Azerbaycan şiiri, kaplumbağa çanağı - Azerbaycan insanı'nın ruhunu ifade eden şiirler

Azerbaycan şiiri, kaplumbağa çanağı - Azerbaycan insanı'nın ruhunu ifade eden şiirler
01 Mayıs 2020 - 13:55

20-ci yüzyıl Azerbaycan edebiyatı sözle değil, süngü ile başlıyor, Rus ve Rusya yanlı Bolşeviklerin  süngüleri ile. Tam yirmi yıllık bir süre içinde (1920-1940) birçok Azerbaycan aydınları, bilim adamları, yazarları ve şairleri kurşuna diziliyor, bir çoğu da uzak Sibirya çöllerine sürgün ediliyor. Şairlerden Hüseyin Cavit, Mikayil Müşfik, Ahmet Cevat, nasir ve aydınlardan Yusuf  Vezir Çemenzeminli, Bekir Çobanzade, Tağı Şahbazi Simürğ, doğunun ilk konservatuarını açmış Hadice hanım Gayıbova Sibiryada sürgünde açlığa, sefalete, korkunç hastalıklara terk edilerek öldürülüyor.  Romantik şair Mikayil Müşfik infaz edildiğinde henüz 29 yaşındaydı.  İnfazlar sonucu Azerbaycan edebiyatında “Sovyetler Birliği aydınları” denilen şair ve yazarlar ordusu kurulmuş oldu. Bu yazımızda okurlarımıza Sovyet ideolojisini  görmezden gelen, hakim zümrenin her türlü engellerini aşan, kurşuna dizilerek öldürülen şairlerin ruhu ile yazan, çağdaş Azerbaycan şairlerinin şiirlerini takdim edeceğiz.
Bu şiirlere Azerbaycan’ın iki yüz yıllık esaret tarihinden arınmış şiirleri de diye biliriz. Burada okuyacağınız şiirler dini-siyasi bulantısı olmayan, Azerbaycan insanının ruhunu ifade eden şiirlerdir. Azerbaycan şiirinin hislere, hislerden eşyalara, eşyalardan mana özgürlüğüne giden yolu tren yoluna benzemez. Hafif dersek, yine yanılmış oluruz. Peki nasıl yoldur bu yol? –  dağ yoluna benzer Azerbaycan şiirinin yolu. Siyasi müdahileler bu yolun karşısını ideoloji kayalarla kapatmaya çalışsa da Azerbaycan şiiri her defa yolunu değişerek, menziline ulaşmak için uzun mesafeler kat etmiş. Bunun için Azerbaycan edebiyatında somut olarak akım şairi yoktur. Her şairin yaratıcılığında birçok akımların izlerine rastlaya biliriz. Bazen birçok akımı bir şiirde de görmemiz mümkündür. Azerbaycan şiiri alt yapıya ve şiirin manasına tabidir, söz oyunlarıyla zengindir. Şiirlerdeki söz oyunu hedefi tek atışla vurmak içindir. Bu yüzden Azerbaycan şiiri formaca değil, manaca yenileniyor. Azerbaycan şiiri yaşamak için etrafına uymak zorunda kalan bukalemun gibi rengini değiştirmiyor, kaplumbağa gibi çanağını sertleştiriyor. Eğer okur bu şiirlerin güzelliğini onun zahirinde aramış olursa, hiçbir şey bulamayacak. Bu şiirlerin güzelliyi,  çanağının altındandır, alt yapısındadır. Bizim söyleyeceğimiz bu kadar. Şimdi Azerbaycan şiirleri konuşsun, biz dinleyelim. 

 

VAQIF BAYATLI  (1949)

Eserleri:

“Tenha yıldız altında”
“Unutulacak tüm sevdalar”
“Ölünceye kadar sevmek azdır”
“En komik ölü”


Ben Zalim Adamım Kemanım

Kardeşim ağaçlar, bacım çiçekler,
bir de söz tuttu sizi,
söz tuttu, sevda kuruttu,
yüz tutup koşuşturmayın bana doğru,
bağlandı gözümün
yaş kapakları.
Dünyanın bela kapıları
kale kapıları, taş kapıları,
yetim kapıları, boş kapıları
bağlandı gönlüme, bağlandı
bağlandı gözümün yaş kapakları
ben söz balasıyam*,
zalim tifili**.
Kaydı düştü alnımdan Tanrının eli
artık sen de
sen de ağlatamazsın beni
ben zalim adamım, kemanım.

*balasıyam-yavrusuyum
**tifil-veled,çocuk

 

MURAT KÖHNEGALA (1959)

Eserleri:

"Alma öyküsü"  
"Bulut ayakkabıcı" 
"Rüyalarım" 

 

Adsız

benim hayat filmim…
kendim oynuyorum, evet, baş rolde
dublörsüz, kaskadörsüz…
kendim yapıyorum
en korkulu trükleri de…
makyajsız oynamışım hep
hafif bir bıyık bıraktım,
o kadar…!
Vuruş, dövüş sahneleri
görüş sahneleri
ihanet sahneleri, öpüş sahneleri
utanç sahneleri…
Biletler satılıyor gişelerimde

 

SALAM  SARVAN (1966)

Eserleri:

“Ben geler olmadım, yolu karşıla”
“Şir bürcü, At yılı, Köpek günü”

 

Sıkıntılar

⃰  ⃰   ⃰
Trenler  nasılsa ben de öyleyim.
Onların kelepçe raylardan dışarı, 
özgürlüğe çıkmasının tek yolu var – kaza!

⃰  ⃰   ⃰

Falcının önünde açılmış bu yaşlı ellerin içi
hâlâ aynı şeyi gösterirdi:
“17 yaşında aşkını bulacaksın...”

⃰  ⃰   ⃰

Köyde doğup-büyüdüğüm ev dağılıp-dökülmüş şimdi.
O evi her kes ve her şey terk etmiş.
Fakat çocukken ısırıp attığım şekere
toplanan karıncalar hâlâ ordalar.

⃰  ⃰   ⃰

Hâlâ bilmiyoruz sevgi nedir:
seviştikten sonra kadının saçından öpmek midir
yoksa, bir lokma ekmeği açlıktan öpmek midir?

⃰  ⃰   ⃰

Şimdi biz
güneşin zirvelerde unutup attığı
kar gibi yalnızız, kar gibi yalnız.

⃰  ⃰   ⃰

Dün çok sıkılıyordum.
Tüm fotoğraflarımı  dizmiştim önüme:
Fotoğraflarda insanlara değil,
Fondaki  ağaçlara, binalara bakıyordum.

⃰  ⃰   ⃰
Yüzümüzü yüzüne dayadığımız
Sevgilimizin omuzları üstünden
Ayrıldığımız insanlara bakıyoruz aslında.
Şimdi bildin mi, niye özlüyoruz aslında?!

⃰  ⃰   ⃰
Bu fakir evin sahibi
zorlukla bulduğu ekmeği her akşam böler evinde:
bir lokma her kese –
kendine, eşine, çocuklara
ve fareye kurulmuş kapana.

⃰  ⃰   ⃰
Dünyadan evden çıkıyormuşçasına çıkacaksın –
ışığı ve  kapıyı kapadıktan sonra düşüneceksin:
bir şey unuttum mu?
birini unuttum mu?

⃰  ⃰   ⃰
Çok özledim...
Fikrimde sen –
ileri-geri yürümekle iz açmışım döşemede.
Bazen o izde küçük oğlum bisiklet sürüyor.
⃰  ⃰   ⃰
Çöp kutularından her gün
ekmek artıkları toplayan derbeder
bu kez atılmış solgun çiçekleri topluyordu
kadınına vermek için.

 
Hanemir Telmanoğlu  (1971)

Eserleri:

“Kül soğuğu”
“Göklere geri dönen yazılar”
“A dili medeniyetinin A lügati” 
“Derler”
“Maglar”

 

ben saatimi bağdatta unuttum

elif. lam. mim.
Sultan gönlü yüce olur...

bağdat 
bağdat 
bağdat 
derken sinemi hatırlarım
damarımdan kanımı içmeğim gelir
yamaçlarda havanın yalın katının duzunu
yavruların göğsüne süzülen hava akınını
koruya-kollaya o sudan bakan erkeç börünün gözlerinin
tengri dağlarından bir şehre nasıl baktığını
koruduğunu
bir şehrin dışında
bir şehrin nasıl kavrulduğunu hatırlarım 
varıp almasını kokladığım
henüz çiçeğe durmuş  
ulusumun serüveni görünür huşa çevrilir aklım
yaseviden mevlanadan sonra
turnasının çığlığını koruduğum
zaman hayalimde oturttuğum
yeniden elma elma diye vardığım
soylu gönlümün şehri bağdattır
hanki semtedir yüzü  bağdatın
torpağı duzumuz şehrin adı cift k-ya tuşlanmışmı
bağdatın kuşunun ağaçının yönü arşadır
tozlanmış
beyaz yosun tutmuş
gün tellerine garipliği sızlayan
cift-cift koşa-koşa nal izleri masumdur
bağdat söylersin dökülür havadan at gözleri
pir hakkı hatıralarım dokunulmamış kaldı
o şehrin yollarını sormadım kimseye
bağdatta bağdatta saatim kaldı
aşk alıp da aşık olmuş
bağdata nefesi hopmuş
alnı beyaz benekli küheylanın vadideki kemiklerinden
beyaz-beyaz kafasıyla yolu nişan vermeğine sor 
sor bağdatı
sor  ey zalim, ey  dost

zaman ulusumun bağdatıdır
kaldı bağdatta saatim bağdatta kaldı
bağdata varılmaz
tecelli eyler bağdat tecelli
ona ne var bir de gördün bir turnayla uçar gider
çekiler bir gülle yokluğa
en mümin ağaçta sultan budakta elmaya dönüşür
bağdat tecelli eyler
rüyalar tahtıdır bağdatım
bir avuç toprağı düşünde görürsen 
seni ya şah eyler, ya da pir eyler
benim bağdatım  gecenin ten yarısıdır ona inan
gece bağdatın neresidir
göğsünden şehrin adının bir harfi geçmeyen türk
ulaşamaz kiyamete
hudasına gönül veren
vücudunu muhammed toprağı
kuran savaşı bilen canım kanım
bir şehrin ağaç gölgesine olsa bile
gölgeni katmalısın
inzivası mübarek akar suların
kayıbdakı akarına ulaşmalısın
ben saatimi bağdatta koydum
bağdattan geç vaktini bul
gözünü kapat bağdat söyleme bağdat çek
ardınca ruhunu yokla
en kuş konmaz ağacından kopar elmasını kes
içinden saat çıkar
ibresinin biri mekkede istanbulda 
biri su yüzündeki o batmayan yaranışta
ben bağdatta koydum saatimi
bağdat 
bağdat 
o şehir değil
gönlümün gaybda kalan parçasıdır
turnaların önüne sunduğu nalasıdır
bağdattan şehir olmaz toprak olmaz
gülün kayb olduğu yer tohum yeridir 
bu nişanda zaman ileridir geridir
saatim saatim bağdatta kaldı
ey dost, biçare dost
bağdata canın çeken arşa var
gerek  tüm turnaları katledesin
bağdat turna dilidir can dileğidir
çığlığı anlayamazsın
derdini alarım saatim bağdatta kaldı
durup da uzun uzun yüzüme bakar anam
sanırım  ki bağdattayım
güneş doğarken ben o şehri hatırlarım
saatim saatim bağdatta kaldı


yahudilik bir meslek

ey dili gafil fil faili meçhul fani f..
şahınkı odur kavimle oynasın

karğanın kış garıltısından seçilmir yahudilik mesleği
kar yağdıkça doğunun kıvrılır dört elle sarılıp sakladığı neşesi
kar şimdi dağla barışır dağa yarınır dağa sitem eyler
bir az savrulur bir az donur bir az da  hortum olur  yol iz tutur
gidenin gelenin izi kaybolur üstü-başı çöl olur benliği bulunmur
çok istiyor yarısını son barınağa vara  şu da bağlı odaymış hiç girilmiyor
kar yağmasına yağıyor tarlaları benimsiyor budakları yüklüyor
suların yüzü cam balıklar da düşer telaşa
yahudiye ne var ki mevsim der kendisine kış olur ak olur
karğa karğa garıldar yalnızlığımı azarlar 
yahudilik bir meslek öğren kar olmayı aç kalma düzel işe
karğa karğa ay karğa ağaran saçların bu karda
yaşını al geriye vaktini ondan iste sesindeki hayranlığı sor karlara
göklerin yüzü tutulmuş görünmüyor ötesi ama yağıyor  
bu ayinde konuşturma yahudiyi sırrını elinden alır
son şansın vardı ya nefesin o da kar arttıkça azalacak


 
Perviz Cebrayıl (1971)

Eserleri:

"Ölengi"'
"Her sabah yaşam"
“Yabancı dilde"


Hüseyin Cudinin intihar nedeni

Beşinci kattaki evimin balkonundan intihar
Paris Hilton gibi çekici,
Zengin ve dul-
Ama beşinci kattaki evimin balkonundan bakınca.
Bakü’de intihar etmiş Tebrizli dostumuz
Tanrıya inanmayan Hüseyin Cudinin söylediği gibi,
Defne ağacının üstüne düşeceğim, diye,
çaresizim -
Ne yapsam acaba?
aşağısı Defne ağacı,
Yukarısı Tanrı.

Uzun yıllar geçti,
Kimse bulamadı Cudinin intihar nedenini.
Fakat ben buldum-
Onun balkonunun altında defne ağacı yoktu ...


 
Akşin Yenisey (1978)

Eserleri:

"Unutmak sözünün resmi"
"Sizin milattan önce"
"147 tane sen" 
"Cennet de terör eylemi"
"Tapınağın sessizliyi" 


fotonun aklı

tanıdıkça şeytanları, terk ettikçe dinleri
geçip giden yıllardan miras kalan inanç bu
hayatın pençesinden ölmeden kurtulmuyor
yaşayan hiç bir duygu.
can yol üsteyken arzular da vasiyete benziyor.
bizi acıtan nedir, bu idam mevsimi akşamüstüler inde?
Acılarımızın, yoksa sabrımızın mı çokluğu?
resimlerde daha mutlu yaşayan ölülerimizin mi yokluğu?
geçmişi kelimelerle, geleceği kavramlarla düşünüyor,
allaha, kadına, ekmeğe sadık insan
ve asla darılmaz
onu bırakıp giden kadına,
onu açlığa mahkum eden ekmeğe,
onu yokluğuna inandıran allaha.
yani daha derinden, örneğin, toprağın altından düşünüyor.
zamana tanıklık eden ecdat kemiklerinin yanından.
örneğin, bilincin altında bir solucan,
öyle bir yerden ki,
korkunun ebedi mahkumları oturuyor orda: günah ve vicdan.
düşünüyor ki, günahın cazibesi şiir
ve vicdanın vücudu şair.
biraz beni düşünüyor, benim akıbetimi düşünüyor,
kendisine eş arayan şarapta ve bir parmağı tetikte.
giderek umutsuzluğun itaat tarzına dönüşüyor yalnızlığa ibadet.
hafızama işkence veriyor geçmiş zaman,
                                gönüllü düştüğüm bu esirlikte.
vaktiyle süt dişlerini bir kadınla çıkarmıştı bu yalnızlık,
şimdi dev şehirlerle de doymuyor gözleri.
uzak ülkeleri çekiyor iştahası.
biraz beni düşünüyor; öyle bir mahkumu ki
vicdanı korkunun esiri ve sevgisi günaha intahasız.
artık sesleri beynime düşüyor,
şüuraltımdakı kiracı mutlulukların.
hiçbir ölümü bana tanıdık değil bu şehrin,
ama tüm ölümlerinde adresi var gittiğim yerlerin.
daha beni ne eski yürüyüşün aşık fatihi,
ne unutulmuş devrimin son üyesi,
ne de geçmiş mücadelenin gecikmiş şahidi gibi
                                                  hatırlayan bulunur.
artık bir hayat mahkumuyum ben,
                                          sigaranın en acısı,
tehlikenin en yakında olanıyım.

ömür kaleydoskopumdasa her şey eski ve tekrar.
Yıl boyu aşk takvimimde her gün aynı kadın var.
olsa olsa, uçlarını ağzımda tuttuğum çivilerle
                                                             kalacağım,
duvarlara astığım bir fotonun aklında.

tanıdıkça şeytanları, terk ettikçe dinleri
gelip geçen yıllardan miras kalan inanç bu,
hayatın pençesinden ölmeden kurtulmuyor
yaşayan hiç bir duygu.


Hamit Herisçini Uğurlarken

Güneşin eriyip yere döküldüğü bu şehrin göklerinden
Her gün umut turnaları çığlık atarak uzaklaşıyor
Bu kale duvarlarının önünde
Her şey, herkes yalnızlaşıyor
İnsanı tek görünce, esinti de sazaklaşıyor!
Kafasını kesiyorlar Sisianovun
Sanki, ilk kez buluşuyor Allah'la yara.
... er geç derde dönüşüyor aşk!
Kadın öncelikle aşkı belgeliyor
Allah'ı Kağıt aktarıyor peygamber
elinin kanını mektup siliyor tarih,
ve gelecek nesillere uzatıyor.
Gelecek nesiller ... zavallılar ... gelecekler
Tüm eski acıları yeniden çekecekler.
İyi insanla her gece
Mutlaka birisi vedalaşır, birisi ondan uzaklaşır.
Bu kale duvarlarının dibinde
vatandan göç düşmeye kalkışan
İki şair kucaklaşır.
Bu arada esinti de sazaklaşır.
Bu arada Allah lal-dinmez kaybolur
insan onun yerine de yalnızlaşır.
Bu sırada gözyaşları daha duru,
Sigaranın dumanı daha da acı olur
Kader yüz çevirmişse
Gül çalı da aşığa darağacı olur.
Güneşin eriyip yere döküldüğü bu şehirden
Sana herkes "git" diyor!
Başın buradaki bedenlere ağırlık ediyor!

 
Elçin Aslangil  (1985)

Eserleri:

“Hz. İsa nın Kuranı”
“Arayış” 
“Uçmanın kokusu”

   

Ben hala öpüşmedim

Arkadaş, 
Ayrılıklar insani kendisine kavuşturur. 
Ben hala öpüşmedim - diyen, 
yaralı askerler ölü doğuyor ... 

Arkadaş, 
Kadınlar doğurmayı başarıyor, 
Erkeksiz kalmayı başaramıyor. 
Savaşta babaları ölen oğullar 
Mermi gibi ateşlenir kadınla sevişince 
her şeyini paylaşmaya ... 

Dün Suriye'de piyanocu hamile kadın 
parmağını sıkınca tetiğe, 
Bebeğinin ayak sesini duydu rahminde, 
Savaş bitti ... 
Ve bir kızcağız, elinde beyaz bayrak sevinçler içinde 
- ben, bakireyim! - dedi... 

Arkadaş, bacakları kırılıyor serçelerin, 
Boş kalıyor dallar, 
Boş kalıyor dallarda yuvalar 
Mevzilerde silahına sarılıp uyurken genç subaylar. 
Bir kadınlık ayrılığı olan adamlar, 
Savaşta yüz insan öldürmekle, 
Yüz kadın öldürürler ... 

Arkadaş, 
Ayrılıklar insani kendisine kavuşturur. 
Ben hala öpüşmedim - diyen, 
yaralı askerler ölü doğuyor ... 


Gitme

Biliyor musun?
Bu gece de, uyumadım,
Sabah açıldı İstanbul’da.
Giden tüm o kadınların uykusu dağıldı saçlarımda.

Şimdi ben ne yapayım?
Seni gülüşlerimden mi söküp atayım?
Ellerimden mi söküp atayım?
Vücudunun neresinden kopup düştüm,
çiçek oldum?
Yaz yağmurları yağmadan,
Benle bir az büyümeden nereye gidersin?

Bak ne kadar insan var avucunda mermi sıkan,
Allaha inanmayan, canı sıkılan.
Ne kadar ki şu siyasiler annemizi ağlatıyor,
Beni bırakıp gidemezsin…

Sen gidersen,
İçimde intiharlar başlar,
Ayakkabısız çocuklar kendini asar.
Sonra bir kaç askeri kurşuna dizerler,
Öldürülür, ölür içimde mesela-
Nazımın hapiste yaşamaya dair şiirler yazması,
Gitme…

Biliyor musun?
Bu gece de, uyumadım,
Sabah açıldı İstanbul’da.
Giden tüm o kadınların
Uykusu dağıldı saçlarımda,
Gitme…

 
Gismet Rüstemov (1986)

Eserleri:

“Vitrin “ 
“Megapol Hüzünleri” 

“Geleceğin tarihi” 


Requiem

Tebessüm eskisi gibi yakışmıyorsa dudaklarına,
yarınların fiyatı anbean pahalanıyorsa,
ceplerinin gücü yetmiyorsa öteki güne, diğer sabaha,
parmaklarının gözleri bakmaktan korkuyorsa
mutfaktaki bıçağa, dolaptaki dededen kalma silaha;
işte o zaman
ölememek ölmekten daha fazla ölmektir.
Ne zaman ki, ümitler, arzular, istekler
valizini toplayıp gitti,
yani, senin burada işin bitti,
epeydir pencereler perdeyle kapalıysa,
ve epeydir aynada sakallı adam yalnızsa;
işte o zaman
ölememek ölmekten daha fazla ölmektir.
 

Gitmenin mümkünsüzlüğü

Bazen
hiç bir şeye dokunmadan
gitmek istiyor insan.
Sıkılıp bir gün
evden kafasını,
bir az komşu penceredeki kızı,
bir az kızın gözlerindeki kendini alıp,
dolapdan eldivenlerin ellerini,
gözlüğün gözlerini kapıp
gitmek istiyor.
Aynalar yüzünü özleyecek diye,
yolunu yalnızca ışıklar gözleyecek diye,
kendinden önde giden gölgesini
geçmek istiyor.
Bazen dünyadaki
tekrar sabahlardan, 
yorgun akşamlardan sıkılıp,
bütün, bütün insanlardan sıkılıp,
deli bir aranmak hasretiyle
kaybolmak istiyor.
Hep bir yerlere gitmek...
Mesela,
Parise,  
Londraya,
İstanbula,
Uzaya,
Marsa,
Aya...
Bazen de istemeden gidiyor...
Mesela,
Derse,
işe,
randevuya – öbür dünyaya...


 
Akşin Evren (1990)

Eserleri:

“Eksi sensiz derece”

 

Ben iyi insan oldum baba

Ben iyi insan oldum baba, 
Ben iyi insan oldum, 
Hayatla iyi geçindim. 
İyi geçindim- 
Seni benden almasın diye. 
Erkek gibi değil, 
Adam gibi acılandım. 
Sakat birini gördüğümde 
Sakat gibi yürüdüm. 
Evet, sakat gibi yürüdüm- 
Kendini yalnız hissetmesin diye. 

Ben kalabalık oldum baba, kalabalık oldum- 
Hayatını yalnız başına geçirmek isteyen biri için.

Doğuştan kör arkadaşım, gül kokla! 
Gül görmek için değil, 
Koklamak için vardır. 
Kulakları doğuştan sağır komşum Mustafa amca, 
Gülümseyen çocuk fotoğraflarına bak! 
Çocukların fotoğrafları işitmek için değil, 
Görmek için vardır. 

Tüm mermileri kucakladım. 
Patlamayan mermileri bulup, hepsine teşekkür ettim. 
Ben iyi insan oldum baba, 
Ben iyi insan oldum. 
Bir tek, 
Bir tek senin gibi olamadım.

Kaynak: https://asasmedya.info/

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum