CENGİZ BALCI YAZDI: MEDRESE VE OSMANLI EĞİTİM SİSTEMİ

İslam dünyasının karakteristik eğitim kurumu medreselerdir başlangıçta Türk-İslâm kültür çevrelerinde ortaya çıkıp gelişmesine karşın, zaman içinde her tarafa yayılmış ve ilköğretim üstündeki değişik eğitim kademelerini temsil etmiştir.

CENGİZ BALCI YAZDI: MEDRESE VE OSMANLI EĞİTİM SİSTEMİ
31 Ocak 2020 - 20:51 - Güncelleme: 31 Ocak 2020 - 20:55

MEDRESE VE OSMANLI EĞİTİM SİSTEMİ

İslam dünyasının karakteristik eğitim kurumu medreselerdir başlangıçta Türk-İslâm kültür çevrelerinde ortaya çıkıp gelişmesine karşın, zaman içinde her tarafa yayılmış ve ilköğretim üstündeki değişik eğitim kademelerini temsil etmiştir.

İslâm eğitim tarihi içinde müstesna bir yeri bulunan Osmanlı medreseleri, orta ve yüksek tahsili gerçekleştiren müesseselerdi. Medrese, memleketin ihtiyaç duyduğu kültürü veren ve elemanları yetiştiren bir eğitim öğretim kuruluşuydu.  Medrese sistemi ve teşkilatı, İslâm dünyasındaki cami, hastane, imaret, kervansaray, han, hamam gibi bütün sosyal hizmet ve yardım amaçlı müesseseler gibi vakıf temeli üzerine kurulmuştur.[1]

Selçuklu Türklerinden miras kalan medrese sistemi Osmanlıların yeni unsurlar katmasıyla devam etmiştir. Selçuklular devrindeki bilim merkezlerine karşılık Osmanlılar devrindeki başlıca bilim merkezleri sırasıyla Bursa, Edirne ve İstanbul olmuştur. Osmanlılarda bu üç şehir Anadolu Selçuklularındaki Konya, Sivas ve Kayseri’nin yerini almıştır.[2] Osmanlı Türkleri medreseyi hem yapı hem tedrisat bakımından geliştirmişlerdir. Büyük külliyeler içindeki medreseler yanında küçük manzumelerin bir parçası olan medreseler ve müstakil medreseler de bina etmişlerdir.[3]

            Osmanlı fetih politikasına göre fethedilen yerlerde ilk önce cami ve yanında medrese açılması bir gelenek halini almıştır.  Bu gelenek topluma ve devlete gerekli din, ilim ve eğitim hizmetleri yanında devlet idaresinde ihtiyaç duyulan idari ve adli personelin yetiştirilmesine yönelikti.[4] Osmanlı medreseleri esas itibariyle öğretmen, müderris, imam, müftü, kadı gibi görevlilere duyulan ihtiyacın karşılanmasına pratik olarak hizmet ettiği için başta Fıkıh olmak üzere Hadis, Tefsir, Kelam, Akaid ve Ahlâk gibi dinî, hukukî dersler öncelikli olarak okutulurdu. Bununla beraber Hikmet, Mantık, Hendese gibi aklî ilimlere de yer verilir, ancak bu dersler daha ziyade asıl dersleri anlamaya yarayan yardımcı ilimler olarak görülürdü.[5]

Programlar karşılaştırıldığında son dönem ders programlarının XV. ve XVI. yüzyıldaki derslerden kayda değer farklılıklar arz etmedikleri görülmektedir. Hem öğretimin içerik, amaç, usûl ve yöntemleri hem de dersler ve ders kitapları hemen hemen hiç geliştirilmemiştir.[6] Yapılan bazı çalışmaların açıkça ortaya koyduğu üzere, bir iki örnek dışında, Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okunan veya ulemanın üzerinde çalışmış oldukları bütün eserler, Osmanlı sınırları dışında, kaleme alınmıştır. Bilhassa IX.-XV. yüzyıllar arasındaki bir dönemde, diğer bir deyişle, Osmanlı medreselerinin henüz emekledikleri bir çağda Mâverâünnehir, Horasan, Mısır, Irak ve Suriye gibi Sünnî İslâm'ın ilk olarak yayılıp yerleştiği bölgelerde ve kültür merkezlerinde yazılmıştır.[7]

            İlk devir Osmanlı medreselerinin eğitim dereceleri medreseyi kuran kişinin politik, sosyal statüsü ve kurulan şehrin önemine göre belirleniyordu. Meselâ sultanlar tarafından devrin başkenti konumunda bulunan İznik, Bursa ve Edirne’de kurulan medreseler zamanlarının en yükseköğretim kurumlarını teşkil ediyorlardı. Bu dönem medreseleri, öğretim kadroları, kaynakları, fıkıh ve kelamın yanı sıra matematik, felsefe, astronomi, tıp bilimlerinin de okutulması, yetkin bilginlerin yetiştirilmesi bakımından henüz gücünü ve olgunluğunu kanıtlayamamış küçük bir beylik için gerçekten övünç kaynağıdır.[8] Fatih medreselerinde okutulan dersler hakkında net bilgiler yoktur. Külliye vakfiyesinde Sahn müderrislerinin öğrencilere çeşitli ilimler öğretmesi istenmiştir. Kanuni Sultan Süleyman’ın Osmanlı kültür, bilim ve eğitim tarihinin zirvesini teşkil edecek olan külliyesinde mevcut bimarhane, imaret, tabhane, Dârü’l Edviye (eczahane) bu külliyenin insanî, dinî, sosyal ve kültürel hizmetlerin bir bütün olarak yürütüldüğünü göstermektedir. Süleymaniye medreselerinde din derslerinin yanında mantık, matematik, felsefe, fizik, astronomi, meteoroloji, madenler, bitkiler bir ölçüde insanın okutulması olumluydu. Dârü’t-Tıb’da ise doğrudan hekimlik ve eczacılık çalışmaları yapılıyordu.[9]

            Osmanlı medreseleri, kendi içlerinde basamak basamak yükselen hiyerarşik bir yapı arz etmekte ve her müderris eğitim-öğretim hayatına en alt seviyedeki medreselerden başlamakta, her medresede okuması gereken dersleri okuyup başarılı olduktan sonra, bir üst medreseye geçebilmekte, böylece en yüksek dereceli medreselere ulaşmak mümkün olmaktaydı. Aynı şey, müderrisin tedris hayatı müddetince de geçerliydi. Buradan yönetici olarak yahut başka bir vazife ile devlet hizmetine girmekteydi.[10] Fatih’in düzenlemeleri daha sonraki dönemler için örnek olmuş ve klasik Osmanlı medrese düzeni oluşmuştur. Kesin süreleri yoktu, amaç belli kitapları okumaktı. En az 1-2 yıl öğretim yapıyorlardı. Hoca öğrenci ilişkileri öğrencinin mutlak saygı göstermesi esasına dayanıyordu. Hoca ile ters düşenler onun izni olmadan kolay kolay başka bir müderris tarafından kabul edilmezdi.[11] Bu öğretmene verilen değerin bir sonucudur. Osmanlı eğitim anlayışı ve medrese sisteminin esaslarının oluşturan Fatih Sultan Mehmet’in hocalara saygısının bir eseridir de diyebiliriz. Fatih ile ilgili genelde bilinen bir hikâye bu görüşü destekler mahiyettedir.

            Fatih, 1453 yılı 29 Mayıs sabahı yapılan taarruzla, muhtelif devletler tarafından yirmi sekiz defa muhasara edilen İstanbul, Osmanlı topraklarına katılmış oldu. Savaş sonunda Fatih, beyaz atına binmiş, ordusunun önünde, yanında hocaları bulunduğu halde İstanbul’a ilk defa girerken, şehir halkı heyecanla Türk ordusunu karşılamaktadır. Aksakalı ve ağır duruşuyla Akşemseddin’i padişah sanarak ellerindeki çiçek demetlerini ona vermeye çalışan şehir halkına göz ucuyla Fatih Sultan Mehmet’i göstererek ; ‘Sultan Mehmet odur, çiçekleri ona veriniz’ demek istiyordu. Fatih’in de Akşemseddin’i göstererek; “Gidiniz gene ona veriniz. Sultan Mehmet benim ama o benim hocamdır’ dediği anlatılır.

Müderrislerin geniş bir bilgiye sahip olması gerekiyor, ancak bu müderris olmaya kâfi gelmiyor; ilminin yanında pek çok insanî ve ahlâkî vasıflara sahip olması da gerekiyordu. Ayrıca ders verme yeteneğine sahip ve kolayca dersi işleyebilen deneyimli müderrislerin tercih sebebi olması o dönemlerde pedagojik bazı kıstasların varlığına işaret etmektedir.[12]

Medreselerde umumî derslerin yapıldığı sınıflarda talebe sayısı yirmiyi geçmezdi. Bu durum, derslerin sık sık tekrarlarla ve karşılıklı soru sorulup cevap verilme imkânını sağlar ve en iyi şekilde öğrenmeye imkân hazırlardı. Bu husus günümüzde de çok önemli kabul edilir.[13]

Ders anlatma, tartışma yöntemleri de uygulanmakla beraber öğretim yöntemi esas olarak ezberciliğe dayanıyordu. Kitaplar ve öğretim dili esas olarak Arapça idi. Türkçe kısmen sözlü açıklamalarda ve tartışmalarda kullanılıyordu.[14] Temel eğitimini tamamladıktan sonra her hangi bir ilimde ihtisas yapmak isteyen talebeler o bilim dalındaki tanınmış hocalara gidip ders görür ve icazet alırlardı.[15] Talebe eğitim süresi içerisinde okunması gereken dersleri ‘kitap’ olarak veya kitapların belirli bölümlerini seçerek okuduğu için, derslerde verilen bilgileri öğrenip hocası tarafından yeterli bulunmadıkça prensip olarak başka bir derse (kitaba) geçememekteydi. Dolayısıyla, işlenen konular iyice öğrenilinceye kadar tekrar edilebildiğinden, sürenin uzaması, hatta her öğrenci için farklılık göstermesi mümkündü. Yâni, bugünkü ifadeyle sınıf geçme değil, ders (kitap) geçme sistemi söz konusu idi.[16]

            Günde beş saat, haftada dört gün ders yapılırdı. Dersler sabah namazından sonra başlar, öğleye kadar devam ederdi. Öğleden sonra talebe serbest bırakılırdı. Haftanın Salı, Perşembe ve Cuma günleri tatil yapılırdı. Ayrıca Ramazan ve Kurban bayramları ile İslâm dininde mübarek sayılan kandil günleri de tatil kabul edilmişti. Yıllık tatiller Recep, Şaban, Ramazan aylarını içeren üç aylarda yapılmaktaydı. Öğrenciler bu aylarda medreseden uzaklaşarak yurdun değişik yerlerine dağılıyorlardı. Köy köy dolaşarak halka vaaz ve nasihat etmeleri karşılığında köylülerin para, yiyecek ve giyecek verdikleri bu uygulamaya “cerre çıkmak” adı veriliyordu.

Bu yöntem sayesinde öğrenciler medreselerde öğrendikleri teorik bilgiler önce medrese mescidinde tatbikat sahasına koymakta, burada aldıkları tecrübelerle ve her yıl tekrarlana gelen bir metotla halkın karşısına çıkmaktaydılar. Halka ilk elden ve yetkili ağızlardan anlatılan bu konular halk üzerinde de etkili oluyordu. Ayrıca bu sayede öğrenciler tahsil ettikleri konuları hafızalarına daha iyi yerleştirebilmekte ve cerre çıkacaklarını bildikleri için bu faaliyetlere geniş bir şekilde hazırlanmaktaydılar. Bu yönüyle bakıldığı zaman ülkenin her yöresi medrese öğrencileri için açık bir uygulama alanı durumundaydı.

Ayrıca cerre çıkmak öğrencilere sürekli kaldıkları hücrelerden farklı bir ortamın varlığını öğrettiği gibi farklı insan ve kişilerle karşılaştıkları için sosyo-pedagojik tecrübeler elde etmesine fırsat veriyordu. Böylelikle öğrenciler sahip oldukları bilgilerin halka intikali sırasında hitabet heyecanını gidermekte ve kendilerinin eksik oldukları konuları daha iyi kavrayarak tedbir almaktaydılar. Öğrenciler cerre çıktıkları yerlerde halka beş vakit namaz kıldırmak, mukabele okumak, İslâm dininin prensiplerini anlatmakla günlerini geçiriyorlardı. İmamsız ve hatipsiz köylerde öğrencilerin faaliyetleri ulaştırma ve haberleşme araçlarının çok az bulunduğu dönemlerde dünya ile bağlantılarını hemen hemen kaybetmiş olan köy ve kasabalarda halkı aydınlatmak, onları son gelişmelerden haberdar etmek gibi faydalı sonuçlar vermekteydi.[17]

Medreseler bundan asırlar önce, eğitim ve öğretimi, bir sınıf ve zümre imtiyazı olmaktan çıkarmak, toplumda sosyal adâleti, fertler arasında fırsat ve imkân eşitliğini sağlamak için, parasız tedrisat yaparlardı. Fâtih Kanunnâmesi’ne göre, medreselerin denetimi mahallî müftülüklere bırakılmıştı. Bu durum, eğitim ve öğretim faaliyetlerinin mahallî ihtiyaç ve şartlara göre organize edilmesine faydalı olmakta, halkın eğitim ve öğretim faâliyetlerine ilgi duymasına, medreselere malî katkılarda bulunmalarına yardım etmekteydi.[18]

 

 

Kaynakça

1. Akgündüz, Hasan; Tarihi Gelişim İçinde Medreseler ve Üniversiteler, Gençlik CopyLand,  

    Diyarbakır, 1998.

2. Akyüz, Yahya; Türk Eğitim Tarihi, Pegem yay., Ankara 2005.

3. Mustafa Bilge, İlk Osmanlı Medreseleri, İstanbul 1984.

4. Hızlı, Mefail; Mahkeme Sicillerine Göre Osmanlı Klasik Dönemi Bursa Medreselerinde

   Eğitim Öğretim, Doğan Ofset, Bursa 1997.

5. İhsanoğlu, Ekmeleddin; Osmanlı Medeniyeti Tarihi, cilt I, Feza Gazetecilik A.Ş. İstanbul,

    1999.

6. İzgi, Cevat; Osmanlı Medreselerinde İlim, İz yay., İstanbul 1997.

7. Kütükoğlu, Mübahat; 1869’da Faal İstanbul Medreseleri, İstanbul Üniversitesi Edebiyat

    Fakültesi Tarih Enistitüsü Dergisi, 1976-1977.

8. Sarıkaya, Yaşar; Medreseler ve Modernleşme, İz yay., İstanbul 1997.

9. Unan, Fahri; “Osmanlılar’da Medrese Eğitimi” Yeni Türkiye,  cilt 5, Yeni Türkiye Yay.,  

    Ankara 1999.

 

 

 

[1] Ekmeleddin İhsanoğlu; Osmanlı Medeniyeti Tarihi, cilt I, İstanbul, 1999, s. 232 vd.

[2] Cevat İzgi; Osmanlı Medreselerinde İlim, İstanbul 1997, s. 20.

[3] Mübahat Kütükoğlu; “1869’da Faal İstanbul Medreseleri”, İstanbul Üniv. Edebiyat Fakültesi Tarih Enistitüsü Dergisi, 1976-1977, s. 277.

[4] Yaşar Sarıkaya; Medreseler ve Modernleşme, İstanbul 1997,  s. 30.

[5] Y. Sarıkaya; a.g.e., s.36; Detaylı bilgi için bkz. Mustafa Bilge, İlk Osmanlı Medreseleri, İstanbul 1984, s.  40 vd.

[6] Y. Sarıkaya; a.g.e., s. 85.

[7] Fahri Unan; “Osmanlılar’ da Medrese Eğitimi” Yeni Türkiye, c.5,   Ankara 1999, s. 147.

[8] Y. Sarıkaya; ; a.g.e., s. 25.

[9] Yahya Akyüz; Türk Eğitim Tarihi, Ankara 2005, s. 61-62.

[10] Fahri Unan; a.g.m. s. 148.

[11] Y. Akyüz; a.g.e., s. 64.

[12] Mefail Hızlı; Mahkeme Sicillerine Göre Osmanlı Klasik Dönemi Bursa Medreselerinde Eğitim Öğretim, Bursa 1997, s. 51.

[13] M. Hızlı; a.g.e., s. 158 vd.

[14] Y. Akyüz; a.g.e., s. 64.

[15] E. İhsanoğlu; a.g.e., s.  232- 234.

[16] Fahri Unan; a.g.m. s. 157.

[17] M. Hızlı; ; a.g.e., s. 158-162.

[18] Hasan Akgündüz; Tarihî Gelişim İçinde Medreseler ve Üniversiteler, Diyarbakır, 1998 s. 125.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 1 Yorum
  • Höcrei Tedrrissat Medresesi
    3 ay önce
    Höcrei Tedrrissat Medresesi. Osmanlı zamanında Muş Şehrinin Bulanık ilçesine bağlı Seçme Köyü Saliha Mezrasına gelen Büyük Müderris Seyyid (şerif) Molla Ali Kösewi kurmuştur. Abdulkadir Geylani Hazretlerinin Torunlarından olan Büyük Müderris Seyyid Molla Ali Kösewi bu Medresede çok Alim yetiştirmiştir. Nakşibendi ve Kadiri Tarikatinin Şeyhlerinden olan Büyük Müderris Seyyid Molla Ali Kösewi bu bölgede yaygın olan Hırsızlık, Gasp, Soygun ve Kan davalarını önlemiştir. Yine bu bölgede yaşayan yuzbinlerce Ezidi ve diğer Gayri Müslimlerin Müslüman olmalarına vesile olmuştur. Büyük Müderris Seyyid Molla Ali Kösewi Salihi Tekkesinin Şeyhi olan Şeyh Said Salihi Efendi nin Babasıdır. Büyük Müderris Seyyid Molla Ali Kösewi nin Kabri palu ilçesindedir.