100 yılın ardından Osmanlı'nın son savaşı

Cengiz Yolcu* "Her içtimaî hadise gibi harbe girişimiz dahi, bir tek insan iradesinin eseri değil, birtakım girift amillerin muhassalasıdır." (Kazım Karabekir, Cihan Harbine Neden Girdik, Nasıl Girdik, Nasıl İdare Ettik, II. Kitap, Cihan Harbine Nasıl Girdik?, Tecelli Basımevi, İstanbul, 1937)

100 yılın ardından Osmanlı'nın son savaşı
20 Ocak 2014 - 15:35

Osmanlı Genelkurmayı'nın İstihbarat Şubesi Şefi Binbaşı Kâzım (Karabekir) Bey, 28 Haziran 1914 günü Saraybosna'daki suikastı haber alır almaz genel bir savaşın yaklaştığı endişesiyle Paris'ten İstanbul'a dönmeye karar verir. Osmanlı İmparatorluğu'nun savaşa girmesi hakkındaki beyan ettiği düşünceleri aynı zamanda diğer Avrupa devletlerine de teşmil etmek mümkündür. 

Nitekim Avrupa kıtası, 19. Yüzyılın ilk çeyreğinde sona eren Napoléon savaşlarının ertesinde yaklaşık bir yüzyıl süresince, çok sınırlı bir coğrafyada 1853-1856 yılları arasında cereyan eden Kırım Savaşı hariç tutulursa, "tüm kıtayı kapsayacak" bir savaş yaşamamıştı. Fakat 19. yüzyılda Batı Avrupa'da yaşanan teknik gelişmelerin bir sonucu olarak sanayide ve teknolojide meydana gelen ilerlemenin bir savaş makinesine dönüştürülmesi iradesi bu göreli barış devresini tehdit etmekteydi. 28 Haziran 1914 günü Saraybosna'da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahdı ve imparator Franz-Josef'in yeğeni Franz Ferdinand'ın eşi Sophie ile beraber uğradığı suikast bu yüzyıllık sükûneti sona erdirecek fitili ateşlemiş, 1914 senesinin Ağustos ayında ise "barut fıçısı" infilak etmiştir. 

Peki, ne oldu da, Avrupa'nın büyük devletleri zor da olsa –tüm kıtaya yayılmayan birtakım yerel çatışma ve ayaklanmaları bir kenara bırakırsak- bir asra yakın bir süre sürdürebildikleri genel barış halinden bir yaz mevsiminin tamamını bile dolduramayan olaylar neticesinde vazgeçme durumuna geldiler? 

Şüphesiz ki, Kosova Savaşı'nın yıldönümü olan 28 Haziran'daki suikast ve hemen ardından yaşanan diplomatik bir bunalımı ifade eden "Temmuz Krizi", tarihin kaydettiği en yıkıcı savaşlardan birisi sayılacak bu topyekûn harbin çıkış nedenini izah etmede yetersiz kalacaktır. Üstelik 1914 yılının ilk aylarında yaşanan diplomatik gerilimler önceki yıllardan daha azdır. Fransa'nın Berlin büyükelçisi Jules Cambon 12 Haziran'da şu satırları kaleme alır: "Şu andaki ortamda, bizim için bir tehdit oluşturacak bir şeyin bulunduğunu düşünmüyorum; hatta, tersine olumlu bir hava seziyorum." Oysaki sadece iki hafta sonra Saraybosna'da hem bir kıtanın hem de dünyanın kaderi değişecekti.

Balkan savaşları dönüm noktası

Aslında Avrupa, savaşın başlamasından önceki on yıl içinde, yani 1904 ile 1914 yılları arasında dört defa genel bir savaş tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Bu tehlikelerden ilki 1905-1906 yıllarında Fransa'nın Fas'taki yayılmasını durdurmak amacıyla Almanya'nın yaptığı girişimlerin sonucudur. Tehlike kabilinden addedilebilecek ikinci olay 1908 senesinde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun Bosna-Hersek'i ilhakı üzerine gene Avrupa'daki güç dengelerinin ve tarafların yeniden şekillenmesidir. 1911'de yaşanan Agadir Olayı ve ikinci bir Fas sorunu "saldırgan" Alman diplomasisine karşı İngiliz-Fransız ve Rus ittifakının pekişmesine sebebiyet vermiştir. Avrupa'nın merkezî güçlerini teğet geçmekle birlikte Osmanlı İmparatorluğu'nu doğrudan etkileyen son olay ise 1912-1913 yıllarında vuku bulan Balkan Savaşı'dır. Osmanlı İmparatorluğu'nun kesin mağlubiyetiyle neticelenen bu savaş Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Rus Çarlığı'nın çıkarlarını karşı karşıya getirmiş ve Birinci Dünya Savaşı'na giden yolda oluşan ittifakların şekillenmesinde önemli dönüm noktalarından bir tanesini teşkil etmiştir.



Mustafa Kemal Paşa, Enver Paşa ve Bahriye Nazırı Cemal (sakallı olan) Paşa. 1917. 

Almanya'nın arzuları

Avrupa'yı ve geçen yüzyılın başlangıcındaki sosyal, politik ve iktisadî şartların bir sonucu olarak dünyanın geri kalan kısımlarını da yöneten Avrupalı devlet ve hükümet başkanları da daha önceden bir şekilde kapsamlı bir savaşa dönüşmeden uzlaşılan çatışma konularının nihayet genel bir askerî hareketliliğe yol açacağı beklentisindeydiler. Hatta Kayzer II. Wilhelm, Belçika Kralı Albert ile 6 Kasım 1913 tarihinde gerçekleşen buluşmasında yıllardır beklenen bir savaşın artık "kaçınılmaz" olduğu yolunda ikaz eder. Zira, genç alman imparatorluğu halkı yılda 800-900 bin kişi artıyor ve bu yeni kitle için yiyecek ve istihdam olanakları bulunması gerekiyordu. Aynı zamanda, Alman ulusunun sadece Avrupa'da değil, tüm dünyada güç ve prestij sahibi olma arzusu hızlı bir yükseliş göstermekteydi. Alman İmparatorluğu'nun uygulamaya koyduğu, Bismarck'ın sağduyulu dış politikasının terki demek olan ve Weltpolitik olarak adlandırılan bu siyasetin temelinde küresel etkinlik elde etme düşüncesi bulunmaktadır. Almanya'nın Weltpolitik'i ise yüzyılın başında hala en önemli emperyalist devlet olan İngiltere'nin hegemonyasına açık bir tehdit teşkil etmekteydi. Almanya'nın oluşturduğu tehlike öylesine büyüktü ki, "otokrat" Rusya eski rakibi liberal İngiltere ve cumhuriyetçi Fransa ile dostluk ve yakınlık kurmak durumunda kalmıştır.

Kaçınılmazlığı hususunda üzerinde bir uzlaşı olan savaş, Saraybosna'daki suikast ile Avrupa'nın gündemine gelir. Suikastın ardından "Temmuz Krizi" adlandırmasını haklı çıkarırcasına, cephelerdeki sıcak çatışmalardan evvel diplomatlar arasındaki ültimatomlar ile şekillenen bir ara dönem yaşanır. Bu ara dönemde ilk olarak Avusturya-Macaristan İmparatorluğu 23 Temmuz'da Sırbistan'a bir ültimatom verir. Ültimatomda, Sırbistan dâhilinde Habsburg karşıtı faaliyetlerin bastırılması için önlemler alınmasına ve Habsburg yetkililerinin suikast soruşturmasına katılmasına yönelik talepler yer almaktadır. Sırp hükümeti verdiği cevapta bu son husus dışındaki tüm şartları kabul ettiğini belirtir; ancak Habsburg hükümeti bu cevabı yetersiz bularak Sırbistan'la olan tüm ilişkileri sona erdirir ve 28 Temmuz tarihinde savaş ilan eder. 

Avusturya-Sırbistan savaşı halinde başlayan çatışma ilk önce, Çar'ın hükümetinin "Sırbistan'ın ezilmesine göz yumulamayacağı" gerekçesiyle ve hemen ardından Belgrad'ın topa tutulduğu haberi üzerine bir Avusturya-Rusya savaşına dönüşür. Devletlerin genel seferberlik ilanları birbirlerinin peşi sıra gerçekleşir ve Temmuz ayında başlayan diplomatik savaş Ağustos ayında artık tüm Avrupa'yı kapsayan genel bir harp halini almıştır. Savaşın başlangıcında tüm tarafların beklentisi hızlı ve kesin sonuç alınacak hücumlar neticesinde 1914'ün kış aylarına kadar savaşı bitirmek ve Noel'i muzaffer askerler olarak evlerinde karşılamayı temin etmekti. Fakat savaşın başlangıcındaki bu düşünce ve temennilerin hiçbiri gerçekleşmemiş, barıştan çok milliyetçi çağrılara destek veren halkların da desteğiyle beraber, savaş başladığı tarihten dört yıl sonra ardında milyonlarca ölü bırakarak nihayete ermiştir. 

Osmanlı üzerindeki hedefler

Almanya ile İngiltere arasındaki sosyo-ekonomik çatışma beraberlerinde birçok devleti de sürükleyerek muhtemel bir diplomatik çözümü göz ardı ederek muharebe meydanlarında çözülmeye çalışılmıştır. Aynı zamanda Almanya ile Rusya'nın Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili farklı yönlerdeki tasavvurları Berlin ile St. Petersburg arasındaki çekişmeyi de şiddetlendirmekte ve Osmanlı İmparatorluğu'nu da bu mücadelenin içine çekmektedir. 

Avrupa orduları 1914 yılının Ağustos ayında savaş meydanlarına çıkarken, Avrupa'nın "Temmuz Krizi" süresince yapılan uzun müzakereler neticesinde, Osmanlı devlet adamları da uzun yıllardır askerî ve siyasî ortaklıklar kurduğu Almanya ile 2 Ağustos 1914 günü Said Halim Paşa'nın yalısında imzalanan bir gizli antlaşma ile bu sefer doğrudan silah arkadaşlığına adım atmıştı. Zira, İngiltere ve Rusya ittifakına katılmak amacıyla yaptığı öneriler reddedilmişti.

Dünya savaşının başlamasından hemen bir yıl önce, Balkan Savaşı'nda Balkan İttifakı devletleri önünde ağır bir yenilgi yaşayan ve Rumeli topraklarını kaybeden Osmanlı İmparatorluğu, Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın ve Alman askerî danışmanlarının reformları neticesinde kısa bir sürede nispeten durumunu iyileştirmiştir. Zira, 2 Ağustos'ta imzalanan gizli antlaşmanın maddelerinden biri de Osmanlı ordusunun sevk ve idaresinin bir Alman askerî heyetine danışılarak yürütülmesi idi.

Savaşın başladığı anda, Osmanlı İmparatorluğu askerî, ekonomik ve lojistik meseleler bakımından ciddi bir savaşı götürecek durumda değildir. Almanya bu durumun farkında olmakla birlikte, kendisi açısında Osmanlı ile yaptığı ittifakın çekici olan noktaları Fransız ve İngiliz sömürge imparatorluklarındaki Müslümanlar ile Balkan devletleri üzerindeki etkisidir. Aynı zamanda Osmanlıların Rus gemilerinin boğazlardan geçişini ve Rusların Doğu Anadolu'yla ilgili tasarılarını engellemesi beklenmekteydi. Bu beklentiyi II. Mahmud zamanında Osmanlı ordusunu modernize etmek üzere İstanbul'a gelen Helmuth Karl Bernhard von Moltke'nin yeğeni, Alman Genelkurmay Başkanı Helmuth Johann Ludwig von Moltke şöyle ifade eder: "Mümkün olduğu kadar çok İngiliz ve Rus birliğini Avrupa savaş alanından uzaklaştırmak Osmanlıların görevidir." 



Yavuz kruvazörü

"Yeni bir yurt"

Osmanlı devlet adamları ise bu ittifakın kısa sürecek ve muzaffer olunacak böyle bir savaş neticesinde dış tehditlerin bertaraf edilerek imparatorluğun sağlamlaştırılmasına ve kurumlarının modernleştirilmesine yarayacağını umuyorlardı. Ayrıca Almanya ile yapılan antlaşmayla birlikte hayata geçirilmek istenen bir diğer tasavvur özellikle dikkate değerdir. Söz konusu adım Balkan bozgunu sonucunda kaybedilen Rumeli toprakları yerine ikame edilecek yeni ve idealize edilmiş bir yurt hedefini gerçekleştirmek düşüncesidir. Bu yeni yurdun bir ayağı Anadolu'da diğer ayağı ise Hazar Denizi'nden Orta Asya'ya dek uzanmaktadır. Savaş sonrasında bu geniş coğrafyada Türk ve Müslüman unsurlara dayanan yeniden biçimlendirilmiş ve güçlendirilmiş bir devleti tesis etmek fikri, savaşı hem bir fırsat hem de zorunluluk haline getirmiştir. Dolayısıyla, Rus Çarlığı ile mücadeleyi gerektiren bu şartlar altında Osmanlı İmparatorluğu'nun Almanya ile ittifak kurması olağandır.

Osmanlı savaşa erken girdi

2 Ağustos 1914'te Almanya ile imzalanan antlaşmaya dört gün sonra, 6 Ağustos'ta eklenen bir maddeye göre Osmanlı İmparatorluğu, Bulgaristan Almanya'nın yanında yer aldıktan sonra savaşa dâhil olacaktı. Ancak hiç beklenmedik bir anda meydana gelen "Yavuz" ve "Midilli" olayı Osmanlı İmparatorluğu'nu çok daha erken bir zamanda savaşa soktu. 1914 Ağustos'unda meydana gelen bu olay, Alman Donanması'na ait Goeben ve Breslau kruvazörlerinin Fransa'nın Kuzey Afrika'daki limanlarını bombalamaları üzerine, Akdeniz'deki İngiliz gemileri tarafından Çanakkale Boğazı'na dek takip edilmeleri ve Boğaz'dan geçen bu kruvazörlerin Osmanlı hükümeti tarafından satın alındığının ilan edilmesi üzerine başlamıştır. İsimleri değiştirilen kruvazörlere Osmanlı bayrağı çekilir ve mürettebatına Osmanlı bahriyesi üniformaları giydirilir.

Ekim ayında ise "Yavuz" ve "Midilli" kendilerine eşlik eden birkaç adet Osmanlı savaş gemisiyle birlikte Amiral Wilhelm Souchon kumandasında Karadeniz'e açılarak Rusya'nın Sivastopol ve Novorrosiysk limanlarını topa tutması Rusya'nın Kasım ayında Osmanlı İmparatorluğu'na savaş ilan etmesiyle sonuçlanır. Böylelikle Osmanlıların Kafkasya'da, Çanakkale'de, Mısır'da, Irak'ta, Filistin'de, Makedonya'da ve Galiçya'da dört yıl boyunca sürdürmek zorunda kalacağı nihaî savaşa dâhil olur. Kazanılan birkaç muharebe haricinde Osmanlı ordusu savaştığı cephelerin çoğunda mağlup olmuştur. 14 Kasım 1914 günü, Fatih Camii'nde ilan edilen son "cihâd-ı ekber" de aynı zamanda Devlet-i Aliyye'nin sonuna ve bir devrin batışına işaret eder. 

[email protected]
 

 

Cengiz Yolcu, İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'nde Araştırma Görevlisi'dir. 
USA SABAH GAZ:


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum