EĞİTİMCİ YAZAR Oğuzhan KARADUMAN: BİR OKYANUS TÜRKÜSÜ YAHUT BİR GURBET SERENCAMI

EĞİTİMCİ YAZAR Oğuzhan KARADUMAN: BİR OKYANUS TÜRKÜSÜ YAHUT BİR GURBET SERENCAMI
25 Aralık 2022 - 18:57

BİR OKYANUS TÜRKÜSÜ YAHUT BİR GURBET SERENCAMI

Türküler… Bazen dert ortağıdır bazen yürek sızısıdır. Milletimiz neyi var neyi yok işlemiştir türkülerine. Yöresi ezgisi fark etmez. Bir notası bir dizesi insanı alır ve başka bir âlemin eşiğine getirir. Bu eşikten geçenler bilirler ki türküler Türk’ün en samimi hâlidir. Türküsü olmayan köy, kasaba yoktur.

Bu yazımızda üstat Faruk Nafiz Çamlıbel’in deyimiyle bir çiçek dermeden sevgi bağında huduttan hududa atılanların feryadından bahsedeceğiz. Âşıklık; geleneği, âdâbı olan bir meziyettir. Saz çalmak, mahlas kullanmak, usta malı deyişler söylemek, atışmak, bade içmek bunlardan bazılarıdır. Âşıklığın bir gereği de gurbete çıkmaktır. Gurbet insanı yoğurur. Kıvam ve kıyam verir insana. Kıvamını bulan ruh kıyama kalkar. Kıyama duran ruh için kıraat vakti gelmiş demektir. Bu noktada sözlerin bağı çözülür. Söz saza, saz da söze yarenlik eder.  Âşık yitik nesnesinin peşinde olan kişidir. Gönül karargâhına söz geçiremeyen âşık, tabiatı kendine nazargâh ilan eder. Dağlardan esen meltemlerde sevdiğinin kokusunu arar. Bir kuzunun inleyişinde beşikteki bebeklerin sesini hisseder âşık. Kısaca her şeyin, her zamanın ve her mekânın bir türküsü vardır. Okyanusların bile… Bu sözün en ücra kenarındadır belki de okyanuslar. Derin, ıssız, masmavi, ummanlar… Okyanusların, denizlerin türkülerine geçmeden önce türkü cümlemizin öznesi olan gurbet ve sıla çıkmazında kendine yol arayan âşıklara kısaca değinmek istiyoruz.

Gurbet denilince akla şüphesiz ocaklı şairler gelir. Ocaklı şair denlince akla Yeniçeri şairler gelse de asıl gurbet kuşları Garp ocaklı şairlerdir. Garp ocakları Mısır’ın fethi ile kurulmaya başlamıştır. Garp ve Ifrîkiye olarak adlandırılan Kuzey Afrika topraklarında hâkimiyet kurmak isteyen Osmanlı Devleti başlarda bu bölge için azat edilmiş kişilerden askerî birlikler kurmak istese de bu yöntem başarılı olmamıştır. İhtiyaç duyulan kara ve deniz birliklerinin asker ve levent ihtiyacı her dönem olduğu gibi Anadolu’dan temin edilmiştir. “Türk denizcisi Oruç Reis sayesinde ilk defa 1516’da Cezayir’e giren Osmanlılar, İspanyollar’ı buradan çıkardıktan sonra 1551’de Trablusgarp’ı ve 1574’te Tunus’u kesin olarak ele geçirdiler. Cezayir 1516-1830, Tunus 1574-1881, Trablusgarp 1551-1912 yılları arasında Osmanlı idaresinde kalmıştır. Oruç Reis ve Hızır Reis (Barbaros Hayreddin Paşa) Cezayir’in, Koca Sinan Paşa ile Kılıç (Uluç) Ali Paşa Tunus’un, Turgut Reis ise Trablusgarp’ın fâtihleridir.

Bugün Cezayir, Tunus ve Libya arşivlerinde mevcut asker tahrir ve maaş defterlerinde ve askerî kışla odalarında Bayındırlı, Kazdağlı, İzmirli, Tokatlı, Karamanlı, Sinoplu, Rodoslu, Manisalı, Karslı vb. askerlerin menşelerini bildiren kayıtlar bulunmaktadır. İfrîkıye ve Mağrib’de İspanyol-Osmanlı nüfuz mücadelesi sonunda Cezayir, Tunus ve Trablusgarp Türk hâkimiyetine geçmiş ve Akdeniz’de üstünlük mücadelesini Osmanlılar kazanmıştır.”[1] Cezayir Ocakları olarak da bilinen bu birliklere mensup olduğu kayıtlara yansıyan birçok şair mevcuttur. Bunların en meşhurları Kara Hamza, Mağriblioğlu, Kul Mustafa, Öksüz Hasbi ve Benli Ali’dir. Bu şairler vatan hasretini doğan her güneşte tenlerinde hissetmişlerdir. Vatandan ayrı kalmanın sancısını söyledikleri türkülerde hissetmek mümkündür. Cezayir Ocaklı şairler hakkında bilgiler veren aydınlardan biri de İsmail Habip Sevük’tür. Sevük, bu şairlere vefayı Türklüğün bir gereği olarak telakki eder. Türk vefalıdır. Türküler ise vefalı insanların durağıdır. İsmail Habip Bey’den öğrendiğimiz okyanus türküsünün hikâyesi şöyledir:

“Türk tarihinin en şanlı maceralarına saha olan yerlerden biri belki birincisi Cezair sahilleridir. Çünkü orayı Türkler devlet kuvveti ile değil kendi ferdi kudretleri ile aldılar. Akdeniz’in ufuklarından daha engin yürekli Türk “serdengeçti”leri Cezair sahillerinde ocaklar kurmuşlar bütün civar devletleri sindirmişler Akdeniz’e hâkim olmuşlardı.” (Sevük, İHS.24,1929: 5).

“Cezair sahillerinde ocak kuran Türk serdengeçtileri arasında saz şairleri de vardı. Zaten onlar hem şair hem kahramandılar. Bir ellerinde kılıç bir ellerinde kalem bir taraftan gemilerinin topları ile düşmanların yüreklerini patlatırken bir taraftan da sazlarının tellerinde şiir ve hamaseti titrettiler!

İşte onlardan Kara Hamza, Mağriblioğlu, Kul Mustafa, Öksüz Hasbi, Benli Ali… Bunlar pala bıyıkları palalı kolları, tunç göğüsleri altında en hassas birer şair kalbi taşıyorlar!”    (Sevük, İHS.24,1929, s.5).

Sevük, Cumhuriyet gazetesinin 26 Birincikanun 1943 tarihli ve 8753 numaralı sayısında Hint Seferleri ve Bir Okyanus Türküsü başlığı altında bir türküye yer vermektedir. Yazının giriş bölümünde Kanuni Sultan Süleyman’ın Hint ve Mısır seferlerine değinilmektedir. Sevük, uzun uzadıya bu maceralı seferleri naklettikten sonra klasik şairlerin bu olayları konu alan çok az eseri olduğunu dile getirmektedir. Buna mukabil halk şiirinde bu seferi anlatan bir türkünün varlığını okurlarına haber vermektedir. Sevük, bu türkünün kendisine ulaşmasını şöyle anlatmaktadır:

“Erzurum Kolordu Başdoktoru Albay Yusuf Balkan tedavi için buraya tebdilhavalıdır. Dostumla sık sık görüşürüz. Geçen hafta “Deniz Cengi Destanları” yazısının çıktığı gün dostum da sürprizli bir çehre ile evime çıkıp geldi. Bende bir Murat Reis türküsü var herhalde okyanusa ait olacak. Çocukluğumda devamlı onu dinleye dinleye hatırımda kalmış diye ilk kıt’ayı okur okumaz benim makamdaki mısraları da orada bulduğumu görünce öyle bir sevindim ki.

Meğer türkü dört mısralık dört kıtadan mürekkepmiş yahut dostumuz dinleyip hafızasında kalan o kadardır. Ona Murat Reis türküsü denmesi, yukarıdaki iki mısradan ileri gelse gerek.

Bir gemimiz var telli duvaklı
Yelkenleri yeşil kızıl direkli
Tayfamız da vardır aslan yürekli
Rabbim sen nasip et bize karayı
Evvelden karayı sonra sılayı

Uçsuz bucaksız okyanusa açıldıklarını biliyorlar. Bütün duaları karayı görmek, o da kâfi değil, karadan sonra yurduna kavuşmak. Dalgalar, tayfunlar, bitkin, karadan ümit yok:

Bir gemimiz vardır taşa dayanmaz
Tayfamızı gaflet basmış uyanmaz
Karayı görmişler gönlüm inanmaz
Rabbib sen… evvelden…
Bu ne kadar uzayan hasret bu:
Karacık ardında var idi bağlar
Murat Reis çıkmış dümende ağlar
On bir ay geçti de görünmez dağlar
Rabbim sen…

Müjde müjde gemi serenine bir kuş kondu. Demek ki kara yakındır. Basra körfezinden bir Acem esirini rehber diye aldılardı.

Geldi bir ak kuş kondu serene
Bizden selam olsun dosta yarene
Acem köle müjde kara görüne
Rabbim sen nasip et bize karayı

Yusuf Balkan’ın deyimine göre türkünün bestesi de çok erkek edalıymış, aklımda kalan bir iki nağme motifi bunu ispat ediyor. Bu gibi vesikalar yalnız halk edebiyatımızın değil ezeli şehadetimizin de hazine değer vesikalarıdır.” (Sevük, İHS.77, 1943, s.1).

Türk yurtları ve Türk denizleri binlerce vatan evladının son istirahatgâhı olmuştur. Adları sanları binlerle yaşasın. Ruhları aziz olsun. Bizlere onların adlarını anma lütfunda bulunduğu için Tanrı’mıza hamdolsun.

Oğuzhan KARADUMAN
EĞİTİMCİ YAZAR


[1] Atilla Çetin, TDV İslam Ansiklopedisi, Garp Ocakları,13. Cilt. S.382.


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum