Mirza Bala Mehmetzade Kaleminden İran'ın Yakın Siyasi Tarihi - Babek ŞAHİT

Mirza Bala Mehmetzade Kaleminden İran'ın Yakın Siyasi Tarihi - Babek ŞAHİT
21 Kasım 2020 - 15:48

Çağdaş Azerbaycan tarihinin önemli siması Mirza Bala Mehmetzade keşmekeşli siyasi hayatıyla birlikte kaleme aldığı kitap ve makalelerle çağdaş Azerbaycan Türkünün özgürlük mücadelesini ölümsüz kılmıştır. Mirza Bala Mehmetzade, 1920’de Azerbaycan Demokrat Cumhuriyeti yıkıldıktan sonra uzun süre Türkiye’de yaşamıştır. Mirza Bala, Türkiye’de yaşadığı sürede yazarlık hayatına devam ettirerek Tanin, Cumhuriyet ve Milliyet gazetelerinin muhabiri sıfatıyla çeşitli güncel yazılar kaleme almıştır. Mirza Bala’nın o gün kaleme aldığı güncel yazılar bugün çağdaş Azerbaycan tarihiyle ilgili önemli kaynak hesap edilmektedir. Mirza Bala Mehmetzade, 1952-1954 yılları arası Türkiye’nin Milliyet Gazetesi’nde çalışmış ve bu gazetenin ikinci sayfasında “Günün Meseleleri” başlığıyla köşe yazısı olmuştur. İran iç siyasetini yakından takip eden Mirza Bala’nın bazı yazıları İran ile ilgili olmuştur. Bu çalışmada 1952-1954 yılları arasında Mirza Bala Mehmetzade’nın Milliyet Gazetesi’nde İran ile ilgili kaleme aldığı yazılar incelenmiştir.

…..

Mirza Bala Mehmetzade Kimdir? (Bakû 1898-İstanbul 1959)

Mirza Bala 1898 yılında Bakû’de doğmuştur. Küçük yaşta babasını kaybettiğinden, iki kardeşi ile birlikte annesi tarafından büyütülmüştür. Dört kişilik ailenin durumu pekiyi olmadığı için, Mirza Bala börek satmak sureti ile annesine yardım ermeye çalıştığı gibi, ilkokulu da ihmal etmemiştir. İlkokuldan sonra, Bakû Teknik Okulu’na devam etmiştir. Mirza Bala okul yıllarında kitap, defter ve kalem gibi ihtiyaçlarını hayırhah arkadaşlarının maddî yardımları ile temin edebilmiştir.

Mirza Bala, 1915 yılında Memet Emin Resulzâde tarafından kurulan Açık Söz gazetesinin Açık Sütunlarında yine Resulzâde’nin teşviki ile yazmaya başlamıştır. Ayrıca 1914-1920 yılları arasında yayınlanan haftalık Basiret gazetesinde başyazarlık yapmış, 28 Mayıs 1918’de bağımsızlığını ilân eden Azerbaycan Cumhuriyeti’nin resmî yayın organı olan Azerbaycan gazetesinin muhabiri olduğu gibi, bazen de başyazılarını yazmıştır.

Rusya’da 1917 Şubat’ında yaşanan ihtilâlden sonra, Bakû’de yayınlanan okul gençlerinin organı İttifak-ı Müteallimin ve Gençler Sedası’nın başlıca muharrirliğini de Mirza Bala yapmıştır.

Mirza Bala, Azerbaycan’ın 27 Nisan 1920 tarihinde Ruslar tarafından işgali üzerine tutuklanarak bir müddet hapiste kalmıştır, serbest bırakıldıktan sonra Bakû okullarında öğretmenlik yapmıştır. O tarihlerde milliyetçi gençliğin merkezi haline gelen Sabir Kütüphanesi idare heyetinde bulunduğu gibi Müsavat Partisi’nin yeraltı faaliyetlerinde, özellikle gizli matbaa işlerinde faaliyetlerine devam etmiştir.

1923 yılında, Rusların Müsavat Partisi teşkilâtında görevli olanları tutuklamaya başladıkları günlerde saklanmayı başaran Mirza Bala, arkadaşlarının da tasvip ve yardımı ile İran’a geçmiştir. Burada Enzeli şehrinde özel öğretmenlik yaparak maişetini sağlayan Mirza Bala, 1927 yılında İstanbul’a gelmeyi başarmıştır. İstanbul’da da teşkilâtın matbuat işleri ile uğraştığı gibi İstanbul Hukuk Fakültesine de deva etmiştir. 1932 yılından itibaren de Varşova’ya yerleşerek çalışmalarını sürdürmüştür.

1939 yılında II.Dünya Savaşı’nın patlak vermesi üzerine tekrar Türkiye’e dönen Mirza Bala, İstanbul’a yerleşerek millî faaliyet ve muharrirliğine devam etmiştir. 1942 yılından 1955 yılına kadar İslâm Ansiklopedisinde de görev alan Mirza Bala, bu Ansiklopediye 50’ye yakın madde yazmıştır.

Mirza Bala, Mehmet Emin Resulzâde’nin 6 Mart 1955 tarihinde vefatı üzerine Milli Müsavat Halk Partisi üzerine seçilmiştir. Ölümüne kadar bu görevi yürüten Mirza Bala, Yeni Kafkasya, Azeri Türk, Odlu Yurt, Bildiriş, İstiklâl, Kurtuluş, Müsavat Partisi Bülteni, Azerbaycan Yurt Bilgisi, Birleşik Kafkasya, Komünizmle Mücadele, Azerbaycan, Dergi, Cumhuriyet ve Milliyet gibi gazete ve dergilerde Mirza Bala, Nuhhoğlu, A. Kut, M. M. Mehmetzâde, M. B. Daşdemir ve Ali Kutluk imzaları ile yazılar yazmıştır.

8 Mart 1959 tarihinde evinde geçirdiği bir kalp krizi neticesinde kurtarılamayarak, hayata veda eden Mirza Bala’nın başlıca eserleri; Azerbaycan Misak-ı Millisi, Ermeniler ve İran, Millî Azerbaycan Hareketi, Azerbaycan Tarihinde Türk Albania. (Azerbaycanlıların Türkiye’de Siyasi ve Kültürel Faaliyetleri- Dr. Sebahattin ŞİMŞİR, Azerbaycan Kültür Derneği Yayınları NO:49).

Sovyet Rusya ve İran

Sovyetlerin Kafkasya’yı İran ve Türkiye’ye karşı askeri bir üs haline getirmiş olduğundan bahsedilirken bu hazırlığın ideolojik cephesi üzerinde şimdiye kadar durulmamıştır. Hâlbuki Sovyetlerin İran’a karşı ideolojik seferi, mürettep ve muntazam bir plan dâhilinde ve geniş ölçüde, bütün şiddetile devam etmektedir. Radyo ve matbuat gibi günlük propagandalar hariç, şiir, hikâye, roman ve piyes gibi nevileri ile bütün edebiyat, bu ideolojik seferin keskin bir silahı haline getirilmiştir. Bilhassa Kafkasya’daki Şimali Azerbaycan’da Rus tahakkümünü ve bu tahakkümden doğan milli ıstırabı unutturmağa çalışan ve Lenin ile Stalin’i birer milli kahraman gibi göklere çıkaran bu edebiyat, Azeri gençliğinin fikir ve zihinlerini İran’a karşı sevketmekle meşguldür. İran hakimiyeti altındaki “beş milyonluk esir Türk” bu anti-İran Sovyet edebiyatının ana mevzuunu teşkil etmektedir. Moskova’da intişar eden “LiteraturnayaGazeta” (Edebiyat Gazetesi) 1950 yılında Azerbaycan Türkçesinde intişar eden edebi eserler arasında M. İbrahimof’un bir romanını da methetmektedir. Türkçe aslını bilmediğimiz ve Rusçadan tercüme ile adını “Gelecek Bir Gün” ve yahut “Gün Gelecek” şeklinde nakledebileceğimiz bu romanda M. İbrahimof “Cenubi Azerbaycan halkının İran ve Anglo-Amerikan tahakkümüne karşı mücadelesinden” bahsetmekte imiş. M. İbrahimofu biz daha İran Sovyet işgali altında bulunduğu zamandan beri tanıyoruz. Ala- Sovyet “Demokrat” Cenubi Azerbaycan hükümeti zamanında Tebriz’de bulunuyordu. Ve Birleşmiş Milletlerin müdahale ve tazyiki sayesinde Kızılordu İran’ı ve Cenubi Azerbaycan’ı boşaltmağa mecbur olduğu zaman, Arap yazılarile intişar eden Türkçe “Azerbaycan” dergisinin Mayıs 1946 tarihli beşinci sayısındaki bir “Mersiye” sinde şu satırları yazıyordu:

“.. Yarın Kızılordu Tebriz’i terkedecektir. Tebrizli dostlarımız: Doğrudan mı gidiyorsunuz? Diye gülümsüyor ve gözlerinin yaşlarını siliyorlar.

– Biz size o kadar alıştık, öyle ünsiyet bulduk ki ayrılmak muhal görünüyor.

Diye bir dost bana hitap etti.

… İki Sovyet Generalini götüren otomobile çarşaflı üç kadın yaklaşıyor. Bunlardan birisi otomobilin kapısını açıp Generalin elini tutuyor! Gitmeyiniz, Gitmeyiniz, nereye gidiyorsunuz? Diye ağlıyorlar. Zorla gülümseyen General:

– Uzağa gitmiyoruz. Arazın karşı tarafındayız. Nereye gitsek aşkımız ve yüreğimiz sizinledir. Diyor. Otomobili ihata eden halktan birisi haykırıyor:

– Göreyim Aras dibinden kurusun!…

Mecazi manada sembolik bir tabir olarak kullanılan “Aras kuru- Azerbaycan birleşsin” cümlesi Sovyet Azerbaycan’ının diğer şairlerinden Süleyman Rüstemi de vecde getirmekte devam ediyor. Azerbaycan’ın birleşmesinden ziyade Sovyetlerin İran ve Türkiye üzerinden Yakınşark’a yayılmasını ve iki Azerbaycan’ın Rus esaretine düşmesini ifade eden bir mevzuu Moskova’da intişar eden “Pravda” gazetesine göre Süleyman Rüstem “İki Kardeş” adlı şiirler mecmuasında istemiştir. Stalin mükâfatını kazanmış olan bu eserden “Pravda” şöyle bahsetmektedir:

“Harp sonu edebi eserlerden Süleyman Rüstem ile Resul Rızanın büyük Rus milleti mevzuundaki şiirlerini ve M. Rahimin Stalin mükâfatını kazanan “Leningrad üzerinde” adlı eserini zikretmek lazımdır. Resul Rıza “Lenin” hakkındaki büyük manzum romanını da bitirmiş bulunmaktadır. Sovyet milletinin mes’ut hayatına ve komünizmin tatbikatına dair olan bu gibi eserlerden başka, Azerbaycan edebiyatı, İran irticaının tahakkümü altında inleyen Cenubi Azerbaycan halkının milli kurtuluş mücadelesine dair birçok eserler dahi meydana getirmiştir. Süleyman Rüstemin Stalin mükâfatına mazhar olan “İki Kardeş” adlı şiirler mecmuası bu cümledendir. Süleyman Rüstem bu eserinde, Aras ırmağının her iki cenup ve şimal sahillerin de aynı milletin iki parçası yaşamakta olduğunu, şimaldekinin hür ve mes’ut (?) Cenuptakinin ise esir ve bedbaht bulunduğunu heyecanla anlatmaktadır. İran irticaının tahakkümü altındaki beş milyonu mütecaviz Azerbaycanlının milli kurtuluşları uğrunda çarpıştıkları bir zamanda mes’ut ve hür (?) Sovyet Azerbaycan’ı komünistinin ışıklı binasını inşa etmekle meşgul imiş…

Bir ölüm karargâhından başka bir şey olmayan kızıl cehennemde, milletin ve insanların ne kadar “Hür ve mes’ut” bulunduğunu bütün dünyanın bildiği bir zamanda bir millet olarak topyekûn imhaya maruz bulunan Azerbaycan Türklerinin Sovyet Azerbaycan’ındaki zindan hayatını cenuptakiler için, herhangi bir mülahaza ile olursa olsun bir “Hürriyet ve saadet örneği” teşkil edebileceği hiç de zannetmem. Moskova’nın birer emirberi olan kızıl şairler, bu eserleri ile Azerbaycan Türküne “Ölümlerden ölüm beğenmeyi” telkine çalışıyorlar. Milli hürriyet ve milli istiklali cebren elinden alınmış, yazısı, dili, kültürü ve tarihi Ruslaştırılan, dini, örf, adet ve ananesi, milli ve dini bayramları kanun haricinde ilan olunan, vatanı Rus muhaceretine maruz, münevverleri Siberya’nın ölüm kamplarında ve şimal kutbunun buzlu cehennemlerinde inleyen esir ve köle bir milletin “Hürriyet ve saadet örneği” değil, yalnız ve ancak “sefalet, esaret, ölüm ve intihar örneği” teşkil edebileceği şüphesizdir. Bu inkar edilmez bir hakikat iken Kızıl şairler; Azerbaycan Türkünün Sovyet zindanındaki hudutsuz ıstırabına halka ve dünyaya duyurmak için “Cehennemden de beter” olduğunu, şiirlerinde, hikayelerinde, roman ve piyeslerinde canlandırmağa çalışıyor. Azerbaycan milliyetçiliğini hayâsızca istismara yelteniyorlar. Ve bu hareket yalnız şair, edip ve muharrirlere münhasır olarak kalmış değildir. Resmi Sovyet şahsiyetleri de bu meseleyi zaman-zaman bahis mevzuu etmekten çekinmiyorlar. Azerbaycan komünist partisinin merkez komitesi kâtiplerinden T. Yakubof, geçen yıl “Pravda” gazetesinin 3 Şubat 1951 tarihli sayısında Azerbaycan Yüksek Sovyet Meclisine icr edilen seçimler münasebetiyle yazdığı bir makalesinde “İran derebeyleri ile İran kapitalistlerinin tahakküm ve esareti altında inleyen kankardeşi cenubi Azerbaycan halkının ağır durumundan” bahsediyordu. Yakubof’a göre bu memlekette (Onunla beraber Türkiye’de dahi) “Bütün insan hakları çiğnenmiş ve herhangi fikir ve hürriyeti amansız bir surette boğdurulmuş imiş… Anlaşılan “Çebka” ve “G.P.U.” ların namı diğeri olan N.K.V.D. ve M.G.B. gibi ölüm sehpalarına dayanan Komünist Partisi diktatörlüğünün kan kusturan rejiminde seçimleri kazanmak için “İnsan hakları”, “Hürriyet” ve “Azerbaycan Türkünün milli davası” gibi komünist ve Sovyetizm ile taban tabana zıt, meseleler gölgesine sığınmağa ihtiyaç vardır. Fakat bu kızıl yalan kimseyi aldatmayacaktır. Azerbaycan Türkü Kızıl Rus emperyalizmi için bir alet rolünü oynamayacaktır.”

Mirza Bala Mehmetzade bu makalesinde Güney Azerbaycan’da cereyan eden özgürlük mücadeleyi Azerbaycan Türkünün milli kurtuluş ve milli istiklal mücadelesi olarak ele alırken Birleşik Azerbaycan idealının Kuzey Azerbaycan ‘da bazı komünist şair ve yazarlar tarafından istismar edilmesini kınıyor. Mirza Bala’ya göre Kuzey Azerbaycan’da bazı Sovyet yanlısı şair ve yazarlar Güney Azerbaycanlılara, Sovyetleri cennet gibi göstermekle İran irticasına karşı savaşan Güney Azerbaycan Türklerine, Sovyet diktatörlüğünde ölümü öneriyorlar.(26.07.1952, Milliyet, Sayfa 2: Günün Meseleleri)

….

İran’da Diktatörlük

İran başbakanı Doktor Musaddık’a verilen altı aylık geniş diktatörlük salahiyeti ve bu arada Şahın tahtından feragate amade olduğu hakkındaki beyanatı insanı zihnen 28 yıl evvel cereyan eden ve bugünküne harfi harfine benzeyen, hadiselere kadar sürüklemektedir. Filhakika, Kacar sülalesinin yıkılışına ve o zamanki Veziri Cenk (yani Harbiye Naziri Serdarsipih) Rıza Hanın İran tahtına oturuşuna bugünkü hadiselere benzer bir merhale takaddüm etmişti.

İkinci Dünya Savaşı sıralarında olduğu gibi, İran Birinci Dünya Savaşı yıllarında da Rus ve İngiliz işgaline uğramıştı. 1917de vuku bulan Rus ihtilalı üzerine inhilal eden Rus orduları İran’ı tahliye edince bu şartlar altında 1919da, aktolunan bir muahede ile İran tamamıylaİngiliz müstemlekesine çevrilmişti. 1920de Kafkasya’nın müstakil cumhuriyetini birer-birer istila eden Bolşevikler İran’a da sokulmuş ve Şimali İran’da bir “Geylan Sovyet cumhuriyeti” dahi kurmuşlardı. Ayrıca İran Azerbaycan’ı da ayrılmış ve Şeyh Mehmet Hıyabani’nin riyaseti altında müstakil bir Cumhuriyet kurulmuştu.

1921de Bolşevikler ile İngilizler arasında aktolunan bir muahede ile her iki devlet İranı tahliye edince vaktıyla Çar Rusya’sının İran’da teşkil ettiği ve Rus generallerinin kumandası altında bulunan “İran Kazak kıtası” nın subaylarından Sertip Rıza Han ordunun idaresini eline almış ve Bolşeviklerin tahliye ettiği Geylan’ı “kurtardıktan” sonra halaskar olarak döndüğü Tahranda, Şah tarafından Veziri Cenk, Serdarsipih makamına tayin olunmuştu. Rus generallerinin yardımı ile Azerbaycanlıları da tenkil eden Rıza Han bu tayinden sonra sür’atle yükselmekte devam etmiştir. 1923de Veziri Cenkliği muhafaza etmekle beraber, Başbakan tayin olunuyordu. Bu tayini “Resmi Tebliğ” başlığı altında bildiren ve Ahmet Şah Kacar’ın “Desti hattı hümayunu” nu taşıyan haberi neşreden 28 birinci teşrin 1923 tarihli yarı resmi “İran” gazetesinde aynı sütunda, Rıza Hanın manidar bir “İblagiyesi” de vardır. Şahinşah’ın hastalığı dolayısıyla Avrupa seyahatine çıkmak azminde olduğunu bildiren bu “İblagiye” daha o zaman matbuata da akseden dedikodulara yol açmıştı. Efkârı umumiye “Rıza Hanın tavsiyesi üzerine hastalanmış olan Şahinşahın bir daha İran’a dönmeyeceğine” kani bulunuyordu.

“Resmi tebliğ” lerden iki gün sonra yeni Başbakan efkârı umumiyeyi bundan üç yıl evvelki durumu hatırlatmaya davet eden bir beyanname neşretti. Bu beyannamede Rıza Hanın anarşi içinde olan memleketi tek başına nasıl kurtardığı metholunuyordu.

Daha o günlerde, bu hadiselerle beraber matbuatta Kacar sülalesinin hal’i ve Cumhuriyet ilanı meselesi de müzakereye başlamıştı. 1924 yılının şubat ayı gazeteleri Kacarlara karşı hücumlarla doludur. İran’ın beşinci Millet Meclisinin toplantı zamanına tesadüf eden bu propagandalar “Kacar sülalesinin def’ini ve İran’ın halaskarı Rıza Han ile Meclisten Cumhuriyet ilanını” talep ediverdi. Bu maksatla Mecliste Tedeyyün’ün liderliğinde Rıza Han’ı destekleyen ve “Teceddüt” adını taşıyan bir parti de kurulmuştu. Bunlara karşı İran müçtehitlerinden Halisi tarafından kurulan “Hakiki Halk Cumhuriyetçiler” de vardı. Birincilere göre beşinci Millet Meclisi Kacarları hal ve cumhuriyeti ilan edebilirdi. Rıza Han’ın “Askeri Cumhuriyetine” muhalif olan ikinciler ise Müessisler Meclisi davetini talep ediyorlardı. Mecliste “Teceddüt” partisi mağlup olmuş. “Halkçılar” davayı kazanmışlardı. Bunun üzerine Kum’daki Müçtehitleri ziyaret eden Rıza Han dönüşte Cumhuriyet propagandasını meneden bir emirname neşretti. Buna Bolşevik propagandasının da tesiri olmuştu. Sovyet gazeteleri açıktan açığa “Halkçıları” destekliyor ve Rıza Han’ın “Teceddüt” partisine “Bonapartist” adını veriyorlardı.

Bir yıl sonra Rıza Han, Şahinşah’ın salahiyetleri dâhilinde olan Başkumandanlığın da kendisine verilmesini talep etti, aksi takdirde istifa edeceğini söyledi. O zamana kadar “Fermanferma” denilen Başkumandanlık salahiyeti ve millet reisi sıfatıyla hükümdara mahsus Serdarsipih Rıza Han ise Şahinşah’ın emrinde Başkumandan vekili bulunuyordu. Meclis ilk önce bu talebe muhalefet etti. Fakat askeri kuvvetine dayanan Rıza Han ısrar edince Meclis Başbakanlık salahiyetini Şahinşah’tan alıp Meclisin murakabesi altından Başbakana tevcih eyledi.

Hadislerin seyrini takip edenler askeri diktatörlüğün Şahlığa kadar nasıl müncer olduğunu da bilirler. Ahmet Şah Kacar bütün arzularına rağmen memlekete dönemedi. Malum şartlar altında toplanan Müessisler Meclisi Kacarları hal’ ve Rıza Han’ı Şah ilan eyledi. O zamanki İran gazetelerini araştırdığımız zaman Rıza Han’ın Şahlığına itiraz eden ve cumhuriyet ilanını müdafaa eden birkaç hatibinadlarile de karşılaşıyorum. Bunlar arasında Doktor Musaddk-us-Saltana adı da vardır. Yıkılan bir sülalenin ihdasını kendi tabiri ile “SirKahkarayi” telakki eden Musaddık-us-Saltana acaba bugünkü Başbakan Doktor Mehmet Musaddık mıdır? Rıza Han Reisicumhur makamında görmeği tercih edeceğini söyleyen o zamanki Musaddık-us-Saltana bugünkü Musaddık ise İran’daki bugünkü diktatörlüğün cumhuriyete müncer olabileceği hakkında bir kehanette bulunmak zamanı gelmiş midir? Esasen 28 yıl önce Rıza Han’ı destekleyen “Teceddüt Partisi lideri Tedeyyün ile bugünkü Kaşani ve Halisi’nin “Hakiki Halk Cumhuriyeti” partisi ile bugünkü “Tudeh” arasında dahi bir müşabehet aramak mümkün müdür?

Görünüşe göre bütün bu suallere müspet veya menfi bir cevap bulmak için hadiselerin neticesini bulmak icap edecektir.”

Mirza Bala Mehmetzade bu yazısında dönemin Başbakanı Mehmet Musaddık ve eski İran Şahı Mehmet Rıza Pehlevi arasındaki ihtilafa değinerek İran’da Kaçarlar hanedanının devrilme hikâyesini anlatıyor. Mirza Bala, İran’ın o günkü siyasi koşuluyla 1924’de Kaçarların devrilmesine sebep olan siyasi koşullar arasında benzetme yaparak Rıza Han’ın nasıl bir normal subaydan padişahlık makamına yükseldiğini ele almıştır. (16.08.1952, Milliyet, Sayfa2)

…..

İran’da Çarpışan Kuvvetler

Pehlevi sülalesinin ikinci hükümdarı olan Şah Mehmet Rıza ile bu sülalenin ta ilk günlerden beri muhalifi bulunan hükümet reisi Dr. Musaddık arasındaki mücadele artık mantıki neticeye yaklaşmak üzere bir kız almışa benziyor. Petrol ihtilafının iptidasından itibaren Musaddık ile beraber “Milli Cephe” de bulunan Kaşani grubunun saltanat meselesinde Musaddık’a karşı cephe alması ve Musaddık’ın da Tüdeh Partisi’ne istinad etmesi “Milli Cephe”yi tamamıyla sarsmış ve Musaddık aleyhine yeni kuvvetlerin taazzuvuna yol açmıştır. Saltanatın ve meşruti idarenin sukutundan sonra vaziyete Tüdeh Partisi’nin hakim olacağını düşünen sağ ve bilhassa Tüdeh gibi demokrasiyi inkar eden mürteci unsurlar yeni-yeni teşekküller meydana getiriyorlar. “Fedaiyanı İslam” cephesi, “MecmaiMüslümananı Mücahit” ve Nasyonal Sosyalist “Somka” ya son günlerde bir de “Ali’nin Kılıcı” (Herhalde “Zülfikar’ı Ali”) eklenmiştir. Şahın memleketi terk edeceği haberi üzerine saray kapılarında baş gösteren hadiselerden sonra bu teşekküllerden “MecmaiMüslümananı Mücahit” hizbinin naşiri efkârı olan “Demokrat-i İslami” gazetesi hükümet reisi Muhammed Musaddık’a şu sözlerle hücum ediyordu:

“Hükümet arabası, Milli Cephe yolundan inhiraf etmiştir. Onun kuvvet kaynağını Tüdeh Partisi teşkil etmektedir. Bu arabayı hareketten alıkoyamaz ve onu doğru yola çeviremezse de hükümet komünizm uçurumuna kadar yuvarlanacaktır. Dr. Muhammed Musaddık hükümeti dizginlerini elinden kaçırmıştır. Ve ister istemez felaket tuzağına (aynen: dam-ı felaket) düşecektir. Musaddık şuursuz ve cahil müşavirleri yüzünden Moskova’nın Kızıl Meydanında nihayet bulacak hatalı bir yol tutmuştur. Dr. Musaddık’ı ne pahasına olursa olsun bu yoldan çevirmeliyiz. Aksi takdirde yok olmak tehlikesi hepimizi tehdit etmektedir.

Gazete Musaddık’a ederek diyor ki:

“Biz hükümetimizin sukut etmesini ve ıslahatınızın yarıda kalmasını istemiyoruz. Millete istinat ediniz ve bizim dost elimizi tutunuz ve sıkınız.”

Tüdeh Partisi’nin faaliyetine ve hükümet otoritesinin zaafa uğramasına bir aksülamel olmak üzere teşekkül eden ve son hadiselere adı sık-sık karışan “Somka” Partisi’nin yazdıkları ise daha şayanı dikkattir. “Tüdeh” gibi demokrasi düşmanı olan “Somka” İran Milli Sosyalist İşçi Partisi demektir li Farsçası “Sosyalist-i Milli Kargeran-i İran” dır. Ve adı da bu kelimelerin baş harflerinden teşekkül etmiştir. Bu partinin aynı adı taşıyan organı (“Somka”, Tahran, 23 Şubat 1923, Sayı 70). Lideri D. Müftizade’nin imzası ile “Demokrasi, milli kuvvetlerin parçalanması demektir” başlıklı başyazısında diyor ki:

“Bizim bugünkü demokrasimiz, işçi ile iş sahipleri arasında bir uçurum yaratmıştır. Bunun iki ana türlü baş çaresi vardır: Ya Komünizm veya Nasyonal Sosyalizm… Ya Komünizm sistemi üzerine bir hayat kurulacak veyahut Nasyonal Sosyalizm sistemi kabul edilecektir.”

Hitler Nasyonal Sosyalizminin hayranı olan Münşizade’nin “Dr. Musaddık’tanKerenski’ye kadar” ve “Ya Komünizm veya Nasyonal Sosyalizm, üçüncü bir yol yoktur” başlıklarını taşıyan başka bir yazısında İran’daki siyasi ve içtimai iştiraksizliğin bu partinin kurulması üzerine müessir olduğu sarahtle anlaşılmaktadır. İlhamlarının ilahi olduğuna ve “İran büyük Tanrısının” kendisiyle beraber bulunduğuna inanan “Somka rehberi” İran’da “aynı kanı taşıyan ve aynı ırka mensup şerefli milletinden başka” bir millet, bir din, hatta İran’ınkinden başka bir Allah bile tanımıyor. İran’da Fars’tan başka milletlerin mevcudiyetini inkar eden bu meczup rasist, pek tabii olarak demokrasinin ve parlamentarizm usulü İran’da artık devrini yaşamıştır. Artık hiçbir işe yaramayan bugünkü rejim devam ettiği takdirde komünistler vaziyetten istifade edecek ve Dr. Musaddık da, Rusya’da Bolşeviklerin işbaşına gelmesini kolaylaştıran Kerneski’nin meşum rolünü oynamış olacaktır. “1933’de Almanya’da çökmeğe mahkûm cumhuriyet rejimi Sovyet rejimine çevrilmedi ise ve Alman Cumhur reisi Hindenburg, Kerenski olmadı ise, bu Alman milletinin demokrasi ile komünizmden birini değil üçüncü bir yol olan Nasyonal Sosyalizmi kabul etmesi sayesinde mümkün oldu. Bugün Komünizm tehlikesi karşısında Dr. Musaddık’ın liberalizmini (?) zebun görenler ve endişe içinde olanlar varsa üçüncü yola müracaat etmek zaruridir.”

Somka’nın liderine göre bundan artık on dokuzuncu asrın eskimiş rejimleri ile milleti idare etmek imkânsızdır. “İran milleti bugün öyle bir merhaleye ulaşmışır ki bugünkü rejimler onun ihtiyaçlarını göz önünde tutulmazsa komünistlerin İran’a musallat olacakları şüphesizdir. Kuru laftan ibaret ıslahat talepleri ve bu yolda neticesiz kalan sathi teşebbüsler ile çökmeğe mahkum demokrasi rejimi kurtarılamaz.”

Komünistlerin iddia ettikleri gibi Somka için de demokrasi Anglo-Sakson tahakkümü demektir. Bilhassa Amerika hücum hedeflerinin başında gelmektedir. “Bizim demokrat hükümet dilenci gözlerini Amerikalıların eline dikmiştir.” Diyen Somka rehberine göre: “Maziyi kaybetmiş olan İran demokrasisi istikbali de elinden kaçırmıştır. Ve onu ne Milletlerarası Banka’nın mevhum yardımı ve ne de Amerika kurtaramayacaktır.”

Tüdeh’cilerin ve Somka’cıların iddia ettikleri gibi İran demokrasi rejiminden parlamentarizmden ve meşruti idareden hakikaten ümidini kesmiş midir? Sağdan ve soldan gelen bu kızıl ve kara kuvvetler karşısında İran meşruti rejimi son günlerini mi yaşıyor? Yarım asra yaklaşan İran meşrutiyeti kendisinden beklenen tarihi vazifesini henüz yapmadan tarihe mi karışacaktır? On binlerce mücahidin kanı pahasına ele edilen meşrutiyetin tam demokrasiye doğru tekâmül etmesini bekleyenler için bu korkunç ihtimal büyük bir felaket teşkil edecektir. Bu korkunç ihtimali önleyecek çarelerden biri olan içtimai-siyasi huzur ve istikrar için bir şeyler yapılıyor mu? En mühimi, “Kuru laftan ibaret ıslahat” ve bu yoldaki “sathi teşebbüsler” nelerden ibarettir? İran’da Komünizm ve Nasyonalizmi doğuran ve yaratan Ortaçağ derebeylik usulüne son verecek bir inkılâba yahut esaslı ve şümullü bir ıslahat şüphesiz ki derin bir ihtiyaç vardır. Nüfusun yüzde 85-90 nispeti ahund, molla, han, mülkdar ve erbap gibi gayri müstahsil unsurların istismar ve tahakkümü altındaki köylüler teşkil eden İran gibi memlekette bu sahadaki ıslahat başta gelir. Islahata olan lüzumu takdir eden İran demokratik kuvvetleri bütün mesuliyeti petrol ihtilafı dolayısıyla İngilizler üzerine yüklemekle çıkmazdan kurtulma yolunu bulmuş sayılamazlar. Köylünün mülkiyet ve şahsi teşebbüs sahibi olduğu bir yerde komünizm ve onun aksülameli olan Nasyonal-Sosyalizm gibi ifrat cereyanlar istinat noktası bulamazlar. Buna karşılık liberal-demokrasi rejimi kendisi için bir temel sağlamış olur.”

Mirza Bala Mehmetzade bu makalesinde eski İran Başbakanı Muhammed Musaddık ve eski İran Şah’ı Mehmet Rıza Şah arasında Petrolun millileşme konusundaki ihtilafını ele alırken İran’ın demokratikleşmesinde engelleri analiz etmeğe çalışır. Mirza Bala, bu analizinde İran’da Tüdeh, Nasyonal-Sosyalist ve Ayetullah Kaşani’ye yakın İslamcı partilerianaliz ederek İran’da diktatörlüğün devam etmesinde etkilerini açıklamaya çalışmıştır. Mirza Bala’ya göre 1906’da İran’da parlamentarizmle sonuçlanan Meşruta Harekâtı istediği sonuçlara varmaksızın asıl amacından saptırıldı ve İran’da Kızıl diktatörlük dediği TüdehPartsi ve Komünizm yanlısı partiler, Kara irtica dediği İslamcı örgütler ve nasyonal-sosyalist dediği İran ırkçıları İran’ın demokratikleşmesinde en büyük engeller olarak Meşruta Devrimi’nin başarısızlığa uğramasına neden oldular. (10.04.1953, Milliyet, Sayfa2)

….

Musaddık ve Azerbaycan

Şah Mehmet Rıza Pehlevi ile Hükümet Reisi Doktor Mehmet Musaddık arasındaki saltanat kavgasının, siyasi safhadan kanlı safhaya intikali haberinin Tahran hudutlarını aşarak bütün memlekete yayılması ve Kraliçe Süreyya’nın mensup bulunduğu Bahtiyari aşiretinin elde silah olarak ayaklanması üzerine Musaddık da kendi ırkdaşları ile meskûn Türk Azerbaycan’ı hatırladı. Tahran’da intişar eden “Tahran-i Musavver” (sayı 497) dergisinin “Musaddık ve Azerbaycan” başlıklı makalesi, Azerbaycan’ın İran’dan ayrılmasına mani olmak için Musaddık’ın vaktiyle sarfetmiş olduğu gayretleri sayıp dökmekte ve ezcümle şöyle demektedir:

“Azerbaycan İran’ın başıdır; baş ağrımağa başladığı zaman bütün vücut ve can dahi ateş içinde yanar.”

İran hâkimiyeti altındaki Cenubi Azerbaycan’a ait olan teşbih aslında Kaçarlar devrindeki eski bir hikâyeninvecizelendirilmiş bir şeklidir. Hikâye ederler ki: Kaçar sülalesine mensup hükümdarlardan birine, memlekette merkeze karşı ayaklanmalar başladığını ve Horasan eyaletinin ayrıldığını haber verirler:

– Yaz Azerbaycan ne halde?

Diye sorar. “Azerbaycan saltanata sadık kalmakta devam ediyor.” cevabını alınca:

– Öyle ise tehlike yoktur!

Diye cevap verir. Bir müddet sonra başka eyaletlerin de ayaklandığını bildirirler. Hükümdar yine sorar:

– Azerbaycan?

Ona yine “Azerbaycan’da sükûnet hüküm sürmektedir.” cevabın verirler.

Hükümdar rahat bir nefes alır ve:

– Öyle ise tehlike yoktur. Cevabını verir. Çünkü Türk olan Kaçarlar Türk Azerbaycan’a istinat ederlerdi. Kaçar Veliahdı Azerbaycan’ın Darüssaltana sayılan baş şehri Tebriz’de otururdu. Irak Selçukluları, İldenizliler, İlhanlılar, Karakoyunlu ve Akkoyunlular ve nihayet Safeviler devrinde olduğu gibi, Azerbaycan bütün İran’a hâkimdi ve İran Azerbaycan demekti. Vaktaki, Birinci Dünya Savaşını müteakip, Rusya’nın İran’dan çekilmesi üzerine rakipsiz kalan İngiltere Tahran hükümeti ile maruf 1919 muahedesini akdetti ve İran’ı kendi müstemlekelerine ekledi. Müstemleke olmak istemeyen Azerbaycan ayaklandı. Ve İran’ın başı gövdesinden ayrıldı. Başında Şeyh Mehmet Hiyabanı duran bu kıyam neticesinde Cenubi Azerbaycan’da “Azadistan Cumhuriyeti” kurulmuştu. Kafkasya’daki Şimali Azerbaycan ise müstakil bir cumhuriyet halinde idi. İşte “Musaddık ve Azerbaycan” yazısının muharriri bu günleri hatırlıyor ve başın gövdeden ayrılması neticesinde gövdenin hiç de acı duymadığına işaretle diyor ki:

“Hiyabanı kıyamına milli bir renk verilmişti. Eğer Muharibüssaltana (o zamanki Azerbaycan vali umumisi) tedbir ve kiyasetle onu söndürmeseydi bu gün Azerbaycan, Sovyet cumhuriyetlerinden biri haline gelecekti. Hayret edilecek cihet şudur ki, Tahran’daki eller ve diller bu kıyamın lehinde propaganda yapıyordu. Hakikati söylemeye kimse cesaret etmiyordu. Azerbaycan’ımız için her zaman böyle rüyalar görülüyor ve Azerbaycan’ı İran’dan ayırmak isterler. İlk önce milliyetçiler ve hürriyetçiler peyda olur ve kıyam ederler. Ve Tahran’da da kıyamı mukaddes sayan Tahran hükümetini mülteci ilan edenler meydana çıkar. O zaman dahi böyle olmuştu…”

Muharrir yalnız birkaç noktada yanılmış gibidir. Evvela, “Başın” ayrılması “Gövdeni” hastalanmış olmasından doğuyordu. İran’ın Farslarla meskun kısmı İngiltere’nin müstemlekesi haline gelmişti, Saniyen: Kaçarları devirip saltanatı eline alan Rıza Şah’ı Pehlevi devrinde yazıları eserler bu kıyamın tenkilini Musaddık’a değil bizzat Pehlevi’ye atfederler. Gerçekten Şeyh Mehmet Hiyabani’yi tenkil ve idam eden Rus generallerinin kumandası altındaki “İran Kazak Kıtası” içerisinde Rıza Han “sonra Rıza Şah” da bulunuyordu. En mühimi o devirde Rusya ve Osmanlı İmparatorlukları çökmüş, dağılmış ve parçalanmıştı. Rusya fiilen ve hukuken bir devlet olmaktan çıkmış iç harp içinde kıvranıyordu. Anadolu ise İstiklal harbine henüz başlamak üzereydi. Anadolu ile harp halinde kuvvetler, İran’ı Türkiye aleyhinde bir üs haline getirmişlerdi. Kürt ve Ermeni hareketleri bu zamana tesadüf ediyordu. Kürt reislerinden İsmail Aka “Simitko” ilk önce İran’a dayanarak Türkiye’ye saldırırken, sonra Türkiye’de milli hükümet kurulunca yüzünü İran’a çevirmişti. Kafkasya’daki yeni milli devletler ise İran ile anlaşmış dost komşu devletler haline gelmişlerdi. Bütün bu hakikatler meydanda ikenMusaddık için bir destan uydurmak isteyen muharrir diyor ki:

“… Azerbaycan kıyamlar merkezi hükümet faydasına olarak tenkil edildikten sonra dahi kargaşalık ve inkılap ateşi devam ediyordu. Rusya İmparatorluğunun medyandan kalkması üzerine İran’ı terk eden Rus ordusu külli miktarda para, zahire, top, tüfek ve mühimmat bırakmışlardı. Bunlarda Karacadağ aşiret reislerinin eline geçmişti. Bunlar hükümet kuvvetlerinden çok üstündüler. Para, zahire, silah ve mühimmatlarına güvenen bu aşiret reislerini dinlemek bile istemiyorlardı. Devlet, kuvvetleri ile İsmail Aka Simitko arasında da harp cereyan etmekteydi. İran’ın en aziz ve güzel bir parçası olan Azerbaycan meselelerine hükümet her zaman ehemmiyet veriyordu. Burada komşuların gözleri olup daima fitne ve fesat çıkarıyorlardı.”

İşte böyle bir zamanda Musaddık Azerbaycan ferman ferma “Başkumandan” lığını eline alıyor. Azerbaycan Türklerinin en cengâver aşiretlerini ihtiva eden Karacadağ reislerinden Serdar Reşid’in Simitko ile harpte maktul düşmesi Musaddık’ın işini kolaylaştırıyor. Serdar Reşid’in ikinci kardeşi olan “Serdar-ı aşairiKarcadağ” da bir hile ile silahtan tecride ve hapse muvaffak oluyor. Simitko mağlup olduktan ve Azerbaycan temizlendikten sonra Musaddık ordunun kendisini dinlemediğini bahaneederek Tahran’a dönüyor. BuradaMeclis azalığı sıralarında Rıza Şah saltanatına karşı muhalefeti başlıyor ki muharririn belirttiğine göre “işitilecek bir destandır.”

İşte bu gün daha şiddetli bir şekil almış olan bu muhalefet destandır ki Musaddkı’a Azerbaycan’ı hatırlatmıştı. Ocak ayında buraya, İşi Nazır’ının reisliği altında bir teknik komisyonu gönderilmiştir. Azerbaycan’ı karış karış dolaşan bu komisyon reisine göre: (Bak: “İttilaatihefteği” 14 Şubat- 1953), “İran perestliğin ebedi ateş ocağı” olan bu memlekette “Doktor Musaddık’a karşı beslenen tavsifi kabul olmayan hissiyat” sönecek kabilinden bir ateşe benzemiyormuş. Azerbaycan’ın ümran ve iktisadiyat bakımından ihmal edilmiş geride ve kalmış olduğunu kabul eden Nazır, Musaddık’ın bu cihetleri düşünerek birçok projeler hazırlamış olduğunu da söylemiştir. Nazır’a şu soruyu sormuşlar:

“- Azerbaycan’da müşkülat çıkaran bazı bozguncu unsurların mevcut olduğunu işitiyoruz doğru mu?”

Nazır şu cevabı vermiş.

“- Bozgunculuk, garaz ve çekemezlik yalnız bir şehre ve bir vilayete mahsus şeylerden değildir. Bozgunculuk tarla ve bahçelerde biten zararlı otlara benzer, bununla beraber Azerbaycan’daki fesatçı ve bozguncu unsurlar söylendiği kadar da çok değildir…”

Nazır’ın işaret ettiği bozguncu unsurlar her halde Tüdehciler olmasa gerektir. Şah taraftarları ile Musaddık taraftarlarının çarpışmakta oldukları Tebriz’de Tüdehciler, Tahran’da olduğu gibi Musaddık’ı desteklemektedir. Bunlar daha dün Azerbaycan’ı İran’dan ayırmak ve Sovyetlere eklemek üzere ala-bolşevik bir “Demokrat Hükümet” kurmuşlardır. Kıvamussaltana burasını şimdi Musddık-Tüdeh blokunun ateş püskürdüğü Demokrasilerin yardımıyla kurtarabilmişti. Fakat Musaddık ve onun taraftarları bu bahse hiç de temas etmiyorlar. Azerbaycan’ı yeniden İran’a şerefini bir türlü bölüşemeyen kuvvetler arasında Kıvamussaltana çok ağır basmaktadır, ondan nasıl bahsedilebilri? Maafih, her yıl kutlanan “Azerbaycan Kurtuluşu” gününe bakılırsa genç hükümdar Azerbaycan’ın “Fetih ve İlhak” hakkını kendisine mal etmiş bulunuyor. Kendisiyle mücadele halinde bulunan Musaddık, Şah’ın bu hakkını nasıl müdafaa eder? Sonra, Tüdeh’çileri de darıltmak lazım…

Tebriz ve dolayısıyla Azerbaycan hürriyetperverliğiile tanınmıştır.

Mehmet Ali Şah Kaçar’ın istibdadını yıkan ve kurduğu meşruti rejim ile İran’a bir nevi hukuki devlet şeklini veren Azerbaycanlılar olmuştu. O zaman müstebit Mehmet Ali Şah müstebit ve emperyalist Rusya’nın bir uşağı idi. Bu gün ise roller değişmiştir. Genç hükümdar meşruti rejimin müdafi’i Doktor Musaddık ise keyfi bir idare olan diktatörlüğün alemdarıdır.

Şah’ın mutaassıp din ulemasına ve göçebe Bahtiyarı aşiretine dayanmak temayülüne karşı Musaddık’da talimatını Kremlin’den alan Tüdeh’çilere dayanmaktadır.

Mücadelenin seyri Şah’ın demokrasinden uzaklaşmasını mucip olabileceği gibi Musaddık’ın diktatörlüğünü de kızıllaştırabilir. Böyle bir faciayı hürriyet ve istiklal aşığı Azerbaycanlıların karışması yalnız kendi milli, mukadderatı bahis konusu olduğu zaman varit görülebilir. Azerbaycanlılar yabancıların tarlasında gübre rolünü oynamaktan kurtulmalıdırlar.”

Mirza Bala Mehmetzade bu makalesinde tekrar eski İran Şah’ı Mehmet Rıza Şah ve eski başbakan Mehmet Musaddık arasındaki ihtilafı ele alır. Fakat tarihi açıdan önemli olan konu Musaddık’ın Şah’a karşı İran Azerbaycan’ı (Güney Azerbaycan) Türklerine yardım talebinde bulunmasıdır. İran tarihçileri özellikle çağdaş tarih uzmanları Musaddık’ın bu yönünü ele almaksızın unutturmağa çalışmışlar. Mirza Bala makalesinde Musaddık’ın Kaçar Türkü olup kendi ırktaşı olan Güney Azerbaycanlılardan yardım talep etmesi, talebin niteliği ve sonuçları analiz edilmiştir. Mirza Bala analizinde İran siyasetçilerinin Güney Azerbaycan’a stratejik bakış açıları, Güney Azerbaycan Türklerinin Şeyh Mehmet Hiyabanı önderliğinde özerklik çabaları, Musaddık’ın neden Kaçarlar derildiği zaman Rıza Şah’a menfi oy vermesi, Şeyh Mehmet Hiyabanı’ın isyanının nedenleri ve bazı diğer yerel ayaklanmalar anlatılmıştır. (18.04.1953, Milliyet, Sayfa 2)

…..

İran’daki Kaşkay Türkleri

“Doktor Muhammed Musaddıkın devrilmesi ile neticelenen son İran hadiseleri dolayısıyla ayaklandıkları bildirilen İran’daki Kaşkay Türklerine dair yayınlanan haberlerde ve yazılan makalelerde bu mühim Türk kolunun adlarının bile doğru dürüst yazılmadığını gördük. Bazılarının Kaşgari, bazılarının da Gacgaç şeklinde kaydettikleri, fakat asıl adlarının Kaşgai veya Kaşkay olduğu malum olan bu Türkler İran’ın Kuzey Batısını işgal eden Azerbaycan Türkleri ile Kuzey Doğudaki Türkmenistanı Türklerinden ayrı olup, merkezi Şiraz olan Fars eyaletinin Kaşkay Velayeti dahilinde yaşarlar. Dil ve şive bakımından Azeri, Türkmen ve Andolu Türk kültür camiasına giren Kaşkaylar bir zamanlar Fars eyaletinin Kuh-i Geluye ve Hamse Türkleri ile Kum eyaletinin Halacistan bölgesinde ve Sâve eyaletinde yaşayan Halaç Türklerini de içlerine almakta idiler. Kuzeyde Bahtiyarı aşiretinin yaşadığı saha hududundan güneyde Basra körfezine kadar olan geniş arazi dahilinde göçebe hayatı yaşayan ve koyun sürüleri beslemekle iştigal eden Kaşkayların sayıları 1870’de, 60,000 aile olarak tahmin edilmişti. Müteakip yıllarda kıtlık yüzünden nüfusları azalan Kaşkaylar 1906’da 35,555 ve 1914’de ise 55,000 aileye yükselmişlerdir. Çok mahir binici, atıcı ve cengâver olan bu Türkler, cari örf ve adete göre her ailenin bir muharip vermesi usulü ile 40-50,000 süvari çıkarabiliyorlardı. Fakat iaşe darlığı, hayvan ve teslihat yokluğu yüzünden birinci dünya savaşı sıralarında, Osmanlı kuvvetleri tarafından İngilizlere karşı çarpışmak üzere yalnız 20,000 muharip çıkarabilmişlerdi. Mamafih Kaşkaylarla çarpışan İngiliz kuvvetleri kumandanlarında General Sir Perey Sykes’e göre, Mayıs 1918’de İngilizlerle savaşan muharip Kaşkayların sayısı 8990’dan ibaret olmuştur. Aynı generale göre iaşe darlığı olmasaydı, kâfi miktarda silah ve cephaneye malik bulunan Kaşkaylar 25,000 muharip de çıkarabilirlerdi.

Vaktiyle Kaşkay camiasına dahil olup bugün aynı Fars eyaletinin Kuh-i Geluye ve Hamsa vilayetleri dahilinde yerleşip hayat süren İnanlu, Baharlu, Nefer, Basiri, Ağaceri, Karagözlü ve başka Türk boylarının nüfusu en eski bir istatistiğe göre 25-30,000 aile olarak tahmin edilmiştir. Bunlardan İnanlu ve Baharlu birinci dünya savaşı sıralarında 3000 süvari muharip çıkarmışlardı ve Basra körfezi sahilindeki Bender Abbas’tan Kirman’a ve Yezd’e giden yol, bu Türklerden Baharluların kontrolü altında bulunuyordu.

77 meskûn mahallede yerleşik bir hayat süren Kum Halacistanındaki Türkler yine çok eski bir istatistiğe göre 18,000 kadar tahmin edilmiştir. İran nüfusunun 8-9,000,000 (8-9 nilyon) tahmin edildiği zamana ait olan bütün bu rakamların yarı yarıya az olduğu şüphesizdir. 1947’de İran’ın umumi nüfusu 17,000,000 olarak gösterildiği için, bundan 40 yıl önce 100,000 aileye baliğ olan Kaşkay nüfusunun en az iki misli artmış ve sayılarının milyonu bulmuş olması icap eder. (her aile beş kişi olarak alınmak şartıyla)

Kaşkayların başında İlhan adını taşıyan bir reis durur. Onun yanında sayıları 12 olarak kabul edilen her kabilenin bir İlbeyi’si vardır. Kabilenin başında Kalantar durmaktadır. Kalantarları, sırası ile Kethüda ve Aksakallar takip eder.

İlhanlarına sımsıkı bağlı olan Kaşkaylar Tahran’dan tayin olunan Valilere hiçbir zaman itaat etmemişlerdi. Merkezi hükümetin memurlarını da tanımazlar. Bu sebeplerdir ki Kaçar hanedanı devrinde ve ondan önce, İlhanların hükümranlıklarını tanımak mecburiyetinde kalan İran hükümeti vergi tahsilini de bu sayede tahakkuk ettirebiliyordu. Kaçarlara nihayet veren yeni bir sülale kuran Rıza Han Pehlevi, Kaşkayların hürriyetine de nihayet vermek isteyince umumi ayaklanma ile karşılandı. İkinci dünya savaşı, sırasında işgal altına alınan İran’da (Rus ve İngiliz işgali) merkezi hümetin otoritesi sarsılınca Kaşkaylar yeniden hareket geldiler. Ve anlaşılan, petrol bölgesinin yanıbaşında duran bu Türkler son hadiselere de sürüklenmiş bulunuyorlar. Kafkasya ve İran üzerinden Basra körfezine ve Hind denizine ulaşmak isteyen Rusya’nın daha Çarlar devrinde Kaşkayların dil, folklor, tarih, hayat ve maişetlerini inceden inceye tetkike koyulmuş olması, bu Türkler, mevcudiyetlerini tehdit eden, maceraya sürükleyen tahrikin ne taraftan geldiğini izaha lüzum bırakmamaktadır. Türk olmayan unsurlarla mahsur bir halde, ana topluluklardan çok uzaklarda yaşayan Kaşkayların varlığına Şöven Fars milliyetçileri zaten tahammül etmez ve onları bir an evvel dağıtıp eritmek isterler. Bu gibi şartlar dahilinde Kaşkayların ayaklanması Pan-İranistlere fırsat vermiş olacaktır. Resmi Fars müelliflerinin Kaşkayların aslen Türk olmadıklarını, belki Türkleşmiş Fars olduklarını tekrarlayıp durmaları, bu asıl Türk topluluğunu bekleyen feci akıbete bir işaret sayılabilir.

İran’daki Kaşkay Türklerini feci akıbete sürükleyen maceralardan alıkoymak her Türk’e terettüp eden milli bir vazife sayılmalıdır.”

Kaşkay Türkleri İran merkezinde yaşayan önemli Türk topluluğudurlar. Kaşkaylar 1925’de İran’da Kaçarlar devrildiği zaman Rıza Şah’a en sert tepki veren etniklerden olmuşlar. Mirza Bala Mehmetzade bu makalesinde Kaşkay’ların nüfusu ve aşiret isimleri, Osmanlı İmparatorluğunun Kaşkaylara yardımını, Kaşkayların toplumsal psikolojisini ve Rıza Şah’la mücadelelerini incelemiştir. (29.08.1953, Milliyet, Sayfa2)

…..

İran Bolşevik Olabilir Miydi?

Karşımda vatansever bir İranlı tarafından kaleme alınmış ve çok dikkatli bir tetkik ve müşahede mahsulü olan küçük, fakat müfit bir risale duruyor. “Eğer Bolşevikler İran’a musallat olurlarsa” başlığını taşıyan ve son hadiselerden az önce basılmış olan bu risaleyi Tahran’dan yollamışlardır. Kapağında kan ve ateş içerisinde bir darağacı ve darağacında, ipin geçtiği bir halka vazifesini gören orak-çekiç bulunan bu eserin sahibi ikinci sayfada başlığın altında çerçevelediği şu ithafı da unutmamıştır:

“Tude Partisi merkez komitesi kararlarını icra eden ve İran tarihince Kerenskiy rolünü oynayan milli İran Başvekili Doktor Muhammed Musaddık’a takdim.”

Muharri, demir perde arkasını görmüş, burasını bir tesadüf eseri olarak dolaşmış ve Kızıl Ordu’nun işgali altındaki memleketlerin nasıl Bolşevikleştirildiğine bizzat şahit olmuş bir adamdır. Bu müşahede ve tecrübelerine dayanan muharrir, Musaddık sayesinde Bolşeviklerin İran’da iktidarı ele geçirebileceklerine kanidir. Ve iktidara geçtikten sonra gayelerine şu merhaleleri atlamak suretiyle erişmek isteyeceklerdir.

1- Halkın manevi ve ruhi mukavemet ve aksülamelini bertaraf etmek için vakit kaybetmeden süratle icraat başlayacaklardır. Bu geçici ve nümayişten ibaret bir devir olacaktır.

2- Ondan sonra asıl değiştirme devri başlayacaktır. Siyaset ve iktisadi hâkimiyeti tahakkuk ettirmek için milli kültür ve milli sanat eserlerini imha etmek ve istiklal devri hatıralarını unutturmak bu devrin gayesini teşkil edecektir.

3- Üçüncü devride İran resmen Sovyet Cumhuriyetlerinden biri olarak ilan edilecek ve onun servet ve insan kaynaklarının istismarına girişilecektir.

Hükümetler de bu devirlere göre teşkil olunacak. Başlangıçta Sovyetlerden bahsedilmeyecek. İş başına halkın az çok saydığı şahsiyetler getirilecek ve bu kukla hükümetlerin eliyle iş görülecektir. Fakat günün birinde bu hükümetler emperyalistlerin uşağı olarak ilan edilecek ve aynı günde Tude Partisi azalarından ibaret bir kabine kurulup hemen işe başlayacaktır.

Muharrir iktidara geçecek İran Bolşeviklerinin isimlerini de vermektedir. Başvekil, Tude Partisinin merkez komitesi reisidir. Komiserler arasında yoldaş Ardaşes Avanseyan da vardır. Öteki komiserler arasında üçünün İranlı olmadığını belirtmek için adlarına “of” ve “bey” ilave etmesini de unutmamıştır. Bunlardan bilhassa “Dadaşof ve Gulambey” muharririn yaylım ateşi altındadır. Daryus İzadhah’a göre, İran Bolşeviklikten sonra: “Her yıl Kafkasyalı, Ermeni Asuri ve Rus Komünistleri kafile kafile İran’a gelecek ve bunlar yeni nesil yetiştirmek için İranlı kızlarla evleneceklerdir.” Bolşeviklerin asıl yapacakları işler arasında toprak ve köylü davasını ele alacaklarını tamamıyla ihmal eden muharrir ne yazık ki bütün misallerini Çekoslovakya, Doğu Almanya ve Romanya gibi peyk devletlerden almaktadır. Hâlbuki İran’ın yanı başında bir Azerbaycan, bir Gürcistan, Ermenistan ve Türkistan vardır. Moskova bu memleketlerde yerleştikten sonradır ki İran’ı ve Türkiye’yi tehdide başlamıştır. Ve Kafkasya ile Türkistan Sovyetlerin elinde birer üs rolünü gördüğü müddetçe İran’ın Bolşevik tehlikesinden kurtulmuş olduğu kabul edilmez. Kafkasya ve Türkistan, Sovyet istilasından kurtulup tam istiklallerine kavuşmak suretiyledir ki İran ve onun sağında, solunda ve arkasında olan Müslüman memleketleri rahat bir nefes alabilecektir. Bugünkü şartlar dâhilinde eğer Bolşevikler İran’a musallat olsalardı, yalnız camileri kapatmak ve İranlı kızlarla evlenmekle kıfayetlenmeyecek belki bir kere tecrübe ile de sabit olduğu gibi köylü ve toprak meselesi ile beraber Fars aslından olmayan milletler meselesini de ortaya atacaklardı. Bütün bu canlı ve aktüel davaları ihmal etmekle beraber muharrir esas ana tezinde haklıdır. Musaddık devrilmeseydi, İran muhakkak ki Bolşevikleşecekti. Bu itibarla Doktor Musaddık’ı Kerenskiye benzetenler yanılmamışlardır. Yalnız şu farkla ki Musaddık muvaffak olmamış bir Kerenskiy sayılabilir. Genç hükümdarın vaktinde aldığı karar ve tedbir ve General Zahidi’nin azimli icraatı İran’ın Bolşevikleşmesini önlemiş bulunuyor. İran’ın bu parlak muvaffakiyetini hürriyet ve demokrasi dostu her kes alkışlamaktadır. Yalnız bu parlak muvaffakiyeti neticelendirmek ve garanti altına almak lazımdır. Bunun için de Komünistlerin kökünü kurutmağa bakmakla beraber onların dayandığı ve körükledikleri iç tezatların bertaraf edilmesi şarttır. Ve İran’ın hayat mevcudiyetini tehdit eden Bolşevizmin Kafkasya ile Türkistan’dan atılmasına çalışan bu ülkelerdeki esir milletlerin milli davalarına müzahir olmak İran’ın da hayati menfaatlerindendir.”

Mirza bala Mehmetzade bu makalesinde İran’da Bolşevik tehdidini ele almış ve eski başbakan Muhammed Musaddık’ın Tude Partisi’ne yakınlığını söz konusu etmiştir. Mirza Bala’ya göre Musaddık başarılı olsaydı Tude Partisi etkisinde İran Sovyetler Birliği’nin bir müstemlekesi haline gelecekti. Mirza Bala, Musaddık’ın devrilmesini İran demokrasisi için bir başarı göstergesi olarak nitelendirmektedir. (05.09.1953, Milliyet, Sayfa 2)              

….

İran Komünistlerinin Feci Âkıbeti

“İran gazetelerinin haber verdiklerine göre; vaktiyle Sovyetlere iltica etmiş olan komünist şair Ebülkasım Lâtuhi Efganistan’a firar etmiş ve Pakistan’da yayınladığı Farsça bir eserinde Sovyetlerdeki İran’lı komünistlerin, Stalin’in ölümünden sonra, mâruz kaldıkları katliâmı anlatmaya başlamıştır.

Aslen Fars olan Lâhuti, 1922 senesinin başlarında cenubî Azerbaycan’da bir komünist hükümet kurmaya teşebbüs etmiş ve muvaffak olamayınca, 7 Şubat 1922’de, 150 arkadaşı ile birlikte Şimali Azerbaycan’a geçerek Sovyetlere sığınmıştı. Bundan daha evvel İran’ın Şimal eyaleti Gilan’dan kaçan başka İranlı komünistler de birikmiş bulunuyordu. 1920 senesinin mayısında Kızıl Rus ordusunun Gilan’ı işgal etmesinden bilistifade, Rusya’dan gelen bu komünistler, burada ilk önce demokrat bir cumhuriyet, sonra ise, Ağustos 1921’de, bir Sovyet hükümeti kurmuşlardı.

Polonya karşısında uğradığı ağır mağlubiyet üzerine kapitalist dünya ile ve bilhassa İngiltere ile anlaşmaya karar veren Sovyet Rusya ordularını İran’dan çekince, ilerleyen Rıza Han (sonraları Rıza Şa Pehlevî ) kuvvetlerine mukavemet edemeyen bu komünistler de, Aralık 1921’de kızıl müstevlilerle birlikte, Bakû’ye çekilmişlerdi. Cenubî Azerbaycan’da ise istikrarsızlık devam ediyordu. Burada 1919’da kurulan müstakil Azerbaycan (Azadistan) Cumhhuriyeti’nin reisi Şeyh Muhammed Hiyabanî idam ve hükümeti yeni tasfiye edilmişti. Başta Lâhuti olmak üzere, İran’lı komünistler Hiyabanî taraftarlarını toplayarak bir Sovyet Cumhuriyeti teşkiline çalışmış fakat muvaffak olamamışlardı. İşte Lâhuti’nin Sovyetlere firarı da bu şekilde vuku bulmuştu. Lâhuti o tarihten Efganistan’a firarına kadar, yani 31 yıl Türkistan’ın Fars unsuru ile meskûn Tacikitan kısmında yaşadı ve burasının İran’la Efganistan’a karşı Farsça komünist propagandasının merkezi haline gelmesine yardım etti. Türkistan’da, sabık Osmanlı devleti harbiye nazırı ve başkumandan vekili Enver Paşa’nın şehadetinden  sonra, Basmacı Hareketi denilen Milli İstiklâl savaşının âkim kalması üzerine, Buhara ve Hive devletlerini de tasfiye eden Rusya bu yekpâre ve mütecanis Türk ülkesini, daha kolaylıkla idare edebilmek için, kabilelere ayırdığı zaman, 1924’te Tacikistan Sovyet Cumhuriyeti adı ile birde bir Fars hükümeti kurmuştu.Lâhuti burada maarif vekilliği yaptı. Son senelerde ise Tacikistan ilimler akademisinin reisi bulunuyordu. Otuz -otuz bir yıl zarfında koca bir komünist edebiyatı yaratan ve Stalin’e medhiyeriyle Orta Çağ kapıkulu şairlerini gölgede bırakan Lâhuti,son eserindeki itiraflarına göre, Sovyetlerdeki İranlı komünistlerin faaliyetine de iştirak etmiştir. Bu bakımdan, İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru İran’da kurulan Tûde Partisi ve ona menup olanların fecî akibetleri hakkındaki ifşaatı ibretle okumaya değer. Bilhasssa cenubî Azerbaycan’da 1946’da cereyan eden hadiseler hakkında verdiği malumat mühimdir.

Bilindiği gibi Sovyet Rusya, İkinci Dünya Savaşı’nın başlarında, yani 1941 de Şimal İran’ı tasarruf etmiş ve savaşın sonuna doğru, bu memleketi hâlâ içinden kemirmekte devam eden komünist Tûde partisi kurmuştu. Sovyetlerde toplanan İranlı komünistlerin idaresi altında çalışan Cenubî Azerbaycandaki kolu, geçici bir zaman için, Demokrat Partisi adını taşıyordu. Aslen Ermeni olup İran’ı senelerce kominternde temil eden Sultan-zade gibi eski komünistler tarafından idare edildiğini Lâhuti’nin de kabul ettiği bu parti, 1946’da Tebriz’de Demokrat bir hükümet kurmuştu. Birleşmiş Milletlerin ısrarı üzerine Kızıl Rus ordusu İran’ı tahliyeye mecbur kaldıktan sonra, 20-25 bin tahmin edilen silahlı kuvvetleri ile Sovyetlere iltica eden bu hükümet efradının da kurşuna dizilmiş olduğunu Lâhuti’den öğreniyoruz. Lâhuti, bilhasssa Cenubî Azerbaycan Demokrat Hükümeti’nin reisi Mir Cafer Pişaveri’nin feci akibetini açmaktadır. Çünkü diyor, o kendini beğenmiş bir adam olmakla beraber, pişkin bir siyaset ricali idi. Rus ordusunun çekileceği Politbüro’ca karar altına alındığı zaman, Sultan-zade ve birçok kızıl ordu subayları, Tebriz’in Tahran’a muvaffakiyetle mukavemet edebileceğini iddia ederken, Pişeveri bunun aksini ileri sürmüş ve Rus ordusunun çekilmesini istememiştir. Fakat Azerbaycan’ın devlet işlerinde bir kabiliyet gösteremediği için Politbüro nazarında itibarını kaybetmiş olan Pişaveri, sözlerini dinletememiştir.  Bununla beraber, Politbüro’yu yanlış karara sevkeden Sultan-zade ile birlikte Pişaverî ve arkadaşları da yok edilmiştir.

Lâhuti diyor ki:

Bu arkadaşların kaybolmasına acıdık. Ve o tarihten itibaren Tûde partisi zevale yüz tutmuştur. Bu partinin yeniden biraz nefes alabilmesi için uzun zamana ihtiyaç hâsıl olmuştur.

İran komünist partisinin bir az nefes almaya başladığı devir, galiba Musaddıkın saltanat sürdüğü devirdi ki ona da General Zahidi nihayet veriyor.”

Mirza Bala bu makalesinde İran komünistlerinin faaliyetlerini anlatırken başarısızlıklarının nedeni olarak ilkesiz davranışlarını ve tamamen eski Sovyetler Birliği’ne bağlı hareket etmelerinde görüyor.(12.12.1953, Milliyet,Sayfa2)

Babek ŞAHİT

Tebriz Araştırmaları Enstitüsü

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum