Anzaklar Bizim Neyimiz Olur

Anzaklar, düpedüz Haçlı ruhuyla ülkemizi işgale geldiler. Zamanla İngiltere onları zorla getirmiş gibi bir algı oluştu. Oysa onlar hilale karşı savaşmaya gelen haçlı gönüllüleriydi.

Anzaklar Bizim Neyimiz Olur
20 Ocak 2015 - 20:38

HER sene 25 Nisan’da, Şafak Âyini sebebiyle gündem olan Anzaklar, Russel Crowe’un The Water Diviner (Son Umut) filmi ile yine gündemde. 2015’e sayılı günler kala 26 Aralık’ta gösterime girecek olan film, 1981 yılında çevrilen Avustralya yapımı Gelibolu filmi ile aynı konuyu işliyor: Avustralya’nın Çanakkale’de yitirilen  gençleri.... 

Anzak (Anzac), 1. Cihân Harbi’nde, İngiliz sömürgesi olan Avustralya ile Yeni Zelanda’dan toplanarak getirilmiş askerlere denir. İngilizce, Australian and New Zeland Army Corps kelimelerinin baş harflerinden oluşur. İngilizler, evini savunan özgür bir adamın, yüzlerce paralı/gönüllü askerden daha güçlü olduğunu haçlı seferlerinde öğrenmelerine rağmen, 1. Cihân Harbi’nde yine bir haçlı taktiği uyguladılar. Modern Pierre L’Ermiteler, dokuz asır evvel olduğu gibi sömürge topraklarında dolaşarak şöyle seslendiler: 

BARBAR TÜRKLERE HADDİNİ..

“Barbar Türklere dersini vermeye gidiyoruz. Medeniyet nedir, insanlık nedir bilmeyen, Hırıstiyanlığın ve Hristiyanların can düşmanı, Türklere haddini bildireceğiz.  Türk kızları ile tatlı mâcerâlar yaşayacaksınız. Hayâtınızda unutamayacağınız tatlı mâcerâlar..”

Bu sözlerin büyüsüne kapılarak gönüllü yazılan Anzaklar, Mısır’da eğitildikten sonra, 25 Nisan 1915’de Çanakkale cephesinde savaşmaya başladılar. Ancak, aylarca süren muhârebeler sonunda İngilizlerin planladığı gibi bir zafer kazanılamayınca, Aralık ayının sonunda Çanakkale’den tahliye edilerek başka cephelere nakledildiler.

ANZAKLAR ZAFER Mİ KAZANDI?

1915’de geçilemeyen Çanakkale, 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması sonrası işgâl edildi. Asıl işgâl ise Lozan’da oldu. Zîra, mağlûp kabul edilmişken işgâle uğramak normal bir netîcedir. Ama gâlipken işgâle izin vermek normal değildir. Lozan Antlaşması’nın 129. maddesi ile Çanakkale Şehitliği İngilizler’e bırakıldı. 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne kadar da işgâl altında kaldı. 

UZAK GÖRÜŞLÜ VEKİL HAZIM..

Lozan görüşmeleri devâm ederken TBMM’de Çanakkale hakkında yapılan harâretli bir tartışmada Niğde Vekili Hazım Bey şöyle diyordu: “Birgün, bu memleketi ölülerle bile istilâyı düşüneceklerdir.”
Bugün, Şafak Âyini’nin geldiği noktayı göz önüne alırsak Hazım Bey’in  bir hayli uzak görüşlü bir vekil olduğunu söylemek lâzım. İngilizler, 1936’ya kadar, Çanakkale’deki mezarlarını ihyâ ederek bölgeye mühürlerini vurdular. 

NİHAL ATSIZ’IN İSYANI

Montrö öncesi bölgenin ne hâlde olduğunu, şâir ve târihçi Nihal Atsız, “Çanakkale’ye Yürüyüş” yazısında sarih bir şekilde anlatıyor. Atsız, 1933’de, bir grup arkadaşı ile yaya olarak Çanakkale'yi ziyâret eder. Bu dokuz kişilik kâfile, şehitlerimizin karaya çıkılmadan vapurla şöyle bir gelip geçerek anılmasına tepkilidirler. Ziyâret esnâsında, bizim şehitliğin bakımsız hâline ve buna karşın düşman kuvvetlerinin diktiği âbidelere canı sıkılan Atsız, Conk Bayırı'nın en hâkim yerindeki Yeni Zelant âbidesini görünce esef ederek şöyle der:

"Bu yabancılara niçin âbide dikiliyordu? Uzak yerlerden geldikleri için mi? Bunlar bir zafer mi kazanmışlardı? Her yerde gördüğümüz irili ufaklı İngiliz mezarlarının üzerinde, onların “ebedî hâtırası”ndan bahsolunuyordu. Halbuki onlar buna lâyık mı idi?”

 

EMPATi YAPALIM OYUNUNA GELMEYELİM

THE Water Diviner filmi sebebiyle, Anzakları hoş görmede sinemanın katkı payından bahsedelim biraz. Sinan Çetin’in, Anzaklar ile bizim çocuklarımız arasında fark görmeyen “Çanakkale Çocukları”nı seyredince “Böyle omurgasız bir filmi yapmanın anlamı ne?” diye esef etmiştim. Çok şükür gişede hüsrâna uğradı. Russel Crowe ise Çanakkale’de üç çocuğunu kaybeden Avustralyalı bir babayı anlatıyor. Barış söylemleri eşliğinde. “Bağımsız bir ulusu işgâl ettik” itirâfı ile de filmin seyredilebilirliğini artırma peşinde. Böyle empati yapma oyunlarına kanmayalım. Bunlar ince Hollywood taktikleri. Her sene, Çanakkale’ye gelerek utanmadan yüzyıl önceki işgâli sabaha kadar içerek anan Anzak torunları, Crowe’un itirâfı ile örtüşmüyor. Bu filmi protesto edelim lütfen. Mondros’da, Lozan’da geçilen Çanakkale, post-modern bir haçlı seferi olan sinemada geçilmesin.

ANZAK TAZiYESiNE SEViNMEK!

Cumhuriyet’in ilk çeyreğinde, devletin Çanakkale’ye koyduğu mesâfe, Atatürk’ün Anzak annelerine hitâben yazdığı tâziye ile başka bir boyut daha kazandı. Her sene Şafak Âyini’nde okunarak âdeta âyin için haklı bir gerekçe oluşturan ve eleştiriye kapalı olan tâziye şöyle:

“Bu memleketin topraklarında kanlarını döken kahramanlar! Burada, dost bir vatanın toprağındasınız. Huzûr ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yanyana koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlâtlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlâtlarınız bizim bağrımızdadır. Huzûr içindedirler ve rahat uyuyacaklardır. Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra, artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır.”

Atatürk, 1934 Ermeni tâziyesine kıyâmeti koparanların bu tâziyeye toz kondurmaması ilginç değil mi? 

HOŞ MU GÖRELiM

Tâziyede görüldüğü gibi her ne hikmetse, toplumun bir kesiminde, Anzaklar'a karşı aşırı bir hoşgörü var. Anzaklar, düpedüz haçlı ruhu ile ülkemizi işgâle geldiler. Hem de binlerce km öteden. Fakat zamanla, İngiltere onları zorla savaşa getirmiş gibi bir algı oluştu. Oysa onlar, hilâle karşı savaşmaya gelen haçlı gönüllüleriydi.

ŞEHiTLERiMiZi LOZAN’DA TESLiM ETTiK

Atsız’ın, “Bunlar zafer mi kazanmışlardı?” sorusu, bu sene Avustralya Savaş Anıtı Koleksiyonu’nda ortaya çıkan “Tahliye” isimli heykel ile daha bir önem kazandı. Zîrâ, heykelde, bir Anzak askeri Gelibolu Yarımadası'nda kırık silah arabasına yaslanıyor ve Türk bayrağını ayakları altına alıyor.

Yanında da Türk askerine ait bir kafatası bulunuyor. 1925'de yapılan heykel, düşmanın öldürüldüğünü ve topraklarının işgâl edildiğini simgeliyor.

Heykelin, Lozan Antlaşmas’ından bir yıl sonra yapılmış olmasına dikkâtinizi çekmek istiyorum ve tabi şehitliklerimizi Lozan’da İngilizler’e teslim ettiğimiz gerçeğine.

YAKINDA ÖZÜR DiLEYELiM DE DERLER

Anzaklara karşı bu kadar hoşgürülü olmak, hüsn-i kabul göstermek akıl kârı değil. Buna psikolojide aşırı empati sendromu denir ki bir çeşit rahatsızlıktır. Bu gidişle, 1915’de dedelerini öldürdük diye özür dileyenlerimiz olursa şaşmamalı. Zulmün 1453’de başladığına inananlarımız var ne de olsa.. 

 

Hazırlayan: Kerime Yıldız

 

gazetevhdet

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum