K I R I M O Ğ L U BİR HALKIN MÜCÂDELESİ

Önce Vatan gazetesinden Oğuz ÇETİNOĞLU'nun yazısı: "K I R I M O Ğ L U BİR HALKIN MÜCÂDELESİ"

K I R I M O Ğ L U BİR HALKIN MÜCÂDELESİ
03 Aralık 2020 - 11:49 - Güncelleme: 03 Aralık 2020 - 13:33
Kırım Hanlığı, Altın Orda Devleti’nde taht kavgalarının başlaması üzerine ülkesinden ayrılmak mecburiyetinde kalan Hacı Giray Han tarafından 1441 yılında kuruldu. Cengiz Han’ın büyük oğlu Cuci soyundan gelen Giray Hânedânı tarafından yönetilerek 342 yıl hüküm sürdü. Müslüman Türk olan Kırım halkı, 1475 yılında kabul edilen anlaşma gereğince iç işlerinde serbest, dış ilişkiler itibâriyle Osmanlı Cihan Devleti’nin himâyesinde olmak üzere 1774 yılına kadar 299 yıl, güven ve huzur içerisinde yaşadı. Osmanlı Devleti’nin Rusya karşısında güç kaybetmesi sebebiyle 1777 yılında imzalanan Küçük Kaynarca Anlaşması ile Kırım sözde bağımsız oldu. Hakikatte ise, Rusya’nın himâyesine girdi. Rusya, Kırım’da karışıklar çıkarttı. Güyâ karışıklıkları önlemek maksadıyla Rus ordusu, 1783 yılında Kırım’a girdi. Kırım önce işgal, daha sonra da Moskova yönetimi tarafından ilhak edildi. 18 Mayıs 1944 târihinde, Stalin yönetimindeki Moskova hükûmeti, İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlara yardım ettiğini iddia ederek Kırım Türklerinin tamamını Sibirya’ya, Özbekistan’a ve Orta Asya’daki diğer bölgelere sürgün etti.
18 Mayıs 1944 târihinde, Stalin yönetimindeki Moskova hükûmeti, İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlara yardım ettiğini iddia ederek Kırım Türklerinin tamamını Sibirya’ya, Özbekistan’a ve Orta Asya’daki diğer bölgelere sürgün etti.
Özbekistan’a sürgün edilen Kırım Türkleri bir müddet sonra Vatan Kırım’a dönmek için önce gizli, sonra da açık bir mücâdele başlattılar. Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu, bu direnişlerle adını duyurdu. Soydaşlarından, Türkiye’den ve dünyanın belli kesimlerinden destek gördü. 1981 yılında başlayan Vatan Kırım’a dönüş hareketi 1991 yılında büyük kütleler hâline dönüştü.
Bu, dünya târihinde eşi ve benzeri görülmemiş bir zaferdi. Silâhsız, topsuz ve tüfeksiz, vatan sevgisinden beslenen ve yüreklerden gelen inançla kazanılan bir zafer…
Sivil ordunun komutanı ise Kırımoğlu…
Zafer Karatay, 16,5 X 24 santim ölçülerindeki 255 sayfalık eserinde, destan kahramanı Kırımoğlu’nun ve yürekten gelen bir sevgi ile kayıtsız şartsız teslimiyet gibi kahramanına bağlanan Kırım Türklerini anlatıyor.
Karatay, eserinin ‘Ön Söz’ bölümünde, kitabın yolculuğunun; ‘uzun kış gecelerinde, rahmetli dedesi, Raşit Karatay’ın evinde toplanan köy yaşlılarının anlattıkları göçler ve esâret hâtıralarını küçük bir çocuk olarak dinlerken başladığını’ belirtiyor.  Sonra gençlik yıllarında Cengiz Dağcı’nın ‘Korkunç Yıllar’ ve ‘Yurdunu Kaybeden Adam’ isimli romanlarıyla şekillenen mücâde azmi ve o azimle üstlenilen vazifeler… Kırım Derneği’nde, Kırım Emel Vakfı’nda ve Emel Dergisi’nde gönüllü ve hasbî hizmetkârlık…
Yolculuğun ürünü sâdece KIRIMOĞLU / Bir Halkın Mücâdelesi isimli eser değil. 1994 yılından itibâren TRT kanallarında onlarca defa yayınlanan 6 bölüm hâlindeki Kırım Belgeseli, Eşi Neşe Sarısoy Karatay tarafından hazırlanan Gamalı Haç ile Kızıl Yıldız Arasında isimli kitaba katkılar, Cengiz Dağcı Belgeseli, Kırım / Ey Güzel Kırım isimli eser ve onlarca konferans ve makale….  
Bir Halkın Mücâdelesi isimli kitabın her sayfasında 2 veya 3 trajik hikâye var. Bu hik3ayelerden, yükselen feryat; okuyanın beynine sıkılan kurşun, kalbine saplanan hançer gibi:
Kırım, Koz Köy 1932 doğumlu Nariman Ablalim anlatıyor:
‘Pek çok adam öldü. Bizim ailemizden 7-8 kişi öldü. 2 Ablam öldü, abim öldü, babam öldü, ninem öldü, iki ay içinde. Yanımızda komşumuzun 5 oğlu, beşi de öldü açlıktan. bağırıp öldüler...’
Zera Bekirova - Gazeteci, Kırım:
Sovyet makamları hem sürülenlerin hem de ölenlerin sayısını düşük göstermiştir. Gerçek rakamlar ise korkunçtur. Kırım Tatarları, bu sürgün ve sürgün sonrasının ağır şartlarında nüfuslarının %46,2 sini kaybetmiştir.
‘1956 ve 57 seneleri Millî Hareketimizin temel taşını koyan insanlar diyor ki, böyle bir cinayeti işleyenleri, hükûmeti, ve bütün organları milletlerarası mahkemeye vereceğiz. Bunun için ne kadar sürgün edildik ve ne kadar kayıp verdik, kendi kendimizi sayalım diye bir karar veriyorlar... Bir sene içinde bu cetveller tam olarak tamamlandığında halkın %46,2’sinin öldüğü ortaya çıkıyor. Burada bütün ailelerin, genç mi, çocuk mu, kadın mı, yaşlı mı ve ne zaman ne sebepten öldüğü yazılıyor. Meselâ, birçokları cetvellerde ‘açlıkta öldü’ gözüküyor. Açlık sözü en çok kullanılan. ‘Hastalıktan öldü’, ‘anası, babası, çocukları hepsi öldü.’ Öldü yazılan yerde sebepleri de var. Bu hastalanan insanlara, ilâç yerine öldürücü zehir veriyorlar. İğne batırıyorlar, bir gün içinde ölüyorlar. Özellikle öldürülmüş gibi. Çocukları pamuk tarlalarında dayaktan öldürdüler. O gerçekler de var. Kızları zorlayıp da öldürdüler.
Prof. Dr. Valeriy Vozgrin - Tarihçi, St. Petersburg:
‘Gerçek sebepler, tabiî ki de işgal sırasında Kırım Tatarlarının davranışlarıyla anlatılabilecek şekilde objektif değildi. Kesinlikle hayır, mesele bunda değildi. Buradaki köklü bir halkı parçalayarak, tamamen yok ederek, sonsuza kadar Kırım’ı Ruslaştırma, daha doğrusu Tatarsızlaştırma kararı alınmıştı. Sovyetler Birliği’nin bir taraflarından ve Güney Rusya’dan getirilen göçmenlerden oluşan yepyeni bir toplumda, Stalin’in hayal ettiği ideal Sovyet toplumu modelini Kırım’da başarıyla kurmak çok daha kolaydı. Kırım Tatarları bu ölçülere uymuyorlardı. Onlar Kırım’a bağlı geleneksel bir kültüre sâhiplerdi. Bu yüzden onlar burada rahatsızlık yaratıyorlardı.
Acımasız kumandanlık rejiminin ağır şartları zaten zor olan hayatı daha da zor kılıyordu. Kırım Tatarlarının yaşadıkları bölgeleri terk etmeleri yasaktı. Ayrı vagonlara düşmüş, dolayısıyla ayrı sürgün bölgelerine yerleştirilmiş ailelerin, akrabaların birbirlerini görmeye gitmeleri için kumandanlık rejiminden izin almaları gerekiyordu. İzin almak zordu. En küçük bir ihlâl, en küçük bir bahaneyle suçlanmak en az on yıl hapis ve çalışma kampıyla cezalandırılmak demekti. O zamanlar on yıl ceza alanlar şanslı bile sayılabilirdi. Genellikle 15 ve 25 yıl ceza veriliyordu. Gulag’a giren mahkûmların pek azı ağır işkence ve cezalardan sağ çıkabiliyordu.’
Kitabın ıstırap sayfalarından sonra ‘Sürgünde Yeşeren Vatan’ başlıklı bölüm başlıyor.
‘1960’lı yıllar, Kırım Tatarlarının seslerini Moskova’ya ve Hür Dünyaya duyurdukları yıllar oldu’ cümlesiyle başlayan bölüm, ümit tohumlarının toprağa verildiğini müjdeliyor. Fakat yeşerip meyve vermesi için daha uzun ve meşakkatli yılların geçmesi gerekecektir. Ne var ki, ‘Millî...
Yazının devamı için: Kaynak: https://www.oncevatan.com.tr/kitbiyat-421-makale,49465.html

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum