Ufuk Aykol: Kırım Mecmuası

KIRIM MECMUASI’NDA TATAR KİMLİĞİVETÜRK BİRLİĞİ DÜŞÜNCESİ

Ufuk Aykol: Kırım Mecmuası
30 Ekim 2013 - 16:43

KIRIM MECMUASI’NDA TATAR KİMLİĞİVETÜRK BİRLİĞİ DÜŞÜNCESİ

            Ufuk AYKOL

Kırım Mecmuası

            Kırım Mecmuası, yayın hayatına 3 Mayıs 1334 (1918)’de İstanbul’da başladı. Nitekim henüz daha iki ay önce kurulmuş olan Kırımlılar Cemiyet-i Hayriyesi tarafından yayınlanıyordu. Bu Kırım Tatar cemiyeti esasında kendisinden daha önce kurulan Tatar Cemiyet-i Hayriyesi’nin bir devamı niteliğindeydi. Bunu göz önünde bulundurduğumuzda da cemiyetin evvelce bir tecrübesi olduğunu varsayabiliriz ve ancak da böyle İstanbul’da etkili bir Kırım Tatar lobisi gibi çalışmayı başarabildiler.[1]

            Bu cemiyetin yayın organı olan Kırım Mecmuası, aynı zamanda cemiyetin kurucu üyelerinden biri olan Kütüphane-i Sudi’nin sahibi Kırımlı Süleyman Sudi Bey tarafından neşredilmekteydi. Mecmuada Kırımla ilgili hemen her haber duyurulmaya çalışılmıştır.Bunun haricinde dergide Türk dünyası ile ilgili ilmi, edebi, dini ve içtimai konular işlenmiştir. Ömer Seyfettin, Hamdullah Suphi, Celal Nuri ve Hüseyin Cahid gibi dönemin önemli Osmanlı aydınlarının yazıları da mecmuada yayınlanmıştır. Ancak o dönem için meşhur kalemlerin de yazmasına karşın derginin ömrü 23 sayı sürmüştür. Kuruluşundan bir yıl sonra 15 Mayıs 1335 (1919) tarihinde mecmuanın yayın hayatı sona erer.[2]

            Kısa süreli de olsa derginin yayın hayatı boyunca üstlendiği misyon değişmez. Nitekim önsöz niteliği taşıyan “Tuttuğumuz Yol” başlıklı imzasız yazıda da belirtildiği üzere Kırım Mecmuası; “Osmanlı Türkleri ile Rusya Müslümanları arasında rabıtayı ilmiyye ve harsiyye tesisine çalışır.”[3] Elbette İsmail Hakkı Gaspıralı’nın da etkisiyle eğitimde tekamül ve lisan meseleleri de dergi için ayrıca bir ehemmiyet taşır.

            Yazıların içeriğine ve hatta sadece yayınlanan yazıların başlıklarına dair baktığımızda Kırım Mecmuası için milli bir amaç edinmiştir denebilir.[4] Ayrıca Kırım’ın tarihi karakterleri, coğrafi ve kültürel değerlerini konu alan yazılar da yoğun bir şekilde mecmuanın içinde yer tutar. Böylece insanların dikkati Kırım’a çekilmeye çalışılır.

            Mecmuadaki yazanların çoğu yine Kırımlı muhacirler olmuştur. “Ak Topraklar” dedikleri Osmanlı’ya sığınmış ama gönülleri yurtlarında kalmış kimselerdir.

            Tatar Kimliği ve Türk Birliği

            İsmail Hakkı Gaspıralı’nın, mecmua içinde tekerrür eden “Dilde, fikirde, işte birlik” şiarı üzerine bu mesele birkaç kez ele alınır. Fakat “Türk birliği” tefekkürü ya da belki de Osmanlıcılık düşüncesi hususuyla çeliştiği için “Tatar” meselesi üzerine alenen çok gidilmez.

            Bu hususa ilk değiniş “Tuttuğumuz Yol” başlıklı derginin ilk yazısındaki giriş yazısında olur. Özellikle Türk Birliği gayesine denk düşecek şekilde Tatarların ve Osmanlı Türklerinin can ve kan kardeşi oldukları söylenir. Ayrıca bu kardeşliğin yanı sıra tarih ve ırk olarak da tek bir millet olduğu ifade edilir.[5]

            Osmanlı Türkleri demelerinin sebebi de Türkleri boy olarak değil, coğrafi olarak adlandırmalarından ileri gelir. Gerek Osmanlıcılık düşüncesine karşı duruşları gerekse kendi gayelerine de hizmetleri için de belki de en uygun niteleme budur.

            Rusya, Kafkasya, Türkistan, Sibirya, Çin, Macaristan ve Finlandiya’daki Türklerden; Osmanlı Türklerinin arkadaşı olarak bahsedilir ve MoskofyaÇarlığı’nın asırlarca süren şark siyaseti sebebiyle bugün bu arkadaşlığın açıldığından yakınılır.

            Fakat dikkate değer bir husus olarak Kırım parçalanırken onu kurtaracak bir “Altınordu”nun bulunmayışından dergide yayınlanan ilk şiirde söz edilmesi fark edilir.[6]Kırım Hanlığı 1774 yılında Küçük Kaynarca Antlaşması’na göre özerkliğe (ki şahsımca hanlığın Osmanlı’dan ayrılışı özerkliğe kavuşması değil, esarete düşmesi demektir) kavuşmasının ardından Osmanlı’dan bir yardım beklenilmemiştir. 1777’de Şahin Giray’ın tahta oturmasının en önemli destekçi de nitekim Çariçe II. Katerina’ydı. Başkentin Bahçesaray’dan Kefe’ye taşınması ve beraberinde gelen “modernleşme” reformları da özerkliğin hemen esasında ondan evvel Çariçe Elizabeth döneminden itibaren Kırım’ın Ruslaşması için içtimai çalışmalara başlanmıştı. Dönemin Kırım Hanı Şahin Giray’ın saltanatı sırasında 1783 yılında da Rus orduları Kırım’a girmiştir.[7]

            Elbette ki bu tarihsel süreç içinde Kırımlılar Osmanlı’dan özerkliği kazanmanın aslında onları esarete düşürdüğünü anladılar. Belki de bu düşünce münasebetiyle adı geçen şiirde medet (belki de yardım istemeye yüzleri olmadığı için) Osmanlı’dan değil, Altınorda gibi evvelki büyük Moğol-Tatar devletinden düşlenmiştir.

            Bu görüşün haricinde; Kırım Hanlarının kendilerini “Selatin-i Cengizi” olarak kabul ettikleri ve Cengiz Han’ın mührünü kullandıkları kendi eski güçlü devletlerine Osmanlı’dan daha fazla yakın bulmuşlardır. Nitekim Cengiz Han’ın Moğol İmparatorluğu’nun bakiyesi olan Altınordu’da zamanla Tatarlar yükselmiş ve yönetimi ele geçirmişlerdi.

            Tamamen vatan özlemi ile yanan bir şair tarafından yazılan şiirdeki bu ufak nokta dahi ehemmiyet arz edebilir. Türk Birliği gayesine ters düşmemekle birlikte belki de Osmanlıcılık düşüncesine gayri ihtiyari bir tepkidir.

            Türk milletini parçalayan iki kuvvet vardır mecmuaya göre; “Rus pençesi” ve “Milli gaflet”. Birinci kuvvetin ise kırıldığı söylenir ancak 93 Harbi’nde dahi Rus ordusunda Kazan Tatarlarını görmek mümkündür.

            Millet için; “dini ve dili bir cemiyet” tanımı yapılır. Hatta bu tanımı yapan kişi bizzat Ömer Seyfettin’dir.[8]Yazısında özellikle dil birliği bahis konusu olup ana açıklama lehçe ve dil farklılığı üzerine yoğunlaşır. Türklere lehçe farklarını lisan farklılığı zannettiren Rus siyasetidir ve onlar Türklerin birleşmesini istemiyorlardı.

            Türk Birliği’nin gerçekleşmesi şüphesiz Rus politikasına aykırıydı lakin o vakitler (belki Rusların çalışmaları belki de Türklerin kendi aralarındaki anlaşmazlıkları yüzünden) bir Türk Birliği’nden ya da dergide diğer bir adıyla da ayrıca sıkça anılan “Büyük Turan”dan bahsetmek ne derece mümkün olabilirdi? Turan, sadece dış devletlerin politikaları yüzünden mi gerçekleşemedi yada o dönemde gerçekleşemiyordu?

            Orhun Yazıtları’nın bulunması ve bir anda Türk tarihinin başka bir bölümünün de aydınlanmış olması bu devre rast gelse dahi bunun etkisi bile sadece belli bir entelektüel kesim üzerinde kalmış olacaktır.

            “Tatar” meselesinin ortaya çıkışı ve adlandırılışındaki bu kesim ayrımın altında da nitekim Ruslar vardı. Onlar kuzey Türklerine; “Siz Tatarsınız,” demişlerdi. Oysa kuzey Türkleri de en az İstanbullular, Anadolulular, Semerkandlılar, Türkistanlılar ve Kafkasyalılar kadar Türk’tüler.

            Ömer Seyfettin yazısında Tatarlığı ve Tatarcayı bir adım öteye götürüp onların başka bir kavim olduklarını söyler. Kuzey Türkleri (yani bizim adlandırdığımız Tatarlar veyahut Nogaylar) kati suretle Tatar değildiler.

            Tatar adı daha çok Moğolları ihtiva eder. Nitekim bu görüşün doğruluğu ve muhtevası bu yazının konusu değildir, lakin Moğollar Batı kaynaklarına da “Tartar” olarak geçmişlerdir.

            Lisan konusu o derece önemliydi ki; Türklerin lisanca birleşmesi bütün Turan’ın birleşmesi demekti. Gaspıralı da bu gaye içinde tekrar tekrar yad edilir ve Turan halkının geri kalış sebebi olarak da onu dinlememiş olması gösterilir.

            Kırım Mecmuası; Türk Birliği gayesi ile Tatar adının ayrılıkçı olduğuna dikkat çeker ve kendilerini (Kırım muhacirlerini) kuzey Türkleri olarak görürler. Onlar da en az Osmanlı Türkleri kadar “Büyük Turan”ın bir parçasıydılar. Derginin muhtevası da hemen hemen bu şekildedir.

            Fakat “Tatar kimliği” hususunda belirtilmesi gereken ve şu an tehlikeli olmasa dahi bir karşıtlık mevcuttur. Kimi Tatarlar, Türk olduklarını samimiyetle kabul ederken; Anadolu’da yaşamasına karşın “Bir Tatar sadece Tatar’dır,” görüşünü benimseyenler de vardır. Oysa bu mesele göründüğü kadarıyla müphem de değildir. Buna kanıt olarak da; Tatar muhacirlerin ağırlıklı olarak Anadolu’ya göç etmiş olmaları gösterilebilir. Bu vaziyet her şeyin izahıdır.

            KAYNAKÇA

Arabacı, Murat, “Türkiye’de Kurulan İlk Kırım Türk Teşkilatları”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C. 1, S. 2, Kış 2008, s. 47-65

Kahraman, M. , “Kırım İçin”, Kırım Mecmuası, S. 2 (3 Mayıs 1334/1918), s. 2

Kırım Mecmuası, “Tuttuğumuz Yol”, Kırım Mecmuası, S. 1 (3 Mayıs 1334/1918), s. 1

Kuzucu, Serhat, “II. Katerina Dönemi Osmanlı-Rus İlişkilerinde Kırım”, Türk Dünyası Araştırmaları, S. 185, Nisan 2010, s. 107-118

Seyfettin, Ömer, “İçtimaiyat; Büyük Türklüğü Parçalayan Kimlerdir”, Kırım Mecmuası, S. 1 (3 Mayıs 1334/1918), s. 3-5

Türk, Hatem, “Kırım Mecmuası”, Karadeniz Araştırmaları, S. 18, Yaz 2008, s. 71-81

 

 

[1] Murat Arabacı, “Türkiye’de Kurulan İlk Kırım Türk Teşkilatları”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C. 1, S. 2, Kış 2008, sf. 63.

[2]Hatem Türk, “Kırım Mecmuası”, Karadeniz Araştırmaları, S. 18, Yaz 2008, sf. 72

[3]İmzasız, “Tuttuğumuz Yol”, Kırım Mecmuası, S. 1, (3 Mayıs 1334/1918), sf. 1.

[4] Daha henüz ilk sayıdan bunlara örnekler verilebilir; “Kırım İçin”, “Büyük Türklüğü Parçalayan Kimlerdir”, “Çarizm’in Hortlaması İhtimali”, “Kırım’ın Şanlı Tarihinden; Bora Gazi Giray Han” ve “Karadeniz ve Kırım”.

[5] İmzasız, “Tuttuğumuz Yol”, Kırım Mecmuası, S. 1, (3 Mayıs 1334/1918), sf. 1.

[6] M. Kahraman, “Kırım İçin”, Kırım Mecmuası, S. 1, (3 Mayıs 1334/1918), sf. 2.

[7] Serhat Kuzucu, “II. Katerina Dönemi Osmanlı-Rus İlişkilerinde Kırım”, Türk Dünyası Araştırmaları, S. 185, Nisan 2010, sf. 10

[8] Ömer Seyfettin, “İçtimaiyyat; Büyük Türklüğü Parçalayan Kimlerdir”,Kırım Mecmuası, S. 1 (3 Mayıs 1334/1918) sf. 3

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum