Ve kad habe men dessâha.” /
“Nefsini günaha daldıran da hüsrana düşmüştür.” (Şems: 10)
Âyetinin şümulüne / kapsamına dahil olmakla, emanete hıyanet etmiş olur.
Zira, semavat / sema ve gökler ve arzın / yerin hamlinden / yüklenmesinden
Korkarak imtina ettikleri / çekindikleri cihet, enenin / benliğin bu cihetidir.
Çünkü, dalâletler / Hak yoldan sapmalar, şirkler / Allah’a ortak koşmalar,
Şerler / kötülükler bu cihetten doğarlar.
Eğer vaktiyle o enenin şiddetli bir terbiye ile başı kırılmaz ise büyür,
İnsanın vücudunu yutar.
Eğer, milletin de enaniyeti / benliği inzimam ederse / eklenirse,
Sâniin / sanatla yaratan Allah’ın emrine karşı mübarezeye / çatışmaya çıkar,
Tam manasıyla bir şeytan olur. Sonra, halkı da kendisine kıyas eder.
Esbabı / sebepleri de o kıyasa dahil eder. Büyük bir şirke düşer.
FACEBOOK YORUMLAR