KUMRU ve KADIN
Yazar İdris Özler, İsmail Zorba'nın 'Kumru ve Kadın' kitabı üzerine yazdı...
15 Şubat 2024 - 09:25 - Güncelleme: 15 Şubat 2024 - 09:40
KUMRU ve KADIN
İdris ÖZLER
İsmail Zorba öğretmenimin “Kumru ve Kadın*” kitabını okuyunca aklıma çocukluğumda dinlediğim bir söylence geldi:
Vaktizamanında biri kız biri oğlan iki evladı olan mutlu bir aile varmış. Çocukların büyüğü yedi yaşına girmeden anne vefat edince, çocuklar perişan olmasın, diye konu komşu, hısım akraba adamı dul bir kadınla evlendirmişler. Masallardaki bütün üvey anneler gibi bu kadın da çocuklara çok kötü davranırmış. Baba ve üvey anne tarlaya gidince çocuklar evde oynarlarken yağ şişesini devirmişler. Maalesef yağın hepsi dökülünce üvey annelerinden korkan çocuklar birbirine sarılıp Allah’a dua etmişler: “Allah’ım bizi ak kanatlı bir kuş yap da üvey annenin gazabından kurtulalım.” demişler. Allah da dualarını kabul etmiş, iki kardeşi bir çift kumruya çevirmiş. Hızlıca evin bahçesindeki ağaca konup ötmeye başlamışlar:
Guguk guk guguk guk!
Yağ döktük!
Kim döktü!
Biz döktük!
Guguk guk guguk guk!
Bu söylenceyle büyüyen herkes onların insan olduklarına inandıkları için kumrulara zarar vermez. Ayrıca kumrular tek eşlidir ve beraber yaşadıkları sürece birbirlerine olan sevgileri ve muhabbetleri hiç eksilmez. Kumrular bu yönüyle şarkılara da konu olmuştur.
İsmail Zorba’nın kitabında yer alan hikâyelerdeki kahramanların çoğunda kumru sadakatiyle karşılaşıyoruz. Hikâyeleri okuduktan sonra onlardan aldığım tadı elimden geldiğince bu yazımda paylaşmak istedim. Bunu yaparken her hikâyeden beni etkiyen bir iki cümle alıp sonra değerlendirmeye çalıştım.
Kumru ve Kadın:
“Bir kuş konuyor; kumru! Kuş, masadakilere bakıyor. Kadın, kumruyu görüyor. "Biliyorum. Sen de biliyorsun değil mi?" diyor. Kumru birden havalanıyor, kayboluyor. Bu eve taşındıklarından beri bu kumru hep gelir. Bir haber mi bırakır, bir işaret mi; bilinmez. Sadece kadın anlar”
Kumru ve Kadın hikâyesinde çaresiz hastalığa yakalanan bir kadının Suskun ve Yanından Ayrılmayan ’la konuşmadan anlaşmaya çalışması anlatılmıştır. Hikâyede isimler önemli değil siz istediğiniz isimle adlandırabilirsiniz. Benzer hastane yaşamlarında servisler ve oda numaraları yeterlidir. Hastane odaları iyileşme ve hayata tutuma mücadelesinde bir sürü Suskun’un bir sürü Yanından Ayrılmayan’nın mücadelesine tanık olmuştur. Hikâyenin sonunda pencereye gelen kumruyla yukarıdaki söylence kastedildi mi bilemiyorum ama kumrunun gidişi bir ayrılığı hatta bir dönüşümün habercisi olmuştur.
Rüyalarda Buluşuruz:
“Rüyalarıma saklıyorum bütün mutlulukları. Ne zaman uyansam siyah beyaz bir filmin ortasında gibiyim. Bütün renkler rüyalarımda buluşuyor. Bütün güzellikler de resmigeçit yapıyor. Dünya zamanım uzadıkça uzuyor, rüya zamanı ne kadar kısa. Gözyaşı medeniyetinin dünyasında nice kayıplar var.”
Yukarıdaki bölüm hikâyeyi özetiyor aslında. Birçok insanın yaşadığı karşılıksız ya da karşılığı oldurulmayan aşkları vardır. Zorba, aşkın içimizdeki çocuğun bakışında masum kalmasını istemiştir. Hiç bahsi geçmese de ben bu hikâyede bir Deniz kokusu aldım.
Bayramı Küstürdüm mü Yoksa:
“İhtiyarım demem hiçbir zaman. Erken doğanlardanım, derim. O yüzden banyo hariç evde ne kadar ayna varsa kaldırdım. Gönül aynama bakarım, yaşım on beş. Bedenim benden uzaklaşsa da ruhum eyvallah der, yoluma bakarım.”
Bu hikâye, yaş alanların hikâyesi. Ellisini geçen herkes hikâyede kendinden çok şey bulacaktır. Dünde takılıp kalmak belki günün korkusundandır. Değişen zamana ve değerlere ayak uyduramamak hikâyenin özünü oluşturuyor.
Sırlı:
“Tahta sertliğinde bir soğuk tokatlıyordu tenha sokaklarda yürüyenleri.”
Biz farkında olmasak da hemen her sokağın, her mahallenin sırlı’sı vardır. Ya içimizde büyüttüğümüz ya da durduk yere yakından tanımadığımız insanlara yüklediğimiz sırlar.
Bir Kuş Yüreğince:
“Ertesi sabah, daha ertesi sabah derken günlerce, haftalarca sabah vakti kesiğin köşesinde bekledi onun gelmesini, yaban üzümlerinin arasından bir kuş yüreğince baktı yollara. Onun geldiğini gördüğünce şöyle doya doya seyredemedi gidişini. Yüreği titreye titreye sindi yaban üzümlerinin gölgesine. Eğer o, işte o bir türkü söylese kuş yüreğince kana kana içecekti gönül şerbetinden.”
Hikâye kahramanı Gülgün, benzer hikayelere, romanlarda filmlerde karşımıza çıkabilecek bir kahramandır. Gülgün’ler alnına yazılanı oynamıştır. Bu hikâyeyi okuyan benzer eserlerdeki sona hazırlanırken bir sürprizle karşılaşır.
Yokuş:
“Yokuşu tırmanırken arada duruyor, nefesi rahatlayınca yoluna devam ediyordu. Ne kadar da dikti Asar'ın yokuşları. Arnavut kaldırımlı dar yolları beyaz badanalı duvarların gölgesi aydınlatıyordu. Bahar gelmiş bütün evler, sokaklar, mahalle, şehir temizlenmiş; kışın ağır yükünü üzerinden atmaya başlamıştı. Daha tırmanacak çok yolu vardı.”
Hikâye, yaşayan bir Muğla ve asar hikayesi. Canlı betimlemeler bizi peşinden sürüklemektedir.
Koridorda Kaçamak:
“Yine seslerin peşindeyim. Ne kadar da ritimli adımlar bunlar. Eski topuklular kadar olmasa da kendine has bir algısı var. Kendinden emin ne hızlı ne yavaş. O adımların peşinden takipçi başka ayak sesleri. Hızlı hızlı biraz ürkek. Öndeki adımlara yetişmeye mi çalışıyor. Biraz zaman geçiyor, biraz tereddütlü adımlar bunlar, aksaklık var bu yürüyüşte.”
Hikâyede yatan ya da bir yakın hastanede yatan her insanın koridor endişeleri anlatılmış. Kendi bildiklerini içerde yatana belli etmemek isteyenler için koridorlar hep bir sığınak olmuştur.
Dansa Davet
“Düşünüyorum zannediyordum, oysa yaşıyormuşum. İnsan bu kadar ıstırabı çekecek güce sahip miymiş? Sahipmiş ve yaşıyormuş. Sadece idrak anında kaçırıyormuş yaşadıklarını.” “ Söylenecek ne kadar güzel söz varsa son noktayı koyamıyordum.” “Çaresiz kimsesiz ve yalnız hiçbir özneyi cümleler kabul etmiyordu belki.”
Diğer hikâyelere oranla şiirsel cümlelerin daha yoğun kullanıldığını gördüm. Özlemler ve hayaller hikâyenin içine serpilmiş. Her okur hikâyeyi okurken kendi dününden ve bugününden çok şey bulacaktır.
Babamın Elleri:
Günümüz gençliği maalesef en fazla ebeveynlerinden yakınmaktadır. Onların kendilerini anlamadıklarını hatta çok geride kaldıklarını ifade etmektedirler. Yani modern dünyanın bize dayattığı kuşak çatışması gerçeğini hep birlikte yaşamaktayız. İsmail Zorba bu düşüncelerin aksine: “Nereye gidersem gideyim başıma ne gelirse gelsin ardımda bir gün güvenle dönebileceğim baba ocağım vardı.” ifadesini kullanarak babanın ne kadar önemli olduğunu anlatmıştır. “Baba” kavramı üzerinden ilk göreve başlamanın heyecanı bir otobiyografik hikâye özelliğiyle anlatılmıştır.
Devacı:
“Gelin kızımız senin yazdığın kâğıt sayesinde bütün sıkıntılardan kurtuldu. Evine girip çıkabiliyor artık.”
Bazen siz istemeseniz de toplum size içinize sindiremeyeceğiniz roller de verir. Devacı hikayesini okuduğumda Reşat Nuri Güntekin’in “Tanrı Misafiri” adlı hikayesini hatırladım.
İki Kalp Esintisi:
“Çünkü dünyada söylenecek sözlerden çok yaşanması, yaşatılması gereken sözler vardı.” Cümlesi hikâyenin merkezine oturacak bir ifade. Hikâyenin adından belki dile getirilemeyen bir aşk anlatılıyor zannedilebilir. Okunduğunda birbirini düşünen, tamamlayan iki yüreğin hüzünlü hikâyesini buluyoruz.
Zeytin Ağacı ve Gölgeler:
“İnsana bahşedilmiş en değerli ikramlardan biri unutmak.” Cümlesi hikâyeyi özetliyor aslında. Hikâye değil de bir manzume demek daha doğru olacak. Zeytin ağacının ölümsüzlüğüyle unutulmak istenmeyenlerin akılda tutunmaya çalışması özdeşleştirilmeye çalışılmış.
Kumrulu Kapının Kızı:
“Bir zamanlar yediği içtiği ayrı gitmeyen iki aile birbirlerine kapılarını bir ömür boyu kapatmışlardı.”
Her ev içinde yaşayanlarla anlam bulur. “Ev sahibiyle gider.” sözü bunun en güzel yansımasıdır. Bazı evlerse yaşanan hikâyelerle tanınır sahipleri ölse de onların adlarıyla yaşar. Bu hikâye Kumrulu Kapı ve Kozlular haneleri arasında geçen trajik anlatının öyküsüdür.
Sesler ve Renkler:
“İçimden şehirler akıp gidiyor Uykuyu haram kıldı gözlerim. Sesleri, hayatıma bir gün ışığı gibi dolan sesleri arıyorum.”
Yalnızlığını başka sesler başka renklerle bastırmak isteyen bir ruh durumu hikâyesi.
Basalım satalım:
“Elimden gelse Orhan Veli’’nin Mahmut’u gibi bütün gökyüzünü boyayacaktı.”
Bu hikâyede yazarla basımevi yetkilisi arasındaki zaman içinde kurulan dostluk anlatılmış.
Biliyorum Geleceksin:
“sıradan ve sürüden insanlarla arkadaşlık etmekten hoşlanmıyorum.”
Bu cümle zaten hikayenin tamamını karşılıyor.
İsmail Zorba öğretmenimiz kitabı 16 hikâyeden oluşmuştur. Yaklaşık 15 bin sözcüğün kullanıldığı hikâyelerin çoğu anı hikaye özelliği taşımaktadır. Yazarımız yaşadıklarından demlediklerini hikâyeye dönüştürdüğünü tahmin ediyorum. Hikayede geçen isimler incelendiğinde (anne, baba gibi sosyal statüler de dahil olmak üzere ) 25 kadın 25 erkek ismi kullanılmıştır. Yazarın kadın karamanları daha detaylı işlediğini gözlemledim. Özellikle şehir kadınlarının öne çıkması Bana Hüseyin Rahmi’’yi hatırlattı.
Öğretmenime yeni kitaplarıyla karışılacağımız sağlıklı, uzun ömürler diliyorum.
*İsmail ZORBA, Kumru ve Kadın, Çınaraltı Yayınları, İstanbul, 2023,
İdris ÖZLER
İsmail Zorba öğretmenimin “Kumru ve Kadın*” kitabını okuyunca aklıma çocukluğumda dinlediğim bir söylence geldi:
Vaktizamanında biri kız biri oğlan iki evladı olan mutlu bir aile varmış. Çocukların büyüğü yedi yaşına girmeden anne vefat edince, çocuklar perişan olmasın, diye konu komşu, hısım akraba adamı dul bir kadınla evlendirmişler. Masallardaki bütün üvey anneler gibi bu kadın da çocuklara çok kötü davranırmış. Baba ve üvey anne tarlaya gidince çocuklar evde oynarlarken yağ şişesini devirmişler. Maalesef yağın hepsi dökülünce üvey annelerinden korkan çocuklar birbirine sarılıp Allah’a dua etmişler: “Allah’ım bizi ak kanatlı bir kuş yap da üvey annenin gazabından kurtulalım.” demişler. Allah da dualarını kabul etmiş, iki kardeşi bir çift kumruya çevirmiş. Hızlıca evin bahçesindeki ağaca konup ötmeye başlamışlar:
Guguk guk guguk guk!
Yağ döktük!
Kim döktü!
Biz döktük!
Guguk guk guguk guk!
Bu söylenceyle büyüyen herkes onların insan olduklarına inandıkları için kumrulara zarar vermez. Ayrıca kumrular tek eşlidir ve beraber yaşadıkları sürece birbirlerine olan sevgileri ve muhabbetleri hiç eksilmez. Kumrular bu yönüyle şarkılara da konu olmuştur.
İsmail Zorba’nın kitabında yer alan hikâyelerdeki kahramanların çoğunda kumru sadakatiyle karşılaşıyoruz. Hikâyeleri okuduktan sonra onlardan aldığım tadı elimden geldiğince bu yazımda paylaşmak istedim. Bunu yaparken her hikâyeden beni etkiyen bir iki cümle alıp sonra değerlendirmeye çalıştım.
Kumru ve Kadın:
“Bir kuş konuyor; kumru! Kuş, masadakilere bakıyor. Kadın, kumruyu görüyor. "Biliyorum. Sen de biliyorsun değil mi?" diyor. Kumru birden havalanıyor, kayboluyor. Bu eve taşındıklarından beri bu kumru hep gelir. Bir haber mi bırakır, bir işaret mi; bilinmez. Sadece kadın anlar”
Kumru ve Kadın hikâyesinde çaresiz hastalığa yakalanan bir kadının Suskun ve Yanından Ayrılmayan ’la konuşmadan anlaşmaya çalışması anlatılmıştır. Hikâyede isimler önemli değil siz istediğiniz isimle adlandırabilirsiniz. Benzer hastane yaşamlarında servisler ve oda numaraları yeterlidir. Hastane odaları iyileşme ve hayata tutuma mücadelesinde bir sürü Suskun’un bir sürü Yanından Ayrılmayan’nın mücadelesine tanık olmuştur. Hikâyenin sonunda pencereye gelen kumruyla yukarıdaki söylence kastedildi mi bilemiyorum ama kumrunun gidişi bir ayrılığı hatta bir dönüşümün habercisi olmuştur.
Rüyalarda Buluşuruz:
“Rüyalarıma saklıyorum bütün mutlulukları. Ne zaman uyansam siyah beyaz bir filmin ortasında gibiyim. Bütün renkler rüyalarımda buluşuyor. Bütün güzellikler de resmigeçit yapıyor. Dünya zamanım uzadıkça uzuyor, rüya zamanı ne kadar kısa. Gözyaşı medeniyetinin dünyasında nice kayıplar var.”
Yukarıdaki bölüm hikâyeyi özetiyor aslında. Birçok insanın yaşadığı karşılıksız ya da karşılığı oldurulmayan aşkları vardır. Zorba, aşkın içimizdeki çocuğun bakışında masum kalmasını istemiştir. Hiç bahsi geçmese de ben bu hikâyede bir Deniz kokusu aldım.
Bayramı Küstürdüm mü Yoksa:
“İhtiyarım demem hiçbir zaman. Erken doğanlardanım, derim. O yüzden banyo hariç evde ne kadar ayna varsa kaldırdım. Gönül aynama bakarım, yaşım on beş. Bedenim benden uzaklaşsa da ruhum eyvallah der, yoluma bakarım.”
Bu hikâye, yaş alanların hikâyesi. Ellisini geçen herkes hikâyede kendinden çok şey bulacaktır. Dünde takılıp kalmak belki günün korkusundandır. Değişen zamana ve değerlere ayak uyduramamak hikâyenin özünü oluşturuyor.
Sırlı:
“Tahta sertliğinde bir soğuk tokatlıyordu tenha sokaklarda yürüyenleri.”
Biz farkında olmasak da hemen her sokağın, her mahallenin sırlı’sı vardır. Ya içimizde büyüttüğümüz ya da durduk yere yakından tanımadığımız insanlara yüklediğimiz sırlar.
Bir Kuş Yüreğince:
“Ertesi sabah, daha ertesi sabah derken günlerce, haftalarca sabah vakti kesiğin köşesinde bekledi onun gelmesini, yaban üzümlerinin arasından bir kuş yüreğince baktı yollara. Onun geldiğini gördüğünce şöyle doya doya seyredemedi gidişini. Yüreği titreye titreye sindi yaban üzümlerinin gölgesine. Eğer o, işte o bir türkü söylese kuş yüreğince kana kana içecekti gönül şerbetinden.”
Hikâye kahramanı Gülgün, benzer hikayelere, romanlarda filmlerde karşımıza çıkabilecek bir kahramandır. Gülgün’ler alnına yazılanı oynamıştır. Bu hikâyeyi okuyan benzer eserlerdeki sona hazırlanırken bir sürprizle karşılaşır.
Yokuş:
“Yokuşu tırmanırken arada duruyor, nefesi rahatlayınca yoluna devam ediyordu. Ne kadar da dikti Asar'ın yokuşları. Arnavut kaldırımlı dar yolları beyaz badanalı duvarların gölgesi aydınlatıyordu. Bahar gelmiş bütün evler, sokaklar, mahalle, şehir temizlenmiş; kışın ağır yükünü üzerinden atmaya başlamıştı. Daha tırmanacak çok yolu vardı.”
Hikâye, yaşayan bir Muğla ve asar hikayesi. Canlı betimlemeler bizi peşinden sürüklemektedir.
Koridorda Kaçamak:
“Yine seslerin peşindeyim. Ne kadar da ritimli adımlar bunlar. Eski topuklular kadar olmasa da kendine has bir algısı var. Kendinden emin ne hızlı ne yavaş. O adımların peşinden takipçi başka ayak sesleri. Hızlı hızlı biraz ürkek. Öndeki adımlara yetişmeye mi çalışıyor. Biraz zaman geçiyor, biraz tereddütlü adımlar bunlar, aksaklık var bu yürüyüşte.”
Hikâyede yatan ya da bir yakın hastanede yatan her insanın koridor endişeleri anlatılmış. Kendi bildiklerini içerde yatana belli etmemek isteyenler için koridorlar hep bir sığınak olmuştur.
Dansa Davet
“Düşünüyorum zannediyordum, oysa yaşıyormuşum. İnsan bu kadar ıstırabı çekecek güce sahip miymiş? Sahipmiş ve yaşıyormuş. Sadece idrak anında kaçırıyormuş yaşadıklarını.” “ Söylenecek ne kadar güzel söz varsa son noktayı koyamıyordum.” “Çaresiz kimsesiz ve yalnız hiçbir özneyi cümleler kabul etmiyordu belki.”
Diğer hikâyelere oranla şiirsel cümlelerin daha yoğun kullanıldığını gördüm. Özlemler ve hayaller hikâyenin içine serpilmiş. Her okur hikâyeyi okurken kendi dününden ve bugününden çok şey bulacaktır.
Babamın Elleri:
Günümüz gençliği maalesef en fazla ebeveynlerinden yakınmaktadır. Onların kendilerini anlamadıklarını hatta çok geride kaldıklarını ifade etmektedirler. Yani modern dünyanın bize dayattığı kuşak çatışması gerçeğini hep birlikte yaşamaktayız. İsmail Zorba bu düşüncelerin aksine: “Nereye gidersem gideyim başıma ne gelirse gelsin ardımda bir gün güvenle dönebileceğim baba ocağım vardı.” ifadesini kullanarak babanın ne kadar önemli olduğunu anlatmıştır. “Baba” kavramı üzerinden ilk göreve başlamanın heyecanı bir otobiyografik hikâye özelliğiyle anlatılmıştır.
Devacı:
“Gelin kızımız senin yazdığın kâğıt sayesinde bütün sıkıntılardan kurtuldu. Evine girip çıkabiliyor artık.”
Bazen siz istemeseniz de toplum size içinize sindiremeyeceğiniz roller de verir. Devacı hikayesini okuduğumda Reşat Nuri Güntekin’in “Tanrı Misafiri” adlı hikayesini hatırladım.
İki Kalp Esintisi:
“Çünkü dünyada söylenecek sözlerden çok yaşanması, yaşatılması gereken sözler vardı.” Cümlesi hikâyenin merkezine oturacak bir ifade. Hikâyenin adından belki dile getirilemeyen bir aşk anlatılıyor zannedilebilir. Okunduğunda birbirini düşünen, tamamlayan iki yüreğin hüzünlü hikâyesini buluyoruz.
Zeytin Ağacı ve Gölgeler:
“İnsana bahşedilmiş en değerli ikramlardan biri unutmak.” Cümlesi hikâyeyi özetliyor aslında. Hikâye değil de bir manzume demek daha doğru olacak. Zeytin ağacının ölümsüzlüğüyle unutulmak istenmeyenlerin akılda tutunmaya çalışması özdeşleştirilmeye çalışılmış.
Kumrulu Kapının Kızı:
“Bir zamanlar yediği içtiği ayrı gitmeyen iki aile birbirlerine kapılarını bir ömür boyu kapatmışlardı.”
Her ev içinde yaşayanlarla anlam bulur. “Ev sahibiyle gider.” sözü bunun en güzel yansımasıdır. Bazı evlerse yaşanan hikâyelerle tanınır sahipleri ölse de onların adlarıyla yaşar. Bu hikâye Kumrulu Kapı ve Kozlular haneleri arasında geçen trajik anlatının öyküsüdür.
Sesler ve Renkler:
“İçimden şehirler akıp gidiyor Uykuyu haram kıldı gözlerim. Sesleri, hayatıma bir gün ışığı gibi dolan sesleri arıyorum.”
Yalnızlığını başka sesler başka renklerle bastırmak isteyen bir ruh durumu hikâyesi.
Basalım satalım:
“Elimden gelse Orhan Veli’’nin Mahmut’u gibi bütün gökyüzünü boyayacaktı.”
Bu hikâyede yazarla basımevi yetkilisi arasındaki zaman içinde kurulan dostluk anlatılmış.
Biliyorum Geleceksin:
“sıradan ve sürüden insanlarla arkadaşlık etmekten hoşlanmıyorum.”
Bu cümle zaten hikayenin tamamını karşılıyor.
İsmail Zorba öğretmenimiz kitabı 16 hikâyeden oluşmuştur. Yaklaşık 15 bin sözcüğün kullanıldığı hikâyelerin çoğu anı hikaye özelliği taşımaktadır. Yazarımız yaşadıklarından demlediklerini hikâyeye dönüştürdüğünü tahmin ediyorum. Hikayede geçen isimler incelendiğinde (anne, baba gibi sosyal statüler de dahil olmak üzere ) 25 kadın 25 erkek ismi kullanılmıştır. Yazarın kadın karamanları daha detaylı işlediğini gözlemledim. Özellikle şehir kadınlarının öne çıkması Bana Hüseyin Rahmi’’yi hatırlattı.
Öğretmenime yeni kitaplarıyla karışılacağımız sağlıklı, uzun ömürler diliyorum.
*İsmail ZORBA, Kumru ve Kadın, Çınaraltı Yayınları, İstanbul, 2023,
FACEBOOK YORUMLAR