GENTÜRK-TÜRKMEN –BATITÜRK:Murat Güztoklusu

TÜRK KAVRAMINDA ÜÇLÜ BAĞLAM: GENTÜRK-TÜRKMEN –BATITÜRK

GENTÜRK-TÜRKMEN –BATITÜRK:Murat Güztoklusu
08 Nisan 2013 - 23:15 - Güncelleme: 08 Nisan 2013 - 23:21

 

TÜRK KAVRAMINDA ÜÇLÜ BAĞLAM:

GENTÜRK-TÜRKMEN –BATITÜRK

Gazi Mustafa Kemal  yurt ve din birliği temelinde tanımladığı  çıkar  ve amaç birliği temelinde de yaşama geçirdiği TÜRKİYE HALKI kavramına sadık kalmıştır.Lozan'da yapılan

Mübadele anlaşmaları  din temelinde yapılmış,Türkiye'de kalan Ortodokslar ile Yunanistan'da kalan Müslümanların değişimi kararlaştırılmıştı.Etnik köken ve anadil ölçütleri

dikkate alınmamıştı.Öyleki İç Anadolu'daki anadili Türkçe olup Grek alfebesi

ile güçlü bir yazılı kültür geliştiren  Türk Ortodoks Kilisesi'ni kurmuş olan Karamanlılar Yunanistan'a gönderilmiş oradan değişik  etnik kökenlere ve farklı dillere sahip (Pamaklar,Arnavutlar, Müslüman topluluklar) Türkiye 'ye getirilmiş ve yerleştirilmiştir.

Gerçi bu Lozan  süreci Hilafetin kaldırılması ve laikliğin kurumlaşmasından önce yapılmıştı ama uygulaması büyük ölçüde laik dönemde yapılmış ve hiç yadırganmamıştı.Lozandan sonra

da özellikle  Balkanlar'dan Türkiye'ye yakın zamanlara  dek yapılan  göçlerde Müslüman kitleler  hiçbir etnik ayırım yapılmadan  kabul görmüşlerdir.Laikliğin önemli bir yararı da  Yavuz Sultan Selim'in  Şah İsmail'le savaşından ve Sünni Hilafeti üstlenmesinden beri Anadolu'da derin bir tarihsel yarılmaya ve yüzyıllar boyu süren çatışmalarıa yol açan mezhep(Alevi-Sünni) kutuplaşmasınıı tümüyle ortadan kaldıramasa da azaltması ve aşağıya çekmesidir..

Mustafa Kemal'in  1 Mayıs 1920  konuşmasında vurguladığı İslam unsurları birliğinin hudud ve milli i ve Misak* ı Milli kararları kapsamında tutulması ve uygulanmasıdır.Kuşkusuz Mustafa kemal İslam kardeşliği ve dayanışmasına  büyük önem ve değer vermiştir.İslam Dünyası'nın emperyalist baskı ve  sömürüden kurtulması için  Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonrasında büyük  çabalar göstermiştir.Aynı şekilde yurt içinde dışında  Müslümanların  cehaletten ve bağnazlıktan  kurtulması,dinsel  ve dindışı konularda aydınlanması için  birçok çalışma yapmış,referanslarının çoğunun  konusu bu olmuştur.Ama bazılarının günümüzde bile hala anlamadığı veya anlamak istemediği 'millet' ve 'ümmet' kavramları arasındaki farkı hiçbir zaman gözden uzak tutmamıştır.Örneğin bir Bangadeşli,bir Endonezyalı ile aynı dinden olabiliriz.Bu bizi din kardeşi ve aynı peygamberin  ümmeti yapar.Ama yurtları,tarihleri,kültürleri ,çıkarları ve amaçları  farklı bu toplulukdan  aynı 'millet'in mensubu yapmaz.

1914 yılında Birinci Dünya Savaşı başladığında Osmanlı Devleti'ndeki İslam unsurlarının

en kalabalığı,olan ve   en geniş coğrafyaya yayılmış bulunan  Arap unsurlarının  yaşadığı bölgeler  ulusal sınırlar (Hudud u Milli) dışında sayılmış,Misak ı Milli dışında kalan Suriye,Irak gibi ülkelerle Türkiye'nin bir  federasyon veya konfederasyon  çatışı altında birleşmesine yönelik projeler önerilmiş ama bu ülkeleri Türkiye  kapsamına katmayı,ahalisini de Müslüman  olmalarına karşın 'Türkiye Halkı'içinde saymayı düşünmemiştir.Oysa  Kürtler ve Türkmenler 'in yaşadığı Irak ve Suriye'nin  kuzey bölgeleri  Misak-ı Milli kapsamında

düşünülmüş ve bu unsurlar TÜRKİYE HALKI'NIN ULUSAL BÜTÜNLÜĞÜ içinde

değerlendirilmiştir.

1928 Yazı Devrimi'nden itibaren  Gazi ulusal birlik için  'ortak dil'in önemini vurgulayan

çalışmalara  büyük ağırlık vermiştir. Bir yandan Türkçe'nin başta Arapça ve Farsça olmak üzere yabancı dillerin baskısından kurtularak sadeleşmesi için  özen gösterirken,öte yandan

her türlü kültürel ve bilimsel gereksinmelere yanıt verecek biçimde geliştirilmesine çaba göstermiştir.Bir yandan da  Türkiye Halkı'nın ortak iletişim dili olarak yaygınlaşması ve her bir yurttaşın bu ortak dili öğrenebilmesi ve kullanabilmesi için  yoğun bir uğraş sürdürülmüştür.Dil Devrimi daha sonra hızı  ve yönü değiştirilse bile  büyük ölçüde başarılı olmuştur.Bugün Türkiye Halkı'nın % 97'si Türkçe'yi konuşkonuşabilmekte  ve kullanabilmektedir.Böylece Türkçe sadece resmi dil değil aynı zamanda  gerçek anlamda konuşabilmekte  ve kullanabilmektedir.Böylece Türkçe sadece resmi dil değil aynı zamanda  gerçek anlamda

milli dil haline gelmiştir.Ulusal birliğin çimentosu olabilmiştir.

Bu süreç Cumhuriyet Tarihi'nin kimi dönemlerinde yersiz ve gereksiz biçimde ülkedeki diğer etnik  ve yöresel dillerin ya da şivelerin üzerinde baskıya dönüşmüş ve bu baskı 12 Eylül

döneminde doruğa çıkmış ise de Türkiye son yirmi yılda bu ayıptan  kurtulmayı başarmış ,bu kültürel zenginliğin önü açılmıştır.

Gazi Türkiye Halkı'nın bu toplumsal ve kültürel bütünleşme sürecinin gelişimini ve tersinmezliğini görmüş bunun ulusal birlik  ve kimlik bilinciyle tamamlanması ve pekiştirilmesi gerektiğini düşünmüştür.1929 yılında 'Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran  Türkiye halkı'na Türk Milleti'denir ifadesi ile  özgün ve öznel tümüyle bilince dayalı  bir tanım ge tirmiştir.Bu tanım  Orta Asya'da kalan diğer Türk toplumlarına özgün tarihsel gelişimine saygılı davranarak Türkiye ve yakın çevresinde yaşayan Batı Türkleri'nin Türkiye merkezli ulusal birliği ve kimliğini tanımlamıştır.

Böylece 1920'lerin başlarında Türkiye Halkı'nı oluşturan etnik unsurların başlıcası da olsa,birisi olarak belirtilen Türk kavramı  1920'lerin sonlarına doğru  Türkiye Halkı'nı  oluşturan diğer etnik unsurların da katıldığı ve kaynaştığı ortak ulusal kimliğin adı olmuştur.Bu nedenle Türkiye Halkını oluşturan unsurların başlıcası olan  Oğuzlar'ın etnik kimliğini vurgularken  Türkmen sözcüğünü kullanmak gerekir.

 

Atatürk'ün bu konudaki içtenliğinin ve tutarlılığının en somut örneklerinden birisi Türk Ocakları'nın kapatılarak  Halk Evleri'ne  dönüştürülmesidir.II.Meşrutiyet  Dönemi'nde kurulan ve Cumhuriyet'in ilk döneminde de en yaygın ve en etkin sivil toplum kuruluşu olan Türk Ocakları içinde bazı ırkçı eğilimlerini ortaya çıkması onu çok rahatsız etmiştir.

Özellikle Muhafız Taburu'nun   Kurtuluş Savaşı'nda  büyük yararlılıklar ve kahramanlıklar

göstermiş olan komutanı İsmail Hakkı (Tekçe) Ocağa üye olmak  istediğinde yöneticilerin

yapmaya kalkıştığı   soy-sop araştırması  bu komutan kadar Atatürk'ün de tepkisini çekmiş,Türkiye'de Türk Ocağı olmayacağı  sonucuna vararak Halk Evleri'ne dönüşünü sağlamıştır.

Ancak Atatürk döneminde de  ondan sonraki dönemlerde de Türk kavramının bu farklı bağlamlarda  kullanılırken aynı sözcükle ifade   edilmesi bir kavram kargaşasına  yol açmıştır.

Aynı sözcüğün hangi bağlamda kullanıldığının  her seferinde net olarak belirtilmemesi halinde bu kargaşa sürecektir.Belirtilse bile  tek sözcüğe bu kadar yüklenilmesi algılamalarda zorluklara yol açacaktır.Birgül Aymar Güler'in ve Hakan Şükür'ün  sözleriyle ilgili son zamanlardaki gereksiz tartışmalar bu kargaşanın kaçınılmaz sonuçlarıdır.

Özellikle 1990'ların başında Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla yeni Türkiye Cumhuriyetleri'nin kurulması bu kavram kargaşasını daha da arttırmıştır.Bazıları Türkiye'deki Türk Ulusu'ndan  farkını anlatabilmek için  bu yeni Cumhuriyetlere ve halklarına Türksel-Türki(İngilizce'de Turcic) terimlerini kullanmışlar ama bu kullanım Prof.Talat Tekin ve Prof.Nadir Devlet gibi  değerli Türkologlarımızın  uyarılarına karşın bazı ideolojik yaklaşımların  takıntılı anlayışsızlığına hatta saldırılarına maruz kalarak etkinleşmesi ve yetkinleşmesi engellenmiştir.

Öte yandan PKK olaylarıyla birlikte etnik kimliklere vurgunun artması ,ortak kimlik vurgusu-

nun  azalması   Türklüğün tekrar başlangıçtaki gibi etnik kimlik olarak belirtilmesi,üstelik bu

belirtmenin en üst resmi  söylemlere dek girmesi,ancak ortak 'millet' olgusunun da geriye doğru ayrıştırılamaz  aşamaya gelmesi ve kimsenin bunu inkar edememesi sonucunda 'millet'

olgusu kendisi var  ama adı yok bir  görünüme sokulmuştur.

Bu kavram kargaşasının  aşılabilmesi için öncelikle terim  kargaşasının ortadan kaldırılması

Gerekir.Daha doğrudan söyleyecek olursak Türk kavramının üç ayrı bağlamda kullanılışı nı

Türkçe'nin bize sağladığı  sözcük üretme olanaklarını  değerlendirerek farklılaştırılmış sözcüklerle ifade etmek gerekir.

Bu konuda somut bir adım atmak için  ben kişisel önerilerimi bu vesileyle okurlarımla paylaşmak istiyorum:

1-Türk kavramının  tarih ve coğrafyada en geniş ve genel  anlamda  kullanımı geçmişte

değişik yazar ya da düşünürlerin 'Umum Türklük'. 'Tümtürk','Pantürk' vd.sözcüklerle

anlatmaya çalıştığı bu bağlamdaki  kullanımı için GENTÜRK sözcüğünü önemsiyorum.

2-  Orta Asya'daki Gentürk oluşumlarından  en büyüğü olan Oğuzlar'dan  Müslüman olarak

Malazgirt'ten sonra  Anadolu'ya göçen  ve yerleşen  Türkiye  Halkı'nı  oluşumunda

başat unsur olarak yer alan kitle için TÜRKMEN sözcüğünü öneriyorum...

3-Türkmenler'in Anadolu'da ve yakın coğrafyalarda  diğer Müslüman unsurlar  karışarak ve

kaynaşarak oluşturduğu  Türkiye Halkı'nın  ulusal kimliği olarak  BATITÜRK ULUSU

terimini öneriyorum.

Bu kavramsallaştırma çabasına karşı çıkanlar olacağını  biliyorum.Daha sağlıklı ve oturaklı  önermeler olursa saygıyla karşılarım.Ama üç ayrı bağlamda farklı anlamlar üstlenen bir kavramı tek bir sözcükle  anlatmaya çabalamak  bilimsel gelişmelerin  önünü tıkayan  ve düşünsel kısırlaşmaya ve kargaşaya yol açan bir tutum olur.

BATITÜRK  ULUSU , Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran ,ortak dili Türkçe olan  başta Türkmenler olmak üzere Kürtler,Zazalar,Çerkezler Lazlar ,Azeriler,Asurlar,Arnavutlar,Pomaklar,tatarlar vs.. kimine göre otuzun üzerinde etnik unsurun  oluşturduğu çağdaş  bir ulustur. Bu ulusal birlik  ve kimlik içinde  yer alan unsurlar geriye doğru ayrıştırılması sözkonusu olamaz.Örneğin ne Türkmenler  Sovyetler'in dağılmasından sonra bağımsızlığa kavuşan  Türkmenistan'a  dönecekler ne Tatarlar Tataristan'a.Aynı şekilde Arnavutlar'ın Kosava  ya da Arnavutluğa  geriye dönüşü ne Kürtler'ın Irak'ın kuzeyinde kurulan  Kürdistan'a , ne de  Zazalar'ın  Dersim'den  Hazar'ın güneyine Deylem'e (Gilan'a) göçleri olanaklıdır.

Çağdaş uluslar kuşkusuz kendilerini oluşturan unsurlardan çok şey alırlar,özümserler ve yeni

bir  niteliğe dönüştürürler.Ama bunlar geriye döndürülemez ve kökenindeki türdeşliliğe

İndirgenemezler.Bu yeni bir tarihsel oluşumdur.

Bu önermelere bazı Gentürkçüler (Pantürkçüler), Kürtçüler ve başka  etnikçi yaklaşım  sahipleri karşı çıkıp eleştiri getirebilirler.Ama yaşanan toplumsal gerçeklik ideolojik takıntılara ve saplantılara uymak zorunda değildir.A ksine zorlamalar yaşananların tarihsel ve toplumsal  gerçeklere çarparak sonuçsuz kalması kaçınılmazdır.

Murat Güztoklusu

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum