SÖZLER KALEMİN UCUNDA DONUYOR!
11 Şubat 2023 - 16:50 - Güncelleme: 11 Şubat 2023 - 17:01
SÖZLER KALEMİN UCUNDA DONUYOR!
Ayşe İlker
Kötülüğü, iyilik; bencilliği vericilik; hırs ve kini mütevazılık/alicenaplık olarak gösteren bir simülasyon evrenindeyiz.
Evet, bir simülasyon çağı bu çağ ve yine Jean Baudrillard’ı hatırlamadan edemiyorum. Her şey görüntüden ibaret, görüntüleri gösterenlerin bilmemizi istediği kadar dünya. Mıhlanıp kalıyoruz camların karşısına-televizyon, bilgisayar, cep telefonu-, başka bir dünya yok artık zihinlerimizde. Bizi yönetenlerin, algılarımıza yön verenlerin istedikleri kadar her şey!
Böyle olmasaydı inanılır mıydı gözümüzün önüne getirilmiş, allanmış pullanmış sahtekȃrlıklara? Yalan dolanlara gerçek muamelesi yapar mıydık? Kalkınmadığımız halde kalkındığımıza, eğitilmediğimiz halde eğitildiğimize, borca sürüklendiğimiz, enflasyondan belimiz kırıldığı halde iyi yolda olduğumuza inanır mıydık?
Görüntü ve imaj, bu simülasyon evrenin en kıymetli iki sığınağı! Muktedirler, simülasyon evrenine sığınır, yeni planlar, yeni filmler, yeni senaryolar üretirken ve daha daha albenili sözlerle girerken insanların damarına, felaket bütün kapılarını ardına kadar açarak geldi coğrafyamızın güneydoğusuna. Depremle birlikte camdan fırladı kapatılmak istenen, üstü örtülen ve gizlenen her şey!
Felaketin adı, deprem! Ama artık ne depremi ne felaketi tanımlayabilecek cümlelerimiz var.
Sözler, kalemin ucunda donuyor.
Cümleler gökyüzüne dağılıyor dizilirken.
Anlatmak, yorumlamak, göstermek nafile.
Söz okyanusunda çaresiz kalmak bu.
Varlık aleminde yoklukla yüzleşmek böyle.
Semavatın arzı seyre dalması hep yıldızlı değilmiş...
Arz kükreyince bulutlar, yıldızlar ve ay ağlıyor ama asıl dualarımız ağlıyor aklımızı gömdüğümüz için arza.
Dua edelim, tamam; ama öncesinde sağlam bina yapmayanları, rant peşinde koşanları, insanları aldatanları ve tamahkârlığın yelkeninde hızlananları durdurmalı değil miydik? Bu değil miydi asıl dua?
Kader dediğimiz şeyin bu kadar basit yorumlara indirgendiği bir zihin dünyasında arz yutmaz mı insan oğlunu? Sȃdık yârimiz kara toprak bir canavara dönüşmez mi? Yesevî Babamızın girip çıkmadığı toprak, ona dost oluyor da bize neden düşman kesildi?
Soru.. soru.. sorular...
Türk Milletinin feraseti olmasaydı biz bu soruların altından kalkamazdık!
Aldatılan, koyun yerine konan ve üstünde oyunlar oynanan, coğrafyası romantik söylemlerle mültecilere peşkeş çekilen Türk Milleti olmasaydı bu felaketin, bu depremin yaraları hiç bir zaman sarılamazdı!
Ayşe İlker
Kötülüğü, iyilik; bencilliği vericilik; hırs ve kini mütevazılık/alicenaplık olarak gösteren bir simülasyon evrenindeyiz.
Evet, bir simülasyon çağı bu çağ ve yine Jean Baudrillard’ı hatırlamadan edemiyorum. Her şey görüntüden ibaret, görüntüleri gösterenlerin bilmemizi istediği kadar dünya. Mıhlanıp kalıyoruz camların karşısına-televizyon, bilgisayar, cep telefonu-, başka bir dünya yok artık zihinlerimizde. Bizi yönetenlerin, algılarımıza yön verenlerin istedikleri kadar her şey!
Böyle olmasaydı inanılır mıydı gözümüzün önüne getirilmiş, allanmış pullanmış sahtekȃrlıklara? Yalan dolanlara gerçek muamelesi yapar mıydık? Kalkınmadığımız halde kalkındığımıza, eğitilmediğimiz halde eğitildiğimize, borca sürüklendiğimiz, enflasyondan belimiz kırıldığı halde iyi yolda olduğumuza inanır mıydık?
Görüntü ve imaj, bu simülasyon evrenin en kıymetli iki sığınağı! Muktedirler, simülasyon evrenine sığınır, yeni planlar, yeni filmler, yeni senaryolar üretirken ve daha daha albenili sözlerle girerken insanların damarına, felaket bütün kapılarını ardına kadar açarak geldi coğrafyamızın güneydoğusuna. Depremle birlikte camdan fırladı kapatılmak istenen, üstü örtülen ve gizlenen her şey!
Felaketin adı, deprem! Ama artık ne depremi ne felaketi tanımlayabilecek cümlelerimiz var.
Sözler, kalemin ucunda donuyor.
Cümleler gökyüzüne dağılıyor dizilirken.
Anlatmak, yorumlamak, göstermek nafile.
Söz okyanusunda çaresiz kalmak bu.
Varlık aleminde yoklukla yüzleşmek böyle.
Semavatın arzı seyre dalması hep yıldızlı değilmiş...
Arz kükreyince bulutlar, yıldızlar ve ay ağlıyor ama asıl dualarımız ağlıyor aklımızı gömdüğümüz için arza.
Dua edelim, tamam; ama öncesinde sağlam bina yapmayanları, rant peşinde koşanları, insanları aldatanları ve tamahkârlığın yelkeninde hızlananları durdurmalı değil miydik? Bu değil miydi asıl dua?
Kader dediğimiz şeyin bu kadar basit yorumlara indirgendiği bir zihin dünyasında arz yutmaz mı insan oğlunu? Sȃdık yârimiz kara toprak bir canavara dönüşmez mi? Yesevî Babamızın girip çıkmadığı toprak, ona dost oluyor da bize neden düşman kesildi?
Soru.. soru.. sorular...
Türk Milletinin feraseti olmasaydı biz bu soruların altından kalkamazdık!
Aldatılan, koyun yerine konan ve üstünde oyunlar oynanan, coğrafyası romantik söylemlerle mültecilere peşkeş çekilen Türk Milleti olmasaydı bu felaketin, bu depremin yaraları hiç bir zaman sarılamazdı!
FACEBOOK YORUMLAR