ARAP KIZI NEDEN CAMDAN BAKIYOR?

ARAP KIZI NEDEN CAMDAN BAKIYOR?
11 Mart 2024 - 09:44
ARAP KIZI NEDEN CAMDAN BAKIYOR?

Av. Abbas BİLGİLİ

Çocukluğumuzda çok söylenen bir tekerleme vardı: “Yağmur yağıyor, seller akıyor, Arap kızı camdan bakıyor.” Sokakta oynarken yağmur başlarsa söylenirdi. Neşe içinde koşuşurken çocukların ağzından çıkıp sokağı kaplayan bu sözcüklerin anlamı üzerinde pek de düşünmezdik. Çocuklar sokakta gülüp eğlenirken “Arap kızı” neden camdan bakıyordu? Kimdi bu Arap kızı? Neden o da dışarı çıkıp diğer çocuklarla birlikte gülüp eğlenmiyordu? Henüz sorup sorgulama yeteneği olmayan çocuklar bu soruları soracak durumda değildi.
Pencere üzerine araştırmalarıma devam ederken insanlık tarihinin karanlık bir sayfası ile karşılaştım. Öğrendik ki, bu tekerlemenin arkasında büyük bir dram varmış. Sadece ırk ayrımı değil, köleliğe kadar uzanan müthiş bir öykü. Öykü dediysek, kurgu değil hakikat, yani yaşanmış. Çünkü camdan bakan Arap kızı, Osmanlı döneminde ve Cumhuriyetin ilk dönemlerinde saraylarda, konaklarda, köşklerde ve zengin evlerinde hizmetçilik yapan siyahilerin çocuğuydu. İslam köleliği kaldırmadı, sadece kölelere iyi davranılmasını ve azat edilmelerini teşvik etti. Osmanlıda ise hep var oldu. Osmanlıda Batıda olduğu gibi köle ayaklanmaları olmadı ama bu durum köleliğin olmadığı anlamına gelmiyordu. Cariyelik, kadın kölenin tam da kendisiydi.
Osmanlı kölelerinin büyük çoğunluğu ya Afrikalıydı ya da Kafkaslardan gelmekteydi; ama bir tek onlar yoktu. Bu iki büyük gruba ait olmayan kölelerin de yolu, çok daha az sayıda olmakla birlikte, Osmanlı pazarına düşmüştü. Bu pazarda her çeşit köleye, nasıl köleleştirildiğine bakılmaksızın, talep hazırdı.[1] Kafkasya’dan getirilen beyaz köleler daha çok Çerkes kızlarından oluşuyordu.[2] Afrika’dan getirilenlere ise “zenci” veya “Arap” deniyordu.  İstanbul’da beyazlarla siyahilerin satıldığı pazarlar ayrıydı.
Batıda ise durum çok daha vahimdi. Avrupa’dan, Amerika’dan yola çıkan köle tüccarları Afrika’nın zavallı insanlarının köylerini basıp, onları topraklarından koparıp gemilere zorla dolduruyor, Batı’ya taşıyorlardı. Köle gemilerinde aylarca süren yolculuk dahi bir işkenceydi. Hayvan sürüsü gibi gemilerin kapalı mekanlarına doldurulan bu insanların bir kısmı yolda ölüyordu. Kadınlar istismara uğruyor, ayaklara zincir vuruluyordu. Örneğin köle ticaretiyle ilgili bir kitapta bu talihsiz yolculardan birinin şu satırlarını okuyoruz; “büyük bir fırından ya da kazandan başka, birbirine zincirli, her biri kederli ve endişeli ifadeye sahip çok sayıda siyah insan gördüm ve bu yüzden kaderim hakkında hiçbir şüphem yoktu.”[3]
Uzman bir tarihçi olan Marcus Rediker’in köle dolu gemilerdeki yolculuğu anlatan kapsamlı bir çalışması var, Köle Gemisi / İnsanlık Tarihinde Bir Yolculuk  adını taşıyan bu çalışmada köklerinden zorla koparılmış kadınlı erkekli Afrikalı siyahilerin geminin kapalı kısmında havalandırmadan yoksun yolculukları konusunda ayrıntılı bilgiler veriliyor. “Camdan bakan Arap kızı” bu gemilerde bakacak küçük bir pencere dahi bulamıyordu. Karanlık, pis ve boğucu atmosferden güneşe çıkarıldıklarında gözleri kamaşıyordu.[4] Yolculuğa tanık olan biri, kapatıldıkları deliğin hayvan ağzından bile daha berbat kokan bir kovuk olduğunu yazıyor.[5] Batı’nın sömürgeci yüzü kölelikle daha da belirginleşmişti. Batı’nın önemli bir düşünürü Alexis de Tocqueville bile “modern toplumda ılımlı bir demokrasi için sömürge şarttır” görüşündeydi.[6] Batı’da köleliğin kalkmasında elbette özgürlük ve temel haklar kavramının gelişmesinin rolü vardı ama bir noktadan sonra çok sayıda köle bulundurmanın maliyetinin ücretli işçi çalıştırmaktan daha fazla olmasının da rolü unutulmamalıdır.
Zenci kölelerin öyküsünü en iyi anlatan romanlardan biri Alex Haley’nin Kökler isimli eseri olup, dizi film olarak da ekranlara taşınan bu öykünün kahramanı Kunta Kinte’nin çektiği acılar, kölelerin orak acısıydı. Köleliğin kaldırılmasında büyük işlev görmüş olan etkili bir roman da Harriet Beecher Stowe’un kaleme aldığı Tom Amcanın Kulübesi’dir ki, köleliği o kadar içselleştirmiş bir roman kahramanının “ben kırbaca alışkınım, sanırım bana iyi geliyor”[7] demesi de hayatlarının bir işkenceden ibaret olduğunu gösteriyor.
Batı’daki durum böyle iken bizde durum nasıldı? Yukarıda kısaca değinmiştik. Kölelik Osmanlıda sürekli olarak mevcudiyetini korudu. Tarihçi Hakan Erdem’in Osmanlıda Köleliğin Sonu (1800-1909) isimli eser çok önemli bir kaynak. Edebiyatımıza yansıması konusunda ise İsmail Parlatır hocanın Tanzimat Edebiyatında Kölelik isimli çalışmasına bakmakta yarar var. Daha popüler bir yayın için Ümit Bayazoğlu’nun Arap Kızı Camdan Bakıyor / Türkiye’nin “Siyah”ları isimli çalışmaya bakılabilir.
Nijerya, Çad, Sudan, Etiyopya, Somali, gibi Doğu Afrika ülkelerinden zorla alıkonularak farklı coğrafyalara dağılan kölelere bizde yanlış olarak, çoğu Arap tacirler eliyle ve çoğunlukla Arabistan üzerinden geldikleri için “Arap” derler. Bunların Afrika’nın neresinden geldikleri sorgulanmaz ve bilinmez. Fotoğrafın negatifine “Resmin Arabı” dendiği gibi, bu sıfat bazen rengi nitelemek için ama çoğu zaman hakaret içerikli olarak kullanılır.[8]
Bizim Tanzimat Edebiyatı kapsamındaki eserlerde köle konusu büyük yer aldı.[9] Tanzimat ve ıslahat hareketleri ile köleliğin kaldırılması süreci başlamıştı ama bu çok da kolay olmadı. Kaldırılması yönünde çıkan fermanlardan sonra köle satışları gizlice yapılmaya devam etti. Osmanlıda köleliğin kaldırılmasına en büyük tepki Hicaz bölgesinden gelmişti. Köle tüccarları hiç memnun değillerdi. Mekke ve çevresinde Osmanlı’nın köleliği kaldırmasına karşı bir isyan hareketi dahi başlatıldı. İsyancıların gerekçesi de ilginçti; köleliği kaldırmayı dinden çıkmak olarak değerlendiren isyancılar “Türkler dinden dönmüşlerdir. Onlara ve takipçilerine savaş açmak zorunludur. Bizimle olanlar cennete, onlarla olanlar cehenneme gidecektir. Kanları haktır ve malları caizdir” diyorlardı.[10] İsyan bastırıldı ve kölelik de kaldırıldı ama bu siyah insanların dramı devam etti. Osmanlı, bu insanların azat edilmesinden sonraki hayatları için bazı önlemler almıştı.[11] Bir kısmı sokaklara düştü. Bir kısmı hizmet ettikleri evlerde devam etme “şansını” yaşadı. Eskinin kalıntıları olarak zengin konaklarında görülebilen köle ve cariyeler, bu hayata alıştıklarından o yerlerden birden bire kopamadılar. O hayat içinde ya “dadı” ya “lala” ya “uşak” olarak ya da ayak işlerinde hizmet görerek ömürlerinin sonunu getirmeye çalıştılar.[12] “Şanslı olanlar” sokakta oynayan çocuklara bakan “Arap kızı” konumundaydı.
Konakların siyah hizmetçileri cumhuriyet döneminde de bir süre hizmetlerine devam ettiler. Zaman içinde topluma karışıp görünür olmaktan çıktılar. Torunları halen aramızda yaşıyor. Hatırlayanlar olacaktır; bir zamanlar radyoda Uğurlugiller Ailesi isimli bir dizi vardı. Yıldız Kenter ve Şükran Güngör’ün rol aldığı dizide Tevfik Gelenbe’nin seslendirdiği Nurcihan Kalfa da bu siyahi hizmetçilerdendi. Çoğu zaman ev halkından biri gibi kabul edilse de, bu kişilerin kendi topraklarından ve köklerinden koparılmasaydı kendi hayatları olacaktı. Bunlar köle pazarlarında vücutları incelenerek, dişlerine kadar kontrol edilerek satın alınmış hayatlardı. Bazıları belki “şanslı”ydı, bazıları çok şanssızdı. Ne kadar şanslı olursa olsun, hayatları başkaları tarafından belirlenmişti. Bu sebeple de çocuklar sokakta oynarken, onların payına camdan bakmak düşüyordu.
Yeri gelmişken belirtelim ki, kölelik denen zulüm, talihsiz Kıbrıslı Türk kızlarının da başına gelmişti. Açık konuşmak lazımsa, 2023 yılında ilk baskısı çıkan Cümbezin Kızı isimli romanı okuyuncaya kadar bundan habersizdim. Ülkü Demiray’ın bu hacmi küçük anlamı büyük romanını[13] okuyunca İngiliz sömürgesi döneminde 9 bin civarındaki Türk kızının aileleri tarafından Filistinli Araplara satıldığını hayretle öğrendim.
Camdan bakan Arap kızına tekrar dönecek olursak, toplumda giderek görünür olmaktan çıkan bu talihsiz insanların hayatlarında sayısız öyküler olduğunu görürüz. 1970’li yılların tanınmış şarkıcılarından Esmeray (1949-2002) da siyahilerin cumhuriyete intikal edenlerindendi. 1976’da çıkardığı “Gel Tezkere Gel” isimli asker şarkısı ile ünlenmişti. Esmeray bir şarkısında esmerliğini hatırlatırcasına “Arap kızı camdan bakıyor” cümlesini de içeren bir şarkı yapmıştı.  “Benim işte o Arap kızı” diyordu. Şarkının sözlerine bir bakalım:[14]
Yağmur yağıyor seller akıyor, Arap kızı camdan bakıyor
Benim işte o Arap kızı, saçlar kıvır kıvır, dudaklar kırmızı
Gözler boncuk boncuk, dişler inci dizi, alnıma yazılmış kara yazı
Anneciğim ama geliyor öcü, öcü değilse Arap bacı
Bacının hakkı yok kâlp taşımaya, korkar çoluk çocuk
Bir çimdik 13 buçuk, rengin kara olsun varsın, yeter ki kâlbin kara olmasın
Bir gün gelecek elbet gelecek bir gün, dünya mutlu ve özgür
Tüm insanlık bir bütün, mutlak gelecek o gün
Çarklar dönecek hepimiz için, yok düşmanlık ne kin
Ne ırk ne cinsiyet ne mezhep ne din, el ele tutuşacağız bir gün
Esmeray’ın bu şarkısındaki sözler de Arap kızının neden pencereden baktığını, neden diğer çocuklar gibi sokakta gülüp eğlenmediğini gösteriyor. “Arap kızı neden camdan bakıyor?” sorusunun cevabını vermeye çalıştık ama bu konuda söylenecek şey belki de suskunluk değil, “sessiz çığlık” demek daha doğru olur. Pencereden bakan suskun kızın sessiz çığlığını dile getirmeye çalıştık. Kölelik üzerine ciddi çalışmaları olan tarihçi Ehud R. Toledano’nun bu konudaki kitaplarından birine “Suskun ve Yokmuşçasına” ismini vermiş olması ne kadar da anlamlı! Roma’nın ünlü hatip ve düşünürü Cicero’nun “Susarak çığlık atıyorlar” dediği türden bir suskunluk. Camdan bakan Arap kızının payına düşen özgürlük de pencereden bakmakla sınırlı bir suskunluktu.


 
 

[1] Y. Hakan Erdem, Osmanlı’da Köleliğin Sonu 1800-1909, Çeviren: Bahar Tırnakçı, Timaş Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 2023, s.  97
[2] Beyaz kölelerle ilgili geniş bilgi için bak Elbruz Aksoy, Beyaz Köleler / Son  Sesler, İletişim Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2022
[3] Andreas Eckert, Köleliğin Tarihi, Çeviren: Zeynep Yılmaz, Runik Kitap,  İstanbul 2023, s. 49
[4] Marcus Rediker, Köle Gemisi, Çeviren: Dilek Şendil, Alfa Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2023, s. 94, 95
[5] Marcus Rediker, Köle Gemisi, s. 193
[6] Alexis de Tocqueville, Sömürge ve Kölelik, Derleyen: Lütfi Sunar, Çeivrenler: Burak N. Nuri Gücin, Hasan Turunçkapı, Nuri Fudayl Kıcıroğlu, Ayrıntı Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2016, s. 11
[7] Harriet Beecher Stowe, Tom Amcanın Kulübesi, Çeviren: Tülin Nutku, Can Yayınları, 6. Baskı, İstanbul 2019, s. 327
[8] Ümit Bayazoğlu, Arap Kızı Camdan Bakıyor, Aras Yayınları, İstanbul 2022, s.7
[9] İsmail Parlatır, Tanzimat Edebiyatında Kölelik, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 2. Baskı, Ankara 1992, s. 49-171
[10] Bernard Lewis, Orta Doğu’da Irk Kavramı ve Kölelik, Çeviren: Özgür Balkılıç, Akılçelen Yayınları, Ankara 2017, s. 134, 135
[11] Y. Hakan Erdem, Osmanlı’da Köleliğin Sonu 1800-1909, s. 227-272; Ehud R. Toledano, Suskun ve Yokmuşçasına / İslam Ortadoğusu’nda Kölelik bağları, Çeviren: Y. Hakan Erdem, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2010, s. 127-139
[12] İsmail Parlatır, Tanzimat Edebiyatında Kölelik, s. 20
[13] Ülkü Demiray, Cümbezin Kızı, Bilge Kültür Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2023
[14] Ümit Bayazoğlu, Arap Kızı Camdan Bakıyor, s. 122, 123

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum