Türk tarihinde hayvan sevgisi nasıldı?

Atalarımız çaylak, akbaba gibi vahşi kuşlara bile şefkat ve sevgiyle davranır, hayvanlara eziyet edenleri kadıya şikâyet ederdi.

Türk tarihinde hayvan sevgisi nasıldı?
23 Şubat 2014 - 12:58

Hay­van­la­ra ya­pı­lan kö­tü mu­ame­le­nin ge­rek­ti­ği gi­bi ce­za­lan­dı­rıl­ma­ma­sı tar­tı­şı­lı­yor. Sa­yı­la­rı çok faz­la ol­ma­sa da hay­van­la­ra kar­şı vah­şi­ce dav­ra­nan­la­ra rast­la­ma­ya baş­la­dık. Hâl­bu­ki bir za­man­lar Ba­tı­lı sey­yah ve el­çi­ler ata­la­rı­mı­zın hay­van­la­ra kar­şı şef­kat ve sev­gi do­lu dav­ra­nış­la­rı­nı şaş­kın­lık­la an­la­tır­dı. Me­tin An­d’­ın “16. Yüz­yıl­da İs­tan­bu­l” isim­li ki­ta­bı ile Bus­becq, Wra­tis­lav, Ger­lach, Derns­chwam, Ped­ro gi­bi sey­yah ve el­çi­le­rin ha­tı­ra­la­rın­da bu ko­nuy­la il­gi­li bir­çok ör­ne­ğe rast­la­nır.

KUŞLAR SERBEST BIRAKILIRDI

Av­ru­pa­lı el­çi ve sey­yah­la­ra gö­re ata­la­rı­mız hay­van­la­ra şef­kat ve sev­giy­le dav­ra­nır­lar­dı. 16. yüz­yı­lın son­la­rın­da Os­man­lı İm­pa­ra­tor­lu­ğu­’na ge­len Ba­ron Wra­tis­lav, so­kak­ta bir Rum sa­tı­cı­dan kuş sa­tın alıp, on­la­rı dua­lar ede­rek ser­best bı­ra­kan bir Tür­k’­ü an­la­tır­ken, bu du­ru­mu ala­ya alır.
Os­man­lı dö­ne­min­de ötü­cü kuş­la­rın ka­fe­se ko­nu­lup, öz­gür­lük­le­ri­nin elin­den alın­ma­sı­nı is­te­me­yen bir­çok ki­şi­ye rast­la­nır­dı. Kuş sa­tı­cı­la­rın­dan pa­ra ve­re­rek kuş­la­rı alan­lar, bu hay­van­la­rı kır­la­ra gi­de­rek ser­best bı­ra­kır­lar­dı.

Avus­tur­ya El­çi­si Bus­becq, bu ko­nu­da gör­dük­le­ri­ni şöy­le an­la­tır: “Bi­zim ma­hal­le­nin ya­kın­la­rın­da ya­yıl­mış dal­la­rı ve yo­ğun yap­rak­la­rı ile dik­kat çe­ken ko­ca­man bir çı­nar var. Ba­zen kuş­baz­lar yan­la­rın­da ge­tir­dik­le­ri kü­çük kuş­lar­la bu çı­na­rın al­tı­na yer­le­şir­ler. Et­raf­la­rı­na top­la­şan­lar­dan bir­ço­ğu bir­kaç ba­kır pa­ra kar­şı­lı­ğın­da bu kuş­la­rı el­le­riy­le bi­rer bi­rer azat eder­ler. Kuş­lar ge­nel­lik­le bu çı­na­ra ko­nup ken­di­le­ri­ni ka­fes­le­ri­nin ki­rin­den te­miz­ler ve ka­nat­la­rı­nı çır­pa­rak ötü­şür­ler. On­la­rı esa­ret­ten kur­ta­ran Türk­ler de bir­bir­le­ri­ne “Din­le bak, na­sıl da se­vi­ni­yor ve ba­na te­şek­kür edi­yo­r” der­ler.

Nağ­me­le­riy­le kır­la­rı ve or­man­la­rı dol­du­ran kü­çük kuş­la­rın öl­dü­rül­me­si­ne hat­ta ka­fe­se ka­pa­tıl­ma­sı­na ra­zı ol­maz­lar. Bu dav­ra­nış on­la­rın hür­ri­yet­le­ri­ni en­gel­le­mek­tir di­ye dü­şü­nür­ler. Fa­kat bu hu­sus­ta bir fi­kir ay­rı­lı­ğı var­dır. Ba­zı Türk­ler gü­zel şa­kı­yan bül­bül­le­ri tu­tar ve ba­har ge­lin­ce ki­ra­ya ve­rir­ler.”

ÇAYLAK SEVGİSİ

Türk­ler çay­lak­la­ra kar­şı da şef­kat ve sev­giy­le dav­ra­nır­lar­dı. Ata­la­rı­mız çay­lak­la­rın şe­hir­le­ri te­miz tut­tu­ğu­na ina­nır­lar­dı. Bu yüz­den de şeh­rin üze­rin­de uçan çay­lak­lar için et bu­lun­du­rur­lar­dı. Bun­dan do­la­yı da çay­lak­lar İs­tan­bu­l’­dan ek­sik ol­maz­dı. Bu vah­şi kuş­lar bi­le Türk­le­r’­in sev­gi­sin­den ev­cil­leş­ti­ri­le­bi­lir ha­le gel­miş­ler­di. Bir ıs­lık ça­lın­dı­ğın­da ge­lip, ha­va­ya atı­lan eti pen­çe­le­riy­le ya­ka­lar­lar­dı. Çay­lak­la­rı kim­se öl­dür­me­ye ça­lış­maz­dı. İs­tan­bul­lu­lar ara­sın­da­ki ina­nı­şa gö­re çay­lak­la­rın Pey­gam­be­ri­mi­z’­e hiz­met et­miş ol­duk­la­rı­na ina­nı­lır­dı. Ölen­ler­den ak­ba­ba ve çay­lak gi­bi vah­şi kuş­la­rın bes­len­me­si için va­si­yet ya­pan­lar olur­du. Ölen ki­şi­nin gö­mül­dü­ğü yer­de kuş­la­ra et, ci­ğer gi­bi yi­ye­cek­ler ve­ri­lir, bu yüz­den de ak­ba­ba ve çay­lak­lar o böl­ge­den ay­rıl­maz­lar­dı.

KUŞA EZİYET EDEN VENEDİKLİ

Bus­becq, ata­la­rı­mı­zın hay­van­la­rın in­san­la­rın şef­ka­ti­ne ve yar­dı­mı­na muh­taç ol­duk­la­rı­na inan­dık­la­rı­nı, bu yüz­den de bir hay­va­na ezi­yet edi­le­rek öl­dü­rül­me­si ve­ya çek­ti­ği acı­dan zevk alın­ma­sı­nın Türk­le­r’­i hid­de­te boğ­du­ğu­nu söy­le­yip, bu ko­nu­da bir de ör­nek ha­di­se an­la­tır: “Bu­na ör­nek ola­rak bir Ve­ne­dik­li ku­yum­cu­nun ba­şı­na ge­len­le­ri an­la­ta­bi­li­rim. Bu adam kuş tut­ma­ya me­rak­lıy­dı. Ya­ka­la­dık­la­rı ara­sın­da gu­guk ku­şu bü­yük­lü­ğün­de ve ben­ze­ri renk­te bir kuş var­dı. Ku­şun ga­ga­sı kü­çük ol­mak­la be­ra­ber gırt­la­ğı çok bü­yük ve ge­niş­miş.

Ağ­zı­nı aç­ma­ya zor­lan­dı­ğı za­man içi­ne bir in­san yum­ru­ğu sı­ğa­bi­lir­miş. Ku­yum­cu şa­ka­cı bir adam­dı. Ku­şun bu ga­rip­li­ği­ne şaş­tı­ğı için onu evi­nin gi­riş ka­pı­sı üs­tü­ne ka­nat­la­rı iki ya­na açık ola­rak bağ­la­mış, ağ­zı­nı da açık tut­mak için çe­ne­si­nin or­ta­sı­na bir tah­ta par­ça­sı yer­leş­tir­miş. So­kak­tan ge­çen Türk­ler du­rup baş­la­rı­nı kal­dı­ra­rak ku­şa ba­kı­yor­lar­mış. Fa­kat onun can­lı ol­du­ğu­nu ve kı­mıl­da­dı­ğı­nı gö­rün­ce ha­li­ne acı­yıp bu za­rar­sız ku­şa böy­le azap ver­me­nin suç ol­du­ğu­nu söy­le­miş­ler.

Ku­yum­cu­yu evin­den ça­ğır­tıp en­se­sin­den tu­ta­rak ka­dı­nın hu­zu­ru­na çı­kart­mış­lar. Ka­dı ada­ma so­pa ce­za­sı ver­mek üze­rey­ken Ve­ne­dik El­çi­si­’nin ada­mı ge­lip, (iki dev­let ara­sın­da­ki ant­laş­ma­ya gö­re) suç­lu­nun ken­di­si­ne tes­lim edil­me­si­ni is­te­miş. Hâ­kim iyi kalp­li bi­riy­miş ve da­va­yı hal­let­me­ye ha­zır­mış ama Türk­le­r’­in iti­raz­la­rı kar­şı­sın­da bu ta­le­bi güç­lük­le ka­bul ede­bil­miş. Ku­yum­cu da böy­le kur­tul­muş.”

Kedi ve köpekler sokakta aç bırakılmazdı

Kuşları besleyenlerin yanı sıra, denizdeki balıklar için denize yiyecek atanlara da sık rastlanırdı. Kedi ve köpekler sokakta aç bırakılmaz doyurulurdu. Sokaklarda “kediye, köpeğe et” diye bağıran satıcılardan alınan etler hayvanlara verilirdi. Hatta kedi ve köpeklere pişmiş et verilirdi. Evlerin çatılarına kuşlar için yiyecek bırakılırdı.

İnsanlar, özellikle yavrulamış bir köpek varsa ona yemek artıkları, kemik ve ekmek taşırlardı. Busbecq, hayvanlara yiyecek verenlere, “Bir hayvana verdiklerini bir Hıristiyan’a olmasa bile neden kendilerinden olan akıl sahibi birine vermediklerini” sorduğunda şu cevabı almıştı:
“Her gaye için kullanılabilen ve asil bir nesne olan akıl insanoğluna Allah tarafından ihsan edilmiştir. Ancak insan bu aklı kötüye kullanabiliyor. Başına gelen felaketlere kendi hatası sebep olduğundan merhamete pek layık değil. Halbuki Allah hayvanlara insiyaki istekleri ve beslenme arzuları dışında hiçbir şey bağışlamamıştır.”

Avrupalı ile Türkler’in farkı

Avus­tur­ya El­çi­si Bus­becq, Türk­le­r’­in at­la­ra dav­ra­nı­şı­nı şöy­le an­la­tır: “Köy­lü­le­rin tay­la­ra ne ka­dar özen gös­ter­dik­le­ri­ni gör­düm. On­la­rı ok­şar­lar, ev­le­ri­ne alır­lar, ner­dey­se sof­ra­la­rı­na ka­bul eder­ler. Tay­la­rı san­ki ço­cuk­la­rı gi­bi sev­dik­le­ri söy­le­ne­bi­lir. Bu­nal­ma­dık­ça hiç­bir za­man öf­ke­le­ri­ni çı­kar­mak için hay­van­la­ra so­pay­la vur­maz­lar. Bu­nun ne­ti­ce­si ola­rak da at­lar in­san­la­ra ga­yet ve­fa­kâr dav­ra­nır. Onun için, te­pen, ısı­ran, huy­suz, inat­çı bir ata hiç rast­la­maz­sı­nız. Bun­lar son de­re­ce na­dir­dir. Bi­zim me­tot­la­rı­mız ise ne ka­dar da fark­lı­dır? Bi­zim se­yis­ler at­la­ra de­vam­lı ba­ğır­maz­lar­sa, gö­ğüs­le­ri­ne vur­maz­lar­sa at­la­rın hiç­bir şey yap­ma­ya­cak­la­rı­nı zan­ne­der­ler. Böy­le dav­ran­ma­nın ne­ti­ce­si ola­rak ne za­man ahı­ra gi­re­cek ol­sa­lar hay­van­lar kor­ku­dan tit­rer ve on­lar­dan nef­ret eder­ler.”

Avusturya Elçisi

Flaman kökenli olan Busbecq, 1554-1555, 1555-1562 tarihlerinde Avusturya Elçisi olarak İstanbul’da bulunmuştur. Elçinin seyahatnamesi, İstanbul’da iken İtalya’daki öğrencisi Nicholas Michault’a yazdığı dört mektuptan meydana gelmiştir. İlk defa 1643’te yayınlanmış ve aslı Latince olan eser birçok Avrupa diline çevrilmiştir.

Kanunî döneminde Türkiye

Avusturya Elçisi Busbecq’in “Türk Mektupları” isimli hatıraları, Kanunî Sultan Süleyman döneminin idarî ve askerî yapısı, halkın içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik durum hakkında oldukça orijinal bilgiler ihtiva eder. Birçok kez Türkçe’ye çevrilen bu eserin en son Derin Türkömer tarafından yapılan tercümesi yayınlamıştır.

ERHAN AFYONCU - BUGÜN GAZETESİ

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum