GENTÜRK-TÜRKMEN –BATITÜRK:Murat Güztoklusu
TÜRK KAVRAMINDA ÜÇLÜ BAĞLAM: GENTÜRK-TÜRKMEN –BATITÜRK
TÜRK KAVRAMINDA ÜÇLÜ BAĞLAM: GENTÜRK-TÜRKMEN –BATITÜRK Gazi Mustafa Kemal yurt ve din birliği temelinde tanımladığı çıkar ve amaç birliği temelinde de yaşama geçirdiği TÜRKİYE HALKI kavramına sadık kalmıştır.Lozan'da yapılan Mübadele anlaşmaları din temelinde yapılmış,Türkiye'de kalan Ortodokslar ile Yunanistan'da kalan Müslümanların değişimi kararlaştırılmıştı.Etnik köken ve anadil ölçütleri dikkate alınmamıştı.Öyleki İç Anadolu'daki anadili Türkçe olup Grek alfebesi ile güçlü bir yazılı kültür geliştiren Türk Ortodoks Kilisesi'ni kurmuş olan Karamanlılar Yunanistan'a gönderilmiş oradan değişik etnik kökenlere ve farklı dillere sahip (Pamaklar,Arnavutlar, Müslüman topluluklar) Türkiye 'ye getirilmiş ve yerleştirilmiştir. Gerçi bu Lozan süreci Hilafetin kaldırılması ve laikliğin kurumlaşmasından önce yapılmıştı ama uygulaması büyük ölçüde laik dönemde yapılmış ve hiç yadırganmamıştı.Lozandan sonra da özellikle Balkanlar'dan Türkiye'ye yakın zamanlara dek yapılan göçlerde Müslüman kitleler hiçbir etnik ayırım yapılmadan kabul görmüşlerdir.Laikliğin önemli bir yararı da Yavuz Sultan Selim'in Şah İsmail'le savaşından ve Sünni Hilafeti üstlenmesinden beri Anadolu'da derin bir tarihsel yarılmaya ve yüzyıllar boyu süren çatışmalarıa yol açan mezhep(Alevi-Sünni) kutuplaşmasınıı tümüyle ortadan kaldıramasa da azaltması ve aşağıya çekmesidir.. Mustafa Kemal'in 1 Mayıs 1920 konuşmasında vurguladığı İslam unsurları birliğinin hudud ve milli i ve Misak* ı Milli kararları kapsamında tutulması ve uygulanmasıdır.Kuşkusuz Mustafa kemal İslam kardeşliği ve dayanışmasına büyük önem ve değer vermiştir.İslam Dünyası'nın emperyalist baskı ve sömürüden kurtulması için Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonrasında büyük çabalar göstermiştir.Aynı şekilde yurt içinde dışında Müslümanların cehaletten ve bağnazlıktan kurtulması,dinsel ve dindışı konularda aydınlanması için birçok çalışma yapmış,referanslarının çoğunun konusu bu olmuştur.Ama bazılarının günümüzde bile hala anlamadığı veya anlamak istemediği 'millet' ve 'ümmet' kavramları arasındaki farkı hiçbir zaman gözden uzak tutmamıştır.Örneğin bir Bangadeşli,bir Endonezyalı ile aynı dinden olabiliriz.Bu bizi din kardeşi ve aynı peygamberin ümmeti yapar.Ama yurtları,tarihleri,kültürleri ,çıkarları ve amaçları farklı bu toplulukdan aynı 'millet'in mensubu yapmaz. 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı başladığında Osmanlı Devleti'ndeki İslam unsurlarının en kalabalığı,olan ve en geniş coğrafyaya yayılmış bulunan Arap unsurlarının yaşadığı bölgeler ulusal sınırlar (Hudud u Milli) dışında sayılmış,Misak ı Milli dışında kalan Suriye,Irak gibi ülkelerle Türkiye'nin bir federasyon veya konfederasyon çatışı altında birleşmesine yönelik projeler önerilmiş ama bu ülkeleri Türkiye kapsamına katmayı,ahalisini de Müslüman olmalarına karşın 'Türkiye Halkı'içinde saymayı düşünmemiştir.Oysa Kürtler ve Türkmenler 'in yaşadığı Irak ve Suriye'nin kuzey bölgeleri Misak-ı Milli kapsamında düşünülmüş ve bu unsurlar TÜRKİYE HALKI'NIN ULUSAL BÜTÜNLÜĞÜ içinde değerlendirilmiştir. 1928 Yazı Devrimi'nden itibaren Gazi ulusal birlik için 'ortak dil'in önemini vurgulayan çalışmalara büyük ağırlık vermiştir. Bir yandan Türkçe'nin başta Arapça ve Farsça olmak üzere yabancı dillerin baskısından kurtularak sadeleşmesi için özen gösterirken,öte yandan her türlü kültürel ve bilimsel gereksinmelere yanıt verecek biçimde geliştirilmesine çaba göstermiştir.Bir yandan da Türkiye Halkı'nın ortak iletişim dili olarak yaygınlaşması ve her bir yurttaşın bu ortak dili öğrenebilmesi ve kullanabilmesi için yoğun bir uğraş sürdürülmüştür.Dil Devrimi daha sonra hızı ve yönü değiştirilse bile büyük ölçüde başarılı olmuştur.Bugün Türkiye Halkı'nın % 97'si Türkçe'yi konuşkonuşabilmekte ve kullanabilmektedir.Böylece Türkçe sadece resmi dil değil aynı zamanda gerçek anlamda konuşabilmekte ve kullanabilmektedir.Böylece Türkçe sadece resmi dil değil aynı zamanda gerçek anlamdamilli dil haline gelmiştir.Ulusal birliğin çimentosu olabilmiştir. Bu süreç Cumhuriyet Tarihi'nin kimi dönemlerinde yersiz ve gereksiz biçimde ülkedeki diğer etnik ve yöresel dillerin ya da şivelerin üzerinde baskıya dönüşmüş ve bu baskı 12 Eylül döneminde doruğa çıkmış ise de Türkiye son yirmi yılda bu ayıptan kurtulmayı başarmış ,bu kültürel zenginliğin önü açılmıştır. Gazi Türkiye Halkı'nın bu toplumsal ve kültürel bütünleşme sürecinin gelişimini ve tersinmezliğini görmüş bunun ulusal birlik ve kimlik bilinciyle tamamlanması ve pekiştirilmesi gerektiğini düşünmüştür.1929 yılında 'Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkı'na Türk Milleti'denir ifadesi ile özgün ve öznel tümüyle bilince dayalı bir tanım ge tirmiştir.Bu tanım Orta Asya'da kalan diğer Türk toplumlarına özgün tarihsel gelişimine saygılı davranarak Türkiye ve yakın çevresinde yaşayan Batı Türkleri'nin Türkiye merkezli ulusal birliği ve kimliğini tanımlamıştır. Böylece 1920'lerin başlarında Türkiye Halkı'nı oluşturan etnik unsurların başlıcası da olsa,birisi olarak belirtilen Türk kavramı 1920'lerin sonlarına doğru Türkiye Halkı'nı oluşturan diğer etnik unsurların da katıldığı ve kaynaştığı ortak ulusal kimliğin adı olmuştur.Bu nedenle Türkiye Halkını oluşturan unsurların başlıcası olan Oğuzlar'ın etnik kimliğini vurgularken Türkmen sözcüğünü kullanmak gerekir.
Atatürk'ün bu konudaki içtenliğinin ve tutarlılığının en somut örneklerinden birisi Türk Ocakları'nın kapatılarak Halk Evleri'ne dönüştürülmesidir.II.Meşrutiyet Dönemi'nde kurulan ve Cumhuriyet'in ilk döneminde de en yaygın ve en etkin sivil toplum kuruluşu olan Türk Ocakları içinde bazı ırkçı eğilimlerini ortaya çıkması onu çok rahatsız etmiştir. Özellikle Muhafız Taburu'nun Kurtuluş Savaşı'nda büyük yararlılıklar ve kahramanlıklar göstermiş olan komutanı İsmail Hakkı (Tekçe) Ocağa üye olmak istediğinde yöneticilerin yapmaya kalkıştığı soy-sop araştırması bu komutan kadar Atatürk'ün de tepkisini çekmiş,Türkiye'de Türk Ocağı olmayacağı sonucuna vararak Halk Evleri'ne dönüşünü sağlamıştır. Ancak Atatürk döneminde de ondan sonraki dönemlerde de Türk kavramının bu farklı bağlamlarda kullanılırken aynı sözcükle ifade edilmesi bir kavram kargaşasına yol açmıştır. Aynı sözcüğün hangi bağlamda kullanıldığının her seferinde net olarak belirtilmemesi halinde bu kargaşa sürecektir.Belirtilse bile tek sözcüğe bu kadar yüklenilmesi algılamalarda zorluklara yol açacaktır.Birgül Aymar Güler'in ve Hakan Şükür'ün sözleriyle ilgili son zamanlardaki gereksiz tartışmalar bu kargaşanın kaçınılmaz sonuçlarıdır. Özellikle 1990'ların başında Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla yeni Türkiye Cumhuriyetleri'nin kurulması bu kavram kargaşasını daha da arttırmıştır.Bazıları Türkiye'deki Türk Ulusu'ndan farkını anlatabilmek için bu yeni Cumhuriyetlere ve halklarına Türksel-Türki(İngilizce'de Turcic) terimlerini kullanmışlar ama bu kullanım Prof.Talat Tekin ve Prof.Nadir Devlet gibi değerli Türkologlarımızın uyarılarına karşın bazı ideolojik yaklaşımların takıntılı anlayışsızlığına hatta saldırılarına maruz kalarak etkinleşmesi ve yetkinleşmesi engellenmiştir. Öte yandan PKK olaylarıyla birlikte etnik kimliklere vurgunun artması ,ortak kimlik vurgusu- nun azalması Türklüğün tekrar başlangıçtaki gibi etnik kimlik olarak belirtilmesi,üstelik bu belirtmenin en üst resmi söylemlere dek girmesi,ancak ortak 'millet' olgusunun da geriye doğru ayrıştırılamaz aşamaya gelmesi ve kimsenin bunu inkar edememesi sonucunda 'millet' olgusu kendisi var ama adı yok bir görünüme sokulmuştur. Bu kavram kargaşasının aşılabilmesi için öncelikle terim kargaşasının ortadan kaldırılması Gerekir.Daha doğrudan söyleyecek olursak Türk kavramının üç ayrı bağlamda kullanılışı nı Türkçe'nin bize sağladığı sözcük üretme olanaklarını değerlendirerek farklılaştırılmış sözcüklerle ifade etmek gerekir. Bu konuda somut bir adım atmak için ben kişisel önerilerimi bu vesileyle okurlarımla paylaşmak istiyorum: 1-Türk kavramının tarih ve coğrafyada en geniş ve genel anlamda kullanımı geçmişte değişik yazar ya da düşünürlerin 'Umum Türklük'. 'Tümtürk','Pantürk' vd.sözcüklerle anlatmaya çalıştığı bu bağlamdaki kullanımı için GENTÜRK sözcüğünü önemsiyorum. 2- Orta Asya'daki Gentürk oluşumlarından en büyüğü olan Oğuzlar'dan Müslüman olarak Malazgirt'ten sonra Anadolu'ya göçen ve yerleşen Türkiye Halkı'nı oluşumunda başat unsur olarak yer alan kitle için TÜRKMEN sözcüğünü öneriyorum... 3-Türkmenler'in Anadolu'da ve yakın coğrafyalarda diğer Müslüman unsurlar karışarak ve kaynaşarak oluşturduğu Türkiye Halkı'nın ulusal kimliği olarak BATITÜRK ULUSU terimini öneriyorum. Bu kavramsallaştırma çabasına karşı çıkanlar olacağını biliyorum.Daha sağlıklı ve oturaklı önermeler olursa saygıyla karşılarım.Ama üç ayrı bağlamda farklı anlamlar üstlenen bir kavramı tek bir sözcükle anlatmaya çabalamak bilimsel gelişmelerin önünü tıkayan ve düşünsel kısırlaşmaya ve kargaşaya yol açan bir tutum olur. BATITÜRK ULUSU , Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran ,ortak dili Türkçe olan başta Türkmenler olmak üzere Kürtler,Zazalar,Çerkezler Lazlar ,Azeriler,Asurlar,Arnavutlar,Pomaklar,tatarlar vs.. kimine göre otuzun üzerinde etnik unsurun oluşturduğu çağdaş bir ulustur. Bu ulusal birlik ve kimlik içinde yer alan unsurlar geriye doğru ayrıştırılması sözkonusu olamaz.Örneğin ne Türkmenler Sovyetler'in dağılmasından sonra bağımsızlığa kavuşan Türkmenistan'a dönecekler ne Tatarlar Tataristan'a.Aynı şekilde Arnavutlar'ın Kosava ya da Arnavutluğa geriye dönüşü ne Kürtler'ın Irak'ın kuzeyinde kurulan Kürdistan'a , ne de Zazalar'ın Dersim'den Hazar'ın güneyine Deylem'e (Gilan'a) göçleri olanaklıdır. Çağdaş uluslar kuşkusuz kendilerini oluşturan unsurlardan çok şey alırlar,özümserler ve yeni bir niteliğe dönüştürürler.Ama bunlar geriye döndürülemez ve kökenindeki türdeşliliğe İndirgenemezler.Bu yeni bir tarihsel oluşumdur. Bu önermelere bazı Gentürkçüler (Pantürkçüler), Kürtçüler ve başka etnikçi yaklaşım sahipleri karşı çıkıp eleştiri getirebilirler.Ama yaşanan toplumsal gerçeklik ideolojik takıntılara ve saplantılara uymak zorunda değildir.A ksine zorlamalar yaşananların tarihsel ve toplumsal gerçeklere çarparak sonuçsuz kalması kaçınılmazdır. Murat Güztoklusu |
FACEBOOK YORUMLAR