Günümüz Şiiri Daha Çok Konuşulmalı

Açılışı ve takdimi yapan İlyas Dirin, Bâki Asiltürk’ün aktüel edebiyat alanında çalışmaları bulunduğunu belirterek Türk Şiirinde 1980 Kuşağı i

Günümüz Şiiri Daha Çok Konuşulmalı
29 Kasım 2014 - 22:17

Elif Sönmezışık (Sanatalemi.net)

         ESKADER’in düzenlediği Bâbıâli Sohbetleri’nde bu hafta günümüz Türk şiiri konuşuldu. Konuyu çok yönlü olarak ele alan şair yazar ve eleştirmen Bâki Asiltürk, 1980 yılı sonrasında biçimlenen şiirimizin üzerine daha çok konuşulması gerektiğini vurguladı.

         Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği’nin (ESKADER) her hafta Timaş Kitapkahve’de düzenlediği Bâbıâli Sohbetleri’nde “Günümüz Türk Şiirine Eleştirel Bakış” başlıklı bir program gerçekleşti. Programın takdimini edebiyatçı yazar İlyas Dirin yaparken konu üzerine akademik çalışmaları ve Türk Şiirinde 1980 Kuşağı isimli bir eseri bulunan Bâki Asiltürk, yaptığı konuşmada günümüz şiirini yakın dönem şiir akımları ile değerlendirdi ve günümüz şiirini anlamak adına yeni nesil akademik yaklaşımların önemli bir katkı sunduğunu kaydetti. Programda bulunan şair ve bestekâr Fırat Kızıltuğ ve ESKADER Kurucu Başkanı edebiyatçı yazar Mehmet Nuri Yardım, görüşlerini aktararak sohbete katkıda bulundular.

 

                   DEĞER VE ALGI DEĞİŞİMİ

         Açılışı ve takdimi yapan İlyas Dirin, Bâki Asiltürk’ün aktüel edebiyat alanında çalışmaları bulunduğunu belirterek Türk Şiirinde 1980 Kuşağı isimli kitabının günümüz şiirine ışık tuttuğunu, şairliğinin yanı sıra inceleme ve deneme kitapları bulunduğunu kaydetti. Bilhassa 80’li yıllarda şiir içerikli çok sayıda derginin çıkmaya başladığını ifade eden Dirin, şiirin de yoğun bir şekilde bu dönemde verimli tartışmalara sahne olduğunu belirtti.

         1980 kuşağı şiirinin günümüz şiiri adına bir milat olarak kabul edilmesi gerektiğini belirterek sözlerine başlayan Bâki Asiltürk, 80’lerden gelen usta şairlerin bugünkü şiir ortamında söz sahibi olduğunu vurguladı. 80 Kuşağı şairlerine de açıklık getiren Asiltürk, meydana gelen 12 Eylül Darbesi’nin ardından bilhassa 90’larda karakteristiği oturan 1970’lerden tamamen farklı yenilikçi bir zihniyetle hareket eden şairler grubunun 1980’lerde ortaya çıktığının görüldüğünü kaydetti. 80’lerde değişen şiir anlayışının farkına varmak için 60 ve 70’ler şiirini bilmenin önemli olduğunu ifade eden Asiltürk, 60 kuşağının bilhassa İsmet Özel ve Ataol Behramoğlu ikilisinin İkinci Yeni şiirine ciddi itirazlar sundukları bir kuşak olduğunu söyleyerek sözlerini sürdürdü:

 

                   BÜTÜN ZAMANLARIN ŞİİRİ

         Bu süreçte İkinci Yeni şairlerini toplumdan kopuk olmakla, ayaklarının yere basmamasıyla, ülkenin gerçeklerinden bihaber olmakla, imgeyi ve çağrışımı anlamın önüne çıkarmakla suçlayan Halkın Dostları dergisinde uzun bir yazı halinde yayımlanan bir bildiri vardı. Aynı yıllarda benzeri sebeplerden Attilâ İlhan da İkinci Yeni şairlerini eleştirmişti. Bu ciddi itirazlar, İkinci Yeni şiirinin beklenenden kısa ömürlü olmasına sebep oldu.  80’lerde yeniden doğmak üzere İkinci Yeni akımı ara verdi. Hatta 80 kuşağı şairleri, İkinci Yeni şiirinin ilk kitabı kabul edilen Üvercinka’yı yıllar sonra yeniden yayımladılar. ‘Toplumcu Gerçekçi’ anlayış, şiirde konunun öne çıkması, estetiğin ikinci planda olması, biçimlendirme arayışların olmaması, serbest çağrışımların şiirden dışlanması, sadece anlamın ve mesajın öne çıkması, 60’lı ve 70’li yıllar şiirinin karakteristiği oldu. 80’li yıllarda ise bir gelenek arayışı meydana geldi. Buna karşılık ısrarla ‘Toplumcu Gerçekçi’ anlayıştan kaçınıldı. Mesaj ve anlam tüketilmiş ve farklı anlayışlar geliştirme anlayışı doğmuştu. Dönemin şairleri kendilerine bir gelenek aradıklarında yanlarında İkinci Yeni şairlerini buldular. Hatta daha da gerilere gittiler. Dönemin dergilerini tamamen taradığımda gördüm ki, bir yandan sembolistlerle ilgili dosyalar düzenlenirrken Ahmet Haşim ve Yahya Kemal’i bir arada anmayan şair yok gibiydi. Asaf Halet Çelebi yeniden keşfedilirken Hilmi Yavuz’un katkılarıyla Behçet Necatigil yeniden hatırlanıyordu. Behçet Necatigil Şiir Ödülü 80’lerin en önemli ödülüydü. Bu ödülü almayan şair neredeyse kuşaktan sayılmıyordu.”

 

                   DİVAN ŞİİRİNİ HATIRLAYIŞ

         80 döneminde Sezai Karakoç üzerinden Şeyh Gâlib ve Fuzûlî gibi klasik şairlere bir giriş yapıldığını kaydeden Bâki Asiltürk, bunun neticesinde divan şiirine de bir giriş sağlandığını, 2000’ler şiirini oluşturan kuşağın bütün dönemlere ilgi duyduğunu ve bütün bu kaynakları değerlendirdiğini kaydetti. 80’lerde şiirin değerleri değişince ‘Toplumsal Gerçekçilik’ odaklı şairlerin birçoğu kendilerine mecra bulamadı ve dolayısıyla elendi. “Şiir tarihi göstermiştir ki, hiçbir inanç sistemi, ideoloji ya da bunlara muhalif olmak bir kişiyi şair yapmaz. Şiirin kendine özgü değerlerine sahip olmayan ya da bunlara inanmayan kişi belki kısa bir süre tutunabilir ama öncü ya da temsilci olamadıkları aşikârdır.” diyen Asiltürk, 80’lerde az da olsa bu çizgide şair olduğunun, ancak önceki dönemlerden iz taşımadığının da altını çizdi. Edebiyat yayın organlarının ve dergi editörlerinin dönemin ruhuna uygun şiir tercihlerini kabullenmelerinin, öncü edebiyat meselesine de kısıtlama getirdiğini anlatan Asiltürk, ilginç ve yenilikçi yönlere bakılmasının çok önemli olduğunu ifade etti. Türk Şiirinde 1980 Kuşağı kitabını hazırlarken dönem şiirinin zenginliğini fark ettiğini anlatan Asiltürk, “Yeni nesil akademisyenler, daha fazla Yahya Kemal üzerine tez hazırlatmak yerine günümüz şiirine daha çok eğiliyorlar. Bu tutum çok önemlidir. Günümüz şiiri daha da çok konuşulmalıdır. Çünkü geleneksel şiire dair çok sayıda araştırma yapılırken bugün gözden kaçırılmamalıdır.” dedi.

 

                   TÜRK EDEBİYATI ŞİİR KAYNAKLIDIR

         80’lerin sağ ve sol şiirini buluşturmak gibi verimli bir ortam sağladığını anlatan Bâki Asiltürk, “Dönemin şairleri hem birbirleriyle hem de geleneğin kaynaklarıyla barıştı. Bugün bu tutum neredeyse yok. O dönemde istisnasız bütün yayın organları her görüşten şaire yer veriyordu. Ciddi bir sinerji oluşmuştu. Bir vefa dönemiydi. Bugün bunu anlayamıyoruz. İnternetin varlığı da bu birleşimi zorlaştıran sebeplerden biri.” diyerek, şiir konuşulan mahfillerin azaldığına da dikkat çekti. Türkiye’deki edebiyat dergilerini mütemadiyen şairlerin çıkarıyor olmasını Türk edebiyatının şiir kaynaklı olmasına bağlayan Asiltürk, “80’deki şiir ve şair ağırlığı son derece önemlidir. Bugün romanın öne çıktığı bir edebiyat dünyası var. Roman alınıp satılan bir metaa dönüştü günümüzde. Bu da en olumsuz taraflarından biridir. Şiir ise alınıp satılabilen bir şey değildir. Türkiye’de en çok okunan kitaplardan biri Orhan Veli’nin Bütün Şiirleri’dir. Ama kapağında baskı sayısını göremezsiniz. Ancak romanlarda bu çok önemli görülür ve baskı sayısı bir reklam aracıdır.” dedi.

         Çok sayıda dinleyicinin soruları ve katkıları ile zenginleşen program hâtıra fotoğrafları ile son buldu.

 

***

Hüseyin Cahit Uslanmaz Bir Muhalifti

 

Elif Sönmezışık (Sanatalemi.net)

         Basın İlan Kurumu ve ESKADER’in birlikte düzenlediği “Matbuat Dünyasından Sanatkâr Çehreler” adlı program dizisinde bu ay yazar ve gazeteci Hüseyin Cahit Yalçın anıldı. Yalçın’ı, anlatan edebiyatçı yazar İlyas Dirin, Hüseyin Cahit’in hayatı boyunca uslanmaz bir muhalif olduğunu kaydetti.

         Basın İlan Kurumu ve Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği’nin (ESKADER) birlikte düzenlediği “Matbuat Dünyasından Sanatkâr Çehreler” adlı programda her ay basın dünyasına hizmet etmiş bir yazarımız anılıyor. Basın Müzesi’nde gerçekleşen programda bu ay yazar ve gazeteci Hüseyin Cahit Yalçın anıldı. Edebiyatçı yazar İlyas Dirin’in, Hüseyin Cahit’in çalkantıyla ve mücadeleyle geçen hayatından önemli anekdotlar paylaşırken yazarın matbuattaki hizmetleri üzerinde durduğu programı, Erhan Kıvanç takdim etti. Dirin, sistemle bir türlü uyuşamayan Hüseyin Cahit’in hayatının hiçbir döneminde menfaati için kalem oynatmadığını vurguladığı toplantıda Basın İlan Kurumu İstanbul Şube Müdürü Mehmet Köşker ve ESKADER yönetimi hazır bulundu.

 

                   İDEALİST YAZAR

         Açılışı yapan ESKADER Kurucu Başkanı Mehmet Nuri Yardım, “Matbuat Dünyasından Sanatkâr Çehreler” adlı programın vefat etmiş değerlerimizi hatırlamakta son derece önemli bir rol üstlendiğini belirterek, organizasyona katkılarından ötürü Basın İlan Kurumu’na ve mekânı tahsis eden Basın Müzesi yetkililerine teşekkür etti. Takdimi gerçekleştiren Erhan Kıvanç,  Hüseyin Cahit’in çıkardığı ve çıkmasına yardım ettiği basın yayın organlarından bahsederek eserleri hakkında bilgiler verdi. İlyas Dirin, Hüseyin Cahit’in matbuat tarihimizin en verimli yazarı olduğunu belirterek sözlerine başladı ve sadece çevirilerinin 96 ciltten oluştuğunu belirtti. Hüseyin Cahit’in kısaca biyografisini aktaran Dirin, “Hüseyin Cahit, iyi bir kütüphanenin olduğu bir evde büyüdü. Belki de bu yüzden ilk romanını da 16 yaşında yazdı. Larousse Ansiklopedisi’ne sahip olmak için Kitapçı Garabet’le bir çeviri anlaşması yapacak kadar da idealisttir. Mevcut üç çocuğu ile ilgili kesin bilgiler olmamakla birlikte kızı İlkat’ı çocuk yaşta hastalıktan dolayı kaybettiğini biliyoruz. Oğlu Ümit’in ve diğer kızı Azade’nin de narin ve hastalıklı bir yapıya sahip olduğunu yine kendi yazdıklarından öğreniyoruz. Torunları olup olmadığını bilmiyoruz.” dedi. Hüseyin Cahit’in Mektep dergisini çıkarmaya devam ederek matbuat dünyasına atıldığını ifade eden Dirin, çeşitli örneklerle Hüseyin Cahit’in matbuat macerasına dair şunları söyledi:

 

                   DÜŞÜNCEYE HİZMET EDEN BİR KALEM

         “Ahmed Şuayib, Cavit Bey, Cenap Şahabeddin, Hüseyin Suat gibi yakın çevresindeki kalemlerle birlikte Mektep dergisini yayımlamaya başladı. Mülkiye döneminde Servet-i Fünûn dergisi ile tanışır. Başlangıçta dergiye sohbet türüne yakın yazılar gönderir. 1890’larda Mehmet Rauf’la tanışır ve birlikte çeşitli yayın faaliyetlerinde bulunurlar. 1895-96 yıllarında Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit’in ‘Röneka’ isimli hikâyesini yeni yeni kendini bulmaya başlayan Servet-i Fünûn topluluğundan Tevfik Fikret’e verir, bu hikâye dergide yayımlanır ve Hüseyin Cahit topluluğa girmiş olur. Servet-i Fünûn topluluğunun beş önemli kaleminden biri olur. Makale ve düşünce yönüyle dergiyi sürükleyen ve topluluğu eleştirenlere cevap veren bir isimdir. Servet-i Fünûn dergisindeki çalışmaları sürerken başka yayın faaliyetleri içinde de bulunur. Tarik adında, beş altı ay ömrü olabilmiş bir gazetenin yanı sıra Sabah ve İkdam gazetesinde yazar. Ayrıca kendi arkadaş çevresi ile beraber Yeni Mecmua adında bir dergi çıkarma girişiminde bulunur. Ancak dergi jurnallenince dergi henüz baskıya gitmeden saray tarafından çıkarılması yasaklanır. 1901’de Servet-i Fünûn kapanır ve bu edebiyat dönemi de böylece bitmiş olur. Bundan sonra Vefa Lisesi’nde yaklaşık bir yıl müdür yardımcılığı görevini sürdüren Hüseyin Cahit Mercan Lisesi’ne müdür olarak atanır.”

 

                   TANİN’İN TAŞIYICISI

         Servet-i Fünûn dağıldıktan 1908’e kadar Hüseyin Cahit’in ciddi bir yazı çalışması olmadığını anlatan İlyas Dirin, bu dönemde dil meselesi üzerine çalışmalar yaptığını, dilin içtimaî bir mesele olduğundan yola çıkarak, toplumun benimsediği kelimelere müdahale edilmemesi gereğini benimsediğini ve bu görüşü savunduğunu belirtti. “Bu görüşlerinin arkasında durmuş ve Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde yapılan dil tasfiyesinin de tamamen karşısında olmuş, bu sebeple yeni sistem tarafından sevilmemiştir.” diyen Dirin, 1901-1908 boyunca eğitim ve dil üzerine çalışan Hüseyin Cahit’in Türkçe Sarf ve Nahiv adıyla bu çalışmaları kitaplaştırdığını belirtti. İkinci Meşrutiyet’in ilan edilmesi ve Sultan Abdülhamid’in gidişinin önemli bir dönüm noktası olduğuna dikkat çeken Dirin, Hüseyin Cahit’in bu süreçte çıkan sayısız dergi ve gazete yoğunluğu içinde adı kendisi ile anılan bir gazete olan Tanin’i çıkardığını, gazetenin İttihatçıları desteklemek amacı taşıdığını söyledi. Hüseyin Cahit’in en şiddetli polemiklere girdiği ve en keskin yazılarını kaleme aldığı Tanin gazetesinin 1945 yılına kadar üç dönem yayımlandığını belirten Dirin, şöyle devam etti:

 

                   YENİ REJİM TARAFINDAN DA SEVİLMEDİ

         “31 Mart Vak’ası’nda Tanin gazetesi basılır ve tarumar edilir. Bir ay kadar kapanır. Hüseyin Cahit’e benzetilen bir şahıs da öldürülmüştür. Hüseyin Cahit’in keskin yazıları Tanin’in sık sık kapanmasına sebep olur. Fakat bu olumsuzluklar Hüseyin Cahit’i yıldırmaz ve birkaç başka isimlerle gazeteyi sürdürmeye çalışmıştır. Yazıları sebebiyle bir ay hapis yatmıştır. Sonraki gelişmeler ve İttihatçıların yakışıksız baskınları, Hüseyin Cahit’in de İttihatçılara cephe almasına ve karşı yazılar yazmasına sebep olmuştur. 1913 ve 1918 arası matbuattan çekildiği bir dönemdir. Duyun-ı Umumiye’deki ve yolsuzlukları araştıran komisyondaki ve Meclis-i Mebusan’daki ikinci dönem görevini sürdürür. 1918’de İstanbul’un işgali Meclis-i Mebusan’ın kapanması ile birlikte Bekirağa Bölüğü’ne tutuklanarak gönderilenler arasında yer alır. Bir süre tutuklu kaldıktan sonra 1919’da Malta’ya sürgüne gider. Malta Valisi ile yakınlığından ötürü özel eve çıkma imtiyazı alır. Kısa zamanda ailesini de getirir ve zamanını İngilizce ve İtalyanca öğrenmekle geçirir. İki yıl süren sürgünde 20’ye yakın kitap tercüme eder. 1921’de sürgün bittiğinde arkadaşı Cavit Bey’in yanına, Roma’ya gider. Orada sekiz ay kalır. Kızı Azade’yi tedavi ettirir. Milli Mücadele’nin en çetin günlerinde yurda döner. Kısa zamanda Tanin gazetesini yeniden yayımlamaya başlar. Zaman zaman Milli Mücadele’yi eleştirse de Anadolu halkının karşısında değildir ve Yüzellilikler Listesi’nde yer almaz. Yeni rejimin bayraktarlığını yapmaz, eski rejimin savunucusu da değildir. Ancak Hilafet’in apar topar kaldırılmasına itirazları vardır. Bu yüzden yeni rejim tarafından mimlenir. 1925-30 arası yazacak gazete ve çalışacak iş bulamaz. 1932’de Birinci Türk Dil Kurultayı’nda dil tasfiyeciliğine karşı çıktığı için buradaki işinden de kovulur. Demokrat Parti dönemi de Hüseyin Cahit’i memnun edememiştir.”

         Program sonunda Hüseyin Cahit fotoğraf ve eserlerinin yer aldığı sergi gezildi ve hâtıra fotoğrafları çekildi.

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum