İngiliz Tarihçi Toynbee: Atatürk’e katılmıyorum

Toynbee: Atatürk’e katılmıyorum Derin Tarih dergisinin 10. sayısında Toynbee’nin 1966 yılında tamamladığı ve 1967 yılında yayımlanan Acquaintances kitabının ‘eksik’likler barındıran tercümesine dikkat çekilmiş

İngiliz Tarihçi Toynbee: Atatürk’e katılmıyorum
22 Ocak 2013 - 23:13

 

Arnold J. Toynbee(1889-1975) uzun zamandır Türkiye'de tanınan bir tarihçi. Birçok eseri çevrildi Türkçeye, değişik kişilerce. Değişik yayınevlerince de yayımlandı. Çok okunduğunu söyleyemesek de belli konulardaki Batı eleştirilerinin Türkiye'deki muhafazakâr ve İslamcı zihin bakımından yol gösterici bir konumda olduğundan söz edilebilir. Mesela Medeniyet Yargılanıyor adlı eseri birkaç farklı yayınevinden farklı tarihlerde yayımlanmıştır.  1920'lerde Türkiye Hilafetin İlgası adlı eseri hilafetin ilgasından tam üç yıl sonra, Batıda bu sürecin nasıl algılandığını resmi ağızdan aktarması bakımından önemlidir. Okunduğu halde yararlanılmadığı ve özümlenmediği de düşünülebilir. Tarih Bilinci eserine pek atıf yapılmamasını anabiliriz burada.

Gelgelelim onun metinlerinin yasalardan kaynaklanan kimi kaygılarla büsbütün 'sansürsüz' çevrilemediği de bir başka gerçek. Kişilerin yasa ile koruma altına alınması durumundan dolayı devrin iklimine göre 'olağanüstü' kararlar alınabildiği hatırlanırsa doğal da sayılabilir bu tür yayın tercihleri. Düşüncenin, tanıklıkların açık ucunu kapayıcı bir yönü var tarihsel kişileri yasa ile koruma altına alma kararının. Yoksa kim sever 'sansürü'!

YAYIN TERCİHLERİ

Derin Tarih dergisinin 10. sayısında Toynbee'nin  1966 yılında tamamladığı ve 1967 yılında yayımlanan Acquaintances kitabının 'eksik'likler barındıran  tercümesine dikkat çekilmiş olması bunun ufak bir örneği. Toynbee bu kitabında kısa sayılabilecek portre yazılarına yer vermiş. Şunu söylemeliyim ki ilgi uyandıran bir anlatım tarzı var onun porte yazılarının. Yazdıklarının anlattığı kişileri incitmeyecek tarzda olmasına özellikle dikkat ettiğini belirtme gereği duyan tarihçinin, fraklı kişileri anlattığı satırlar tabir caizse "taşı gediğine koyar" nitelikte. Hatıralar: Tanıdıklarım(2005) adıyla Türkçeye tercüme edilen kitabın "Bazı Türk Dostlarım" bölümünün Atatürk'le ilgili kısımları 'sansürlenerek' yayımlanmış.

Kuşkusuz Derin Tarih, 'sakıncalı' bulunarak çıkarılan satırları yayımlamakla önemli bir ayrıntıya dikkat çekmiş. Bu değerli ayrıntıya dikkat çektiği için kutlanmayı hak ediyor. Fakat buradan hareketle liberal demokrasinin kavramlarına yaslanarak "Türkiye'de ilk defa sansürsüz tam metin!" şeklinde çekici ifadelerle kahramanlık üretmenin âlemi de yok. Bilemediğim nedenlerle tercümede yer almayan kısımlarla ilgili şunu söyleyebilirim: Tamam 'sansür' tartışılabilir bir tercih ama kitabın tercümesinde yer alan ilgili bölümler okunduğunda ana düşünce olarak Derin Tarih'te yayımlanan metinden aşağı kaldığını söyleyemeyiz. Bunu kitabı ikinci kez okuduğumda daha iyi fark ettim. Elbette iki binli yılların başlarında bu tür kitapları yayımlamanın oldukça netameli olduğu hatırda tutulmalı. Hem ayrıca ufakta olsa Derin Tarih dergisi de "sansür" tavrını sürdürüyor hatta yazarın kitabına yazmış olduğu önsözü ihlal ederek yazarı yargılama yoluna gidiyor ki, kabul edilebilir bir hâl değil bu.

Şöyle deniliyor Derin Tarih imzalı açıklama notunda: "Metinde sadece yazarın, doğrusu pek de yakışık almadığını düşündüğümüz bir teşbihindeki kelimeyi İngilizce orijinaliyle vererek kime yapılırsa yapılsın hakaretamiz bir ifadeyi tasvip etmediğimizi de göstermek istedik." Dergide yayımlanan metinlerin tamamının atlanan kısımlar olduğu şeklinde bir izlenim oluşturuluyor ki, bu da yanıltıcı. Leibniz'den mülhem monadik zihin, kişisel ilişkiler, "ülkenin düşmanları tarafından sürgüne gönderilmek", bakışlarla korkutmak vs. önceki tercümede bulunuyor.

Elbette, geçmiş yayın tercihleri üzerine eleştiriler yapmak, varsayımlar sürmek kolay. Ne ki, şöyle bir durum da var: Sanırım kitapta 'sakıncalı' görüldüğü için atlanan başka kısımlar da var. Sözgelimi Ermeni meselesi ile alakalı kısımlarda da zaman zaman (...) konularak bazı ifadelerin metinden çıkarıldığı anlaşılmakta. Yalnız metinden ne kadar çıkarma yapılmış? Sakıncalı bulunan yerlerde ne var? Bu noktalar bilinmiyor. En azından bir okur olarak ben bilmiyorum. Merak uyandıran bu kısımları, her konuda 'sansürsüz'  yayın anlayışını sürdüreceğini belirten Derin Tarih'in sonraki sayılarında; 2015'e kalmadan okuyup okuyamayacağımızı da merak etmiyor değilim. Kitabı okursanız bu beklentimin yersiz ve haksız olmadığını anlarsınız.

Beklemenin erdemine inanarak Toynbee gibi çok önemli bir tarihçinin not defterine düştüğü tespitleri Derin Tarih'in 'tarihin derinliklerine yapmakta olduğu yolculuğun' bir gereği olarak okurlarıyla buluşturmasının elzem olduğunu düşünmekteyim. Keşke, tamamlayıcı bir metin olarak bu kısımları Derin Tarih'in önümüzdeki sayısında okuyabilsek!

Peki, neyi nasıl anlatması gerektiği konusunda kırk kere düşünen Toynbee ne diyor, kitabına yazdığı kısa önsözde bir de onu okuyalım: "Biri ya da ikisi dışında, bu kitapta kendisinden bahsedilen kimselerin hiçbiri şu an hayatta değildir. Onlar hayatta olsalar bile yazdıklarım onları incitmezdi, buna özellikle dikkat ettim; bunun yanında, onları ve kendi dostlarımı incitebilecek şeyleri anlatmaktan da kaçındım."

KENDİNİ BÜTÜN HARAMLARDAN KURTARMAK

Gelelim Toynbee'nin anlattıklarına: Toynbee Atatürk'ü anlatırken kişisel ve kişisel olmayan ilişkiler konusunda yaptığı açıklamaların kendi tecrübelerine dayandığını; onun karakteri hakkındaki değerlendirmelerinin bu konudaki fikirlerine yol göstermediğini ifade ediyor. 1923 yılındaki izlenimlerine dayanarak içki konusunda Mustafa Kemal'in tavrını tasvir gücü yüksek şu cümlelerle ortaya koyuyor Toynbee: "Atatürk kendini bütün haramlardan kurtardığını kanıtlamak istermiş gibi oldukça gösterişli bir tavırla içerdi içkisini. Fakat aynı zamanda pervasızca içerdi; zira bu Batılı günah, tam da onun doğasına uygun bir şeydi. Atatürk'ün şeytanî(demonic) bir doğası vardı ve o dönemin bazı hızlı Amerikalıları gibi alkolü, yaptığı her işte ortaya koyduğu insanüstü 'dürtü'yü canlı tutacak bir uyarıcı olarak kullanırdı. Atatürk pek çok insanın bir ömre sığdırabileceğinden  daha fazlasını başardı, alkol de enerjisinin kaynaklarından biriydi; ne var ki, vakitsiz ölümünün sebebi de içki olacaktı. Bu şeytanî sabık Müslümanın Batı'nın bu zehiriyle başa çıkamaması, belki de Muhammed Peygamber'in içkiyi yasaklamasındaki hikmetin de bir kanıtıdır- Batı'nın da benimsenmesi gereken bir İslâmî gelenek diyebiliriz ona."

Adnan Adıvar ve Rauf Orbay'la arkadaşlığı bulunan Toynbee'nin Mustafa Kemal'in İsmet İnönü ile Fethi Okyar dışında en yakın arkadaşlarının hepsini sürgüne göndermesinin altında yatan düşünce hakkında da uzunca sayılabilecek açıklamaları var. Onlardan bir kısmı şöyle :

"Atatürk bu insanları sürgüne yollayarak hem sürgüne gönderdiği insanlara karşı kişisel olarak, hem de kendisinin ve sürgüne gönderdiği insanların ülkesine karşı büyük bir suç işledi.Atatürk, Türkiye'nin vatanını seven, dürüst ve yetenekli vatandaşlara en çok ihtiyacı olduğu bir dönemde ülkesini kendisi dışında herkesten mahrum bıraktı ve aslında bunu yaparken sürgüne yolladığı insanların sahip olduğu yurtseverliğe sahip bulunmadığını da kanıtlamış oldu."

(...)

Atatürk diktatörlerin, kendisine eşit olanlarla birlikte çalışmalarına engel olan meslek hastalığına yenik düşmüştü, bunun bedelini de sürgüne gönderdiği insanlar ödüyordu. Bu insanların her birinin kendisine en az Dante kadar exul immeritus[haksız sürgün] deme hakları vardı. Ancak bu insanların Dante'nin karşı karşıya kaldığı amansız mağduriyet pozisyonunu benimsemeleri yakışık alır mıydı?"

Kişisel ilişkilerin önemli olduğuna inanan Toynbee bu meseleyi Atatürk'le tartışmış.  Konuyla ilgili gözlemlerini aktarırken Atatürk'ün bakışlarına özellikle dikkat çeker: " Atatürk bir, hoşlanmadığı bir şey söylerken karşısındaki insanı görsel olarak korkuturdu; ağzını açmadan bütün alnını, kaşlarının üzerine çöreklenen bir fırtına bulutu gibi öne eğecek şekilde kaşlarını çatardı. Ben de bu asılan yüz ifadesiyle bana tamamen haksız olduğumu söylediğimde karşılaştım. Bana kişisel ilişkilerin çok az bir öneminin olduğunu ve hiçbir işe yarar etki yaratmadığını söyledi. Kişisel olmayan toplumsal ilişkilerdi önemli olan.

Atatürk ile aramızdaki fikir alışverişi oldukça kısa sürdü; ancak bu kadarı bile oldukça güçlü fakat aynı zamanda Leibnizci manada 'tek yönlü' ( monadik) bir zihinle karşı karşıya olduğumu anlamama yetti. Biliyordum ki, Atatürk'ün zihni en az bir tane dahiyane fikrin peşinden gidiyordu. (...)Bu güçlü ve yaratıcı aklın zayıf tarafı ise kendine ait bir fikri olduğunda bir midye gibi kapanması ve alternatif fikirler edinme şansından aklını yoksun bırakmasıydı, zira alternatif fikirlerin kaynaklarından biri, fikir alışverişiydi. Atatürk'ün aklının midye gibi içine kapanması, bence onun şeytanî kararlılığının bir bedeliydi. Atatürk'ün kararlılığı ülkesini kurtarmış  olabilir; ancak inatçılığı, ülkesinin ödemek zorunda olduğu ağır bir bedele yol açtı; artık o ülkesinin diktatörüydü." Bu satırları okuyunca Atatürk'ün psikobiyografisini ortaya koyan çalışmaların Toynbee'den yararlanıp yararlanmadığını da merak ettim.

Atatürk'ün oldukça yüksek düzeyde bir karakter yapısına sahip olduğunu fakat insanı insan yapan özelliğin yani birilerini sevme duygusunun onda bulunmadığı gözlemini yapan Toynbee şöyle devam ediyor: "Eğer Atatürk'ün herhangi bir şeyi sevdiğini söyleyeceksek, onun sevdiği şeyin soyut bir kavram, bir fikir olduğunu söyleyebiliriz. O, Türkiye'yi sevmişti, ancak gerçek anlamda hiçbir Türkü sevdiğini söyleyemeyiz ( tabii 'sevmek' doğru kelimeyse)"

Elbette metnin tamamını aktarmak mümkün olmadı. Neyse uzun uzun alıntı yapmadan tadında bırakalım bu yazıyı. Bağlayalım. Umarım, bu satırların dergi sayfalarında kalmaktan öte işlevleri olur. Kitabın yeni basımlarında (...) konulan kısımların sayısı azalır veya sıfırlanır.

Hamiş: Toynbee'yi 'kendi kutbunda yalnız' bırakmaksızın okuyalım. Çünkü onun hatıraları yalnızca "şahsi masalı"na gönderme yapmamıştır. Okuduk, diyorsanız bu vesile ile yeniden okuyun. Eminim Toynbee kıtasında yeni ayrıntılar, düşünceler keşfedilecektir. Sözgelimi Lawrence ve Mevlana Ebu'l Kelam Azad hakkında yazdıkları yeni sorular oluşturdu benim zihnimde.

Asım Öz/ Dünya Bülteni - Kültür Servisi

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum