YÜKSEL YILMAZ: KURAN'DA HAYVANLARIN KONUŞTUĞUNA İNANANLARA CEVAP

Tevrat ya da İncil’de Süleyman Peygamberin ordularında cinlerin olduğuna ve Peygamberin onları istihdam ettiğine dair hiçbir ifade yoktur. Fakat her nedense Talmud ve hahamlara ait rivayetler bu hususta ayrıntılıdır (*)

YÜKSEL YILMAZ: KURAN'DA HAYVANLARIN KONUŞTUĞUNA İNANANLARA CEVAP
12 Şubat 2015 - 09:50

KURAN’DA HAYVANLARIN KONUŞTUĞUNA İNANANLARA CEVAP

 

Tevrat ya da İncil’de Süleyman Peygamberin ordularında cinlerin olduğuna ve Peygamberin onları istihdam ettiğine dair hiçbir ifade yoktur. Fakat her nedense Talmud ve hahamlara ait rivayetler bu hususta ayrıntılıdır (*).

 

Bazıları derler ki: “Kur'an-ı Kerim burada, insanlardan, cinlerden ve kuşlardan meydana gelen birbirinden farklı üç ayrı ordu zikreder. Ayrı birer askerî sınıfı ifade etmeleri için de her üç kelimede belirlilik (harf-i tarif) ön eki kullanılmıştır. Binaenaleyh "el-cin" ve "et-tair" kelimeleri ve mânâları "el-ins" kelimesinin içine dâhil edilemez.” Çünkü onlara göre “her ikisinin de, insanoğlundan ayrı ve farklı iki sınıf olması mümkündür.”  Bu kimseler “âdem” ile “insan” sözcüklerini birbirine karıştıran, tenakuzu “vardır bir hikmeti” diye geçiştiren, Arapça bir kelimeye farklı anlamları zorla sokan, “insan” ve “âdem” sözcüklerinin karşıt sözcüğünü bile çözemeyen ve geleneksel olarak daha önce ne söylendiyse tekrarlayan ama başka neler söylenmiş olabilir diye merak edip de araştırmayan tembellerdir.

 

Bazıları der ki: "’Vadi'n-neml’ terkibinin, bir vadinin ismi olduğunu kabul etsek ve Beni Nemle adında da bir kabile ile de meskûn olduğunu farzetsek bile, böyle bir kabileye mensup birinden 'Nemle' diye bahsetmemiz Arapça ifade tarzına ve kullanımına aykırıdır.” Onlara göre: “Hayvan isimleri ile anılan birçok Arap kabilesi bulunmasına rağmen hiçbir Arap, mesela Kelb veya Esed kabilesinin mensûbundan, "Bir köpek dedi" veya "Bir aslan dedi" diye bahsetmez; binaenaleyh "Nemle" kabilesine mensup birisinden; "Bunu bir karınca dedi" diye söz etmek Arapça ifade tarzına aykırı olur.” Burada gözden kaçanın şu olduğunu hatırlatıyoruz: Burada Süleyman peygamberden bahsediliyor ve kendisi Arap değildir. Süleyman peygamberden ve döneminden Arapça bahsedilmesi  “falanca kabileden hiçbir Arap böyle demez” şeklindeki bir açıklamayla izah edilemez. Yani Araplarda böyle bir gelenek olmayabilir ama Süleyman peygamber döneminde pekâlâ olabilir. Nitekim Süleyman peygamber Kuran’da Arapça konuşturuluyor diye yaşantısında Arapça konuşmamıştır.

 

Bu tip insanlardaki zekâya bakın hele ki, “Sonra, Nemle kabilesinden bir ferdin; "Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin ki, Süleyman (a.s) ve orduları, farkında olmayarak sizi ezmesinler." diyerek konuşması anlamsız olur. İnsanlardan oluşmuş bir ordunun, bir grup insanı farkında olmayarak ezdiği tarihte hiç vaki değildir” diyorlar. Yahu sen babanın gözüne girdiğinde gerçekten girmiyorsun. Ya da suyolunda kırılan aslında testi değil. Yahut zamanı gelince lazım olacak olan ve saklanması gereken aslında saman değil. Günümüzde samanı ne kadar saklarsan sakla lazım olmaz. Ben sana daha ne diyeyim? Burada da ordunun ihtişamının ifadesi söz konusudur yoksa gerçekten karıncaların ezilmeleri değil.

 

Buradaki mecazı görmeyenin şunu demesi ne acıdır: “Eğer bir ordu bir yere hücum niyeti ile gelmişse, baskına uğrayan tarafın evlerine sığınmaları zaten bir fayda vermez. Çünkü işgalciler onları evlerine kadar takip eder ve daha acımasız bir şekilde ezerdi. Fakat ordu sadece sefer yürüyüşü halinde ise ona, yalnızca yolu açmak yeterli olur. Orduların sefer yürüyüşlerinden insanlar zarar görebilir, ancak farkında olmayarak insanları ezmeleri hiç de olacak şey değildir.”

 

Adamcağız devamında daha da saçmalıyor: “Dahası, bir hucüm tehlikesinin söz konusu olmadığı bir durumda o şöyle demiş olacaktı: Ey Nemleliler! Hz. Süleyman'ın (a.s) ordularının geçişinin size zarar vermemesi için yolları açınız." Burada kendisine “Hz” diye hitab edilen birinden “size zarar vermemesi için” deniliyor. Yahu “hazreti” ise zarar verir mi? Hem “hazreti” diyecek, hem de zararından söz edecek… Çelişmesi normal; aksine çelişmemesi hayrete şayan olurdu…

 

Adam bir türlü hızını alamıyor ve bakın ne diyor. “Bir karıncanın kendi türünün fertlerini, vukubulacak bir tehlike karşısında uyarması ve yuvalarına girmelerini söylemesi aklen hiç de hayret verici değildir.” Neden hayret verici olsun? Hayvanlar arasında da haberleşme var. Karıncalar Süleyman peygamberin büyük bir orduyla yola çıktıklarını görünce telekomünikasyon yoluyla uzaktaki karıncaları haberdar ediyorlar: “Burada acayip büyük bir ordunun hazırlandığına şahidiz. Ayakaltından çekilin yoksa ezilir ölürsünüz.” Bir an için bunun doğru olduğunu kabul etseniz ne ders çıkarırsınız? Sonuç var; hikmet yok. Ne olmuş yani çekilin dediyse? ..

 

Mecaz demek bazen mesaj demektir. Mecaz demek bazen zekâ demektir. Mecaz demek bazen az bir ifadeyle çok şey anlatmak demektir. Mecaz demek bazen mitolojiden ve şirkten kurtulmak demektir.

 

Süleyman peygamberin bunu nasıl işittiği sorusunu şöyle cevaplıyorlar: “Vahiy Kelam'ı gibi çok hafif bir çağrıyı kavrayıp anlayabilen duyular sahibi bir şahıs için, karıncanın sesli konuşmasını anlamak hiç de zor değildir.” Al sana şirk! Kulu ne yaptı gördünüz mü? Zaten Allah’a mahsus hiçbir şeyi geriye bırakmadılar. Allah’ın her sıfatını bir bahaneyle bir peygambere ya da veliye de layık gördüler. Allah hayvanların lisanını bilebilir; ama kul bunu bilecek kadar yüceltilirse hiç olmazsa bu konuda da Allah’a bir ortak bulunmuş demektir. Âdemoğlu Allah’a mahsus bir sıfat bırakmadı geriye… Her sıfatına ille bir ortak buldu… Âdemoğlu, bir yandan Allah’ın vahid’liğini söylerken diğer yandan vahid olmadığını da söyleyebilecek kadar cambaz oldu.


Nitekim olgu değil de şahıs göklere çıkarılıyor. Peygamberin dua etmesini taşıdığı harikulade üstünlüklere bağlıyor. Deniliyor ki: “Maamafih böyle muhteşem ve anlamlı bir güce sahip birisinin, karıncanın konuşmasını uzaktan duyabilmesi ve anlamasında şüphesiz o kimseyi gurur ve kibire sevkedecek bazı olağanüstülükler vardır. Bu da insanı gurur ve kibire sevkeder. Ancak böyle bir durumda, Hz. Süleyman'ın (a.s) yaptığı duanın bir anlamı olabilir.”

 

Biz de diyoruz ki: Kardeşim, bu senin dediğin Kuran’ın üslubunu ve peygamberler hakkındaki tanıtımı bilmemek demek olur. Onlar bize örnek olsun diye Kuran’da yer alırlar. Bahsettiğin gibi harikuladeleri ya da mucizeleri olursa bize model olamazlar. Onların dua etmeleri sadece kibirlenmenin önüne geçme gayreti ise bizde harikulade haller olmadığı için o zaman hiç dua da etmeyelim. Hayır! Onların duası takvalarından ötürüdür ve takvalarıyla da bize örnektirler. Güce olan vurgu bu gafil kişiler açısından Peygamberdir; çünkü “böyle muhteşem ve anlamlı bir güce sahip birisinin” diyor; ama Kuran’da güçlü olduğuna dair apaçık vurgu ‘ordu’dur. Fakat Kuran’da her ne övülürse övülsün övgünün varacağı nihai sonuç Allah’ın kudretidir.

 

Şu halde Kuran’ı anlama konusunda sığ ve önyargılı olunmamalıdır. Kuran’ın üslubu idrak edilmelidir. Kuran’ın karakteri anlaşılırsa ne denmek isteneceği de anlaşılacaktır. Kuran’a yaklaşma usulümüz bodoslama olmamalıdır. Çıkardığımız sonuç işimize yaramalıdır. Allah’a ortak koşucu varsayım ve sonuçlardan uzak durulmalıdır. Allah’a mahsus sıfatlar kullarında da var kabul edilmemelidir. Bunu kabul ettirmek için “Allah’ın izniyle var” da denmemelidir. Sünnetullah’a aykırı bir konuda Allah’ın izninin de olmayacağı hatırda tutulmalıdır.
 

DİPNOT: * (Yahudi (Jewish) Ansiklopedisi: Cild:11, sh: 440). 


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum