F.Gürbüz Yılmaz: ÇANAKKALE DERKEN

Milletlerin tarihinde savaşlar büyük önem taşır: Kazanılan savaşlar, kaybedilen savaşlar… Cephede kazanılıp, masada kaybedilen savaşlar…

F.Gürbüz Yılmaz: ÇANAKKALE DERKEN
11 Mart 2014 - 09:47

ÇANAKKALE DERKEN

F.Gürbüz Yılmaz

           Milletlerin tarihinde savaşlar büyük önem taşır: Kazanılan savaşlar, kaybedilen savaşlar… Cephede kazanılıp, masada kaybedilen savaşlar… Kanla çizilen sınırlar, pergel-cetvelle çizilen sınırlar… Yediden Yetmişe, “Yemen Türküsü”nü bilmeyenimiz yoktur.  Nerede duyarsak duyalım, huşu ile, yüreğimiz titreyerek dinlediğimiz bir türküdür bu. “O nam Yemendir, yolu çemendir,/Giden gelmiyor, acep nedendir.”  Türkülerle, destanlarla çizilmiştir sınırlarımız. “Bağdat’a giden olsa, yarimi gören olsa,/Yıkarım seni Bağdat, yarime bir hal olsa.”  Yine,” Kırımdan gelirim adım Sinandır.” Ve… “Ben giderim Batuma, Batumun batağına.”

         Ve  Çanakkale Destanı… Sadece, edebiyatçılarımızın, şairlerimizin kalemleriyle yazdıkları destan değildir, Çanakkale Destanı, Yiğitlerimizin kanlarıyla yazdığı destandır. Necmeddin Halil Onan: “Dur Yolcu! Bilmeden gelip bastığın bu toprak,/ Bir devrin battığı yerdir./Eğil de kulak ver bu sessiz yığın,/Bir vatan kalbinin attığı yerdir.” Diyorken Mehmet Akif Ersoy: “Vurulmuş tertemiz alnından uzanmış yatıyor,/ Bir hilal uğruna Yâ Râb ne güneşler batıyor…” diyor.

         “Çanakkale boğazı dardır geçilmez,/Anafarta suları kandır içilmez.”  “Çanakkale içinde vurdular beni,/ Ölmeden mezara koydular beni” Her ne zaman nerede duysam bu destanı, hele hele Hasan Mutlucan’ın o gür,  dâvudî sesinden; huşu ile dinlerim ve şehit Etem’in son mektubu gelir gözlerimin önüne. Anasına yazdığı bu duygulu mektup, şehidin cebine bulunmuştur. Edebiyat tarihine geçmiş olan bu mektup, Ethem’in kardeşi Halit, Çanakkale’de, Kirte Köyü yakınında Zığındere’de yaralanmış, gazi olarak sağ kalmış, 31 yıl Emniyet Teşkilatında çalışmış, Komiser olarak emekliye ayrılmış,1948 yılında vefat etmiştir.

         Komiser Halit Üngör, ağabeyi, şehit Etem’in adını oğluna vermiştir. Müzikolog Etem Ruhi Üngör, şehit olduğunda amcasının cebinden çıkan mektubun bir kopyasını bana vermişti. Edebiyat tarihimize geçmiş olan bu mektubu burada sizlerle paylaşmak istiyorum.

          Valideciğim,

          Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi!

Nâsihat-âmiz mektubunu, Divrin ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının sâyesinde otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha takviye etti. Okudum, okudukça büyük büyük dersler aldım. Tekrar okudum.Şöyle güzel  ve mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim. Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rügarlara mukavemet edemiyerek eğilmesi, bana annemden gelen mektubu  selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa eğilip kalkıyordu ve beni annemden mektup geldi diye tebrik ediyorlardı.

          Gözlerimi biraz sağa çevirdim güzel bir yamacın eteklerindeki  muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni tebşir ediyorlardı. Nazarlarımı sola çevirdim, çığıl çığıl akan dere, bana validemden gelen mektupdan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu… Başımı kaldırdım gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım. Hepsi benim sevincime iştirak ettiğini yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu.Diğer bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı sedasiyle beni tebşir ediyor ve hissiyatıma iştirak ettiğini  ince gagalarını açarak göstermek istiyordu.

        İşte bu geçen dakikalar ânında, hizmet eri:

       -Efendim, Çayınız, buyurunuz, içiniz, dedi.

       -Pekala, dedim. Aldım, baktım, sütlü çay…

       -Mustafa bu sütü nerden aldın? Dedim.

       -Efendim, şu derenin kenarında yayıla yayıla giden sürü yok mu?

       -Evet, dedim. Evet ne kadar güzel.

       - İşte onun çobanından on paraya aldım.

       Valideciğim, on paraya yüz dirhem süt, hem de su katılmamış.

Koyundan şimdi sağılmış, aldım ve içtim.

       Fakat bu sırada düşünüyorum. Ben validemin gönderdiği para sayesinde onun  gönderdiği para ile böyle süt içeyim de annem içmesin, olur mu? Şevket neden içmiyor,? dedim.

       Fakat yukarıdaki bülbül bağırıyordu: “Validen kaderine küssün, ne yapalım. O da erkek olsaydı bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin âheste  akışını tetkik edecek ve çıkardığı sesleri duyacak idi.”

       Şevket merak etmesin, o görür, belki daha güzellerini görür.

       Fakat valideciğim, sen yine müteessir olma. Ben seni, evet seni mutlaka buralara getireceğim. Ve şu tabii manzarayı göstereceğim. Şevket, Hilmi de senin sayende görecektir.

       O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişler. Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu.

       Ey Allahım, Bu ovada onun sesi ne kadar güzeldi. Bülbül bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu. Herkes, her şey, bütün mecudât onu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemaat ile namaz kıldık. O güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm.

        Bütün dünyanın dağdağa ve debdebelerini unuttum. Ellerimi kaldırdım, gözümü yukarı diktim, ağzımı açtım ve dedim:

        -Ey Türklerin Ulu Tanrısı! Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde eden ekin ve otların, şu heybetli dağların Hâlıkı! Sen bütün bunları Türklere verdin. Yine Türklerde bırak. Çünkü böyle güzel yerler seni takdis eden ve seni ulu tanıyan Türklere mahsustur.

       “Ey benim Yarabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri, ism-i celâlini İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahveyle!”

         Diyerek bir dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mes’ut, benim kadar mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi.

         Anneciğim, oğlun Halit de benim gibi güzel yerlerdedir.

      Dünyanın en güzel yeri burası imiş. Yalnız, bu memleketlerde düğün olmuyor. İnşallah düşman asker çıkarır da, bizi de götürürler, bir düğün yaparız, olmaz mı?

       Kadir’e  mektup yazdım.

       Valideciğim, evdeki senet vesaireyi kimselere kat’iyyen vermeyin ve sorarlarsa biz bilmiyoruz deyin.

       Çantayı al, sandığa koy. Ben sana vaktiyle anlatmış idim, bu dünya böyledir.

       Fakat sen merak etme, o parayı vermese adliyedeki adam vermezdi. Hani nasıl aldık. Yalnız zaman ister.

       Valideciğim, çamaşır falan istemem, paralarım duruyor, Allah razı

Oğlun: Hasan Etem

4 Nisan 1331

      NOT:

      Cephede istirahat halindeyken annesine yazdığı mektubunu tamamlar, postaya veremeden gelen bir şarapnel, onu bu dünyadan ayırır.. Mektbun aslı, Harbiye Askeri Müzesi’ndedir. Adını taşıyan yeğeni Müzikolog Ethem Ruhi Üngör, vasiyeti üzerine Çanakkale’de amcasının şehit düştüğü yerde, Gelibolu Yarımadası, Alçıtepe köyü kabristanına yatmaktadır.. ( D.1922-Ö: 11 Ağustos, 2009) Allah rahmet eylesin. Ruhu Şadolsun..

     Halit Bey (Halit Üngör), Çanakkale’de yaralandığı sırada tedaviye alınır, üzerinden bir Kur’an-ı Kerîm çıkar… Halit Bey, kendisini öldürmek isteğiyle üzerine gelen siyahi bir askere ateş ederek öldürür. Askerin üzerinden Kur’an-ı Kerîm çıkar. Halit Bey, kurşun değmiş bu Kur’an-ı Kerimi alır ve cebinde taşır.Yaralandığında üzerinden çıkn Kur’an zenci arkere aittir Merhum Ethem Ruhi Üngör, bir kısmı kurşunla yanmış ve üzerinde kan izi buluan bu mukaddes kitabı evinde muhafaza ediyordu. Kendisini, Bozcaada’daki evinde ziyaret ettiğimizde, çok zengin bir musiki aletleri koleksiyonu yanında bu Kur’an-ı Kerim’in daha da önem taşıdığını belirtti. Babasının: “Müslüman olduğunun öğrenince onu öldürdüğüme çok pişman oldum. Ama Üzerime geliyordu, ben onu öldürmeseydim, o beni öldürecekti. Savaş böyledir işte…” sözlerini de nakletti bize…

____________________________________________

1-Şehit Etem, İhtiyat zabit (Yedek subay) İstanbul Hukuk Fakültesi  son sınıfa devam ederken, Bayezıt Nümune Mektebinde öğretmendir. (1912) Gönüllü olarak katıldığı Çanakkale Savaşında bu  mektubu yazdıktan sonra şehitlik mertebesine yükselmiştir.

2-Mektupta adı geçen “Divrin” annesinin doğruğu, Niğdenin bir köyüdür.

3-Etem Ruhi Üngör, Hüseyin Sadettin Arel’in çıkardığı Musiki Mecmuası’nın sahibidir, dergi seyrek de olsa çıkıyor.Müzikolog olan Etem Ruhi Üngör, çok zengin bir “Musiki Aletleri Koleksiyonuna sahipdir. Allah  rahmet eylesin. Mekanı Cennet olsun..

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum