Kaşgar Emiri Yakup Bey hakkında Batılı tarihçilerin değerlendirmeleri
Kaşgar Emiri Yakup Bey hakkında Batılı tarihçilerin değerlendirmeleri
Mehmet Akif Erdoğru
Batılı tarihçilerin bir kısmı, II. Abdülhamid’in metbuu olan Kaşgar emiri Yakup Han’ı, şeriatı, Doğu Türkistan’da aşırı şekilde uyguladığı gerekçesiyle eleştirirler. Zira Uygurlar, katı şeriat uygulamalarına alışık değillerdi. Ağır vergilendirme, bazı malların ticaretinin yasaklanmasına, pazarların canlılığını kaybetmesi, ordunun büyük kısmını oluşturan Hokandilerin yerel halkı zorla baskı altına alması ve uluslararası diplomasi yoluyla emperyal güçlerden zarar görmesi gibi sebeplerle, Yakup Han’ın idaresinden memnun olmayan yerel halkın, eski idareye özlem duyduğunu belirtirler.
Amerikan tarihçi James A. Millard, Yakup Bey’in Doğu Türkistan’da yaptığı uygulamalarıyla ilgili şu değerlendirmeyi yapıyor: ‘Yerel Uygurlar bu değişiklikleri pek hoş karşılamadılar, çünkü Yakup Bey rejiminin meşruiyet arayışı içinde uyguladığı İslam hukukunun katı yorumuna alışkın olmadıkları gibi, birçoğu, daha ağır bir vergi yükünden ve toparlanması yavaş olan bir ekonomiden de sıkıntı duyuyordu. 1864-67 yılları arasındaki kargaşa, Çin'den gelen son ticaret akışını da kesmiş, Çin çayı, Çin gümüşü ve diğer eşyaların yeniden ihraç edildiği Kaşgar, antrepo rolünü yitirmişti’. Şöyle devam ediyor: ‘Yakup Bey büyüleyici bir insandı. Bir yandan, Timurlenk'ten geldiğini iddia ediyor, dini kurumların patronu olduğunu söylüyor ve bir kabile reisi gibi birliklerini ‘grup avına’ yönlendiriyordu. Tanıdık tipte Orta Asyalı bir diktatördü. Ancak diğer yandan, Orta Asya'ya yayılan Britanya ve Rusya ile gerileyen King ve Osmanlı imparatorlukları arasında yer bulmakta zorlanan yeni stratejik durumun da farkındaydı. Cengizli ve İslami meşruiyetin ve kişisel olarak sadık bir taraftarın, bu koşullar altında rejimini sürdürmek için yetersiz olacağını kurnaz bir şekilde kabul eden Yakup Bey, emperyal güçlerle uzun mesafe diplomasisine girdi ve ordusunu modern silah ve tekniklerle donatmaya çalıştı. Kasıtlı olsun veya olmasın, hem Avrupa'da hem de Orta Asya'da uluslararası tanınım sağladı. Yakup Bey döneminde Sincan ilk kez tüm dünya tarafından görünür hale geldi. Emperyal genişleme ve ‘küreselleşmenin’ hayli büyük dramıyla tanıştı.
Millward, Yakup Bey döneminde Kaşgar halkının fakirleştiğini ve eski idareyi (Çin idaresini) özler hale geldiklerini belirtir. İslam Şeriatının ticarete yasaklamalar getirdiğini söylüyor: ‘Yeşim madenleri bile terk edildi. Dahası, savaşlar sırasında özellikle İli'de ve Yakup Bey'in topraklarının doğu kesiminde nüfus azalmıştı. Ekonomik kriz, yüksek vergilerle daha da kötüleşti. Eyalet ve şehir yetkilileri maaş alamıyor ve halk geçimini sağlayamıyordu. Rejim, yaklaşık 40.000 askerden oluşan bir orduya sahipti. Çoğunlukla Cungarya’da konuşlanmış ve Çin'den gelen gümüşle ödeme yapılan King kuvvetlerinin aksine, Yakup Bey’in ordusunun Altışahr'da yerel olarak desteklenmesi gerekiyordu. Bu da nüfusun üzerindeki yükü artırıyordu. Aslında Yakup Bey'in rejimi, büyük ölçüde bir işgal rejimiydi. Vaha şehirlerinin kontrolünü ele geçirirken, 1864 isyanlarının hemen ardından iktidara gelen yerel dini liderleri, ortadan kaldırdı. Valilerinin çoğunluğu ve ordusunun çekirdeği, Keşmirliler, Badahşiler, Afganlar, Kırgızlar, Moğollar, Dunganlar ve hatta 'yeni Müslümanlar' (yengi Müsülman) olarak bilinen bazı yeni Çinli mühtediler tarafından desteklenen Hokandi’lerdi. 1870'lerde stratejik ve ekonomik nedenlerden dolayı Yakup Bey’in devletine meraklı olan İngiliz elçileri, halkın Özbek tarzında giyinmiş atlı Hokandi muhafızları tarafından sindirilmiş olduğunu kaydederler. Her ne kadar insanlar, King'i (eski idareci) halâ nefretle hatırlasa ve İslami otoritelerin idari fikrini memnuniyetle karşılasa da, bazıları, en azından gönülsüz biçimde de olsa, Mançular döneminde daha iyi olduklarını kabul ederler’.
Millward, çağdaş bir şahidin gözlemlerini aktarıyor: ‘Şimdi Pazar gününde gördüğünüz şey... Hıtay'ın (Çinlilerin) zamanındaki yaşam ve hareketliliğin yanında hiçbir şey değil. Bugün köylüler, kümes hayvanları ve yumurtalarıyla, pamukları ve iplikleriyle ya da satılık koyunları, sığırları ve atlarıyla geliyorlar; baskılı pamuklular, kalpaklar, şehir yapımı çizmeler veya ihtiyaç duyabilecekleri her türlü ev eşyasıyla ve her zaman güzel bir akşam yemeğiyle geri dönüyorlar ve biz de dükkânlarımızı kapatıp mallarımızı gelecek haftaki pazara kadar kaldırıyoruz. Bazılarımız bu arada, küçük bir girişimle, çevredeki kırsal pazarlara çıkıyor, ama bizim en büyük günümüz şehirdeki pazar günü. Hıtay (Çin idaresi) zamanında durum çok farklıydı. O zamanlar insanlar, her gün alıp satıyorlardı ve pazar günü çok daha neşeli geçiyordu. İnsanları ibadete gönderecek, kadınları sokaklardan kovacak subaşı ile silahlanmış altı muhtesibi ile Kadı Reis yoktu ve hiç kimse alkollü içki içmek ve yasak etleri yemekle suçlanmıyordu. Müzisyenler ve akrobatlar vardı. Kalabalığın arasında dolaşan ve insanları oyalayan falcılar ve hikâye anlatıcıları vardı. Mağazaların önlerinde bayraklar, pankartlar ve her türden resim dalgalanıyordu ve müşterilerini memnun etmek için yüzünü boyayan, ipek ve dantellerle süsleyen callab da vardı. ... Evet, çok sayıda düzenbaz ve kumarbaz da vardı ve insanlar sarhoş olup ceplerini soydular. Şimdi de öyle yapıyorlar, ama bu kadar alenen değil, çünkü artık İslami yönetim altındayız ve Şeriat sıkı bir şekilde uygulanıyor’ (James A. Millward, Eurasian Crossroads).
Not: Görselde kullanılan resim: Almatı Milli Müzeden. Kazak kadın.
FACEBOOK YORUMLAR