Kitaplar, Körlük ve Sinema / İhsan KURT

Kitaplar, Körlük ve Sinema / İhsan KURT
15 Nisan 2020 - 18:52

Kitaplar, Körlük ve Sinema

Bu günler birçoğumuz için, ülkemiz için ve bütün dünya için sıkıntılı günler. Topyekûn bir felaketin kaygılarını, korkularını ve acılarını yaşıyoruz. Bu sıkıntıları hissedenler evlerine kapandıklarında kendilerini dinleme zamanını yakalamaktadırlar. Hatta bazıları belki de kendilerini keşfetmektedir. Normal zamanlarda fırsat bulamadıkları, zaman ayıramadıkları ilgi alanlarına yönelenler olduğu gibi yeni ilgi alanlarının farkında olanlar da bulunur.

Evde kös kös oturmanın insanda yaratacağı negatif kurgulamalardan, kaygılardan, düşüncelerden kaçmanın birçok yolu vardır. Her birey kendi kişiliğine, ilgilerine göre farklı alanlarla uğraşmayı seçtiklerinde kendilerini daha iyi hissettiklerini fark ettikçe uğraşlarını bu alanlarda toplayacaklardır. Mesela ilk akla gelen kitap okuma, evde film seyretme, eğer ortam müsaitse resim yapma, bir müzik aleti çalma, ilgi duyuyorsa yazı yazma, şiir yazma gibi uğraşlar sayılabilir. Spor yapmak da bunlara dâhil edilebilir. Elbette daha çok çeşitli alanlarla ilgilenen, zamanlarını değerlendiren ve can sıkıntılarına çareler üretenler de çıkacaktır.

Bahar gelmeye, ağaçlar çiçek açmaya başlasa da dışarı çıkamamanın, sahilde esen serin rüzgârları teneffüs edememenin burukluğunu yaşayanlardan biri de benim. Belki siz kırları özlediniz. Bir tepenin başına çıkıp gücünüz yettiği kadar bağırmayı istiyorsunuz. Hayallerinizi yaşadığınızı var sayarak rahatlıyorsunuz belki de. Ben bu sıkıntılı günlere, toplumdan yalıtılmış olmama çareler üretmek gibi bir çabaya girmiyorum. Kitap okumak, yazmak, düşünmek, duymak, hissetmek ve bunları bilgisayarımın tuşlarından faydalanarak ifade etmek eskiden beri bir alışkanlığım. Bu günlerde bu eylemime daha fazla zaman ayırıyorum mecburen. Bazen akşam ne zaman çabuk gelmiş farkına varmıyorum. Ancak penceremden gelen ışığın azalması, kütüphanemin giderek loş bir havaya bürünmesi beni kendime getiriyor. Bu günlerde kitaplara, yazılarıma daha dikkatli, belki daha derinden duyarak eğiliyorum. Okumanın hazzı kadar yazmanın zevki beni bu kaygılı günlerden uzaklaştırıyor.

Yıllar var ki bir kitabı okumayı bitirmeden ikinci kitaba başlamazdım. Ancak emekli olduktan sonra farklı türde bazen iki, bazen üç dört kitabı birlikte okuyarak götürüyorum. Böylelikle hem usanmıyor hem de farklı türe geçtiğimde dinleniyorum. Düşünce, felsefe kitaplarının yanında edebiyat üzerine yazılmış kitaplar, tarih, şiir kitapları da olmazsa olmazlarımdan. İyi yazılmış, Türkçeye iyi çevrilmiş öyküler, romanlardan da bir türlü vaz geçemiyorum. Şiirler, şiir kitapları uzun yolculuklarda mola verilen istasyonlarım gibi oluyor. Diğer tür kitapların arasına şiirler okumayı soktuğumda parklarda, dağ başlarında derin nefes aldığımı hissediyorum. Soluklanmam da, dinlememde bu şekilde oluyor.

Sinemaya uyarlanmış romanlarla ilgimin Sefiller ile başladığını söyleyebilirim. Lise son sınıfta iken Sefiller’i okuduğumda, bahar yellerinin estiği gençlik duygularımın romanda anlatılan bir hayatın gerçekleri içerisinde durgunlaşmaya başladığını hissetmiştim. Aradan pek fazla bir süre geçmeden Sefiller’in sinemaya uyarlanmış filmini siyah beyaz televizyonumuzda seyrettiğimi hatırlıyorum. Ben sinema eleştirmeni veya yazarı değilim ama düşüncelerimi dürüstçe söylemem gerekirse filmi kitap kadar beğenmedim. Sonra bunun üzerine düşündüm. Bu film senaristin veya yönetmenin hayalleriydi. Onlar okuduklarından böyle bir film yorumuna ulaşmışlardı. Benim Sefiller’im, benim hayallerim, yazarın bende canlandırdığı tasvirler, davranışlar, düşüncelerdi. Hayatımda bundan sonra filme uyarlanan klasiklere, değerli edebiyat eserlerine hep benzer yaklaşım içerisinde bulundum. Seyrettiğim başka filmler de bu düşüncelerimi pekiştirmişti. Ta ki  José Saramago’nun Körlük romanını okuyana ve sinemaya uyarlanmış filmini izleyene kadar.

Romanı okuduktan en fazla on gün gibi bir süre sonra senaryosunu Don McKellar’ın yazdığı, yönetmenliğini Fernando Meirelles’in yaptığı, başrollerinde Doktorun eşini Julianne, Doktoru Mark Ruffalo’nun oynadığı Blindness (Körlük) filmini seyrettim. Bu filmi seyretmemle birlikte yıllardır bende değişmeyen bir düşüncem değişti. Romanı okurken bendeki çağrışımlar, sahneler, insanların davranışları, kentin ve trafiğin karmaşasını sahnede  –birebir olmasa da- görmem beni şaşırttı. Filmi seyrederken, işte tam benim hayal ettiğim şekilde çekilmiş diye düşündüm. Neredeyse kendimi yönetmenle birlikte bu filmi yaptığıma inanacaktım!

Demek ki hayaller, kurgular, tasvirler de insanlarda ortak duygular uyandırabiliyormuş. Eserin aslına sadık kalmak, yazanı anlamaya çalışmak birazda bu diye düşündüm. Şu salgın günlerinde eve kapanmışken Körlük romanını okuyan veya filmini seyredenlerden bazılarının benim gibi bir düşünceye kapılacaklarını sanıyorum. Hani “beterin beteri var” derler ya. Evet, malum virüs salgını romanda olduğu gibi körlük salgını olarak dünyayı etkileseydi insanlığın hali ne olurdu? Düşünmek bile istemeyiz değil mi?

En kısa zaman içerisinde ülkemizin, ülkelerin ve bütün insanlığın üzerinden bu salgın belasının geçmesini temenni ediyorum.

İhsan KURT

Kaynak: https://ihsankurt34.blogspot.com/2020/04/kitaplar-korluk-ve-sinema.html#more

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum