Reklam
Reklam
Av. Abbas BİLGİLİ

Av. Abbas BİLGİLİ

[email protected]

KARACAOĞLAN'IN PENCERESİ

11 Temmuz 2025 - 19:13

 

KARACAOĞLAN’IN PENCERESİ

 

Bizim pencereler yele karşıdır

Muhabbet dediğin karşı karşıdır

Girebilsen şu sinemde neler var

Gülüp oynadığım ele karşıdır.

 

Bugün türkü olarak da söylenen bu dörtlükte Karacaoğlan belli ki dışarıdan görünmeyen içimizdeki yangın yerine vurgu yapmaya çalışıyor ama pencerelerimizin yele karşı, yani önünün açık olduğunu söylemeyi de ihmal etmiyor. Şair Mehmet Ali Kalkan, Köyümden Gönlümden isimli deneme kitabında bu dörtlük üzerinden değerlendirme yaparken, “Bizim pencerelerimizin önüne başka birisi ev yapmazdı, önümüzü kapatmazdı, güneşimizi manzaramızı kesmezdi. Hepimizin hepimize saygısı vardı” diyor. Bugünkü pencerelerin “yele karşı” değil, beton duvarlara karşı olduğunu dikkate alacak olursak, Karacaoğlan’ın da Mehmet Ali Kalkan’ın da ne kadar haklı olduklarını anlarız. Pencerenin sadece var olması değil, var olan pencerenin önünün de açık olmasının anlam ve değerini daha nasıl anlatsın bu insanlar?  

Ancak, bu dörtlükte başka şeyler de var. Her ne kadar pencerelerin yele karşılığı üzerinden giriş yapılsa da, devamındaki son iki mısrada “girebilsen şu sinmede neler var” diyerek, bir kapalılıktan bahsediliyor. Ve sinedeki pencere kapalı olduğu için içerideki yangın yerinin görünmediğine değiniliyor. Dışarıdan bakanlar, “gülüp oynamayı” görüyorlar ve kapalı pencerenin arkasındaki yangından haberleri yok. Yürek bir yangın yeri ve pencereyi kapatarak “ele karşı” gülüp oynama pozisyonu söz konusu.

Belli ki, Karacaoğlan’ın içindeki dünya ile dışarıda görünen dünyasının hayli farklı hatta zıt olduğu anlaşılıyor. El dediği çevresine karşı gülüp oynasa da, içinde bambaşka bir acı ve hüzün var. Ancak bunu dışarıya belli etmemeye çalışıyor. Sebebinin de mahalle baskısı olduğu belli. Bu durum bir çok kişide mevcuttur. “El ne der” endişesi ile içinde taşıdığı sevdayı, acıyı, hüznü belli etmemeye çalışır. İçi yanarken dışarıda gülüp oynuyormuş gibi davranmasının devamlılığını da içi dıştan ayıran bir pencerenin olmayışına bağlayabiliriz. Nitekim bu penceresizliği, “Girebilsen şu sinemde neler var” dizesi ile anlatmaya çalışıyor. Girebilmeyi sağlayacak kapı ya da pencerenin olmayışı, büyük ozanın içindeki sevdanın, hüznün kapalı yerde kalmasını sağlıyor. 

Karacaoğlan genellikle elinde sazı köy köy dolaşıp çeşme başında gördüğü güzellere “Ela gözlerini sevdiğim dilber” diye başlayan içi dışı bir şiirleriyle bilinse de, yukarıda pencere üzerinden tahlil etmeye çalıştığımız şiirinde olduğu gibi, dışta neşeli, içte acı şiirleri de var. Bu farklılık her zaman neşe – acı çelişkisi şeklinde olmasa da, bir başka iç – dış farklılığına bürünmüş olabilir. 

Nitekim bir başka şiirinde yanlış tanınmış ya da tanıtılmış olmaktan yakındığını görüyoruz. Her çeşme başında gördüğü güzele şiir söylemiş olmasını farklı yorumlayanlara şöyle bir sitem gönderdiğini görüyoruz:

Karacaoğlan der ki isimim överler

Ağı oldu yediğimiz şekerler

Güzel sever diye isnad ederler

Benim Hak’tan özge sevdiğim mi var?    

 

Büyük ozanın yanlış anlaşılmaktan dolayı hayli dertli olduğu görülüyor. Hak’tan özge sevgisinin olmadığını, kendisine isnad edilenlerin gerçeği yansıtmadığını, bu yanlış anlaşılmanın, yediği şekerleri zehir (ağı) ettiğini söylüyor. Burada da iç ile dış çelişkisinin mevcudiyeti dikkatlerden kaçmıyor. İçinde Hak (Tanrı) sevgisi olduğu halde kendisine başka sevgi isnad edildiğini anlatmaya çalışıyor. Burada da dış ile iç arasında görüntüyü engelleyen penceresizlik söz konusu. İçini gösteren bir pencere olsaydı belki de böyle bir şiir söyleyerek kendini izah etmek durumunda kalmayacaktı. 

İşte tam da burada, iyi ki Karacaoğlan’a şiirler söyleten köyler, köy çeşmeleri, çeşme başında testisini dolduran güzeller, çiçekler, ağaçlar, kuşlar, böcekler ve dahi Hak sevgisi  varmış diyoruz. Ve bu mevcutlara açılan bir pencerenin de penceresizliğin de onun gönül telini titrettiğini ve dizelerin bu minval üzre döküldüğünü anlıyoruz.

 

   

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum