HACER TOMURCAK:KIRIK BİR HAYAL

Her şey babamın manevi annesini merak etmemle başladı. Keyifli bir yolculuk, ardında huzur dolu bir hafta sonu fikri, hiç de fena değildi.

HACER TOMURCAK:KIRIK BİR HAYAL
13 Aralık 2011 - 22:57

 

 

 KIRIK BİR HAYAL

Her şey babamın manevi annesini merak etmemle başladı. Keyifli bir yolculuk, ardında huzur dolu bir hafta sonu fikri, hiç de fena değildi.

Heyecanlıydım. Hafta sonuna kadar günleri nasıl geçirdiğimi bilmiyorum hala. Cumartesi sabahı annemin ‘Haydi! Kalk artık, vakitlice çıkalım yola’ seslenişiyle gözümü açtım. Uykusuzdum. Heyecandan olsa gerek gece uyuyamamıştım. Nasıl olmuşsa bir saat kadar içim geçmiş, uyumuş, kalmışım kanepenin üzerinde. Ya da sızmışım mı demeliyim, doğrusunu bilmiyorum? Hemen kalkıp hazırlandım. Uzun zaman dinlenmiş gibiydim. Çok dinçti vücudum. Zihnim de öyle.

 

Bismillah deyip çıktık yola. İçim kıpır kıpırdı. Hem babamın manevi annesini (Fatma babaannemi) görecektim hem de yaşadığı muhteşem yeri Urla ilçesinin Özbek Köyü’nü. Denizi çok seviyorum. Deniz kokusunu içime çektiğimde ruhum tazeleniyor, kendimi yeniden doğmuş kadar masum günahsız hissediyorum.

 

Eski yoldan Çeşme’ye giderken Urla’nın çıkışındaki küçük bir tabela sayesinde köyün yolunu görmüştüm. Küçük tepeler arasında yılan gibi kıvrılan yollar, yerleşimi olmayan ıssız yerler, acaba karşımıza ne çıkacak diye düşündürüyordu beni. İçimden yanlış bir yere mi geldik diye paniklerken, karşıma güzel, şirin bir köy çıktı. Heyecanla arabanın camını açtım. İyotlu havayı derin bir soluyuşla içime çektim. Hayranlıkla etrafa baktım.

 

Zeytinyağı küspelerinin kokusu köyün her yanını sahiplenmişti. Sakin, huzur veren ulu ağaçlar görülmeye değerdi. Yaklaşık iki km sonra deniz kenarına vardığımızda, nefis balık kokuları, tebessümle karşılayan bir ev sahibi edasıyla ‘Hoş geldin’ diyordu. Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi. Burası, bozulmamış doğasıyla, sakinliğiyle, denizin narin dalgalarının, kıyıya vurduğu seslerin ince tınısıyla çoktan hapsetmişti beni kendine.

 

Arabadan fırlayıp küçük tahta iskelelerden birine oturup, denizdeki yalnız kayıkların her birini doyumsuzca inceledim. Güneş karşıdaki yüksek tepelerden dolayı erkenden kaybolmuştu; ama hava kararmamış, yalnızca sema kızıla boyanmıştı. Gün batımı eşliğinde, balıkçıl kuşları eşsiz manzaralar sunuyordu bizlere. Burası, keşfedilmeyi bekleyen, yeryüzündeki cennetlerden biri olmalı. Henüz bozulmamış, benliğini koruyan, nadide yerlerden bir tanesi olmalı. İç seslenişleriyle gözlerim raksına devam etti.

 

Günbatımını seyreder dururken, omzuma dokunan bir elle irkildim.’hadi ama çok oyalındık. Gidip de Fatma babaannemizi görelim bir an önce’ diyen kardeşimin elini kaptığım gibi ayağa kalktım ve evin yolunu tuttuk. O an öğrendim, Fatma babaannemin geleceğimizden haberi yokmuş, ona da sürpriz olacakmış. Ben kocaman adımlar atarken, babam eliyle biraz ilerdeki mütevazı, mavi kapılı, beyaz bir evi işaret etti. Attığım her adım heyecanımı kamçılıyordu. Titremeleri mi arttırıyordu. Sonunda vardık.

 

Geç kalmışız gibi kapıya hızlı hızlı vuruyordum. Evin dışı biraz bakımsız görünüyordu. Perdeler kapalıydı. Biz kapıyı çalarken, yanımıza henüz orta yaşlarında bir kadın yaklaştı. ‘Fatma teyzeye mi bakmıştınız’ diye sordu. Ben hemen lafa atıldım ‘Evet, kendisi yok mu acaba? Bir yere mi gitti?’ diye sordum. Kadın başını öne eğdi. Kısa bir süre ortama sessizlik hâkimiyet kurdu. Anlam veremedim. Bu küçük sessizlikten sonra kadın,‘Sanırım uzun zamandır buraya gelmiyorsunuz. Telefonla da aramamışsınız belli. Üzgünüm ama Fatma teyze bir buçuk yıl önce vefat etti ‘ dedi. Tanımıyordum onu. Daha önce de hiç görmemiştim. Yine de onu çok benimsemiştim. Hem de babaanne diyecek kadar. O an gözyaşlarıma hâkim olamadım.  HACER TOMURCAK//11.12.2011

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum