Gazetelerden Yola Çıkarak Meşrutiyet Dönemi İran'ında Türk Dili ve Türklük Bilinci (1) - Yazar: M. Rıza HEYET

Gazetelerden Yola Çıkarak Meşrutiyet Dönemi İran'ında Türk Dili ve Türklük Bilinci (1) - Yazar: M. Rıza HEYET
21 Kasım 2020 - 15:43

Giriş

Türk aydınların öncülüğü ve yönetiminde gerçekleştirilen Meşrutiyet devrimi İran’da demokrasinin şekillenmesi ve gelişmesi yolunda önemli bir adım sayılsa da, sonuca bakıldığında ondan başarılı bir hareket olarak söz etmek mümkün değil. Çünkü nihayette meclis, anayasa, eyalet ve vilayet meclisleri gibi önemli kazanımlar kısa bir süre içinde tarihe karışmış, Pehlevî hakimiyetinin aniden ve demokratik olmayan yollarla iş başına gelmesiyle Meşrutiyet devriminin tüm kazanımları birbirinin ardından kasıtlı bir şekilde unutturulmaya çalışılmış ve geleneksel federalizmden (memalik-i mahruse) modern federalizme giden yol tamamen (fakat muhtemelen sonsuza kadar değil) kapatılmıştır. Pehlevîlerin iş başına gelmesiyle geleneksel federalizmin ortadan kaldırılmasıyla birlikte, başta İngiltere olmak üzere Avrupa ülkelerinin müdahalesi ile etnik yapısı bakımından hiçbir etnik milliyetçiliğe uygun olmayan İran’da Farsçılığa dayalı aşırı milliyetçilik ülkenin resmî politikası haline gelmiştir.

1918’de Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin tesisiyle sonuçlanan Kurtuluş Savaşı’nın başlaması (1919) dikkate alındığında İngilizlerin İran’da Türk Kacar devletini yıkmaktaki ısrarının nedenlerini anlamak zor olmasa gerek. İran, Azerbaycan ve Türkiye’de üç bağımsız Türk devletinin varlığını kendi sömürgeci siyasetlerine bir tehdit olarak gören Batı dünyası ve Rusya, bu ülkelerde Türk egemenliğini zayıflatmak ve mümkün olduğu takdirde tamamen ortadan kaldırmaya çalışıyorlardı. Bu yüzden de her üç ülke aynı zamanda Batı ve Rusya’nın tehdit ve saldırılarına maruz kalmaktaydı. Büyük Osmanlı İmparatorluğunun mirasçısı olan Türkiye Müttefiklerin işgali altındaydı. Azerbaycan Cumhuriyeti de 1920 yılında yeniden Rusların işgaline uğrayarak bağımsızlığını 70 yıl boyunca kaybetti. Bunun yanı sıra İran’da da hakimiyeti Türk olmayanlara aktarma politikası büyük bir titizlikle yürütülüyordu. Başlangıçta Kacar şahının bazı yetkilerinin meclis’e devredilmesi ve demokrasinin şekillenmesi amacıyla başlayan Meşrutiyet devrimi, sonunda Rıza Mirpenc’in (daha sonra Pehlevî soyadını seçmiştir) İngilizlerin yardımıyla gerçekleştirdiği darbeyle Kacar hakimiyetinin yıkılmasına yol açtı. Rejim değişikliğinin İran’da demokratikleşmeye hiçbir etkisi olmamakla birlikte, Millî Meclis, Anayasa, Eyalet ve Vilayet Meclisleri ve dil özgürlüğü gibi Meşrutiyet devriminin elde ettiği veya koruduğu özgürlüklerin de ortadan kalkmasına neden oldu ve İran tarihinde bir ilk olarak ırkçılık ve aşırı Fars milliyetçiliğine dayalı bir sistem kuruldu. Başka bir deyişle, Pehlevîlerin iş başına gelmesi ve millî politika yerine etnik politikaların yürütülmeye başlamasıyla, demokrasi daha doğmadan katledildi. Bütün bunlara rağmen, makale yazarına göre İran’da Kacar döneminin son yılları ve Meşrutiyet döneminde Türk aydınları arasında yaşanan kimlik bunalımı da özgürlük hareketinin yenilgiye uğraması ve Pehlevî rejiminin kurulmasında önemli etken olarak değerlendirilmelidir. Bu açıdan, o dönemin gelişmelerinin dikkatlice ve tarafsızca incelenmesi, gelecekteki demokratik hareketlerin yolunun açılmasında ve yapılan yanlışlıklar ve kusurların bir daha tekrarlanmamasında önemini korumaktadır.

Meşrutiyet Hareketi ve Azerbaycan

1906’da Kacar Sahının Meclis seçimleriyle ilgili yasayı imzalamaktan imtina etmesiyle şiddet kazandı. Kacar hükümetine baskıyı artırmak amacıyla Tebriz’de Gizli Merkez (Merkez-i Qéybî), Bakü’de ise İçtimâiyun-Amiyun Partisi oluşturuldu. Tebriz’de seçimleri denetlemek amacıyla kurulmuş olan Encümen, kısa bir sürede Azerbaycan Eyaletinin resmî olmayan hükümetinin organına çevrildi. Azerbaycan vâlisi veliaht Mehmet Ali Mirza’nın -babasının hastalandığından dolayı- Tahran’a gitmesi (1906) ve onun ölümünden sonra şahlık tahtına oturması (1907) sonucunda vâlisiz kalan Azerbaycan, resmen Tebriz Encümeni tarafından yönetilmeye başladı (Mustafayev 1998: 49).

Mehmet Emin Resulzade Azerbaycan’ın İran Meşrutiyetindeki konumunu kalbin bedendeki konumuna benzetmektedir. Ona göre, Azerbaycan özgürlük harekâtının meydanı, Tebriz ise onun kahramanlıklar gösteren bir merkezi olmuştur. Fransa inkılâbında Marsilya, Osmanlı inkılâbında Selanik ne ise, İran inkılâbında da Tebriz odur (Resulzade 1993:23).

Meşrutiyet devriminin ortaya çıkısında Bakü’de ve İstanbul’da yaşayan Azerbaycanlıların da önemli rolü olmuştur. İstanbul’da Azerbaycanlılar tarafından çıkarılan Ahter gazetesinin halkın uyanışındaki rolü unutulmazdır. 1905 Rus ihtilâlinden sonra Kuzey Azerbaycan’da hızlı bir şekilde başlayan aydınlanma, yenilikçilik ve özgürlük harekâtı da Güney Azerbaycan’da

geniş bir şekilde yayılmaya başladı. Kuzey Azerbaycan’ın Rusya işgalinde olmasına rağmen, güneydeki soydaşlarıyla birleşerek Meşrutiyet inkılâbına katılmaları tarihî bir olaydı. Birkaç yıl sonra Azerbaycan cumhurbaşkanlığına seçilecek olan M. Emin Resulzade de Meşrutiyet hareketini yakından tâkip eden, devrimcilere fikrî yardımlarda bulunan bir şahsiyet olarak İran-ı Nô (Yeni İran) gazetesini yayınlamıştır. Bu dönemde eğitim almak üzere İran’dan başka ülkelere gidenlerin büyük kısmını Azerbaycan Türkleri oluşturduğu gibi, Rusya ve Kuzey Azerbaycan’da çalışmakta olanların da önemli bir kısmı Güney Azerbaycanlılardan ibaretti. Rusya ve Kuzey Azerbaycan’da çalışan muhâcir Güney Azerbaycanlı isçiler 1905 Rusya devriminden sonra İran’a dönerken devrimci düşünceleriyle birlikte büyük ölçüde basılmış propaganda kağıtları ve silâh getirerek İran rejiminin aleyhine yapılan protestolara katıldılar (Haşemi 1999: 37).

Tahran’da birinci Meclis toplandığında Türk mebusların sayısı fazla değildi. Çünkü seçim yasalarına göre, mebusların yarısı Tahran’dan, diğer yarısı ise başka şehirlerden seçiliyordu. M. Emin Resulzade ilk mecliste yenilik ve eskilik cereyanlarının daima çatışmada olduğunu anlatırken, Türk mebusların daha çok yeniliği temsil ettiklerini ve azınlıkta oldukları hâlde fıtrî meziyetleriyle üstünlük kazandıklarını yazar. Yenilik cereyanının başında ise iki genç Azerbaycanlı mebus, meşhur Seyid Hasan Takizade ile Hacı Mirza İbrahim Ağa duruyordu. Hacı Mirza Meclis kapatıldıktan sonra idam edildi. Yakalanamayan Takizade ise ikinci Mecliste Ehrar Partisinin başkanlığına seçildi (Resulzade 1993: 27-28) ve daha sonralar İran’ın başbakanlığı makamına kadar yükseldi.

Meşrutiyet devriminin esas unsurlarını oluşturan Azerbaycan Türkleri kendilerini İran’a ve İran’ın özgürlüğüne feda ederken kendilerini tamamen unuttular. Yavaş yavaş İran’a sızmakta olan milliyet ve milliyetçilik kavramı Türklerde İran milleti ve milliyetçiliği şeklinde tezahür etse de, Fars aydınlarının Fars milleti ve milliyetçiliği kavramlarını benimsemesiyle sonuçlandı. Meşrutiyet döneminde daha çok muhafazakâr davranan Fars aydınları kendi milliyetçiliklerini “İran” adı altında yürütmeye başladılar. Resulzade “Türk inkılâpçıları, Türk mebusları, Türk encümenleri dediğimizde bunların sırf Türklük nâmına hareket ettikleri düşünülmesin. İran Türk Meşrutiyet-perverleri Türklüklerini düşünmediler; bütün fedakârlığı, ancak İranlılık ve vatan-ı müşterek nâmına icra ettiler”(Resulzade 1993: 30) açıklamasıyla Meşrutiyet dönemindeki Türklük bilincinin hangi düzeyde olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

20 yıllık bir süre içinde (1906-1925) Güney Azerbaycan Türkleri tarafından yayınlanan gazeteler de işte bu çerçevede ele alınmalıdır. Meşrutiyetin ilânından sonra (1906) gazetelerin sayısı açısından Tebriz Tahran’dan sonra ikinci yeri işgal etmekteydi. Meşrutiyet döneminin ilk dört yılında Güney Azerbaycan’da 46 gazete ve 1921 yılına kadar, yâni 15 yılda 90 gazete yayınlanmıştır ki, bu 90 gazeteden 80’i Azerbaycan’da, 10’u ise başka ülkelerde Güney Azerbaycanlılar tarafından neşredilmiştir. Musa Mecidi’nin verdiği istatistikler bu dönemde Tebriz’de 63; Urmiye’de 9; Hoy’da 7; Erdebil’de 1; İstanbul’da 5; Bakü’de 2; Tiflis’te 1; Berlin’de 1 ve Londra’da da 1 gazetenin çıkmış olduğunu ve bunlardan 55’nin Farsça; 10’unun Türkçe; 10’unun Ermenice; 8’inin Türkçe-Farsça; 2’sinin Türkçe-Kürtçe; birinin Farsça-Türkçe-Arapça; birinin Farsça-Türkçe-Rusça, ikisinin Asurice ve birinin Kürtçe yayınlandığını göstermektedir. M. Mecidi ayrıca gazetelerin çıkma düzenini de söyle açıklamaktadır: Günlük 1; iki günlük 2; üç günlük 5; haftalık 58; iki haftalık 7; aylık 5; tek sayı 3; belirsiz 10. Aynı müellif gazetelerin üçünün dinî, altısının sosyalist, onunun muhafazakâr, sekizinin mizah ve altısının irticacı yayın olduğu kanısındadır (Mecidi 1996: 212-213).

Gazeteler

Encümen Gazetesi

Encümen Meşrutiyet devriminden sonra çıkan ilk gazetedir. İlk üç sayısı Rûznâmé-yé Méllî, dördüncü sayısı Cerîdé-yé Méllî, 5-10. sayıları yine Rûznâmé-yé Méllî, 10-35. sayıları ise Cerîdé-yé Méllî adıyla çıkan Encümen gazetesinin ilk sayısı 1906 (1324 h.k.) yılında tek bir sayfa hâlinde Tebriz’de yayınlanmıştır. Önce Seyit Ali Ekber Vekilî’nin yönetiminde üç günde bir çıkan gazete, daha sonra Mahmut Ganizade’nin yönetiminde iki günde bir çıkmaya başladı. Tas basmasıyla yayınlanan Encümen gazetesinin yıllık abonesi Tebriz’de 10 gıran11, diğer kentlerde 15 gıran, Rusya’da 3.5 manat, Osmanlı’da 40 kuruş, Avrupa’da 10 frank, tek satış fiyatı ise Tebriz’de 2 şahi ve diğer kentlerde 3 şahi olmuştur (Mecidi 2003: 71-72). 

Bütün sayılarda sayfanın en üst kısmında gazetenin sayısı (sağda), gazetenin yılı (ortada) ve sayfa numarası (solda) ve onun altında ise, gazetenin adı (ortada), gazetenin tek sayı ve abone fiyatı (solda) ve yayınlandığı târih, yayınlayanın adı ve dağıtım adresi verilmiştir. Bazı sayılarda gazetenin tutumu veya diliyle ilgili (gazetenin adının altında) aşağıdaki gibi kısa bilgi de yer almıştır:

Halkın ve tüccarların isteği üzerine bu gazete çok sâde bir dilde yazılmaktadır (S. 1:1).

Gazetede yazılar iki sütuna ayrılmış, metindeki önemli konular ve cümleler siyah çizgilerle belirtilmiş, yazı başlıkları ise daha büyük harflerle veya parantez içinde gösterilmiştir.

Meşrutiyet devrimi sâyesinde ortaya çıkan eyalet ve vilâyet encümenleri arasında en önemli ve güçlü konuma sâhip olan Tebriz Millî Encümeni’nin organı olarak yayınlanan Encümen gazetesi yalnız Tebriz ve Azerbaycan’ın değil, İran’ın her tarafından, özellikle de Tahran’da cereyan eden Meşrutiyet haberlerini içerdiğinden çok önemli bir yere sâhipti. Gazete, bazı sayılarındaki birkaç şiir ve mektup dışarıda tutulursa, tamamen Farsçadır. Fakat, gazetede verilen bazı ilân ve haberlerin içeriği dikkate alındığında, Türkçenin durumunu tespitte dikkate değer bir malzemeyi de sunmaktadır:

Gazetenin 9. sayısında verilen bir ilânda Tebriz’in Edebiye okulunda, hiç okula gitmemiş 7 yaşındaki çocuklara 4 ay içinde ister Fars, Türk ve isterse de Arap dilinde okuma-yazma eğitimi verildiği ve okulun anne-babalar tarafından denenmeye hazır olduğu belirtilmiştir. 32. sayısında aynı okul öğrencilerinin öğretmenleriyle birlikte Tebriz Encümenine gidip Encümen üyelerine Türkçe şiirler okudukları, Encümenin okula 25 tümen bağışta bulunduğu ve gazetenin her hafta 60 nüshasının öğrencilere bedava gönderileceği haberi ve okunan şiirler yer almaktadır. Şiir söyle

başlar:

Mektebdür Enbiyâda nebîlıx elâmeti

Mektebdür Ovliyada velîlıx seâdeti

Mektebdür âleme yetüren her hidâyeti

Mektebdür örgeden bize emr-i şerieti..

 

Gazetenin 44. sayısında yine de Saadet, Edebiye ve Nôber okulları öğrencilerinin öğretmenleriyle birlikte telgrafhâneye gittikleri ve orada şiir ve hitabe okudukları belirtilmektedir. Gazete, okunan hitabeden sâdece “biz bir qasıq qanımızı elimize alub millete nisâr éylemege gelmişuq” cümlesini örnek verirken, okunan şiiri tamamen yayınlamıştır:

 

Âmâlımız, efkârımız iqbâl-i vetendür,

Serheddimize qel’e bizim xâk-i vetendür,

Dâvâ günü yékser görünen qanlu kefendür,

İranlılaruq, can verüben nâm alaruq biz

Dâvâda şehâdetle hamı kâm alaruq biz

 

Qâniyle qılıcdur görünen baydağımızda,

Can qorxusu yoxdur dilimizde, canımızda,

Her gûşede bir şîr yatub toprağımızda,

İranlılaruq, can verüben nâm alaruq biz

Dâvâda şehâdetle hamı kâm alaruq biz

 

İranlı adı her ürege lerze salandur

Ecdadımızın héybeti me’rûf-i cahandur

 

Aynı sayıda Perveriş ve Rüşdiye okulları öğrencilerinin okudukları hitabe neşredilmiştir:

“Xudâya, xudâvenda, süd emer usaqlar oyandı. Qırmızı elemeler göye ucaldı, bütün qan rengiyle boyandı. Sûr-i İsrafil çalındı, feryadlar göye ucaldı. Tamam nezmler pozulu. Millet qurbanlarının sefi düzeldi. Éy Japonlara rehm éyleyen Allah, éy Mikado-yi Japonu ayıldan Allah, telgraf simleri yoruldu. Millet qanı heyecana geldi. Éy mezlumları zülmden qurtaran Allah, …istibdat sevenleri pâymâl ét, zülm qoşununu dağıt, biz millet-i bîçareye terehhüm ét.” (Encümen Gazetesi, sayı 44).

107. sayıdan itibaren eyalet ve vilâyet encümenleri yasa taslağı sırayla yayınlanmıştır. Taslağa göre, her bir eyalette Encümen adlı bir eyalet encümeni (meclisi) oluşturulmalıdır. Encümen üyeleri halkın oyuyla seçilir. Seçmenlerin İran tebaası ve 21 yaşın üzerinde olması, eyalette evi ve mülkü bulunması ya da doğrudan vergi vermesi şarttır. Kadınlar seçimlere katılamazlar. Adaylar ise en azından 30 yaşında olup Farsça okuma yazma bilmelidirler.

Meşrutiyet anayasasında resmî dilden söz edilmediği hâlde Farsça okuma yazma bilmenin şart olarak belirtilmesi ve dolayısıyla da sâdece Türkçe okuma yazma bilen bir insanın Azerbaycan Encümen seçimlerine aday olmaktan mahrum bırakılması, Meşrutiyet döneminde Fars dilinin daha resmî bir statü kazanmasına yol açan ve Türkçenin artık resmî merkezlerde bir işe yaramayacağı anlamına gelen bu madde, Türklerin Meşrutiyet dönemindeki en büyük kaybı olmuştur. Merkezî hükümetin Türklerin elinde bulunması ve Meşrutiyet hareketi bayrağının da Azerbaycanlıların elinde olması Türkçenin de Farsçanın yanında resmî statü kazanabilmesi için müsait bir ortam yaratmasına rağmen, Türklük bilincinden mahrum olan Azerbaycan aydınları bütün İran’ı kurtarma adına Azerbaycan’ı ve Türklüğü tamamen unutmuşlardı.

Encümen gazetesinin 116. sayısının 2. sayfasının tümü, 3. sayfasının ise yarısı Türkçedir. Bu Türkçe metin aslında Saadet ve Nôber okulları öğretmenlerinin konuşmasından ibarettir. Okul öğrencileri ve öğretmenlerinin Türkçe şiir okuyup konuşmalar yapması Tebriz okullarında Türkçe eğitimin hâlâ güçlü olduğunun göstergesidir. Fakat, şiirlerde ve konuşmalarda dikkati çeken en önemli husus, Güney Azerbaycanlılar için İranlılığın yavaş yavaş üst kimlik hâline gelmesi ve onun her bir konuşmada vurgulanmasıdır:

“Dünyanun tamam nuqtelerinde sâkin olan hürriyet-perverlere beşâret [müjde] olsun. Biz millet-i İran güller etrafına éşqle dolanub exz-i kâm éden bülbüller kimi Selsebil çéşmesinün dövresine eteşanların[susamışların] tevâfı kimi Meşrutiyet béhéşt-i e’lasının hevâlisine dolanub âxirde nâil olduq… Éy heqiqet-i din, éy melce-i Müslimin, éy menşe-i yeqin öz vucud-i pâkıvı biz ranlılarun ufuqunda zâhir ét ve illerce se’y édüb derk étdığımız iftixârın nişânelerin fôriyetle âşkâra getür…” (Encümen, 116, 2-3)

Konuşmacı sözlerini “yasasın İran milleti ve Meşrutiyeti” cümlesiyle bitirmektedir.

Gazetenin 2. yıl, 1. sayısında Fiyûzat gazetesinden aktarılarak Nizamî’nin oğluna hitaben yazdığı şiirin Türkçe çevirisi yer almaktadır. Encümen gazetesinde yayınlanan ve o dönemde Türkçenin durumunu göstermekle birlikte Azerbaycan ve Osmanlı arasındaki yakın ilişkiyi anlatan ve her ikisinin de kendi dillerinde (Türkçe) mektuplaşmaları bakımından son derece önemli olan iki mektubun yayınlanması dikkati çekmektedir. 2. yılın 10. sayısının birinci sayfasında Paris’ten Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından Tebriz Millî Encümeni’ne gönderilen bir mektup ve 2. sayfada Encümen tarafından verilen cevap yayınlanmıştır. Cevap mektubunun sonunda gazete tarafından şöyle bir açıklama verilmektedir: “Farsça okuyan değerli okuyucu ve abonelerimize biraz zor olsa da, Osmanlı Türkçesiyle yazılmış olan bu iki mektubu kutsal Encümen üyelerinin isteği üzere çevirmeden olduğu gibi yayınladık.”

Aşağıda aktaracağımız bu iki mektubun yazılış tarzı hemen hemen aynıdır. Mektuba cevap veren şahıs Tebriz Millî Encümeni’nin üyelerindendir. Diğer üyelerin de bu mektupların Farsçaya çevrilmeden yayınlanmasına ısrar etmeleri onların Türkçe, hele “Osmanlı Türkçesiyle” yazılmış olan metinleri okuyup anlamakta zorluk çekmediklerini göstermektedir. Mektupların Arap alfabesiyle yazılmış olması iki lehçe arasındaki fonetik farklılığı önemli ölçüde gizlemektedir. Başka bir deyişle, mektupta geçen “beklemek”, “kendi”, “gibi” gibi az sayıda kelime ve 1. şahıs çokluktaki -z ekinin (Az. -k) dışında her şey Azerbaycan Türkçesindeki gibidir. Yâni, bu mektubu okurken onu Azerbaycan Türkçesiyle de okumak mümkündür. Tebriz’den yazılan mektubun dili ise daha ilginçtir. Yazar veya yazarlar Tebriz ağzına dayalı Azerbaycan Türkçesiyle yazdıkları mektupta Türkiye Türkçesine özgü kelimeleri de kullanmaya çalışmışlardır. Dolayısıyla mektupta her iki lehçenin de özelliklerini bulmak mümkündür.

“Heyet-i Muttahide-i Osmaniyan-ı Terakkihâh”ın Paris’ten kutsal Encümen’e mektubu:

Tebriz Encümen-i Millîsi Huzûr-ı Âlîsine

Ahîren hudud üzerinde vukua gelen hâdise-i müessife Cemiyetimizi en derin bir hiss-i teessüfle müteessir etdi. Şarkın bu iki devlet-i âliyesini necîb ve hakîkî bir emel-i ittihâd önünde ebedî bir hablu’l-metin-i uhuvvetle bağlı görmek isteyen Cemiyetimiz içün bu vak’adan ziyâde bâdi-i keder ve zarar bir şey olmaz. Âlem-i İslâmiyet’e her tarafdan musallat olan masâib-ı hâriciyeyi red ve def’ edebilmek kuvvetini ancak uhuvvet ve ittihâdda aramak lâzım gelirken ve dîn ve şerî’at, akl ve hikmet ve icâb-ı siyaset ve hakikat daima bunu emrederken Şarkın bu iki devlet-i İslâmiyesi arasında husûle gelecek en ufak bir mesele-i ihtilâfı bile nazaru’l-mille görmekden ve bunun çâre-i ref’ine çalışmakdan daha büyük bir eser-i hamiyet tasavvur edilemez. Bugün bütün Memâlik-i Osmaniye’yi esir-i zulmü etmeğe çalışan hükümet-i müstebidde-i Hamidiye’den mâkul ve mantıkî ne beklenebilir ki hudûd üzerinde vukua getirilen hâdise çox görülsün. Kendi tebaasına, kendi milletine rahm ve şefkati olmayan bir padişahın kâbil midir ki komşusuna hürmeti olsun. Bir hükümdar, bir hükümet ki kendi milletinin hukuk ve hürriyetini mahvetmeğe uğraşarak ona bir ecnebi nazar-ı adavetiyle bakar, öyle bir adamdan sudûr edecek kâfe-i ef’al ve harekâta milletin netice-i his ve fikri gibi bakılamayacağı aşikardır. Bina aleyh, bu hâdise-i mulimeyi doğrudan doğruya Sultan Abdul-Hamid’in zâde-i vehm ve cünunu gibi telakki buyurmalarını ve halbuki karîn-i efkâr ve hissiyatı olduğumuz millet-i Osmaniye’nin buna karşı cidden sahih ve samimî bir hiss-i teessüfle mutahassis olduğunun bil-itimad kabulünü arz ve rica ederiz. Mesele-i vakıanı nazar-ı hikmet ve itidalle ele alacaklarından emin olduğumuz devleti aliye-i İraniye ricâl-ı muhteremesinin hukûk-ı mukaddese-i İslâmiye’ye her tarafdan taarruz olunduğu, her tarafdan İslâm kanı döküldüğü böyle bir zamanda vicdan-ı muminin-i dağdâra tesir edeceği muhakkak olan bir hükümet-i ecnebiye müdahalesiyle değil, ancak bir basiret-i âkılâne ile hall-ı müşkülâta muvaffak olmalarını ve her tarafdan yetim ve bî-kes kalan mileli İslâmiye’nin tevhid-i fikr ve âmâl ederek mesud ve bahtiyar olması hususunda bî-derig himmet ve muavenet buyurmalarını temenni ederiz. Ol babda ittihad ve uhuvvet vazife-i İslâmiyetdir.

10 Şaban-ı Muazzem 1325/ 18 Eylül Ahırıncı 1907; Osmanlı Terakki ve İttihad Cemiyeti Umum Azası Namına.

Kutsal Encümen’in Cevabı:

Paris’de Osmanlu Terraki ve İttihad Cemiyeti Heyet-i Merkezînün Sub-i Âlisine

Sizün 10 Şabanu’l Muazzam tarixli bir qete mektubunuz vusûl bolub heyet-i Encümen-i Millî’de ve umum fedailerimizin huzurunda qeraet olundu. Sizin bu hissiyat-ı insâniyetperverâneleriz ve gayret-i İslâmiyelerinizden burada olan bütün İslâm qardaşlarımızın qulûbunda böyük bir meserret hâsil oldu. Cenâb-ı Allah’dan öz tôfiqât-i rebbaniyesiyle sizün meqsûduza nâil olmağı temenni ederiz. Size müjde olsun, on dörd ayda çekdığımız zehmet bî-semer qalmayub 29 Şaban’da Qanun-i Esâsi müvekkili padişahımızın sıhhe-i humâyununa yetişdi. Bugünkü günde bizim qelbimizi derdlendiren belke değil İran’da, her yerde olan İslâm’un qelbini bu serhed mesele(si) derdlendirüb, qaç senelerden Osmanlular iki İslâm beyninde olan ittihadı berbad etdiler. Me’lûm-i âlinizdi yüz senelerden beri olan âdât-ı müstebiddâneni deyişdirmaq pek qolay değil, tebii bir inqilâbat-ı dâxili hâsil olacaqdı. Biz İslâm qardaşlarımızdan bir muavinet bekledığımızda, eksine serheddimize tecâvüz éyleyüb buna qenâet etmeyüb Osmanlular qarşısında héç bir düşmen ve mâné olmadığı halda yétişen köylere bir hâlet-i vehşiyânede xûnrîzâne qetl ve qâret héç bir enas ve çocuğa rehm etmeyübler. Hangi insaniyetde ve mezhebe muvafiqdir min évli bir köye atmış pâre topendaxtile bütün nüfusunu, çoluq-çocuqlarını mehv ve nâbud étsünler. Rica édirem insaf édinüz. Bir qéyretli Müselman bu hâlet-i esef-engîzi unudabilir mi? İranlularun qebâheti qaç seneden berü istibdad altında ezilmekden kendisini qurtarıb padisahlarına seltenet-i Meşrutiyeti qandırdılar. Bu Sultan Hemid’in xoşuna gétmeyib qorxub İranlulardan Osmanlılara daxi sirâyet etsün bunun önünü tutmağı ömrün axırında Xelife-i Esr kendini cânişin-i Péyqember bülen zavallı İslâmlarun qanını tökmekde selah bulmuşdur. Halbuki

İranlular héçvaxt Poerlerden ve Transualardan qansız bir millet değildir. Böyle bir veceb torpaxlarından son bir damla qanları tökülene qeder ecnebiye vérmeğe hazır değildirler. Bu serhed meselesinde umum İranlulara bir böyük heyecen hâsil olub böyle bir feqir évinde olan mâyehtacını satub bir tüfekle bir miqdar fişeng alub bunun önünü ülemâmız ve vâizlerimiz alub millete nesihet édiyorlar ki qarşumuzda olan Müselmanlar ile cahad étmek şer-i şerifde memnûdur. Bir qetre böyle qan tökmek hebib-i ekremimiz Péyqember efendimiz hezretlerini ümmetden bizâr éylemaqdır. Hergah Osmanlular teeddilerinden el çekmeyecek olursa neticesi çox vexim görünüyor. Xaç-perestler çoxdan berü çekdikleri arzuya nâil olacaqlar ve sizlerden daxi ricamız budur ki bu meselede mümkün mertebede muavinetinizi derîğ buyurmiyesiz. Bundan artıq iki İslâm béyninde kudûret hâsil olmasın. Orada olan bütün İslâm qardaşlarımıza bizim xâlisâne selamımızın tebliğini rica éderiz ve héçvaxt kendi halınızdan bî-xeber qoymamanızı elave éderiz. (Encümen-i Millî-i Tebriz).

Mektuplara dikkat edilirse, her iki mektubun da birbirine yakın bir lehçede yazılmış olduğu görülebilir. Ortadaki farkların önemli bir kısmı Latin alfabesine aktarıldığı zaman ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla birinci mektubu Azerbaycan Türkçesiyle okumak mümkün olduğu gibi, ikinci mektubu Türkiye Türkçesiyle okumak da mümkündür. Örneğin; hamîd kelimesiyle hemîd kelimesi aynı imlâyla yazılan (حمید), fakat okuyucunun kendi lehçesine göre, değişebilen onlarca sözden sâdece bir tanesidir. Biz mektuplardan birincisini Türkiye ve ikincisini Azerbaycan Türkçesiyle okumaya çalıştık. Yoksa, mektuplara yazılı bir metin olarak bakıldığında o dönemde iki lehçe arasında ciddî bir farkın olmadığı kendiliğinden ortaya çıkacaktır.

Gazetenin 2. yıl, 24. sayısında Bakü’de yeni yayınlanmaya baslayan, sâde ve güzel bir Türkçeyle yazıldığı bildirilen Tâze Hayat gazetesinin reklamı yayınlanmıştır. Reklamda abone fiyatları ve gazetenin adresleri verildikten sonra gazeteye en baştan abone olanlara Azerbaycan’ın ünlü şairi Vâqif’in eserlerini içeren bir kitabın hediye olarak sunulacağı ve gazeteye Tebriz’den veya “Memâlik-i Mahruse”nin diğer yerlerinden abone olmak isteyenlerin Encümen gazetesine başvurmaları gerektiği belirtilmiştir.

26. sayıda (2. yıl) yine Türkçe bir gazetenin reklamı yapılmıştır. Hacı Tarhan’da “güzel bir Türkçe” ile çıkan ve edebî, siyasî ve ticarî konuları içeren Burhan-ı Terakki gazetesine abone olmak isteyenlerin Encümen gazetesine başvurabilecekleri de ilânda yer almaktadır.

Azerbaycan Gazetesi (آذربایجان)

1905 Rusya inkılâbının ardından Tiflis’te Molla Nasrettin dergisi yayınlanmaya başladığı gibi, İran’da Meşrutiyet inkılâbının hemen ardından da Tebriz’de Azerbaycan gazetesi çıkmaya başladı. 

Bu iki gazete yalnız çıkış tarihi açısında değil, aynı zamanda içerik, biçim ve üslup olarak da birbirine benzemektedir. Azerbaycan gazetesi 1906 yılında, yani Mehmet Ali Şahın Meşrutiyete karşı çıktığı bir dönemde Türk ve Fars dillerinde yayınlandı. Tebriz’de kurşun basma usulüyle çıkan ilk gazete olmakla birlikte, Tebriz’in ilk mizah ve aynı zamanda ilk resimli gazetesidir.

Gazetenin sâhibi Ali Kulu Saferov gençliğinde Rusya ve Türkiye’de babasının ticarethânesinde çalışmış, Azerbaycan hürriyetçileriyle sıkı ilişkide olmuş ve Tebriz’e döndükten sonra onların yardımıyla Şebnâme (1892), İhtiyaç (1898), İkbal (1898) ve Azerbaycan (1906) gazetelerini yayınlamıştır. O aynı zamanda “Hacıbaba” ve “Xortdan” imzalarıyla Molla Nasrettin dergisiyle de yakın işbirliği içinde olmuştur. Azerbaycan gazetesi Meşrutiye aleyhtarı güçler tarafından kapatıldıktan sonra Ali Kulu Saferov İstanbul’a kaçmış, fakat Tebriz’e döndükten sonra baskının çok olduğu yıllarda ciddî sorunlarla karşı karşıya gelince intihar etmiştir (Mecidi 1996: 29-30).

Azerbaycan gazetesi toplam 23 sayı çıkabilmiştir. Gazetenin başyazarlığını 15. sayıya kadar Mirza Ağa Tebrizî, ondan sonra ise Baba Tebrizî üstlenmiştir. Haftada bir sayı, 8 sayfa olarak çıkan gazete 24.5 x 36.5 boyutlarında olup Tebriz’in Namûs matbaasında basılıyordu. Tek nüshasının fiyatı 14 sahî olan gazetenin yıllık abonesi 4 tümendi (Azerbaycan, S. 1, s. 1).

Diger gazetelerden farklı olarak Azerbaycan gazetesinin ilk sayfaları daha çok karikatürden oluşmakta olup yazılar esasen ikinci sayfadan itibâren başlamıstır. Sayfanın baş kısmında, sağdan sola kapsayacak şekilde gazetenin adı ve hemen altında yayınlandığı yıl hem milâdi, hem de hicrî olarak verilmektedir. Gazetenin adı ve karikatür arasındaki bir satırlık boşluktaysa, gazetenin sayısı ve bazen de fiyatı yazılmaktadır. Azerbaycan gazetesinin yayıncısı, adresi ve abone fiyatlarıyla ilgili bilgiler ise, ikinci sayfanın başında açıklanmıştır. Gazetenin yazıları ortadan çekilen kalın dikey çizgiyle iki sütuna ayrılmış, yazı başlıkları ise, kalın veya ince parantezlerle belirtilmiştir.

Azerbaycan gazetesinin ilk sayısında Mayan, Horasan, Livan, Şebüster, Nahçıvan, Londra, Tahran, İslâmbol (İstanbul) ve Pekin’den gelen telgraflar yayınlanmıştır. Şebüster ve Nahçıvan’dan gelen telgraflar Türkçe, diğerleri ise Farsça’dır. Şebüster telgrafında Rus soyadlarının sonuna eklenen -ov ekinin bazı Azerbaycanlılar tarafından kullanıldığı mizah diliyle eleştirilir:

“Bugün Encümen-i Millî terefinden şehrün be’zi etrâfında olan möhterem zevâtun her birine bir quyruq leqebi merhemet olundı ki bundan sonra heman eşxas quyruqlandırılıb ve ov lefziyle muxâteb édecekler. Meselen Cahangirov ve Bahadırov. Allah bizi quyruqdan ayırmasun.” (S. 1, s. 3)

4. ve 5. sayfalarda karikatür vardır. 7. sayfada verilen ilânda Fars, Rus ve Fransız dillerinde her türlü kartvizit, davetiye ve risâlenin uygun fiyata Nâmus matbaasında basılacağı ve “Mukaddes Encümen-i Millî”nin yazılarının bedava yayınlanacağı belirtilmiştir. Farsça yazılmış olan bu ilânda Türkçe kartvizit, davetiye ve risâleden bahsedilmediğinin iki ihtimalden kaynaklanabileceğini düşünmekteyiz. Birinci ihtimale göre, Türkçe baskı isleri bütün matbaalarda yapılabildiğinden sâdece yabancı dillerdeki baskı işlemleri için ilân verilmiş ve Türkçe için böyle bir ilâna ihtiyaç duyulmamıştır. İkinci ihtimale göre, bu gibi yayınlar esasen Farsça ve bazen de dönemin en yaygın yabancı dilleri olan Fransızca ve Rusça yapıldığından Türkçeye değinilmemiştir. Fakat, elde olan malzemeler ve daha sonraki gelişmeler ikinci ihtimalin daha doğru olduğunu göstermektedir.

Baş yazıları Farsça olan Azerbaycan gazetesinde Türkçe şiirlerin yanı sıra Türkçe nesir örneklerine de rastlamak mümkündür. Türkçe yazıların bir kısmı gazete yazarları tarafından yazılırken, bir kısmı da okuyucuların gönderdiği yazılardan oluşmaktadır. İkinci sayıda yayınlanan bir okuyucu mektubunun dili tamamen konuşma diline dayanmaktadır. Okuyucu kendini çok zorlamadan konuştuğu cümleleri kağıda aktarmıştır:

“Veten-i müqeddesün mübârek rûznâmesi “Azerbaycan”un möhterem müdirinün hezretlerinden rica édirem ki bendenün bu néçe keleme erzimi onda derc buyurasuz. Cenab Hacıbaba, dünen esr çagı (akşam vakti) évden çıqdım ki gédem xiyabanda (sokakta) menin bir eziz dostım vardı ki çoxdandı görmemişdim onı bir görüş éyliyem gördüm ki xiyabanun arasından bir néçe araba ki tamam içleri dolı aparurlar yéridim yavaş yavaş arabalarun yanına sual éledim ki ay qardaş bunları hara aparursuz ve nemenediler dédi meger bülmürsen bunlar ziyafet ve ceşn tedarüküdürler aparuruq Qızılca Méydana ki orada lazımdur dédim ay oğlan meger orada ne var dédi axı gözlerimiz aydın olsun Saidü’l Mülk hezretlerini Téhran ehli qulağından yapışub dışqarı atublar ki mebâda orada da çörek ticaretine rôneq versün ve ona göre Azerbaycan’a teşrif getirür…(S. 2, s. 7)

Gazetenin 3. sayısında halkı Azerbaycan gazetesini okumaya teşvik amacıyla “Necef-i Eşref’te bir din adamı tarafından yazılan ve yayınlanmakta olan Rôze-i Rızvan” adlı kitabın hediye olarak gazeteyle birlikte dağıtılacağı belirtiliyor. Başka bir ilânda da “din kardeşlerim ve muhterem vatandaşlarımın refahı için büyük zahmetlere katlanarak açtığımız bu şirkette esrarkeşler için her türlü kaliteli malzeme Çin’den ithal edilerek satılmaktadır. Başka şehirler için posta masrafı da eklenecektir.” şeklinde bir reklam yapılmaktadır (S. 3, s. 7).

5. sayıda İstanbul’dan gönderilen bir telgrafta Osmanlı devletinin verdiği yazı özgürlüğü hiciv tarzında anlatılmaktadır:

“Babıali tarafından tamam matbuat-ı Memâlik-i Şâhâneye hürriyet-i kalem merhamet olundı[.] Bu şartla ki dânişmendân-ı memleket efkâr-ı hürriyet-perverânelerini âzâdâne Kara Bulag suyuyla yazub ve neşrinde muhtardurlar[.] Velî İran serhaddin tecavüz etmeğe henüz icâze yokdur[.]” (S. 5, s. 7).

Aynı sayıda verilen başka bir ilândan gazetenin Baku’da da temsilciliğinin bulunduğunu ve geçici olarak Kazımzâde adlı bir şahsın yönetiminde olduğunu öğreniyoruz (S. 5, s. 7).

Gazetenin 6. sayısında yayınlanan telgraflar arasında Türklerin yaşadığı Erdebil ve Miskin’den Farsça telgraf gönderilirken, İran’ın güneydoğusunda Beluçların yaşadığı Belûçistan bölgesinden Türkçe telgrafın gönderilmesi dikkat çekicidir.

Gazetenin Güney Azerbaycan dışında İran’ın değişik bölgelerinde, aynı zamanda Baku ve İstanbul gibi önemli merkezlerde de dikkatle okunduğu gazeteye gönderilen mektuplardan ve gazetenin verdiği ilânlardan bilinmektedir. Örneğin; 9. sayıda verilen ilânda Nisan ayının başından itibaren Baku’de (Nikolayevski küçesi, Tağıyev’in evinde) Türkçe günlük edebî, teknik, siyasî Tâze Hayat gazetesinin yayınlanacağı haberi yer almıştır. Bu gibi haberlere gazetenin değişik sayılarında rastlamak mümkündür. Nitekim 12. sayıda da gazetenin Tahran’daki temsilciliği olarak Terbiyet Kütüphanesi gösterilmiştir (S. 12, s. 7).

9. sayıdan sonra yer yer rastlanan şiir ve ilânın dışında bütün yazılar Fars dilinde verilmiştir. Hâlbuki daha önceki sayıların hemen hemen yarısı Türkçe idi. Gazete yazarları bu konuda hiçbir açıklamaya gerek duymamışlardır. İlânların içinde de Kuzey Azerbaycan’a ait olanlar Türkçe, diğerleri Farsçadır. 15. sayıda “Rus Culfa’sında” yeni açılmış olan İttifak adlı misafirhanenin reklamı Türkçe yayınlanmıştır (S. 15, s. 7).

Gazetenin 18. sayısında Edirne’den gönderilmiş olan bir mektuba Farsça cevap verilmiştir. Verilen cevaptan anlaşıldığına göre, Edirneli okuyucu dünyanın en cömert sultanı kimdir diye bir soru sormuştur. Gazete yazarına göre “yeryüzünün en cömert sultanı Osmanlı Padişahıdır. Çünkü İslâm saltanatı tahtına oturduğu ilk günden itibaren, İslâm gâzilerinin gücüyle fethedilen toprakları kimseden esirgememiştir. Örneğin, İngilizler Mısır topraklarını rica ettiler, Sultan hemen merhamet buyurdu. Sonra Bulgaristan’ı istirham ettiler, “önemli değil” buyurdu. Bir grup Samus adasını aldı, size minnet borçluyum dedi. Sonra Lübnan dağını istediler, orayı size bağışlıyorum dedi. Hersek’ten söz edilince tamam dedi. Bosna’ya gelince derhal sundular. Kıbrıs’ı istirham ettiler, memnuniyetle dedi. Sonra Kirid’i istediler, onları kırmadı ve nihayet Makedonya’yı talep ettiler size layık değildir buyurdu.” Edirneli okuyucunun “Şimdi Sultan ne işle meşguldür?” sorusunun cevabında ise “Onu İran-Osmanlı sınırına sormak lazım” diye kısa yanıt verilmiştir (S. 18, s. 3).

“Güney Azerbaycan’ın Molla Nasrettin’i olarak bilinen Azerbaycan gazetesinin ilk sayısında Molla Nasrettin’in meşhur simgesi olan “Hacıbaba”nın resmini görüyoruz. “Hacı Baba” hocası “Molla Emi”nin karşısında onu dinlemeye hazır bir talebe gibi durmuştur. Biz Azerbaycan gazetesinin alâmetini “Hacı Baba” adlandırıyoruz. Çünkü Molla Nasrettin’de “Ay Molla Emi” olarak sık sık görülen hitaplar Azerbaycan’da “Ay Hacı Baba! Cenab Baba” ifadeleriyle değiştirilmiştir. Ali Kulu Saferov’un kendisi de yazılarını “Hacı Baba” imzasıyla yayınlıyordu. Onun yazı üslubu Molla Nasrettin’in üslubuna çok yakındı.” (Ahundov 1979: 331-332)

Gazetenin karikatüristi Hüseyin Tahırzade Behzad aynı zamanda Haşerâtu’l-Arz gazetesiyle de çalışıyordu. 4. sayının ilk sayfasındaki karikatürde özgürlük hareketinin en ciddî muhaliflerinden Etâbek Âzâm’ın (Eminu’l-Sultan) karikatürü çizilmiştir. Karikatürde İran haritasını dizleri üstüne koyup parmağıyla Azerbaycan’ı gösteren Eminu’l-Sultan söyle diyor: “Ben bu bölgeden hiç hoşlanmıyorum. Gelecekte kürür kürür paraya ihtiyacım olacaktır. Dolayısıyla bu bölgeyi…” (Nahidi Azer (yty) : 50-53).

Azerbaycan gazetesi Güney Azerbaycan basını tarihinde önemli bir yere sâhiptir. Gazetenin ilk sayısını gören Settar Han “bu gün Azerbaycan’ın millî bayramıdır” cümlesiyle duygularını ifade etmeye çalışmıştır. Azerbaycan gazetesi de bu dönemin diğer gazeteleri gibi Fars yazı dili geleneğine sâdık kalma mecburiyeti hissediyormuş gibi bu yolu seçmiştir. Türk dili gazetenin 2. dereceli yazılarında, mizah tarzlı şiirlerinde kullanılmıştır.

İran’da, özellikle de Güney Azerbaycan’da özgürlük harekâtının güçlenmesinde önemli rolü olan ve Tebriz’den Baku’ye, İstanbul’a, Tahran’dan Horasan ve Belûcistan’a kadar geniş bir okuyucu kitlesine sâhip olan bu gazetenin Azerbaycan’ın Türklük ve Türkçecilik bilincinin gelişmesinde ciddî bir rolü olmamıştır. Türkçenin yerini yavaş yavaş Farsçaya, Azerbaycanlılığın da yerini İranlılığa verdiği bu dönemde Güney Azerbaycan aydınları sâdece özgürlük düşüncesini Tahran’a ve İran’ın diğer yerlerine aktarılması ve yayılması göreviyle meşgulken, Fars aydınları gelecekte kurulacak yeni rejimin kültürel temellerini atmaya çalışıyorlardı. Meşrutiyet döneminde çıkan Azerbaycan ve Tahran gazeteleri arasındaki fark işte bundan ibaretti.

Kaynaklar:

AHUNDOV, Nazim (1979). Azerbaycan Tanz Ruznameleri, Ferzane Yay., Tahran.

Azerbaycan Gazetesi (1906). Tüm Sayılar.

Encümen Gazetesi (1906). Tüm Sayılar.

HAŞEMİ, S. Muhammed (1999). Hukuk-é Esasi-yé Cumhuri-yé Eslami-yé İran, c. 1, bas. 2, Dadgostar-Mizan Yay., Tahran.

MECİDİ, S. (1996). Danéşnamé-yé Mabuat-é Azerbaycan, Mehd-i Azadi Yay., Tebriz.

MUSTAFAYEV, Vidadi (1998). Cenubi Azerbaycan: Millî Şuur, Murtezevi Basımevi, Köln.

NAHİDİ AZER, E (yty). Tarihçé-yé Ruznameha-yé Tebriz der Sadr-é Meşrutiyet, Telaş Yay., Tebriz.

RESULZADE, M. Emin (1993). İran Türkleri, Haz. Yavuz Akpınar, İrfan M. Yıldırım, Selahattin Çağın, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul.

…..

Yazar: M. Rıza HEYET

Tebriz Araştırmaları Enstitüsü

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum