Türkiye Suriye politikasını değiştiriyor mu?

Türkiye'nin Ortadoğu Politikası

Türkiye Suriye politikasını değiştiriyor mu?
21 Şubat 2013 - 09:05

Türkiye yaz aylarından bu yana Suriye kaynaklı üç ağır kriz atlattı. Haziran ayında Türk savaş uçağının düşürülmesi, Akçakale’de beş kişinin yaşamını yitirdiği saldırı ve Cilvegözü’ndeki terör saldırısı. Bu üç tırmanma Türkiye’yi sıcak çatışma tehlikesine yaklaştırırken Suriye politikasının da kamuoyunda daha sert bir biçimde tartışılmasına yol açtı. Suriye’deki kriz ikinci yılına girerken devlet başkanı Beşar Esad’ın hala iktidarını koruyor olması sadece muhaliflerin değil tüm uluslararası toplumun konuya yaklaşımını değişime zorluyor. Peki Türkiye de bu değişime ayak uyduracak mı?

Türkiye, Suriye’deki krizin ilk günlerinde, 2000’li yılların ikinci yarısında Ortadoğu’ya açılım politikalarının dayanak noktasını oluşturan Şam yönetiminin arkasında durmuş, “değişimin Beşar Esad ile olacağını” savunmuştu. Ankara, 2011 Mart’ında Suriyeli tutukluları serbest bırakan Esad yönetimini kutlamış, reformlar konusunda cesaret vermişti. Bu destek Mayıs ayına kadar sürmüştü. Ankara ile Şam’ın kopuşu yaz başında Suriye’ye yönelik müdahale olasılığının öne çıkmasıyla gerçekleşmiş, 1 Haziran’da Türkiye, geçmiş yönetimlerin hiç yapmadığı bir yönteme başvurarak Suriyeli muhaliflerin Antalya’da toplanmasına izin vermişti. O gün o toplantı salonunda Esad aleyhine sloganlar atılmış, tekbirler muhalefetin baskın dünya görüşünün ipuçlarını vermişti. Bu toplantı Şam’ı şok etmişti. Daha sonra İstanbul muhalif toplantılarının merkezi oldu.

Yine de Türkiye Suriye rejimi ile ilişkilerini Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun kritik ziyaretini yaptığı Ağustos ayına kadar devam ettirebildi. Ama yaz aylarında Türkiye önce rejim aleyhine sonra doğrudan Esad’ı hedef alan sözlerle ipleri kopardı. Burada Türkiye’nin beklentisi Esad’ın, Mısır’da Mübarek’in, Libya’da Kaddafi’nin yaşadığı gibi hızlı bir düşüş yaşamasıydı. Dolayısıyla Esad aleyhinde, rejim aleyhinde sarf edilen sözlerin maliyeti olmayacağı düşünüldü.

Ancak görünen o ki Suriye rejiminin askeri gücü ve arkasındaki halk desteği doğru okunamadı. İran ve Rusya’nın Esad rejiminin arkasında bu kadar sağlam durması öte tarafta Batı’nın isteksizliği tahmin edilemedi. Doğru okunamayan bir başka şey de muhalefetin dağınıklığı, liderlikten yoksunluğu ve tabanının sanıldığı kadar geniş olmamasıydı. Türkiye bu nedenle Suriye ile ipleri erken kopardı denilebilir. Belki araya mesafe konularak ilişkiler belli bir düzeyde tutulabilse Suriye meselesinin Türkiye’ye verdiği zarar azaltılabilirdi. Çünkü Esad’ın başkanlığında geçen her gün Türkiye için maliyet demek.

İki yıl sonunda ortaya çıkan gerçek şu ki Suriye’deki durumu yapılan açıklamalar, beklentiler, niyetler ve planlar değil sahadaki gerçekler belirliyor. Suriye ile ilgili ülkelerin politikalarını da öyle. Sahadaki gerçekler ise net:

  • Suriye muhalefetinin dışarıdan gelen onca desteğe rağmen Esad rejimini devirmeye yetecek gücü olmadığı görüldü.
  • Suriye halkının şiddet kullanmaktan çekinmeyen, düzensiz ve radikal güçler yerine memnun olmasa da bu rejimi ehveni şer olarak gördüğü ortaya çıktı.
  • İran ve Rusya’nın ne olursa olsun Suriye yönetimi desteklediği anlaşıldı.
  • Başta ABD olmak üzere Batı’nın gerek ekonomik gerekse politik nedenlerle askeri müdahaleye istekli olmadığı görüldü.

Bu durumu Suriye muhalefetinin yeni lideri Muaz El Khatib de gördü ve rejimle ön şartsız konuşabileceğini açıkladı. Dolayısıyla şimdi yeniden diplomatik çabalar öne çıktı.

Uluslararası arenada Suriye ile ilgili hava bu nedenle hızla değişiyor. Amerika’nın yeni Dışişleri Bakanı John Kerry yeni bir yaklaşım getireceği iddiasında. Başkan Obama “Kongo ile Suriye’de ölen insanlar arasında bir ayırımı yapamayacağını” söyleyerek meseleyle arasına mesafe koydu, muhaliflere daha güçlü silah verilmesi konusunu yine reddetti. Tıp metaforu yapmak gerekirse, ABD için Afganistan ve Irak’ta yapılan operasyonlar vücudun daha az hayati bir organındaki operasyon gibi ise de Suriye’nin İsrail’e yakınlığı düşünüldüğünde, Amerikan çıkarları açısından adeta beyine yakın bir ameliyat gibi. Dolayısıyla burada yapılacak bir hata uzun vadeli sonuçları açısından ölümcül olabilecektir. Bu nedenle askeri operasyon olasılığı az. BM Özel Temsilcisi Lakhdar Brahimi de yeni girişimden söz ediyor. Rusya ve İran da uzun bir süredir bunun için çalışıyor.

Arap Birliği de bu yaklaşımı destekliyor. Peki bu noktada Türkiye’nin politikası değişiyor mu?

Türkiye’nin Esad sonrasına yönelik stratejik planlamalarının değişmesi söz konusu değil. Zaten olmamalı da. Çünkü bu rejimin uzun vadede yaşama şansı yok. Ancak geçiş dönemi beklenenden uzun olabilir. Dolayısıyla Türkiye’nin kendini bu sürenin maliyetini azaltacak şekilde yeniden konumlandırması gerekiyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun son açıklamaları “Siyasi diyalogsa hemen şimdi ama eli kana bulanmamış olanlar ile” sözleri bu değişimin Ankara tarafından görüldüğünün işareti. Bu bir politika değil söylemdeki ton değişikliğidir.

devamı için...

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum