Av. Abbas BİLGİLİ

Av. Abbas BİLGİLİ

[email protected]

HAÇLILARIN "ANTAKYA ŞARKISI"

20 Mayıs 2025 - 09:27 - Güncelleme: 20 Mayıs 2025 - 09:32

HAÇLILARIN “ANTAKYA ŞARKISI”

Abbas Bilgili

Türklerin Anadolu’da ilerleyerek yerleşmeye başlaması ve 1071’deki Malazgirt Zaferi, Bizans İmparatorluğu’nu daha da kaygılandırmış ve bu iş için çare düşünülürken, Papa’dan yardım istemek akıllarına gelmişti. Esasen bu durum Papa’nın da tam istediği bir şeydi. Avrupa’daki büyük bir kitleyi Anadolu üzerinden Kudüs’e doğru yönlendirebilirse, hem bu büyük kitlenin başı sayılacak hem de karmaşık durumdaki eli silahlı ve büyük ölçüde çapulcu bu kitleyi Avrupa’dan uzak tutmuş olacaktı. Papa II. Urbanus, 27 Kasım 1095 günü Fransa’da Clermont Konsili denilen toplantıyı yaptı ve kitleleri yönlendirecek meşhur konuşmasını yaptı. Konuşmanın özü, Bizans’a yardım görüntüsü altında, kutsal toprakların Hıristiyanlarca yeniden ele geçirilmesi gerektiğiydi. Müslümanların kutsal toprakları ele geçirdikten sonra bölgede Hıristiyanlara kötü davrandıkları iddia ediliyor ve toplu bir hareketle kutsal toprakların fethedilmesi hedefleniyordu. Papa’nın ateşli konuşmasından etkilenen halk kitleleri “Tanrı istiyor! Tanrı istiyor!” diye bağırıyorlardı. Bu yolculuğa çıkacakların günahlarının affedileceği garantisi de Papa tarafından verilmişti. Mülklerinin de gidip dönene  kadar kilisenin korumasında olacağı söylendi. Halk galeyana gelmişti. Papa, bu isteğinin tüm Avrupa’da kilise çevrelerinde ve feodal beyler nezdinde yayılmasını sağladı. Kutsal topraklara doğru yola çıkmak hem günahları affettirecekti, hem de doğudaki zenginliklerden pay kapmalarına sebep olacaktı. Papa’nın arzusu tüm Avrupa’da dilden dile yayıldı. Özellikle Pierre I’Hermite (Piyer Lermit) isimli gezgin bir keşişin konuşmaları çok etkili oluyordu. Meczup tavırlı bu adam adeta kitleleri büyülüyordu. Bu adamın topladığı binlerce kişi, bazı şövalyeler eşliğinde çocuk ve kadınları kitleye katarak İstanbul’a doğru yürümeye başladılar. Elbiselerinin üzerine haç işareti bulunan bir bez iliştirilmişti, bu sebeple “Haçlılar” diye anılıyorlardı. Halkın Haçlı Seferi denilen bu ilk kalabalık, gittikleri yerlerde yağma ve çapulculuğu  da ihmal etmiyorlardı. İstanbul’a geldiklerinde Bizans İmparatoru bunların durumunu görünce bir an önce İstanbul’dan ayrılmalarının iyi olacağını düşündü, çünkü yağmadan İstanbul da nasibini almıştı. İmparator bunları bir an önce İstanbul’dan uzaklaştırmak için karşıya geçmelerine yardımcı oldu. Ancak bunların Türkler karşısında başarı şanslarının olmadığını da tahmin etmişti. Nitekim bu tahminde yanılmadı ve daha İznik’e vardıklarında Selçuklu savaşçılarının tuzağına düşerek büyük bir yenilgiye uğradılar. Çoğu öldürüldü, bir kısmı da kaçarak kurtuldu.    

Haçlılar bu yenilgi üzerine, bu defa daha organize ve daha hazırlıklı hareket etmeleri gerektiğini anlamışlardı. Esasen Avrupa’nın değişik bölgelerinden geldikleri için aralarında anlaşmazlıklar da gözden kaçmıyordu. Özellikle ele geçirecekleri yerlerde kimin hakimiyet kuracağı konusunda aralarında ciddi anlaşmazlıklar vardı. Birinci Haçlı Seferi denilen kalabalık grup, İstanbul üzerinden Anadolu’ya geçerek ilerlemeye başladı ve Eğridir’de ikiye ayrılarak bir grup Kilikya (Adana ve çevresi) üzerinden Torosları aşacak, diğer grup ise Kayseri ve Maraş üzerinden gidecekti. 

Kudüs’ ulaşabilmek için Antakya gibi o dönemin en önemli kentlerinden birini ele geçirmek zorunluydu. Çünkü 10 yıldır Türklerin elinde olan Antakya’yı ele geçiremeden ilerlemek, arkada kendileri için büyük tehlike oluşturacaktı. Esasen Antakya da Hıristiyanlar için kutsal bir yerdi, çünkü İncil’in bazı versiyonları Antakya’da yazılmıştı, Hz. İsa taraftarlarına ilk defa Antakya’da  Hıristiyan denilmişti.   

Surların önünde kamp kuran Haçlı Ordusu’nun Antakya’yı ele geçirmesi kolay olmadı. Surları aşarak içeriye girmek kolay değildi. Surları aşsalar bile iç kale de kolay ele geçirilebilecek bir yer değildi. İşte bu zorluklar karşısında aylarca bekleyen ordu açlıkla karşı karşıya kaldı. İlk geldiklerinde verimli bahçelerden, ovalardan bol bol yararlandılar. Ancak bu çok büyük kalabalığı doyuracak kaynaklar tükenince ciddi bir açlık krizi baş gösterdi. 1097 yılına girildiğinde civarda yiyecek namına bir şey kalmamış ve erzak tükenmişti.  

 

Bu imkansızlığa rağmen Haçlılar Antakya’yı ele geçirdiler. Antakya’nın kuşatılması ve ele geçirilmesinde “Kutsal Mızrak” gibi ilginç hikayelerin de rolü olduğu biliniyor. Ayrıca Türk Ordusu’ndaki Firuz isimli bir Ermeni komutanın ihanetinin de büyük rolü olduğunu hemen bütün tarihçiler yazıyor. Ancak bunlar başka yazıların konusu olmak üzere, bu yazıda bir haçlının yazdığı söylenen Antakya Şarkısı veya Antakya Destanı isimli metinden bahsetmek istiyoruz.

Bu dönemde akıl almaz davranışlar içine girerek öldürülen Türklerin cesetlerini, mezarlıklardan çıkardıkları Türk cesetlerini yediklerini kendi kaynakları yazmaktadır. Haçlı seferine katılan Richard de Pelerin (Hacı Rişar)’ın yazdığı Chanson d’Antioche (Antakya Destanı) adındaki metinde görülen şiirlerin bazıları dikkate değecek kadar önemli olduğu için aşağıda sunulmaktadır:

 

Asaletlü Piyer l’Ermit otağının önünde oturuyordu.

Krak Tafur bir çok adamları ile çıkageldi.

Bunlar bin kişiden fazla ve açlıktan şişmiştiler.

“Asaletmeab! Rahmeti rahman adına bana yol göster,

Zira açlıktan ve zayıflıktan ölüyoruz” dedi.

Piyer cevap verdi: “Cebin (korkak) olduğunuzdandır” dedi.

Haydi, şurada ölmüş yatan Türkleri toplayınız,

Tuzlar ve pişirirseniz, pekala yenir onlar.”

Krak tafur, “Doğru söylüyorsunuz” dedi.

Otağdan ayrıldı, avanesini çağıdı,

Toplandıklarında on bin kişiden çoktular.

Türkler yüzüldü, barsakları çıkarıldı,

Etlerinden haşlama ve kebap yapıldı.

Doyasıya yediler, amma ekmeksiz olarak.

Bunu gören putperestler (Türkler?) pek korktular,

Et kokusundan hep duvarlara dayandılar.

Yirmi bin putperest, bu avaneyi seyretti;

Ağlamadık Türk kalmadı.

 

Avane birbirine şöyle diyordu: “İşte karnavalın son günü Mardi Gra geldi. Şu Türk eti zeytinyağında pişmiş domuz sırtından ve jambonundan daha iyi oluyor.” Çayırlarda artık Türk ölüsü bulamayınca:

 

Mezarlıklara vardılar, ölüleri çıkardılar,

Hepsini üst üste yığarak bir tepe haline getirdiler,

Çürümüş olan barsakları Nehr-ül As’a attılar;

Etlerin derilerini yüzüp rüzgârda kuruttular.

Bu rezilliğin sonucu olarak, artık Haçlı karargâhı bir ordu görünümünden çıkmıştı. Birçok haçlı, bitab bir halde inlemekte, bir kısmı da civarda köpek leşi gibi şeyler aramaktaydı. 

Antakya Şarkısı olarak bilinen bu metin tam olarak henüz Türkçeye çevrilmiş değildir. Yukarıda kısa bir alıntı yaptığımız bölüm Raşid Ener’in Haçlılarla ilgili kitabından alınmıştır. Antakya Şarkısı (Chanson d’Antioche)  Türkçeye çevrilmemiş olmakla birlikte Hülya Taflı Düzgün isimli bir akademisyenin bu kitapla ilgili İngiliz arşivlerinde bir çalışma yaptığı ve çalışmasını “Ortaçağ’da Anadolu’dan İngiltere’ye Antakya’nın Şarkısı’nda Türkler” ismiyle yayınladığını biliyoruz. Bu çalışmada  bu destan ya da şarkının 9582 mısradan oluştuğu belirtiliyor. Yazanın Birinci Haçlı Seferi’ne katılan Richard de Pelerin isimli kişi olduğu ve günlük olarak yazdığı, daha sonra da bu günlüğü Graindor de Douai isimli kişinin kendine göre uyarladığı belirtiliyor. Haçlıların yazdığı bu metinde gerçekle kurgunun iç içe olduğu da belirtiliyor. Metnin başlangıcından itibaren Antakya öncesi yolculuk ve Türklerle karşılaşmaların anlatıldığı ve  2000’inci mısradan son mısra olan 9582’inci mısraya kadar olan büyük bölümün Antakya ile ilgili olduğu belirtiliyor. Bu şarkıyı yazmanın nedenlerinden birinin de Birinci Haçlı Seferi’ne İngiltere adına katılan Norman Dükü Robert’i kahraman gibi göstermektir deniyor. Yine Hülya Taflı Düzgün’ün çalışmasından öğreniyoruz ki, Haçlıların Türk cesetlerini yemesinin etkisiyle onüçüncü yüzyılda yazılan yemek tarifi kitaplarına Türk Kafası Pastası /Turtası isimli bir pasta çeşidi girmiş. Görüldüğü üzere, Haçlı Seferleri ilginç konular barındırıyor ve bunların içinde Türkler ve Antakya ile ilgili hayli ilginç, çeşitli ve zengin malzeme mevcut. Ancak bu metinlerin henüz Türkçeye çevrilmemiş olması büyük eksiklik. Türkleri aşağılıyor olabilir ama bunları bilmek, incelemek ve üzerinde çalışarak eleştirel metinler oluşturmak da Türklere düşmüyor mu? 

Tolstoy, “Din Nedir” isimli çalışmasında “Hıristiyanlıkla alay edercesine, Haçlı seferlerine başlandı, Hıristiyanlık adına en acımasız suçlar işlendi” diyor.  Ünlü filozof Nietzsche ise “Doğu zengin, Haçlılar yağmacı” dedikten sonra  “Gelin önyargılarımızı bir kenara bırakalım! Haçlılar; korsanlığın yüceltilmiş bir biçiminden başka bir şey değildi!” diyor. Etkisi günümüze kadar süren ve devam eden Haçlılar konusunun özellikle Türkler tarafından iyi bilinmesi gerekir. Antakya tarihinde de çok önemli yeri olan Haçlıların Antakya üzerine çalışanlarca da ayrıntılı incelenmesinde yarar var.

Dipnotlar:


 Steven Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, Çeviren: Fikret Işıltan, Cilt I, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1986, s. 168 

 Raşid Eker, Türklere Karşı Haçlı Seferleri, Bilgi Yayınevi, 2. Baskı, Ankara 1993, s. 45 , 46

 Hülya Taflı Düzgün, Ortaçağ’da Anadolu’dan İngiltere’ye Antakya’nın Şarkısı’nda Türkler, Siyasal Yayınevi, 2019, Ankara, s. 38, 40, 57

 Friedrich Nietzsche, Deccal, Çeviren: Ayça Kaya, Say Yayınları, 5. Baskı, İstanbul 2020, s. 85

 

 

 

 

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum