AYTEN DİRİER:BENDEN SELÂM SÖYLE ANADOLU’YA !

Fransa’da Sarkozy ve şürekasının oynadığı kalleş oyunun son perdesini izlerken ettiğim intizar, belleğimde 90 yıl önce benzerini yapan Manoli Aksiyotis adlı Efes’li bir köylümüzü canlandırdı

AYTEN DİRİER:BENDEN SELÂM SÖYLE ANADOLU’YA !
06 Şubat 2012 - 20:03

BENDEN SELÂM SÖYLE ANADOLU’YA !

Ayten DİRİER                                      

 

 Fransa’da Sarkozy ve şürekasının oynadığı kalleş oyunun son perdesini izlerken ettiğim intizar, belleğimde 90 yıl önce benzerini yapan Manoli Aksiyotis adlı Efes’li bir köylümüzü canlandırdı.

Aydın doğumlu Dido Sotiriyu’nun Matomena Homata / Kanlı Topraklar” adıyla kaleme aldığı, dilimize Attilâ Tokatlı tarafından “Benden Selâm Söyle Anadolu’ya” adıyla çevrilen, Abdi İpekçi Türk-Yunan Dostluk ödülünü kazanan Manoli’nin anıları; bugün karşımıza çıkarılan düzmece oyunların asıl faillerini çırılçıplak ortaya serme açısından önemli bir belgesel  roman…

Yer yer altını çizdiğim bölümleriyle bu roman, birkaç dile çevrilerek Ermeni Sorunu’nu ikide bir kaşıyıp  karşımıza çıkaranlarla, Diaspora Ermenilerinin ellerine tutuşturulursa; Rumların deyimiyle “Ölü gözünden yaş akmaz”sa da, uzun uzun belgelerle anlatmaktan daha yararlı sonuçlar verir kanısındayım. Ayrıca her şeyi İttihat ve Terakki Partisine yükleyen Türklerin de gözündeki perdeyi kaldırıp, gaflet uykusundan uyandırır ve geçmişe kin kusmalarını durdurur inancındayım.

CENNET EGE’DEN SAVAŞIN GİRDABINA

İlk bölümde, Egeli Rum köylüsünün bir sembolü olan Manoli Aksiyotis, Efes’e bağlı Kırkıca köyünde geçirdiği zahmetli ama umutlu beklentiler içindeki tatlı yaşantısını, Türklerle olan dost ilişkiyi “Cennet Hayatı” başlığıyla anlatır. I.Dünya Savaşı öncesi Ege’nin sevdalı bitek topraklarında yetişen ballı incir, üzüm, zeytin, tütün üretim ve ticaretini; eğitim yerine ticarete verilen önemi belirtir. Bu amaçla gönderildiği İzmir’de girip çıktığı işleri, şehrin kozmopolit yapısı eşliğinde anlatarak; Rumların asıl düşmanının Türkler değil, Levantenler ve Avrupalılar olduğunu vurgular.

İkinci bölümde,  Dünya Savaşı’nın bütün düzenlerini altüst ederek, bereketli Anadolu topraklarını kan ve ateşe boğduğunu, halkın sürüklendiği trajediyi “Amele Taburu” başlığıyla anlatır.  Bu bölümdeki gerçekçi saptamalar, bugün Türklere atılan iftiraların gerçek faillerini çırılçıplak ortaya çıkarır.

“Almanlar, Türklerin sırtına binmiş, o kumanda ediyor. Türkler, Küçük  Asya’nın efendisi olmaktan çıkmış, artık beyin Alman’dı. Savaştan önce gelen Alman uzmanlar, şeytan zekâlı Rumlar ve Ermeniler’in geçmiş ve halini, istidat ve servetlerini tesbit edip; kendinden geçmiş beylerin(Türk) ticaret hayatını  reayaya bıraktığı uyuyan bir Türkiye’de haddinden fazla kilit noktaları ellerinde tuttuklarını, bu nedenle Amele Taburları’nda görevlendirilerek, topraksızlaştırılmaları gerektiğini telkin etmişlerdi.”

 

Bu bölümdeki uyuyan Türk beylerinin durumunu, Mehmet Âkif’de,  İtilâf Devletleri Çanakkale’yi boşalttıktan sonra, 5 Şubat 1915’te yazdığı on kıtalık “UYAN” şiirinde anlatıp, müthiş bir öngörüyle geleceği betimler.

 

Baksana kim boynu bükük ağlayan.

Hakkı hayatındır senin ey müslüman,
Kurtar artık o biçareyi Allah için.  

Artık ölüm uykularından uyan.

 

Bunca zamandır uyudun kanmadın,  

 Çekmediğin çile kalmadı, uslanmadın.

Çiğnediler yurdunu baştan başa.

Sen yine bir kerre kımıldanmadın.

 

Manoli, Amele Taburları’nda, Türk kömürü Almanlara gönderildiği için İzmir-Ankara arasının trenle beş gün, beş gecede aşıldığı, Ordugâhtaki bitler nedeniyle çıbanlı tifüs salgınının insanları nasıl kırdığını, çektiği acıları, askerden kaçışlarını, savaşın insanlar ve milletler arasında açtığı uçurumlara rağmen, Tahtacı Türklerden gördüğü yardım sayesinde yakalanmadığını anlatır.

 

TEHCİR’İN GERÇEK SUÇLULARI!

 

Manoli, Ermeni tehcirinden kurtulan Stepan adlı genci Ali dayı ile  hayata nasıl bağladığını anlatırken, tehcirin gerçek suçlularını açıklar:

“Tehcirin tek sorumlusu Türkler değildir: Anadolu’nun zenginliklerini ellerinde tutan Hıristiyan halkların ortadan kalkması gerekiyordu; önce Almanlar’ın, daha sonra da Müttefik(İngiliz, Fransız, İtalyan) kapitalistlerin yayılıp gelişmelerine engeldi çünkü bu halklar… Ve ekonomik hâkimiyetlerini emniyet altına almak için en alçakça planları kuran yabancı monopoller, her şeyden önce, Orta Doğu’nun petrol bölgeleriyle Ön Asya’nın masallara lâyık zengin bölgelerinden geçerek Bağdat’tan İzmir’e ulaşan demiryolu hattını ele geçirmek istiyorlardı.”

 

Kaça kaça savaş bitiminde topraklarına ulaşan Manoli, annesi ve hayatta kalan kardeşleriyle kara topraklarını dirilterek, yeniden güçlenmeye çalışırken;  Mondros Mütarekesi’nin yarattığı sevinç, işgaller nedeniyle kısa sürer. Müttefikler Çanakkale’deki kanlı yenilginin utancını, Yunanlılara temizletmeye karar verir…

 

YUNANLILARIN ÖLÜM DANSI!

 

Üçüncü Bölümde, Yunan Megalo ideası(Büyük Ülkü)’nın nasıl büyük felâkete dönüştüğünü, ortaya çıkardığı insanî ve toplumsal sorunları, Kurtuluş Savaşı’nın arka bahçesindeki gizli yüzleri “Yunanlılar Geliyor” adlı bölümde anlatır.  Manoli bu kez Yunan Ordusu’nda asker forması giydirilerek, iyiliğini gördüğü insanlarla savaşmaya yollanır.

 

Kotsos(Kral Konstantin)  ile Lefteris(Venizelos) taraftarları arasındaki çekişmeler, Yunan ordusunda birliği bozarken; onları bir maşa gibi kullanan büyük devletlerin isteğiyle girişilen Küçük Asya Seferinin aslında bir Ölüm Dansı olduğunu, romanın sosyalist kahramanı Drossakis belirtir.

 

SAKARYA DESTANI!

 

Sakarya Savaşı’nın, Fransız ve İngilizler için bir turnusol kâğıdı olduğunu, Drossakis şöyle açıklar:

“Fransızlar, Kemal’le doksan yıllık bir anlaşma imzalıyorlar(Ankara Antlaşması)! İngilizler Musul petrolü için pazarlık ediyor! Londra Konferansı’nda Bekir Beyi, sürüye dönen bir kuzu gibi sevgiyle karşılarken; Yunanlıları bir an önce başlarından defetmek istedikleri bir uzak akraba yerine koydular…  ‘İyonya ve Doğu Trakya nüfusunun çoğunluğunu Yunanlıların teşkil ettiğini sanıyorduk biz… Meğerse aldanmışız! Bu mesele yeniden incelenmeli. Uluslar arası komisyonlar kurulsun yeniden, istatistik ve raporlar hazırlansın!’ diyorlar.  Bizden kanımızı dökmemizi istedikleri vakit, Küçük Asya ile Trakya nüfusunun hangi oranda kimlerden meydana geldiğini bilmiyorlardı sanki namussuz  eşekoğlueşşekler!”

 

Sakarya Savaşı’nın Türkler açısından önemini de, kendi tarihleriyle şöyle kıyaslar.

Bir avuç mısırla mı yürüyecek bizim ordu Kızıl Elma’ya(hedef ülkü) kadar?  Oysa Türkler için durum bambaşka: Tarlası için, camisi için, ailesi için savaşıyor Türkler… Sakarya demek, Termopil(son savunma hattı) demekti onlar için… ‘Sakarya’ diyor ve ölüme meydan okuyorlardı…”

 

BATI’NIN DOSTLUĞU HAMMADDEYE BAĞLIDIR!

 

İngiliz ve Fransızlar’ın diğer müttefikleriyle Şark Meselesi’ni kapitalist çıkarlarına göre çözümlemeye karar verdikleri andan itibaren; Yunanlılar’ın Küçük Asya davasının ana rahminde  ölmüş bir çocuktan farksız olduğunu dillendirir.  “Yunanistan’ı binbir vaatle Anadolu’ya gönderen yabancı sermaye, çıkarları değişince  ‘Hoşt köpek!’ diyerek, bir kenara attılar. Çıkarları tehlikeye girmişse, Paris ve Londra’da haritalara bakıp; ‘kendi kaderlerini kendi tayin etme’ hakkını hatırlayıp, halkların hürriyet ve bağımsızlık aşığı kesilirler. Tehlike geçtikten sonra kırmızı kalemi ele alarak, haritaların üzerine yeni bir çizgi çizip, güzelim memleketleri ve koskoca halkları siler geçerler… Şimdi kırmızı kalem Yunanlıların üzerinde, onların sıkmış olduğu limonun suyunu Kemal içiyor…”

 

Batılı gazetelerde yazılanlar ise, bu kaypak politikanın kanıtıdır:

“Yunanlılar’ın, Küçük Asya’yı en kısa zamanda ve kayıtsız şartsız boşaltmaları lâzımdır. Biz onları, fütûhat için göndermedik oraya…”

“Önümüzde bir gerçek duruyor: Yeni Türkiye… Yeni Türkiye, tarihî görevinin şuuruna ermiş bulunmaktadır. Bu yenilik idealine karşı çıkmak, bizim bakımımızdan büyük bir hata olur…”

Bu değişimin altında gizlenen gerçek ise; petrol, kömür, demir, krom… Anadolu’nun el değmemiş servetleri üzerinde yabancıların kurmak istedikleri tekel…

 

BÜYÜK FELÂKET!

Dördüncü bölümde, Sakarya’dan bir yıl sonra Ağustos 1922’de başlayan Büyük Taarruz’un karşı taraftan görünüşü, “Büyük Felâket” başlığıyla yansıtılıyor. Cesaret ve direnişin Türk tarafına geçmesi, mırıltıların fırıltıya dönüşmesi, Yunan ordusunun 6 ayda aşılmaz denilen güçlü savunma hattının bir günde yarılması, ricat, yaralı askerlerin arkadaşlarına “Geleceğini biliyordum!” söylemiyle dolu sahneler…

 

Bozgunun ceremesini sivil Türk halkının ödediğini vurgulayan Manoli, acı içinde geri çekiliş rezaletlerini anlatır. “Mağlup olup, ödlekliğini tacizle gizleyenler mi kahraman?” sorgusuyla mahşere dönen İzmir’e, oradan toprağı Kırkıca’ya ulaşan Manoli, karşı adalardan birine geçmeye çalışır. Bir mülteci gemisine alınıp, belirsizliğe yelken açarken, karşıda Anadolu’da yanan minicik ışıklara bakarak, geride bıraktıklarıyla halleşip, onları bu serüvene sürükleyenlere intizar eder:

 

“Ve sen Kör Mehmet'in damadı! Hele sen! Niye öyle tiksinerek bakıyorsun yüzüme? Öldürdüm evet seni, ne olmuş! Ve işte ağlıyorum. Sen de öldürdün! Kardeşler, dostlar, hemşeriler! Koskoca bir kuşak, durup dururken katletti kendini! Anayurduma selâm söyle benden Kör Mehmet'in damadı! Benden Selâm Söyle Anadolu'ya! Toprağını kanla suladık diye bize garezlenmesin! Ve kardeşi kardeşe kırdıran cellâtların Allah bin belâsını versin!”

 SON SÖZ!

Okurken gözlerimi yaşartan Manoli’nin intizarı tuttu… Çıkarları için I.Dünya ve Türk Kurtuluş Savaşı’nda kardeşi kardeşe kırdıran cellatlar, II.Dünya Savaşı’nda milyonlarca çocuğunu yitirdi. Yine uslanmayıp, günümüzde de geçmişin kabuklanmış yaralarını kaşıyıp; milletleri, halkları birbirine düşürüyor. Demokrasi adına başka ülkeleri parçalayıp, yer altı ve yerüstü zenginliklerini yağmalıyor. Geçmişte “Hasta Adam” diye sırtlanca paylaştıkları cihan devletinin yerine, bugün kendileri hasta… Ve ekonomik çöküşün ilk faturası maşa gibi kullandıkları Yunanistan’a kesildi. 140 yıl önce Osmanlı Dış Borçlarını denetlemek için kurdukları Düyun-u Umumiye Kurumunun aynısını, Yunanistan’da hortlatma kararını verdiler. Yunanistan, AB’nin bu kararına şiddetle karşı çıksa da, başka çıkış yolu yok gibi... II.Dünya savaşı’ndaki Alman işgalinden bu yana işsizlik ve açlığın günden güne arttığı Yunanistan’a, Türkiye dışında uzanan bir dost el yok… İZTO Başkanı Ekrem Demirtaş’ın çabaları ve Sabah Genel Yayın Yönetmeni Erdal Şafak’ın yardım çağrısı, milletimizin duygularını yansıtma açısından takdire değer...*

 

Güçlenen Türkiye’yi çekemeyen Sarkozy ise, çevirdiği entrikaların cezasını; bitmiş kariyeri ve tekrar dağılan yuvasıyla ödeyecek…

 

EGELİ SABAH- 3-4.2.2012

 

 

kay:,"www.aytendirier.com"

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum